istifa duruşu tanıl bora 26/12/2012 radikal.com.tr
aykut kocaman'ın sıtkının sıyrıldığını görüyorduk. karabük yenilgisinden sonra istifasını verdi. 3 temmuz depreminin artçısı mı karakter zorlanması mı?
aykut kocaman’ın meslekî vasıfları hakkında ancak bir aceminin gözlemlerini dile getirebilirim. bir nevi türk tiki-takasının peşindeymiş gibi görünüyor. ilk antrenörlük tecrübesini geçirdiği istanbulspor’dan beri öyle. uzun bir pas senfonisi bestelemek istiyor. kontrol saplantılı; topa sahip olmak, ‘oyunu tutmak’ önemli onun için. tercih etmeyebilirsiniz ama bir oyun felsefesi var. lakin aykut kocaman’ı biz hep ‘duruşuyla’ konuştuk. haliyle, tavrıyla, sözüyle. 1996’daki o dramatik trabzonspor galibiyeti sonrasında söylediği, sezon sonunda fenerbahçe’den gönderilmesine yol açan sözler: “bütün sezon uğraşıyorsunuz, bütün emekleriniz tek maçla heba oluyor, kendi galibiyetimize seviniyorum ama trabzonlu arkadaşlarım için de üzülüyorum…” husumet kültürümüzde, nadir bir medeni cesaret örneğidir. 1. lig’de 212 gol atmış olması bile istatistik deryası içinde eriyip yitebilir, o sözün kıymeti baki kalır.
klişe şakırtılarından geçilmeyen basın toplantılarında, sakin sakin ve geniş bir kelime hazinesiyle konuşur. bazen, oyunun bir inceliğini anlatmaya çalışarak. bazen, bir sırrı kollarcasına. gramla tartarak. bu konuşan bir dışişleri sözcüsü müdür? kuşkusuz, medyanın fetbazlığını bilerek önlem alıyordur. otosansür, mutlaka. ‘hesabî’ bir yanı da var galiba. (’96 tasfiyesinde ona atfedilen diğer cürüm: ‘sakaryalılar’ hizbinin mensubu olmak değil miydi?)
sükûnet, onun alamet-i farikası. del bosquevari kalender bir sükûnet değil ama. otokontrollü bir gerginlik. ciddi hatta asık yüzlü. zorunlu hareketler serisine konsantre olmuş cimnastikçi duruşu, demiştim onu şenol güneş’le kıyasladığım yazıda. küçükken jimnastik yapmış olması, ‘adasallık’ yeteneğini de geliştirmiş olmalı; karmaşanın, gürültünün içinde kendini izole edebilmek yani.
gol anları, aykut kocaman’ın hiç rahatlayamamasının alamet-i farikası. birçok gole, telefonda beklediği bir teyit haberini almış kadar sevinir anca. (bazen, o telefon bile gelmemiş gibidir.) ‘gol’ diye bağırması (güldüğünü de görenler var), bir 90+ golünde birilerine sarılması, istatistik rekorları. bu sezon, ekonomik sevinme jestlerine bir ‘şükürler olsun’ minneti eklendi; üzerinden bir yük kalkmışçasına ‘boşalıveriyor’. aykut kocaman’ın mizacına dikizcilik yaparken, futbol ortamındaki, hele fener âlemindeki tazyikin insafsızlığını da görmelisiniz.
1996’daki empati kahramanlığını unutmayanlar, ‘anadolu takımı’ deneyimlerinde yaşadığı adaletsizliklere isyanını bilenler, fenerbahçe’de de farklı ‘durmasını’ beklemişlerdi. aykut kocaman’ın, futbol gezegenini ‘büyük fenerbahçe’nin hasımları ve hasımlarının işbirlikçilerinden ibaret görmeyen, olgun bir ‘büyük kulüp’ aklının gelişmesine katkıda bulunacağını ummuşlardı. 2005’te konya’nın hocasıyken, anelka’nın ayan beyan smaçla attığı golden sonra mesleği bıraktığını açıkladığı şu konya-fener maçı, hafızasının bir köşesinden ona çimdik atar, diye ummuştuk. ama ne demiş filozof: insan sarayda başka, kulübede başka düşünür. aykut kocaman da saraya yerleşince, saraydakiler gibi düşünür oldu. “trabzonspor’un penaltıları irdelenmeli” demeci, tam bir manipülasyon hamlesi değil miydi? şike davası atmosferinde, fenerliliğiyle beraber galiba ‘dünya bize karşı’ hissiyatı da bilendi. bu sezon, ‘hakemlerle oynama’ eğilimi rutinleşti.
bağış erten, 3 temmuz sürecinde ‘belki de karakterini zorlayarak’ üstlendiği sembolik temsil misyonu ile sahadaki ‘işi’ bir arada götürmenin imkânsızlığından söz etti. aykut kocaman’ın trajedisi, karakterini zorlaya zorlaya bu âlemde var olmak, gibi geliyor bana. onun için, sanki hep istifanın kıyısında gibi duruyor. hep ‘geri döndürülebileceğinin’ düşünülmesi de bundandır belki.