gençlerbirliği-diyarbakırspor maçı sonrası (11 eylül 2004)
yanılmak!
uzun zamandan beri tribün hikayesi yazmıyordum. bunun en önemli nedenlerinden biri geçen sezon yazdığım tribün hikayelerinin birbirini tekrar etmesinden korkuyor olmamdı. fakat geçtiğimiz hafta içinde öyle bir olay oldu ki, ben de bir konudaki yanılgımı sizlerle paylaşmak için bu öyküyü yazmak istedim…
hepimiz yanılabiliriz. insan yaşamındaki yanılgılar, hayal kırıklıkları, pişmanlıklar dünyadan habersiz minicik bir çocukken başlar; gençlikte, orta yaşta ve yaşlılıkta artarak devam eder. her yanılgı sonrasında, genellikle çaresizliğin bitkinliği içinde kısa ya da uzun süreli küskünlüğe ve isteksizliğe neden olan bir üzüntü ve yoğun bir pişmanlık duygusu sıkıca sarıp sarmalar insanı…
hayat, her zaman günlük güneşlik değil; fırtına, kar, yağmur, çamur da var. ben de doğal olarak her insan gibi yaşadığım yanılgıların üzüntüsü ve pişmanlık duygusu içinde çok kıvrandım. kızdığım, umutsuzluğa kapılıp hayata küstüğüm, yaşamaktan bıktığım anlar oldu. gerçi her defasında bir şekilde kendimi toparlamayı başardım ve kendime dersler çıkarıp deneyim kazandım; ama yine de her yanılgı bende derin ve kalıcı izler bıraktı. kimi zaman yaşamın tozlu ve dikenli toprak yollarında ve engebeli arazilerinde yürüyerek, kimi zaman da asfalt otobanlarında araba kullanarak bugünlere kadar geldim.
bunları neden yazdım?
geçtiğimiz hafta, ankara futbolunda, ülkemizdeki taraftarlık kültüründe çıtayı çok yüksek bir noktaya çıkaran, ancak zaman gazetesi dışında diğer gazetelerin ve televizyonların ilgisini çekmeyen önemli bir olay oldu: pegasus ankaragüçlüler derneği başkanı volkan karaman, gençlerbirliği taraftarlarının internet sitesi 13 www.alkaralar.com forumunda “selam arkadaşlar” başlıklı kısa bir mesaj yazdı.
bu mesaj şöyleydi: “merhaba. öncelikle gecikmeli de olsa yeni sezonun güzelliklerle dolu olmasını umuyor ve sizlere başarılar diliyorum. geçen senelerin olumsuzluklarından aldığımız derslerle bu sezonu birbirimizi kırmadan ve üzmeden tamamlamayı ümit ediyorum. hepinize selamlar.” volkan karaman, daha sonra yazdığı bir mesajında da 11 eylül 2004 cumartesi akşamı 19 mayıs stadı’nda, gençlerbirliği’nin diyarbakırspor ile oynayacağı lig maçını maraton tribününde gençlerbirliği taraftarları ile birlikte izlemek istediklerini belirtiyordu.
bu mesajlar, gençlerbirliği taraftarları tarafından da memnuniyetle karşılandı. gençlerbirliği taraftarlarının yanı sıra ankaragücü taraftarlarının da katılımıyla ilerleyen samimi ve keyifli sohbette ortaya kendiliğinden şöyle bir sonuç çıktı: futbolseverlik ve taraftarlık, aslında karşılıklı sevgi ve saygı temelinde dostluk, arkadaşlık ve kardeşlik duygularını içinde barındıran, kentini ve takımlarını çok seven güzel insanlara sunulmuş çok değerli bir armağandı.
bu sohbetler sırasında bir konu da çok net bir biçimde açıklığa kavuşturuldu: gençlerbirliği tribünlerinde çok çekirdek tüketiliyordu. oysa bu maça misafir olarak gelecek olan ankaragüçlüler, genellikle ayakta izledikleri kendi takımlarının maçlarında devamlı tezahürat yapmaktan çekirdek çitlemeye zaman bulamıyorlardı. işte bu maç, ankaragüçlülerin bol bol çekirdek çitlemeleri için büyük bir fırsat olacaktı! ayçiçeği ve kabak çekirdeğini sevenlerin siparişleri alındı, herhangi bir aksilik olmaması için stoklar gözden geçirildi.
cumartesi… nihayet maç günü geldi, çattı. saat 18.00’de, gençlerbirliği taraftarları derneği’ndeki arkadaşlar ziyaretçilerini karşılamaya hazırdı: başkan cumali çalışkan, hacı yunus, bulank, arda, demirkan, juvetürk, clumsy, bülent, ben, kardeşim, sonradan gelen ateş, badal, mehmet güner ve diğer arkadaşlar…
ve ankaragüçlüler, üzerlerindeki pegasus formalarıyla geldiler: volkan, oktay, ihtiyar, tufan, oldpegasus, arızagüçlüler, hevesli, marlon, ankarae, volkan huluz, dartanyan ve diğer arkadaşlar… ayrıca ingiltere'de yaşayan bir ankaragüçlü olan ve izinli olarak ankara'da bulunan ziya… çay eşliğinde kısa ve tatlı bir sohbet… birlikte, yine az sayıda seyircinin bulunduğu 19 mayıs stadı'na gidiş… maraton’un göbeğinde birlikte çekirdek çitleyerek izlediğimiz gençlerbirliği-diyarbakırspor maçı… başkan cumali çalışkan tarafından ikram edilen ve serin havada içimizi ısıtan çay eşliğinde, bize ankara futbolu ve takımları hakkında geçmişe zaman yolculuğu yaptıran sohbetler... maraton’un göbeğinde ve gecekondu’da tezahürat yaparak takımlarını desteklemeye çalışan gençlerbirliği taraftarları… maraton’un sağında ve saatli’de maçı heyecanla izleyen ve zaman zaman tezahürat yapan diyarbakırspor taraftarları… ve “çekirdek çitleyip maç izlemek niyetiyle (!)” misafir olarak stada gelen, ama maçın bazı bölümlerinde dayanamayarak ayağa kalkıp gençlerbirliği taraftarları ile birlikte tezahürat yapan ankaragüçlüler…
çok güzeldi!…
keşke stad dolu olsaydı da taraftarlığın, kentini ve tuttuğu takımı sevmenin yanı sıra dostluk, arkadaşlık, kardeşlik olduğunu gösteren ve taraftarlık kültüründe çıtayı çok yüksek bir noktaya taşıyan bu güzel tabloyu daha çok ankaralı görebilseydi.
taraftarlık bir gönül işidir. kaynağı da çok yüce bir duygu olan sevgidir: kent sevgisi, takım sevgisi, insan sevgisi… sevgi ise emek ister ve emek verdikçe büyür. futbolda her zaman şampiyon olan zengin ve güçlü istanbul takımlarını tutmak varken, ankara futbolunu sevip peşinde gezmek, belki de hiçbir zaman şampiyonluğu göremeyecek olan ankara takımlarının taraftarı olmak kolay değildir. her şeyden önce yüce bir gönül, sağlam bir kent sevgisi, hassas ve ince bir kalp ister.
şampiyon olmak, dolu tribünlere oynamak tabii ki çok keyifli bir olay, ama her şey değil. biz, zaten alışık olduğumuz fazla dolu olmayan tribünlerde bulunmaktan da gocunmayız. sayımız az olmuş, çok olmuş hiç fark etmez. takımlarımızla yaşadığımız keyifli ve hüzünlü anılar, dostluklar, arkadaşlıklar bize yeter de artar bile. insan bir anlamda sadece tuttuğu takımın değil, anılarının ve arkadaşlıklarının da taraftarıdır çünkü. tabii ankaralı olup da istanbul takımını tutan birinin, aslında hiç olmayan anıları gibi değildir bu…
tribün hikayelerinden oluşan “yenilsen de yensen de” adlı kitabımın “başlarken (bağımsız bir kitabın öyküsü)” başlıklı bölümünün bir yerinde şöyle yazmıştım: “futbol, elbette ki hepsi birbirinden yetenekli ve çok iyi oynayan profesyonel futbolcularla güzel. ama seyircilerle, taraftarlarla daha bir güzel…
taraftarlar…
bir takıma gönülden bağlanıp her zaman yürekten destekleyen, onun peşinden koşan, umutlanan, hayaller kuran, sevinen, üzülen, stadların sesi ve neşesi olan güzel insanlar… ama bir yandan bazı kötü niyetli kulüp yöneticileri ve medya mensupları tarafından yüzlerine gülünen, sırtları sıvazlanan, pohpohlanan, parçalanıp birbirlerine, kendi kulüplerine ya da rakiplere karşı kışkırtılarak işlerine geldiği gibi kullanılmaya çalışılan, küfür etmeye ve şiddete yönlendirilen, bir yandan da aynı çevrelerce aslında “çapulcu, işe yaramaz ayak takımı” olarak nitelenen ve hor görülüp aşağılanan, çoğu genç ve heyecanlı kitleler… taraftar olmak… bir takımı tutmak, onu sevmek, onun peşinden gitmek… tuttuğu takım yendiğinde sevinmek, yenildiğinde üzülmek… ama üzülmeyi de sevinmeyi de bilip tadında bırakmak… yenilgiyi de yengiyi de sindirebilmek ve iyi günde, kötü günde her zaman takımının yanında olmak… futbolu; başarı için her şeyin geçerli görüldüğü, paraya, başarıya ve güce tapılan bir ölüm kalım mücadelesi değil tatlı rekabet, dürüstlük, centilmenlik, dostluk, arkadaşlık, kardeşlik gibi değerlerin ön plana çıktığı bir oyun, bir şenlik, bir şölen, bir eğlence olarak kabul etmek…”
evet… bunda yanılmadım. çünkü bir kez daha gördüm ki, taraftarlar gerçekten de stadların sesi ve neşesi olan, kent, takım ve insan sevgisiyle dolu güzel insanlardır. bence, ersun yanal’ın ankaragücü’nden gençlerbirliği’ne olaylı bir şekilde transfer olması ve gençlerbirliği başkanı ilhan cavcav’ın 9 mart 2003 günü oynanan ankaragücü-gençlerbirliği lig maçında ankaragücü taraftarlarının protestosuna hiçbir zaman tasvip edilemeyecek olan yanlış, çirkin ve talihsiz bir hareketle karşılık vermesi; ardından bu çirkin hareketi yaptığı ankaragücü taraftarlarından özür dilemek yerine türk milletinden özür dileyerek yanlış bir hareket daha yapması, iki takım taraftarları arasında eskiden beri var olan dostluk ve arkadaşlık ortamına ağır bir hasar vermişti.
daha sonra, geçen sezon, 3 ağustos 2003 günü ankaragücü-gençlerbirliği takımları arasında oynanan tsyd kupası final maçından sonra büyük bir üzüntü içinde yazdığım “tam on ikiden” başlıklı yazımın bir bölümünde ise şöyle bir öngörüde bulunmuştum:
“evet arkadaşlar, maalesef çirkinlikler güzellikleri kovuyor ve bundan sonra da kovacak... pazar günü ve sonrasındaki filmin devamı ilk ankara derbisinde kaldığı yerden oynamaya devam edecek… galip gelenler; şampiyonluk şarkıları söyleyen taraftarlar, futbolseverler değil holiganlar olacak… iki güzide ve tarihi ankara takımının taraftarları arasına nifak tohumları saçılmaya devam edilecek ve bu tohumları saçanlar kına yakacak!... kardeşlik, dostluk ve tatlı rekabet yerini düşmanlığa ve ardından da şiddete bırakacak… stadyuma şiddet hakim olacak ve rakip takım taraftarları kesinlikle giremeyecek… bıçaklar, sopalar hazırlanacak, cepler taşlarla doldurulacak… stadyumlara futbolseverler ve ailelerin yerine holiganlar hesaplaşmak için gelecek… taraftarlar sokaklarda, stad önlerinde birbirini kıstırmaya, sıkıştırmaya çalışacak... şiddet şiddeti çekecek!... gazetelerin kıyıda köşede kalmış sayfalarında arada sırada ancak küçücük birer haber olabilen bu takımların taraftarları belki de bu şekilde manşetlere çıkma fırsatı elde edip sevinecek!... gençlerbirliği taraftarları ankaragücü'nü aşağılamak için ag, ag'li, akücü demeye devam edecek ve bunlar yetmediği için yeni deyimler bulacak!... ankaragücü taraftarları da aynı şekilde gençlerbirliği'ni aşağılamak için gb, gebe, geylerbirliği vs. gibi yaratıcı deyimleri tüm hızıyla kullanmaya devam edecek ve bunlar yetmediğinde onlar da yenilerini yaratacak!... ankaragücü taraftarları gençlerbirliği'nin, gençlerbirliği taraftarları da ankaragücü'nün küme düşmesini hiçbir şeyi istemedikleri kadar isteyecekler… izmir takımlarının düştüğü durum da onları hiç bir şekilde etkilemeyecek ve düşündürmeyecek… ankara takımlarının taraftarları da sonunda bütün tezahüratlarında taklit ettikleri istanbul'un üç büyüklerinin taraftarlarına tıpatıp benzeyecek!…” zamanın ve iyi niyetin birçok şeyin ilacı olduğunu dikkate almadan yazdığım bu öngörüden bir yıl sonra geldiğimiz noktaya baktığımda görüyorum ki ben bu konuda yanılmışım!
ne mutlu bana ki yanılmışım!
insanın, yanıldığında kendini mutlu hissettiği olaylar çok enderdir. işte bu da o çok ender olaylardan biri; insanı mutlu eden bir yanılgı!... dostluk, arkadaşlık, kardeşlik yolunda yeni ve önemli bir aşama oluşturan bu anlamlı ziyaret dolayısıyla bana bu mutlu yanılgıyı yaşatan ankaragücü ve gençlerbirliği taraftarı arkadaşlara, güzel insanlara teşekkürler, kucak dolusu selamlar…
12 eylül 2004
-----------
"kalemizde kaptan adil var ankaragücü tribününden pegasus yazıları" isimli kitabımdan..