ilk basımı 2004 yılında olan bozkurt k. yılmaz'ın "bu aşk bizi canlı tutacak: fenebahçeli olmak" kitabından;
kim ne derse desin her yılın bir şampiyonu hatırlanır bir de ezeli rekabette galip geleni. ezeli rakibi yenmeden şampiyon olmanın kolaycılığına biz kaçmayız, kaçamayız. hayat o maçların öncesi ve sonrasına göre tasnif edilir. o günler ise asla unutulmaz.
ortaokul balosunun olduğu gün 4-4, askere gittiğim gün 1-4, imparatordun doğum günü 3-1, ali'nin babasını kaybettiğimiz gün 5-1, barıştığımız gün 4-0, romanya'da bayrakla dolaştığım gün 3-2, koşuyolu'nda evde tüm aile yemek yediğimiz gün 3-1, 6 kasım günü 6-0... gibi.
10 yıl önce 3 farkla geri düştüğümüzde ne hissettiğimi, 4-4'lük kupa maçında penaltılar atılırken aklıma rainbow'un "can't happen here" şarkısının geldiğini, ümidimi kaybettiğim tek sezonda john son'nın füzesi ağlara gidince nasıl utandığımı unutmam.
olimpiyat stadı'ın oraya yaparken kim ne düşündü acaba?
halı saha parasına birinci lig kulüplerine kiralamak fikriyle yapılmadığı kesin. hâlâ e-mail ile "2024 olimpiyatları istanbul'da yapılsın. falanca internet sitesine gidin ve oy verin. çabuk!" mesajları geldikçe sinirlenmemin bir nedeni var. bağlantı yollarını devlet yaparsa, rüzgâr panelleri gelirse gibi daha önce düşünülmemişler niye düşünülmemiş, kim düşünmemiş?
"gece o saatte oradan çıkış tehlikeli olur" diye maç da gündüz oynanacak. gündüz maçlarını severim ama yerkürede "gece çıkışı tehlikeli olan bir başka olimpiyat stadı var mı acaba?" diye aklıma da tabii ki takılıyor.
maçı uğurlu ekiple mimoza sokaktaki uğurlu yerde, yani ilker'in evinde seyredeceğiz.
uğurlu marketten aynı cipsleri ben alacağım. ziya market'deki ağabeyimiz cips, kola, bira alınan her şeyi pür dikkat, tezgahta kuzu kuzu yatan siyah küçük hesap makinesi yerine minik bir karton üzerinde alt alta yazıp topluyor ve uzun süren yaptığı logaritmik hesap bana güven vermiyor... maç öncesi uğraşacak, para pul hesabı yapacak değilim.
ilker'in iki haftadır geç gelen kardeşi alper uğuru bozmamak için bu hafta da dışarı çıkacak ve maçın 5. dakikasında girecek. daha önce hep tuttu bu uğur ve evet hepimiz müspet ilimler okumuş adamlarız! alper de akıllı bir çocuk.
sokaklarda şapkalı, bayraklı insanlar maçın oynanacağı uzak semtin ters istikametlerine neşe ve daha önemlisi ümit ile gidiyorlar.
beraber seyredilecek, dinlenecek bu maç.
istanbul'un en çok jakuzili, en çok "guardlı" "residential" mekanında buluşacak bazı arkadaşlar, galibiyetten sonrası için don perignonları hazır. gözler, en büyük ekran ölçüsünden de büyük, devasa televizyona kitlenerek sarı kanaryaları seyredecekler. goller son rası küba puroları içilecek.
kalorifer üzerinde kuruyan çorapların anlattığı hikayeden 1,5 saatliğine sıyrılan iki arkadaş shov markalı 37 ekrandan görecekler fenerbahçelerini beyoğlundaki bekar odalarında.
erzincanlı toprağı olan yazıcı izinli olunca maç günü nöbet "kayılan" tertip, gizlice dinleyecek sigara parasına aldığı küçücük radyodan maçı.
bilgisayardan takip etmek zorunda kalacak çok uzaklarda taraftarlar, "şu an da istanbul'da olmak vardı" şarkısını mırıldanarak ve komşusu john smith'e "hayır, sabah 8'de oynanmıyor tabii ki saat farkı olduğu için böyle oluyor... saat farkı ne demek sonra anlatırım, see u later mr. smith take care. hadi selametle, ne bakıyor bu adam hâlâ yüzüme be!" diyerek.
bugün hepimizin kalbi aynı ritimle atacak. "fe-ner-bah-çe" babanın yanında küfür de edilir bugün, gelen golden sonra sigara da içilir.
dargın amca yeğen barışır "gel lan bir öpeyim seni" diyerek.
en güzel çilingir sofralarını, en köpüklü kahveleri hazırlamak için ev hanımları yarışır. "yine mi maç?" sorusunun yerini "hadi bakalım inşallah alacağız" sözü almıştır.
üniversite kampüsündeki kafeteryada "bizim" kaleye top gelince mert o heyecanla istem dışı aslı'nın elini "amanın" diyerek sıkıca tutar ve halden anlayan aslı o eli maç sonuna kadar bırakmaz. galibiyetten sonra yanağından masum bir öpücük ile mert'i ödüllendirir... zaten aslı da, babası da "hasta" fenerbahçelidir.
derbi maçı sonrası zafer kutlanırken cep telefonunuza gelen tebrik mesajları arasında hiç tanımadığınız 537"li bir numaradan gelen, isimsiz "hadi bakalım tebrikler sen sevinçten uyuyamazsın bu gece" mesajına çok şaşırır, inanamaz tekrar tekrar okursunuz...
"hadi bakalım" sözü ve onun hafif üstten bakan üslubu... bu kesinlikle "o" dur. hiçbir şüpheniz yoktur zira o gecelerde uyuyamadığınızı bir tek o bilir. tek golü aykut kocaman'ın attığı maçtan sonra sizinle birlikte sabaha kadar uyanık kaldığı o buz gibi soğuk ankara gecesi aklınıza gelince gülümsemenizi arkadaşlarınız görsün istemezsiniz. içinizde bir şeyler yanmaktadır, arkadaşlarınızdan ayrılıp mesajı bir daha okursunuz. sonra bir daha, bir daha...
telefonunuzu nereden bulmuştur, kimden almıştır, neden geçen yıllardaki galibiyetlerden sonra değil de şimdi size mesaj göndermiştir, bu gece onun aklına sizi getiren nedir, hâlâ o kel dişçi herifle mi beraberdir, bu mesajı onun yanında masanın altından çaktırmadan mı yoksa mutfağa giderek mi atmıştır, bu 537'li sapık telefonunu sadece bu gece için almış olabilir mi, ayrıldığınız gece telefonunuza bıraktığı, sizin de öfke ile dinlemeden sildiğiniz mesajda ne demiştir, bir gün karşılaşıp sorsanız hatırlar mı, yoksa şildiniz diye kızar mı... bir dolu cevapsız soru hızla aklınız gelip cevap bulamadan yerini diğerine bırakır.
o numarayı aramak da aklınızdan geçer, ama aramak için her açıdan çok geçtir artık. tanıştığınız geceden beri sadece ikinizin olan şarkının adını ona mesaj olarak yazıp gönderirsiniz: "wild is the wind"!
evin merdivenlerini çıkarken yüzünüzdeki gülümsemeyi bugün kimse yadırgamaz diye teselli bulursunuz. galibiyeti sizinle kutlamak için uyumamış oğlunuza sarılmadan önce apartmanın girişinde son model gri telefonunuzdan size gelen ve sizin gönderdiğiniz bu iki mesajı kimse görmesin diye sildiğinizden, gece geleneksel olarak uyku tutmayıp salonda sigara içerken "başımdan böyle bir şey geçti mi gerçekten?" diye düşünürsünüz. telefondan silinmiş mesajın yeri olan 8. mesajda artık başka bir arkadaştan gelen kutlama mesajı vardır. sevdiği kadın gittikten sonra sabah yastığa sinmiş kokusunu içine çekip uzun uzun yastığa bakan adam gibi olmayan mesajın yerine bakarsınız. ten kokusu mesaja sinmiştir sanki... sabah güneş doğarken, siz elinizde telefon otururken aklınızdan neler geçer neler... bir sonraki mesaj için ne kadar beklemeniz gerekeçektir? hiç bitmeyen aşkların fenerbahçe ile anlam bulması, sizin onun aklına o galibiyet gecelerinde gelmeniz bir kez daha "acaba" veya "keşke" dedirtir...
bir derbi zaferi ertesi, güneşli istanbul sabahında köprü trafiğinde, sarı lacivert kravat ve lacivert ceketle işe giderken bonjovi'den wild is the wind'ı dinlemekten başka bir insanoğlu ne isteyebilir?
halbuki üzerimde yeni formam da vardı, ama olmayınca olmuyor işte!
"vallahi bizim hakkımızdı" diyoruz isyan ederek...
türkiye liglerinde en çok gol atan oyuncusu torinolu hakan, o inanılmaz bilardo golünü atıyor ve dahası kafasına çarpan top için "topun geldiğini gördüm ve belki kafama çarpıp seker diye eğildim. yani bilerek attım" diyor. sadece "hay yarabbim" diyebiliyoruz ve beraberlikle ayrılıyoruz olimpiyatların yapılmayacağı, rüzgâr panellerinin portatif stadı getirmesi gereken aynı firmaya sipariş edildiği için kaybolduğu, giriş parası otopark parasından az stadyumdan.
maç sonu akıllarda "onların pozisyonlarını boş ver, bizi niye kollamadın" diye soranlar kalıyor. luciano'nun elinin çeşitli açılardan görüntüsü, el kemikleri, tırnak yapısı, avuç içindeki çizgiler spor programlarının da ana menüsü... herkes haklılığının en azından "birileri" tarafından tescili peşinde. "maç tekrar oynansın" bile diyen var...
fenerbahçe'nin ali sami yen stadyumu'nda lig maçlarında en son penaltıyı kazanmasının üzerinden 12 yıl, inönü stadı'nda en son penaltıyı kazanması üzerinden 13 yıl geçmiş...
bu penaltı kazandığımız maçları da kaybetmişiz.
kollama, koruma, kayırma gibi "k" ile başlayan kelimeleri ağızlarına sürekli alanların bilgi sahibi olmasını beklemiyorum ama çubuklu formayı terletmiş veya bu formaya gönül vermiş, şimdi de biten maçı yorumlayanların böyle bir bilgiyi verememelerini en basitinden "camia ayıbımız" olarak görüyorum.
sonuç olarak telefonlarımıza beklenen mesaj gelmiyor, biz de "wild is the wind" yazamıyoruz. başka zaman inşallah!