ilk basımı 2003 yılında olan yiğiter uluğ'un "hatice'den mektuplar" kitabından;
1971 yılının bahar aylarıydı yanılmıyorsam... izmir'de havalar yavaş yavaş ısınmaya başlamış, kışlıklar kaldırılıp, kısa kollulara geçilmişti... bisiklet tepesinde geçirdiğimiz bir akşamüstü, güneş karşıyaka'nın üzerinde batmaya hazırlanırken, mavi gök ve o canım kızıllığın yanında alışkın olmadığımız bir rengi farkettik arkadaşlarla... duman! bir yerlerden simsiyah bir duman yükseliyordu. bastık pedallara, dumanın peşine düştük. yüksek bir yere ulaştığımızda yangını gördük. o günlerde adı bile olmayan, izmirliler1 in halkapınar stadı demeyi tercih ettiği olimpik stad yanıyordu! henüz inşaatı tamamlanmamış olan dev yapıdan yükselen alevler, şehri terk etmeye hazırlanan günbatımının kızıllığına karışıyor, uzaktan itfaiyelerin bitmek bilmeyen sirenleri duyuluyordu. herhangi bir yangından çok daha derin izler bıraktı o yangın çocuk yüreklerimizde... izmir, birkaç ay sonra 6. akdeniz oyunları'na evsahipliği yapacak olmanın heyecanı içindeydi ve bizler inşaatın yakınından her geçişimizde, yükselen tribünlere gururla bakıyorduk. türkiye'nin en büyük stadı bizim şehrimizde yapılıyordu. yükselen alevlerle birlikte bir yığın soru işgal etti kafalarımızı: "şimdi ne olacak?", "akdeniz oyunları suya mı düşecek yoksa?"
neyse, korkulan olmadı ve akdeniz oyunları 1971'de, o birkaç ay önce yanan stadyumda açıldı. atatürk stadı'na ilişkin başka anılarım da var elbette... o zamanlar istanbulspor forması giyen cemil turan'ın golüyle, tıklım tıklım tribünler önünde türk milli takımı'nın güçlü polonya'yı devirişi... yine ay-yıldızlı takımın mehmet oğuz'un mükemmel oynadığı maçta, balkan kupası'nda bulgaristan'ı 5-2 gibi inanılması güç bir skorla yenisi (rövanşı 5-1 kaybetmiştik ne yazık ki)... uzun yıllar millilerin burada yenilgi yüzü görmemesi dolayısıyla, stada yapılan "uğurlu" yakıştırması... 1978 dünya kupası elemelerinde oynanan o "hayati" avusturya maçı... o maç öncesinde stadın gişeleri önünde sabahlayışımız, ısınmak için yakılan ateşler, gecenin karanlığında beni hayrete düşüren "simitçi-turşucu-gazozcu" bolluğu... ertesi sabah, bütün kuyrukların bir anda tarumar oluşu... diyarbakır'dan kalkıp gelmiş bir vatandaşın, 75 liralık açık tribün biletine gözümün önünde 3000 lira vermesi... askeri bandonun maç öncesinde "fincanı taştan oyarlar"ı çalması... ve prohaska'nın 80 bin kişiyi sessizliğe, hatta nefessizliğe gömen o pis golü...
izmir atatürk stadı "uğurlu" değildi artık... milli maçlar çoktandır orda oynanmıyor. ne futbolcular, ne teknik adamlar, ne de seyirci seviyor, 80 bin kişilik bu stadı... tribünler sahaya çok uzak. izleyenlerin oyuna katılım oranı yok denecek kadar düşük. tribünlerin yüzde 80'i açık. yazın güneşin altında pişen futbol meraklıları, kışm da izmir'in meşhur yağmuruyla sucuk gibi ıslanmaya mahkum. üstelik de artık televizyon çağındayız. futbolsever golleri birkaç kameradan "slow motin" izlemeye alışırken, bu dev yapı, bakımsızlıktan her geçen gün biraz daha sevimsizleşiyor, köhneleşiyor. onunla aynı dönemde inşa edilen stadlar (örneğin 60 bin kapasiteli münih olimpiyat stadı) çok büyük organizasyonlara evsahipliği yaparken, atatürk stadı'nın görüp görebildiği tek mürüvvet, 27 yıl önceki akdeniz oyunları oldu. birkaç da milli maç, hepsi o kadar. hiçbir zaman çağdaş ve konforlu bir stat olamadı. avrupa'daki benzerlerini kıskan-dıramadı. bir kupa galipleri kupası'na evsahipliği yapacak standartlara bile ulaşamadı. ulaştırılmadı! yüksek tribünleri 27 yıl boyunca 27 kere dolmuş mudur acaba? ya tribünlerin altındaki kapalı mekânlar? benim spor yaptığım 70'li yıllarda bile -ki o zaman tesis yeniydi- akan damlar parkelerin kabarmasına neden olur, pek çok salon kapalı tutulurdu. boks, güreş, halter, judo, basketbol, voleybol için tasarlanmış salonlar göz göre göre çürüdü gitti.
bazen düşünüyorum da, türkiye 70'lerde sonradan "bihakkın" kullanamayacağı böyle devasa bir tesis yerine, kapasite açısından daha mütevazı ama daha modern ve konforlu bir stat yapsaydı, ilerleyen yıllarda bu tesisi çağa uydurmak için gerekli revizyonlara gitseydi, izmir hem sporcu yetiştirmek, hem de "insanca" spor izlemek açısından inanılmaz fırsatlar yakalamaz mıydı?
bu ve benzeri sorular ikitelli'de temeli atılan olimpiyat stadı ve ataköy'de inşaatı süren devasa spor salonu için de sorulamaz mı?