cem can'ın "fair play yemin istemez: fan-etik yazıları" kitabından;
aşk: iltifat ve hakaret
mustafa çulcu sezgileriyle ya da derinlerde uyutulan bir bilinç doğrultusunda kritik bir karar vererek galatasaray seyircisinin diyarbakır kalecisi şenol'a dönük "i love you!" tezahüratını uyarıyla cezalandırdı...
çulcu'nun bu gözüpek karan aslında futbol şiddetinin önlenmesinde bütün tarafların yerlerinin belirlenmesini sağlayacak boyutlara sahip olmasına rağmen, felsefi tutarlılıktan yoksun vasat akıl yürütmelerden ibaret yorumlarla kısırlaştırıldı.
çulcu, kararını şenol'un aşağılandığı fikrine dayandırırken, karşı taraf asıl konu olan aşağılama boyutunu tamamen tartışma dışı bırakarak bu sesleniş tarzının spontan, zekice ve komik olduğuna tırnaklarıyla tutunmaya çalışan bir savunma getirmeye çalıştılar. tabii kendiliğindenliğin o kadar da kendiliğinden olmadığını, olasılığın ön şartlarının bulunduğunu; zekanın hangi koşullarda kabul edilemez yapıya büründüğünü; yalnızca kendilerinin gülebileceği bir komikliğin herkesin benimseyeceği bir komiklik gibi dayaklamayacağını bilmezden gelmek için ya büyük bir insani duyarsızlık ya da sportif kötü niyetlilik gerektiğini düşündürmekten ileri gidemediler.
küfürle mücadelenin başlarında da "biz küfreden toplumuz" diye meşrulaştırıcı bir argüman ileri sürerlerken, küfür yüzünden en çok cinayet ve yaralama suçu işlenen, kalıcı düşmanlıklar yaşanan toplum olduğumuzu da gözden kaçırmaya çalışmamışlar mıydı?
tarafsız olduğu düşünülen kitle de, karara temkinli yaklaşırken, temelde zararsız gördükleri tezahürattaki rahatsızlık verici tarafı ortaya çıkartamamanın tedirginliği içindeydiler.
"i love you!", kendi anlamında bile öyle rahatça kullanılmayacak ağırlıkla bir ifade. tek taraflı ürettiği çok güçlü bir duygu iken, karşı tarafta herhangi bir karşılıklılık ya da duyarlılık zorunluluğu yaratmayan, yüksek insani nitelikleri şart koştuğu için yüksek riskli bir durum,
"i love you!" kendi anlamında bile birçok kez önemli bir taciz cümlesi.
böyleyken; spor,daha özelinde futbol, çift anlamlılıkların arkasına gizlenmeye çalışılarak sahalara taşınmaya kalkışılan geri insani yaklaşımlarla mücadelede cephe kazanıyor: siyahi futbolculara goril honklamal arıyla seslenilmesine, muz atılmasına yaratılan sahte mazeretleri dinlemiyor, açıkça "ırkçılık" diyor, ırkçıları stadyumlardan uzaklaştırıyor.
tartışmanın özü; futbola müdahale eden, dönüştüren ve değiştiren taraftarlığa, "endüstiyel futbola karşı olmak" gibi taraftarlık totemizmini besleyecek fetiş sloganlarına rağmen, uygarca sınırlar içerisinde davranmayı dayatmaktadır.
tribün, her isteyenin bir uygarlık mirası olan futbolu istediği değiştirip dönüştüremeyeceği; kendi keyfince cinnet yumakları oluşturamayacağı; delice ve düşmanca davranışların ödüllendirilmeyecek; belirli bir evrensel davranış estetiğinin korunacağı bir kültür platformu olacaktır!
çağdaş futbolun savunduğu taraftar davranışının ana fikri şudur: hiçbir taraftar takımını desteklemekten öteye geçemez! rakip takımla, rakip taraftarlarla, hakemle vs. uğraşamaz. olumsuz duygu ve değerler sahaya yansıtılamaz! değişen tek maç girdisi, takımların taraftarlarından aldığı destek olacaktır. destek tezahüratları dışında, maç eşit koşullar altında oynanacaktır.
ister duyulsun, ister duyulmasın; futbol kendi varlığını süsleyen ama futbolu bozuşturanları sevmediğini haykırıyor: "ı don't like you!"
mustafa çulcu'nun yorumuyla çok önemli bir gelişme fırsatının da ötesinde bir kültür devriminin eşiğine gelen futbol federasyonu, geri adım atmamalıdır.