yirmi dokuz sene evvel, 25.8.1925 te bulgoristanın sofya şehrinde fenerbahçe ikinci maçını rövanş olarak yine bulgar slavyası ile yapmıştır. zeki ve saadetin attıkları gollerle bulgarları 2-1 yenen sarı-lâcivertliler bu karşılaşmayaı şu takımla oynamışlardır:
25.ağustos.1925 - 92 sene önce bugün fenerbahçe, üç maç için gittiği bulgaristan seyahatindeki ikinci maçında slavia sofya takımını 2-1 mağlup etti. sofya'da oynanan karşılaşmada sarı-lacivertli takım nedim kaleci - cafer çağatay, kadri göktulga - cevat seyit, sabih arca, ragıp mağden - bedri gürsoy, bekir refet teker, zeki rıza sporel, alaeddin baydar, ihsan gürbüz (saadet tokcan) kadrosuyla oynadı. bulgarlar 23.dakikada 1-0 öne geçtiler. ancak 35.dakikada zeki rıza sporel, 89.dakikada da saadet tokcan fenerbahçe'yi 2-1'lik galibiyete taşıdılar. ikinci devre "bombacı" bekir refet teker'in dizi çıktı. olayı, 1 nisan 1933 tarihli ve 101 sayılı olimpiyat dergisinde, hayri celal bey'in kaleminden bire bir aktarıyoruz:
“oyun bir bire devam ederken bekir havaya sıçradı ve yere düştüğü zaman o koca saha içinde bir arslan göğremesini andıran bir çığlık duyduk. ben o dakikaya kadar bir insan gırtlağından böyle bir ses çıkabileceğini tahmin edemezdim. bu çığlıkla içimde bir şeyler koptu ve yıkıldı. kendimi sahanın kenarına attım ve bekiri kucakladık. dizi çıkmıştı. otele götürmek istedik, gitmedi. oyunun nihayetine kadar o berbat halinde, gözü oyunda, çocukları teşci ve teşvikle uğraştı. kadriye, cafere bağırıyor, ”aman dikkat çocuklar”diyordu........”
(bu yazıyı o zaman kulübün umumi katip muavini, bugün umumi katibi olan hayri celal bey yazmıştır. fenerbahçe’nin bulgaristan’da yaptığı seyahatin bilançosu, bir mağlubiyet ve iki galibiyette hülasa edilebilir)
memleket haricine ilk seyahatim… içim uçuyor! ben de gidiyorum. kardeşim kadri’yle beraber bavullarımızı hazırladık. evde hazin bir veda merasimi. kadri’nin bilmem kaçıncı seyahati. o pişkin. benim gözlerim dolu…
saat sekizde sirkeci’de buluştuk. resimler alındı. alaaddin’le bedri yetişemediler. ertesi gün trene bindirilecekler. yaşa’lar, “galibiyetler bekleriz” avazeleri arasında yerimizden kaydık. lokomotif dev yolları, çelik rayları yutuyor. son vagona gitsem, bir tel kordela gibi bu çelik yolun sarılıp toplandığını görecekmişim gibi geliyor.
hadımköyü’nde durduk. içimizde askeri tıbbiyeli futbolcular var. onların müsaade kağıtlarını tetkik ettiler. biraz sonra yol tekrar altımızdan kaymaya başladı.
akşam karanlığı uzunköprü’de durduk. çuvallarla karpuz hediye ettiler. gözüm hiçbir şey görmüyor. akşamın hüznü benim çocuk ruhumu kapladı. adeta, kabil olsa eve döneceğim.
gece yunan toprağında durduk. her taraf pırıl pırıl.. karaağaç istasyonu, bizi karşılamak ve uğurlamak üzere gelenlerle dolu.
geceyi bulgar toprağında, sivilingrad’da geçirdik. sabahleyin güzel bir güneşle ve yemyeşil bir arazi dahilinde gözlerimizi açtık. öğleden sonra filibe’ye geldik.
kendimizi birdenbire, bulgaristanlı türklerin sıcak ve cana yakın çerçevesi içinde bulduk. bekir’i, zeki’yi sordular, gösterdik. utanmasalar şapır şupur öpecekler. bu çerçeve de bizimle beraber yola çıktı.
şimdi çok iyi hatırlayamıyorum, müteaddit istasyonlarda durduk. burada mavi şalvarları, işlemeli mavi cepkenleri üstüne kemali itina ile başlarına giydikleri hasır şapkalarla bir ciddiyet heykeli gibi duran delikanlılar nazarı dikkatimi celbetti. galiba yokuşlar indik, yokuşlar çıktık. akşama doğru sofya’ya vardık. sofya’dan bir istasyon evvel bizi, davetçi slavya kulübünün erkanı karşıladı, bulgar renkleriyle türk bayrağından yapılmış birer rozet verdiler.
sofya’ya doğru koşuyoruz, pencereden baktım, istasyon mahşer. bayrağımın yirmi dört saatlik hasreti sanki yirmi dört senelikmiş gibi; ona içim titreyerek baktım, vekarla, hürmet telkin ederek dalgalanıyor.
tren durdu. fakat yere inmek imkansız. karşılayanlar basamaklara kadar dolu. büyük üniformalı, sivri sakallı bir general de sefarethanemiz erkanile beraber.
mızıka türk ve bulgar marşlarını çalıyor. mızıka bilmem neden, her yerde, her vakit beni ağlatır. bu sefer de bir çocuk gibi içim, göğsüm taşarak ağladım. general lazarof, bulgaristan’ın en büyük ve halkın çok sevdiği generali bulgarca hoşamedi beyan etti. kafile reisi sıfatıyla ali naci cevap verdi. istasyonun dışını ayaklarımız yere değmeden bulduk. buketler ve resimler. general lazarof bizi indiğimiz splandit palas’a, odalarımıza kadar getirdi ve rahat temenni ederek ayrıldı.
dünyada en feci şey, muhakkak ki, kendi takımını yabancı bir muhitte seyretmektir. orada her ses aleyhinize bağırır. ve oturduğunuz yerde bunalırsınız. çıkaracağınız sevinç veya itiraz sadası o umman hayu huyu içinde bir damla bile olmadan erir, tabahhur eder ve onu siz bile işitemezsiniz.
sefarethanemize ve bize ayrılmış olan yerlere oturduk. karşıda bulgar ve türk bayraklarını taşıyan iki kule var. bu kulelerin altındaki levhalarda birer sıfır vardı. biraz sonra bulgar bayrağının altındaki levhada kocaman bir “1” rakamı sivrildi. bizimki hala sıfır. bekir sanki deli oluyor.. bu aralık dağlardan kopan bir rüzgarla kum fırtınasını andıran bir toz bulutu sahayı ve her şeyi örttü. oyun bilmecburiye tatil edildi. on dakika sonra tekrar başladı. ve yeni bir hızla atılan çocuklar bekir’in ayağıyla beraberlik sayısını yaptılar.
bizim bayrağın altındaki levhaya baktım. onda da kocaman bir “1” var. birinci devre böyle bitti. ikinci devrede talih bize hiç gülmedi. ve karşıdaki koca levhada bulgarların lehine kaydedilen 2 rakamına mukabil bizimkinde hala 1 duruyordu.
rövanş maçı için ümidimiz çok kuvvetli. çocukların üzerine titriyoruz. sahaya geldik. ilk maçtaki kadar kalabalık yok. oyun bir bire devam ederken bekir havaya sıçradı ve yere düştüğü zaman o koca saha içinde bir arslan kükremesini andıran bir çığlık duyduk. ben o dakikaya kadar bir insan gırtlağından böyle bir ses çıkabileceğini tahmin edemezdim. bu çığlıkla içimde bir şeyler koptu ve yıkıldı. kendimi sahanın kenarına attım ve bekir’i kucakladık. dizi çıkmıştı. otele götürmek istedik, gitmedi. oyunun nihayetine kadar o berbat halinde, gözü oyunda, çocukları teşci ve teşvikle uğraştı. kadri’ye, cafer’e bağırıyor, “aman dikkat çocuklar” diyordu. oyunun nihayetine on beş dakika kala saadet mükemmel bir şutla ikinci ve galibiyet golümüzü attı. yani birinci oyundaki neticenin aynen iadesi.
bulgaristan’da üçüncü maçımızı filibe’de oynadık. filibe’ye karanlıkta vardık. güzel bir mehtap altında epeyce uzak olan otele kadar bir cemmi gafirle beraber yürüdük. önümüzde mızıka, biz arkada.
oteli türk bayrağından tanıdık.
bu maçı ertesi günü (botef) takımıyla yaptık. saha muazzam değil. etrafa salaşlardan bir şeyler yapılmış ve üstleri çadır bezleriyle örtülmüştü. sahaya geldiğimiz zaman nazarı dikkatimi ilk celbeden şey, o vaktin modası üzere, çarşaf pelerini altına tayyör giymiş türk hanımları oldu. mutat merasim yapıldı ve maç başladı. her gol oluşta askeri mızıka fan fin ediyor ve halk golü ondan sonra alkışlıyordu. mızıka yedi defa çaldı. bunun altısı bizi ve biri onları alkışlamak içindi. yani bire karşı altı ile biz galip gelmiştik. türk ve bulgar halkının alkışları arasında otele döndük.
bulgaristan seyahatinin bilançosu bir mağlubiyet ve iki galibiyetle hülasa edilebilir. bu seyahat münasebetiyle şu dakikada bizde mevcut kalan intiba, verilen bir ziyafette idare-i örfiyeyi şerefimize bir saat daha kısaltmak nezaketini gösteren bulgar hükümet erkanının centilmenliği ve hakkında birçok dedikodu yapılan bekir’in namütenahi kulüpçülük ve memleketçilik hislerinin tertemiz kalmış olmasından ibarettir.