ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında alpaslan akkuş'un "forman kadar konuş..." başlıklı yazısından;
eve apar topar yetiştim. halı sahalı günler henüz başlamadığından eve bir hayli uzaktaki çim alanda top oynamış, mücadele berabere kalıp uzaymca tv'deki maça, ancak durmaksızın koşarak yetişebildim. koşmalıydım da; ne de olsa brezilya maçı vardı, seyir zevki olacak demekti. daha salona geçip üzerimdeki formayı çıkarmamıştım ki düdük çaldı. baktım babam küfredip duruyordu. allah allah, bu kadar erken mi gol oldu, derken televizyon görüş alanıma girdi ve dünyam karardı. brezilya'nın rakibi beyaz forma giyiyordu, işte 90 dakika sürecek kabusun başlangıcı: siyah-beyaz tv'de sarılara karşı beyazlar!
siyah-beyazlı ekran yıllarıydı ve koyu olan renkler griye çalar, beyazla sarı ayırdedilemezdi. film reklam, dizi vesaire izlerken hiç problem değildi de -hem türkan şoray siyah-beyaz çok daha güzeldi-, sıra o dünyanın en keyifli bir buçuk saatine geldiğinde iş karmaşıklaşıyordu. takımlara önceden yalvarmak isterdim hep: ne olur ikiniz de benzer renk ve desende forma giymeyin. ancak dünya kupası maçlarına müdahale etme şansım yoktu.
maç, keskin gözlerle küçük ton farklılıklarını çözerek, formasından olmasa bile kıvraklıklarından brezilyalıları ayırdetmeye çalışarak geçti. bu sorunu yaşamamam için ya takımlar net bir şekilde açık ve koyu farklı tonlarda ya da çubuklu, parçalı gibi giyinmeliydi... dolayısıyla o dönem hepimiz için siyah-gri-beyaz formalar vardı sadece. desenlere bakıp estetik arayabiliyorduk yalnızca. neyse ki televizyon renklendi de sorun çözüldü...
tv'nin renklendiği dönem benim de aktif olarak maçlara gitmeye başladığım yıllardı. artık formaları çok yakından görebiliyor, aralarındaki ayrımları irdeleyebiliyordum. formalara hep kimlik yüklemek gerektiğine inanıyordum, hâlâ da inanırım. sadece maça çıplak çıkmamak ya da diğer 11 kişiden ayrılmak için giyilen bir şey değildi onlar. zaten zamanla formalar ve takımlar özdeşleşmeye başladı gözümde. bez parçası değil kimlikti onlar, kimlik!..