ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
"kokaini ilk kez 1982'de barselona'da denemiştim, daha yirmi iki yaşındaydım. kullanıyordum, çünkü canlı kalmak istiyordum. hayatın başka alanlarında olduğu gibi, futbolda da, her zaman uyuşturucu kullananlar olmuştu. bu, sadece günümüze ait bir sorun değil. sadece bir şeyi açıkça söylemek istiyorum. uyuşturucu kullanmaya başlayan tek kişi ben değildim. başka pek çok insan da kullanıyordu" diyordu maradona 1996 ocağı'nda.
barselona'da bulunduğu sırada, maradona'nın arada sırada uyuşturucu kullandığı gerçeği, sadece kendine sadakatle bağlı olan yakın çevresinde bilmen bir sır olarak kalmıştı. klanın dışında kalan insanlar ise bu konuda mahkemede sunulabilecek türden sağlam kanıtlara ulaşmaktan uzak olup sadece şüpheleniyorlardı. maradona, bağımlılığı hakkında o kadar iyi yalan söylüyordu ki, barselona belediye başkanlığından uyuşturucu karşıtı kampanyaya katılması için para bile almıştı. temiz ve sağlıklı bir maradona'nın, bir katalonya plajında çevresinde, kendisi gibi temiz ve sağlıklı çocuklarla göründüğü ve ardından 'hayatınızı yaşayın. uyuşturucu öldürür' sloganının çıktığı bir reklam filmi televizyonda prime-time saatlerinde düzenli olarak gösteriliyordu. sponsorlarsa futbolcunun ilk kokainini ya çekmiş ya da çok kısa süre içinde çekecek olduğundan muhtemelen haberdar değillerdi.
maradona'nın barcelona'dayken bir maçtan önce kokain ya da başka bir yasadışı madde aldığına ya da doktorlarının yaptıkları herhangi bir testte dopingli çıktığına dair hiçbir kanıt yoktur. kulüp, yetkilileri kendileri açısından şüpheleniyorlardı, ama olayı gizli tutuyorlardı, ortalıkta gürültü koparmaya değecek kadar ciddiye alınacak bir olay olmadığına karar vermişlerdi. kulüp, maradona ayrıldıktan yıllar sonra bile bu tavrından taviz vermeyecekti. 1995'te barcelona'nın üst düzey yetkilileriyle görüştüğümde bile, maradona'nın doping sorununun ancak italya'ya transfer olmasından sonra ortaya çıktığında ısrar etmişlerdi.
ama barcelona'nın üst düzey yetkililerinin bu kadar rahatlıkla görmezlikten gelemediği başka sorunlar da vardı. 1982 kasımı'nda, daha sezon başlayalı iki ay bile olmadan, maradona lattek'ten, barcelona'ya geldi geleli oynamaya zorlandığı lig, dostluk ve avrupa kupaları maçlarıyla dolu o insafsız fikstür içinde biraz nefes almasına izin vermesini istemişti. ama isteği kabul edilmemişti. maradona, fransa şampiyonu paris saint-germain'le yapacakları dostluk maçına da götürülmüştü. giderken isteksizdi, ama takım arkadaşları arasındaki saygınlığını da korumayı başarmıştı. barcelona yetkilileriyle yaptığı bir ağız dalaşında, bütün takım arkadaşlarının da kendisine verilen primi alması gerektiğinde ısrar etmişti. anlaşılan böyle bir dayanışma ruhunun ateşlediği barcelona takımı maçı 4-1 kazanmış, maradona da üzerindeki bezginliği atmış ve skora katkıda bulunmuştu.
o akşam maradona, arkadaşlarını etrafında toplamış ve takımın yarısını zaferlerini paris kulüplerinde kutlamaya ikna etmişti. bütün geceyi ve ertesi sabahın büyük bir kısmını dışarıda geçirmişlerdi. bu 'kutlamaları' katalan ve fransız gazeteciler de izlemiş ve maradona'nın bütün takımı gece dışarı çıkardığı nunez'in de kulağına gitmişti. başkan çok öfkelenmiş ve takım hâlâ paris'teyken barselona'da verdiği bir demeçte maradona'yi kamuoyunun önünde azarlamıştı. "ben geceleri dışarı çıkmam... geldiğinde diego maradona'ya bir çift laf edeceğim, çünkü taraftarlarımız onun sahada yararlı olmasını, saha dışında ise davranışlarına dikkat etmesini istiyor."
maradona ise hayat tarzının 'sadece kendisini ilgilendirdiğini' söyleyerek başkana boyun eğmediğini gösteren bir yanıt vermiş ve şunları eklemişti, "nereye istersem giderim. formumu ve oyunumu etkilemediği sürece, kulüp dışında ne yaptığımın kimseyi ilgilendirmemesi gerek."
cyterszpiler'a göre, gazetelerdeki bu atışma, onun nunez'le yaptığı görüşmenin yanında oldukça sönük kalıyordu. gazetelerde nunez'in söylediklerini okuduktan sonra, maradona'nın da onayını alarak, paris'teki otelinden barselona'yı aramıştı. "nunez'den söylediklerinin hesabını vermesini istemiştim, o da bana bunları kimin patron olduğunu göstermek için söylediğini söylemişti. ben ele ona, 'sen bir orospu çocuğusun' demiştim." "paris'teki gece davası" diye anılmaya başlayan bu olay, maradona ile nunez'in kişilikleri arasındaki köklü ayrımı iyice su yüzüne çıkarmıştı. karakterinin hem doğuştan hem de yetiştirme tarzından gelen özelliklerine bağlı olarak maradona kendini iyinin ve kötünün ötesinde görüyordu, büyük bir futbolcu olması için tanrı tarafından seçildiğinden kendisinden başka kimseye yanıt vermek zorunda değildi. nunez ise, tıpkı maradona gibi, büyük düşünen küçük bir adamdı, ama onun öncelikleri çok farklıydı. barcelonaya gelip giden pek çok büyük oyuncu görmüştü, ama bunların hiçbiri başkaldırdıklarında başarıya ulaşamamışlardı. nunez, yıldızlarından birinin başkaldırdığı bir kulübü nasıl yönetebileceğini düşünemiyordu.
ikili arasındaki gerilim, maradona barcelona'da kaldığı sürece devam etmiş, alttan alta sürekli olarak kaynamış, arada bir de kamuoyu önüne kadar taşmıştı. yine unutulmayacak tartışmalardan bir tanesi de, 1983 mayısı'nda nunez, maradona'nın schuster'le birlikte alman milli takım oyuncusu paul breitner'in münih'te yapılacak jübilesine gitmesine izin vermediği zaman çıkmıştı. barcelona'h iki oyuncu profesyonel açıdan breitner'e karşı büyük bir saygı duyuyorlardı. nunez ise jübilenin, barcelona'nın kral kupasında oynayacağı, kendileri için çok önemli olan final maçına çok yakın olduğunu öne sürmüştü, iki maçın arasında dört gün vardı. maradona'yi kızdıran şey, nunez'in bu kararını paris çekişmesinde yaptığı gibi, medyaya açıklaması ve kendisiyle yüz yüze konuşmayı kabul etmemesiydi. "nunez'i aradım, ama o, iki dakika konuştuktan sonra telefonu yüzüme kapattı. acelesi olduğunu, bir gençler maçını izlemesi gerektiğini söyledi. maç bittikten sonra yanına gittim, 'ee, şimdi konuşabilir miyiz?' dedim, ama o, tek kelime etmeden çekip gitti."
elbette bu kavganın futbolla bir ilgisi yoktu. bu, prensiplere dayanan bir kavgaydı. maradona, nunez'in gitmesine izin vermemesini kişisel özgürlüğüne karşı yapılmış çok ağır bir saldırı olarak görüyordu. barcelona gibi bir kulüpte böylesi bir özgürlük anlayışının kabul edilmesinin mümkün olmadığı ise ertesi gün bir grup barsa taraftarı nou camp'ta yaptıkları antrenmandan sonra arabasıyla eve giden maradona'ya saldırdığında iyice ortaya çıkacaktı. maradona, holiganlarm kulübün tümünü temsil edemeyeceklerini söyleyerek olayı alttan almıştı. ama özel hayatında, nunez'den mümkün olduğunca uzak durmaya başlamıştı. ona göre nunez, futbol yöneticilerinde olabilecek en kötü özellikleri kendinde toplamıştı, fazla eğitim görmemiş olan futbolcularına bir derebeyinin serflerine baktığı gibi küçümseyerek bakıyordu. maradona, çocukluğundan beri babacan tavırlı yöneticiler tarafından pohpohlanmıştı. kendisinin de kurtulamayacağı bir şekilde bağlı olduğu futbolun ticari yüzünün soğuk gerçekleriyle karşı karşıya gelmekte zorlanıyordu.
barcelona, tarihi boyunca futbol dünyasında, çoğu zaman acı sonuçları olan iç kavgaların yaşandığı bir kulüp olarak tanınıyordu. politik geçmişinin ve mali gereksinimlerin getirdiği yükler, dönem dönem oyuncular arasındaki ya da oyuncularla yönetim arasındaki çatışmaları alevlendirebiliyordu. yine de, bar- celona gibi bir kulüp için bile maradona'nın orada bulunduğu dönem çok sarsıcı olmuştu. nunez'le arasındaki açık çatışmanın dışında, maradona'nın kamuoyuna daha az yansıdığı söylenemeyecek başka kavgaları da olmuştu. golcü takım arkadaşı schuster'le olan ilişkisi çoğu zaman belirsizdi. maradona, schusterm onun barcelona'dan aldığı parayı çok fazla bulduğunun ve kendisinin gelişiyle gözden düşmekten korktuğunun farkındaydı. yine de bazen gerilimin yaratıcılığa dönüşmesinin harika sonuçları olabiliyordu. maradona, alman oyuncuyla en azından bazı maçlarda kulübün çok ışme yarayan bir ortaklık kurabilmek için çaba harcamıştı. münih olayı sırasında iki futbolcu, nunez'm kabadayıca olduğunu düşündükleri taktikleri karşısında birlikte hareket ederek, önemli bir dayanışma göstermişlerdi. ama maradona oynadığı bütün takımlarda en iyi olma hırsından bir türlü kurtulamamıştı, schuster'ın udo lattekle olan kötü ilişkisinin daha da kötüye gitmesine kasıtlı bir şekilde yardımcı olmuştu. alman orta saha oyuncusu, çok ünlü röportajlarından birinde teknik direktörünün ayyaş olduğunu söylemişti. maradona'yla lattek arasındaki ilişki ise her zaman fırtınalı bir ilişki olmuştu ve sonunda lattek'in kovulup yerine 1983 martı'nda cesar menotti'nin getirilmesinin arkasında kendisinin ve cyterszpiler'm olduğunu hiçbir zaman ikna edici bir şekilde yalanlavamamıstı.
menotti, ispanya 1982'de ülkesinin dünya şampiyonluğu unvanını koruyamamasından sonra arjantin milli takımı'nın teknik direktörlüğünden istifa etmişti, ama hâlâ barcelona'nın onun peşine düşmesine yetecek kadar ünlüydü. barcelona'nın yöneticileri ona daha fazla katlanamayacaklarına karar verdiklerinde, lattek ancak bir yıldan biraz daha fazla bir süredir takımın başındaydı. hâlâ cruyfflu yılların görkemini yakalamaya çabalayan barcelona, 1982-1983 sezonuna gelindiğinde on yıldır lig şampiyonu olamıyordu, avrupa kupalarında da aynı şekilde hüsrana uğramışlardı. 1983 ocağında, süper kupa finalinde aston villa'yla karşılaşan barcelona maçı 3-1 kaybetmişti. ama asıl utanç verici ve lattek için matem çanlarının çalmasına neden olan darbe, iki ay sonra, barcelona'nın süper kupa'ya göre daha prestijli bir turnuva olan avrupa kupa galipleri kupasından erkenden dönmesiyle gelmişti. barsa, o günlerdeki bir futbol yorumcusunun sözleriyle, "toplamı maradona kadar bile etmeyen" bir on birle sahaya çıkan ve pek tanınmayan memphis ismindeki bir avusturya kulübü tarafından elenmişti.
aynı soru bir kez daha sorulmaya başlanmıştı: maradona, o kadar paraya değer mıydı gerçekteni barcelona'da geçirdiği ilk altı ayında lig maçlarında sadece altı gol atmış, sonra da virüs kaynaklı karaciğer iltihabından yatağa düşmüştü. yanında ailesinin büyük kısmı olmadan geçirdiği ilk noel'e rastlayan hastalığı, maradona'yı yine dönem dönem yakalandığı depresyonlardan birine sokmuştu. bundan sadece birkaç hafta sonra, marca'dan domingo trujillo'ya verdiği röportajda kamuoyundan büyük bir özenle gizlediği kendine güvensizlik duygusunu pek sık rastlanmayan bir şekilde açık etmişti, "yalnızlık beni çok korkutuyor. beni sevdiklerini bildiğim insanların arasında olmak istiyorum hep. onlar benim futbol oynama gücünü kazanmamı sağlayan gizli desteklerim. ailem yanımda olduğunda daha iyi oynuyorum."
fc barcelona 1-0 aston villa fc aston villa fc 3-0 fc barcelona (aet) (villa win 3-1 on aggregate)
the 1981 uefa super cup final was to be a no-show, as european champion clubs' cup winners liverpool fc could not decide a convenient date to meet 1981 uefa cup winners' cup winners fc dinamo tbilisi – then of the soviet union, now of the independent republic of georgia.
another english side, aston villa fc, were to steal liverpool's european crown in 1982, with peter withe's goal overcoming fc bayern münchen in the final. a 2-1 win against r. standard de liège in the uefa cup winners' cup saw fc barcelona join the birmingham-based side in the super cup final.
once more, what should have been the 1982 final spilled over into the following year, with the game not kicking off until 19 january 1983. udo lattek's side got off to a decent start at the camp nou in the first leg with marcos alonso scoring the only goal of the game after 52 minutes.
however, the catalan side were to lose out in the second leg, when a gary shaw goal ten minutes from time at villa park sent the game into added time on 26 january. gordon cowans then gave villa the lead from the penalty spot after 100 minutes before kenneth mcnaught completed the scoring four minutes later.
a 3-1 aggregate win saw villa pick up their second european trophy as coach tony barton – who had replaced ron saunders midway through the season with villa failing to maintain the form that had won them the 1980/81 english title – reached their pinnacle in european football. that victory was also to mark the end of a long period of english dominance in europe.
aston villa: nigel spink, allan evans, gary williams, kenneth mcnaught, colin gibson, desmond bremner, andrew blair, gordon cowans, tony morley (dk. 76 mark walters), peter withe, gary shaw (dk. 88 paul birch)