3 mart 2003 tarihinde, saat 17.45'te ankara 19 mayıs stadı'nda oynanan uefa kupası 3. tur 2. maçı. maçın bilet fiyatlar:kale arkası: 5, maraton:10, kapalı:15 ytl. ilk maçı deplasmanda skoko'nun golüyle 1-0 kazanan gençlerbirliği, evinde, tıklım tıklım tribünler önünde oynadığı maçı filip daems, ali tandoğan ve ferrari (kendi kalesine) atmıştır.
35. dakikada gole giden youla'yı ceza sahası içinde düşüren parma kalecisi sebastian frey kırmızı kartla oyun dışı kalmıştır. aslında ceza sahası içinde olup olmadığı tartışmalı olan bu kararda, hakemin 5 dakika öncesinde aynı pozisyonda es geçtiği penaltının akabinde statta aralıksız 5 dakika süren ıslığında etkisi olmuştur.
bu unutulmaz maçı maratonun göbüğünde kalabalık bir alkara grubu arasında izlemiştim."koş youla koş" taktiğinden haberi olmayan parma'lı defans oyuncuları çok zor anlar yaşamıştı. maçtan hemen sonra ünlü golcü polates'in full mekanik arabasıyla tesislara giderek (b) binası koridorlarında yakaladığımız her futbolcuyla hatıra fotoğrafı çektirmiştik. bülent atlas, dirim özkan, arda küçükahmetler, polates ve bendenizden oluşan alkaralar; ali tandoğan, filip, skoko ve youla'yı kutlamıştık. youla ile polates arasındaki fransızca başlayıp vücut diliyle devam eden diyalog unutulmazdı.
staddan çıkınca emre’nin babası, night fall, bülent atlas, neo ve ben beş kişilik dev bir taraftar topluluğu oluşturarak galibiyeti ve turu kutlamak üzere tesislere gittik. tesislerin en sevdiğim yeri... neyse, biz kutlamaya gelelim. evet, tesislerde yetkiner mayda’nın odasında filip, youla, ali tandoğan ve skoko ile ayrı ayrı hatıra fotoğrafı çektirdik… bu arada, hep barış futbolcularla röportaj yapacak değil ya, biz de youla ile kısa bir röportaj yapma fırsatı bulduk. işte o kısa röportajın tam metni:
biz: hey youla, tebrikler! ne haber?
youla: teşekkür... iyi yaa, iyi!
biz: o ilk pozisyon penaltı mıydı?
youla: evet yaa penalti, vermedi. hakem problem!
biz: peki ikinci pozisyon da mı penaltıydı?
youla:evet yaa o da penalti ama verdi. yok hakem problem!
filip ve skoko ile de bizim emre’nin babası (ozan güler), neo (dirim özkan) ve night fall (arda küçükahmetler) ingilizce konuştular ve tabii ki bu dil benim uzmanlık alanıma girmediği için hiç lafa girmedim ve konuşulanları anlıyormuş gibi yaparak mal mal bakıp ve kafamı sallayıp gülümsemekle yetindim!
(alıntı: yenilsen de yensen de-necdet özkazancı/nisan 2004)
7. dakikada youla ceza alanında topla buluştu. 2 defans oyuncusundan sıyrıldıktan sonra vuruşunu yaptı. kaleci frey topu köşeden kornere çeldi.
8. dakikada filip-youla paslaşmasında, ceza alanında topu önünde bulan youla, bekletmeden vuruşunu yaptı. top üstten auta çıktı.
15. dakikada mustafa özkan'ın kendi yarı alanının kaleye yakın bölümünden attığı uzun pasla topla buluşan youla, topu rakip defans oyuncusuna çarptırınca pozisyonunu kaybetti. dönen top skoko'da kaldı. bu futbolcu topu tekrar youla ile buluşturdu. ceza alanında kaleci ile karşı karşıya kalan youla, topa çok kötü vurdu ve takımı bir golden etti.
31. dakikada deniz'in uzun topunda topu kaleci frey'in üstünden aşıran youla'yı italyan ekibinin kalecisi ceza alanında düşürdü. fransız hakem devam kararı verdi.
35. dakikada yine youla çalımlarla ceze alanına girdi. kaleci frey'i de çalımladı. ancak kaleci frey, youla'yı ceza alanında düşürünca hakem penaltı noktasını gösterdi. hakem, kaleci frey'i de kırmızı kartla oyun dışında bıraktı.
penaltı atışını filip kullandı ve ekibimizi 1-0 öne geçiren golü parma filelerine gönderdi.
44. dakikada ali tandoğan'ın sağ taraftan yaptığı ortaya mustafa, uçarak kafayı vurdu. top az farkla yandan auta çıktı.
53. dakikada ali tandoğan'ın parma ceza alanına girerken attığı sert şutta top yandan az farkla auta çıktı.
69. dakikada ceza alanı dışından serkan'ın sert şutunda meşin yuvarlak üstten auta çıktı.
81. dakikada kaleci damir'in uzun degajında parma ceza alanına kadar gelen topu ferrari, ters bir kafa vuruşuyla kendi ağlarına gönderdi: 2-0.
90. dakikada veysel'in ceza alanına girerken attığı sert şutu, kaleci ameila çeldi. boşta kalan topa yetişen ali tandoğan, meşin yuvarlağı ağlara gönderdi: 3-0
ali tandoğan'ın 90+da attığı ve skoru 3-0'a getiren golün ardından, maçı anlatan trt spikerinin uzun süre golllll diye bağırdıktan sonra, "kaymaklı baklava tadında sayın seyirciler" dediği maç..
hakemler: eric poulat, nelly viennot, bruno faye (fransa)
gençlerbirliği: damir botonjic, abd el-zaher el-saka, ümit bozkurt, deniz barış (dk.78 baki mercimek), erkan özbey, ali tandoğan, josip skoko, serkan balcı (dk.70 marcel kibemba m'bayo), filip daems, mustafa özkan, souleymane youla (dk.89 veysel cihan)
teknik direktör: ersun yanal
ac parma: sebastien frey, daniele bonera, matteo ferrari, paolo cannavaro, antonio benarrivo, marco donadel, marco bresciano (dk.46 simone barone), alessandro rosina (dk.79 daniele degano), benito carbone (dk.36 marco amelia), marco marchionni, alberto gilardino
teknik direktör : cesare prandelli
goller: dk.35 [penaltıdan] filip daems, dk.81 [kendi kalesine] matteo ferrari, dk.90 ali tandoğan (gençlerbirliği)
sarı kartlar: dk.75 filip daems, dk.85 erkan özbey (gençlerbirliği), dk.90 antonio benarrivo (ac parma)
maratonun göbeğinde seyrettiğim ilk maçlardan biridir. maçla ilgili en çok aklımda kalan takımın hırsı olmuştur. son dakikada bile takım hırsından bir şey kaybetmemiş zaten turu geçtik dememiştir. ali tandoğanın son dakikada attığı gol de bunun bir göstergesi olmuştur.
bizim emre’nin babası, konya’dan döndüğümüzden beri bu parma maçına taktı kafayı... biletlerin tükenmesinden korkuyor: “usta, bu maça rağbet çok fazla olacak. bir an önce şu biletleri alalım da açıkta kalmayalım. bizim gibi tecrübeli taraftarlara dışarıda kalıp maçı televizyondan izlemek yakışmaz. çocukların desteğe ihtiyacı var. böylesine önemli bir günde sonuna kadar yanlarında olduğumuzu göstermeliyiz” dedikten sonra cep telefonuna davrandı ve birilerini aramaya başladı. sonunda stadyumdaki gişelerden bir arkadaş vasıtasıyla biletlerimizi aldırttı. şapkalarımız da dükkandan çıkmadan yarım saat önce geldi. dükkanı erken kapatıp, birer şapkayı kafalarımıza geçirip, büyük bir poşet dolusu alkaralar şapkası ve atkısını da yanımıza alıp bizimkinin yarı otomatik arabasına atladığımız gibi soluğu maltepe’de bizim dükkanın şubesinin otoparkında aldık.
arabayı otoparka bırakıp emanetlerle (yanlış anlamayın, şapka ve atkıları kastediyorum) birlikte gar üzerinden 19 mayıs stadı’nın yolunu tuttuk. bu arada, maç için istanbul’dan kalkıp gelen neokupitavivo’dan (ki bundan böyle adını söylemeye dilimizin dönmediği bu arkadaş kısaca neo diye anılacaktır) ilk telefon geldi: “abi acele gelin, burası iyice dolmaya başladı. ayırdığım yerleri muhafaza etmekte zorlanıyorum!…” neo’yu gayrete getirmek için hemen cevap verdim: “tamam neo, geliyoruz. gar’ın oradayız. ha gayret!...”
iyi ki stada arabayla gitmemişiz. çünkü stadın önüne geldiğimizde ortalık ana-baba günüydü. öyle ki iğne atsan yere düşmez... insanlar birbirine sürtünerek yürümeye çalışıyorlardı. arabayı bırakacak park yeri bulmak ise sayısal lotoda altı tutturmak kadar zor bir işti. bizim tesislerin otoparkının gözünü seveyim.
neyse…
biz stada geldiğimizde maraton biletleri tükenmiş; gecekondu, saatli ve kapalı’da ise çok az bilet kalmıştı. bizim emre’nin babası’nın sırtına önce vurdum, sonra da sıvazladım: “bravo babadostu!... valla büyük adamsın usta be!... gerçekten de bugün biletleri gişeden aldırmasaydın bu hengamede kesinlikle içeri giremezdik. helal olsun sana, helal olsun!...” bizimki çok keyifliydi, hemen gevşedi: “hop, hop yağcılarda inecek var. sana kalsa saat 15.00’de biletimizi alıp paşa paşa girecektik içeri, öyle değil mi? bak gördün mü, dediğim çıktı işte. gardaşım, hele şu parma’yı da bir elersek, var ya tadından yenmez. bu sefer biletler karaborsaya düşer valla!...” bu arada telefonum yine acı acı çaldı. arayan yine bizim neo’ydu: “abi neredesiniz yaa!... maraton doldu, yerleri kapacaklar şimdi. çabuk gelin. siz bana yer ayıracağınıza ben istanbul’dan gelip, size yer ayırıp burada milletle kafa kafaya geliyorum yaa!...” onu cesaretlendirmek için: “tamam neo’cuğum, sen bizim yerleri bir beş dakika daha arslanlar gibi muhafaza et. biz şimdi tam gecekondu’nun önündeyiz…” diyerek bir ara gazı verdim. neo: “oldu abi, çabuk ama…” diye üsteledi. ben: “tamam neo’cuğum, ha gayret!...” deyip telefonu kapattıktan sonra emre’nin babası’na çıkıştım: “hadi usta, çabuk ol biraz. neo kendisine verilen bu gerçekten ağır görevin altında ezilmeye başladı. biraz daha geç kalırsak birileriyle karakolluk olabilir. bir şey değil, sonra maçı seyredemez. koş, koş!...” bizimki müstehzi bir ifadeyle güldü: “yaa teyzeminoğlu, çok alemsin valla! nereye koşacağız kardeşim? zaten kapının önündeyiz. hadi yürü de girelim içeri…”
neşe içinde turnikeden geçip, literatürde maraton girişi olarak tabir edilen 9 numaralı kapıdan stada girdik. tabii ki her zaman olduğu gibi kamil bey arama prosedürünü uygularken üstümüzde emanet ve sallama olup olmadığını sorunca bizim emre’nin babası çok bozuldu: “size teessüf ederim memur bey, ne emaneti, ne sallaması! biz bilmeyiz emanet, memanet, sallama, mallama. biz centilmen taraftarız. işimiz yok öyle şeylerle!...” gibisinden çok ağır bir cevap verdi. kamil bey: “peki o koca poşetin içindeki nedir beyefendi, bari bunu sormama izin verir misiniz acaba?” diyerek bizi sıkıştırmaya çalıştı. ben hemen devreye girdim ve gururla cevap verdim: “bakınız sayın memur bey!... şu elimde gördüğünüz kimyanın, pardon poşetin içinde şapkalar ve atkılar vardır ki onlar alkaralar’a aittir. bakın şu örnekte olduğu gibi şapkanın bir kenarında gençlerbirliği kulübü’nün amblemi, diğer kenarında ise alkaralar’ın sembolü olan sevimli bir keçi başı figürü yer almaktadır. şapkalarımız, genç taraftarlar için genç işi, ihtiyar taraftarlar için de ihtiyar işi olmak üzere iki tipte tasarlanmış olup, benim kafamda görmekte olduğunuz şapka ihtiyar işi sınıfına girmektedir ki bazı mektep-medrese görüp mürekkep yalamış arkadaşlarımız bu şapkanın daha çok amerikan deniz subaylarının şapkası olduğunu ısrarla belirtmektedirler. ben ise bu şapka ile ilk kez karşılaştığımdan bir fikir beyan edebilmem mümkün değildir. öte yandan şapka otoriteleri, genç işi olarak adlandırdığımız şapkanın beyzbol şapkası olduğunu söylemektedirler ki ben de şahsen onlara katılmakta olup, bu şapkayı bazı amerikan filmlerindeki beyzbol sahnelerinde gördüğüm şapkalara benzetmekte ve gerçekten de gençlere çok yakıştığını düşünmekteyim!…”
bu tanıtım işi beni çok heyecanlandırmıştı: “bu arada, şu elimde gördüğünüz atkılar…” diye devam ediyordum ki kamil bey araya girdi: “tamam beyefendi, çok güzel anlattınız ve sayenizde bir şapkacı dükkanı açabilecek kadar bilgilendim. atkıları da sonra anlatırsanız memnun olurum. zira gördüğünüz gibi, sizi dinleyeceğim diye arama işini boşlamış bulunuyorum. lütfen bir devlet memurunun kutsal görevini yerine getirmesine engel olmayınız. buradan sağa doğru giderseniz maraton’un sağına, sola doğru giderseniz maraton’un soluna, direkman merdivenlerden çıkmayı tercih ederseniz maraton’un ortasına oturabilirsiniz. ben şahsen maraton’un ortasına oturmanızı tavsiye ederim. çünkü buradan sahanın her iki tarafına da hakim olacağınız için seyir zevkinin de tabii ki daha fazla olacağını belirtmeye dahi gerek görmüyorum!…”
kamil bey’in bu görev aşkı bizi o kadar duygulandırmıştı ki sarılıp öpmemek için kendimizi zor tuttuk ve maraton’un ortasının tepesinde kollarını açıp kucaklamak için bekleyen neo’nun yanına ulaşmak için ağır ağır merdivenlerden çıkmaya (ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden!) başladık. biz yerimize oturduktan sonra da diğer arkadaşlarımız sökün etmeye başladılar: sırf bu maç için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak istanbul’dan gelen clumsy, çok değerli patronlarım ve sitemizin yürütücüleri sayın barış karacasu ile sayın bülent atlas, tanıl bora, night fall, genç taraftar ile babası ve nihayetinde barbaros ve diğer arkadaşlar…
saat 16.00 olduğunda maraton, merdivenler de dahil olmak üzere tıklım tıklımdı. öyle ki ihtiyaç görmek için tuvalete gitmek bile her babayiğitin cesaret edebileceği bir iş olmaktan çıkmıştı. ama kimse bu durumdan şikayetçi değildi. aksine herkes neşe içinde sohbet ederek heyecanla maçı bekliyordu…
saat 17.00’ye dayandığında tribünler tamamen dolmuş, 19 mayıs stadı o özlediğimiz görüntüsüne kavuşmuştu. çok mutluyduk! önümdeki koltukta oturan bizim emre’nin babası’nı dürttüm: “şu stada bak be babadostu! takımı parma maçında desteklemeye gelen ankaralı futbolseverler lig maçlarında da gelip bir destekleseler var ya altını üstüne getiririz ligin öyle değil mi?” dedim. bizimkinin ağzı kulaklarındaydı: “ne diyorsun usta? şampiyon oluruz, şampiyon!…” diye neşe içinde cevap verdi.
bu arada bizim genç alkaralar, modern pazarlama tekniklerini de uygulayarak birer tasarım harikası olan şapka ve atkıların büyük bir kısmını futbolseverlere dağıtmayı başarmışlardı.
allegro maçetto – işte maç başlıyor
ve saat 17.45… işte hepimizin heyecanla beklediği o an geldi! orta hakemliğini, pozisyonlara fransız kalmamasını dilediğimiz fransız mösyö eric poulat, yancılıklarını ise mösyö bruno faye (bizim önümüzdeki yancı) ve matmazel nelly viennot (karşıdaki yancı, kendisi bekarmış, onun için matmazel oluyor) adlı arkadaşların üstlendiği gençlerbirliği-parma maçında kale seçimi için para atışı yapılırken, fransız hakem, uefa tarafından geçen hafta yürürlüğe konulan yeni reglemanın kendisine yüklediği görevin bir gereği olarak her iki takımın kaptanına birbirlerine avans vermek isteyip istemediklerini, üç korner bir penaltı ve altıda haftayım on ikide bitme gibi ekstra kuralların uygulanıp uygulanmayacağı konusundaki görüşlerinin ne olduğunu duru bir fransızcayla sordu. ancak kaptanlar fransızca bilmediklerinden hakemin ne söylediğini anlayamayıp birbirlerinin yüzüne bakınca, mösyö poula bu durumda ekstrasız standard bir maç idare edeceğini belirtti ve maç mecburen 0-0 başladı.
gençlerbirliği, maçın başlamasıyla birlikte muhteşem seyircinin desteğini de arkasına alarak parma üzerinde müthiş bir baskı kurdu. youla, arka arkaya üç gol pozisyonundan yararlanamadıktan sonra, yine orta sahadan ileri doğru atılan bir topu önüne alarak ceza sahasında parma kalecisi frey ile karşı karşıya kaldığı anda topu geçirdi ama kendini geçiremeyip frey’e takılarak yere düştü. binlerce seyirci penaltı diye ayağa fırladı ama fransız hakem aynı kanaatte değildi ve hakemin dediği dedik, çaldığı düdüktü! tabii biz de hakemin bu kararına hiçbir şekilde katılmadığımızı şiddetli bir şekilde çaldığımız ıslıklarımızla çok net bir biçimde ifade etmekten geri kalmadık…
adagio penaltetto – matmazel nelly’nin bayrağı
işte bu olaydan hemen sonra, youla benzer bir pozisyonda yine frey ile karşı karşıya kaldı ve bu kez frey ceza sahası çizgisinde yere yatarak youla’ya bir çelme taktı. koşmakta olan bir insana -ki hele bu insan bir futbolcuysa- çelme takılırsa ne olur? tabii ki yere yuvarlanır öyle değil mi? bu tabiat kuralı yine işledi ve youla bu çelmeyle yere yuvarlandı. pozisyon, erman hoca’nın “çok net bir biçimde penaltı” diyebileceği bir kıvamda değildi ama matmazel nelly o zarif bayrağını çekerek orta hakemi uyardı ve pozisyonun penaltı olduğunu deklare etti. fransız hakem de bu bayrağa rağmen pozisyona fransız kalamadı ve bir yandan düdüğünü öttürüp penaltı noktasını gösterirken diğer yandan da kaleci frey’e tereddütsüz bir şekilde kırmızıyı çekti. zavallı frey bu kırmızıyı hiç beklemiyordu ve tabiatıyla çok bozuldu. saha bir anda karıştı ve başta frey olmak üzere yakındaki parmalı futbolcular hakemin etrafını sararken, uzaktaki futbolcular da bu konudaki tartışmalara katılmak üzere olay mahalline doğru seğirttiler. fakat hakem çok kararlıydı. parmalı futbolcuların yoğun baskısına ve karaciğer yoklamalarına kahramanca direndi ve hiçbir yılgınlık belirtisi göstermedi. frey, başı önde soyunma odasının yolunu tutarken, parma teknik direktörü sinyor cesare prandelli bu duruma çok üzüldü. neden? çünkü o bir profesyoneldi ve böyle durumlarda üzülmesi gerekiyordu da ondan! ersun hoca ise çok sevindi ve sevincinden havalara zıplayıp yedek futbolcularıyla kucaklaştı. neden? çünkü o da bir profesyoneldi ve böyle durumlarda sevinip havalara zıplaması gerekiyordu da ondan! eğer tersi bir durum söz konusu olsaydı ne olacaktı? tabii ki profesyonelliğin bir gereği olarak sinyor cesare prandelli çok sevinip havalara zıplayacak, ersun hoca ise çok üzülüp yüzünü ekşitecekti. işte bu durum, literatürde "futbolun cilvesi" olarak adlandırılıyordu! neyse, bu kısa psikolojik çözümlemeden sonra biz kaldığımız yerden devam edelim... evet, kaleci frey kırmızı kart görünce sinyor cesare prandelli hoca, ileride oynayan carbone’yi oyundan çıkarıp yedek kaleci amelia’yı oyuna almak zorunda kaldı. o anda neler yaşandı, hakemle parmalı futbolcular pozisyona ilişkin olarak hangi fikirleri ileri sürdüler, neler söylediler? maalesef tıklım tıklım dolu staddaki seyircilerin uğultusu ve fransız hakem ile italyan futbolcuların uzmanlık alanıma girmeyen kıta avrupası ingilizcesiyle konuşmalarından dolayı aralarındaki konuşmalardan ben de bir şey anlayamadığım için sizlere aktaramıyorum…
neyse, her penaltı pozisyonunda olduğu gibi ortalık sonradan yatıştı ve filip topu penaltı noktasına dikti. kaleci amelia da iki kale direğinin tam ortasında ve kale çizgisinin üzerinde yerini alıp, sağ elini sağ dizine, sol elini de sol dizine dayayıp hafifçe öne eğilerek endişe içinde penaltının atılmasını beklemeye başladı. bu sırada içinden de kör talihine isyan ediyordu. penaltıya sebep olan frey'di ama nedense faturayı amelia ödüyordu. bu açık bir adaletsizlikti ve amelia bir kez daha yaşayarak gördü ki futbolun adaleti yoktu! şimdi penaltıyı kurtaramazsa sinyor cesare hoca'nın bıyık altından gülüp: "bak gördün mü amelia, frey'i neden kesemediğini ve seni neden yedek bıraktığımı şimdi anladın mı? bir penaltıyı bile kurtaramadın!" diyerek alay edeceğinden adı gibi emindi.
hemen önümüzdeki barış ise böyle durumlarda sahaya bakamadığından, her zaman yaptığı gibi arkasını sahaya, önünü de bize dönerek ve emre’nin babası ile benim ellerimi tutarak heyecanla gözlerini kapattı. aslında itiraf edeyim ki ben de böyle anlarda çok heyecanlanırım ve maçı televizyonda seyrediyorsam kanal değiştirip, radyoda dinliyorsam atış tamamlanıncaya kadar radyoyu kapatıp uğur yapmaya çalışırım. ama stadyumda maalesef yapılacak fazla bir şey yok. atışı çaresizce ve heyecanla izlemekten başka bir şey gelmez elimden…
nerede kalmıştık? evet, filip topu penaltı noktasına dikip gerildi. o anda kaleciyle filip göz göze geldiler ve bir an için gözlerini kısarak birbirlerine baktılar. heyecandan ikisinin de kalp atışları aşırı derecede hızlanmış, “küt… küt… küt… küt…” diye atıyordu! staddaki seyirciler de tezahürat yapıp yapmama konusunda kararsız kalmışlardı. bazı seyirciler sessiz olunmasını isterken bazı seyirciler de tezahürat yaparak filip’e cesaret verebileceklerini düşünüyorlardı. işte bu ahval ve şerait içinde hakemin düdüğünü öttürmesiyle filip topa doğru hareketlendi ve sol ayağı ile kalecinin soluna sert bir vuruş yaptı. kaleci amelia köşeyi doğru tahmin etmişti ve oraya çok spektaküler bir hareketle uçarak atladı ama top biraz havadan, yan direğe yakın bir yerden ağlara takıldı ve futbol literatüründe “gol” diye adlandırılan bir durum meydana geldi.
bizim “goooool” diye havaya fırlamamızla birlikte barış da “goooool” diye havaya fırladı ve hepimiz o anda bir sevinç yumağı haline geldik!...
allegro folluqetto – malın batıya kayması
bu penaltı golüyle birlikte stadda muhteşem bir atmosfer oluştu. seyirciler daha da artan bir coşkuyla takımı desteklemeye başladılar: top parmalı futbolculara geçtiğinde ya da parma korner, frikik atarken durmaksızın çalınan şiddetli ıslıklar, top bize geçtiğinde yükselen alkış ve uğultular, gecekondu’nun “kırmızı”, maraton’un “siyah”, saatli’nin “en büyük” ve kapalı’nın “gençler” diye her seferinde karşılıklı olarak dört-beş defa tezahürat yapması, arkasından staddaki tüm seyircilerin büyük bir keyifle defalarca tekrarladığı o doyulmaz mexico hareketi…
as kalecisini ve önemli bir oyuncusunu kaybedip on kişi kalan parma’nın da oyun düzeni bozulmuş, gardı düşmüştü artık. bizim çocuklar özellikle skoko’nun aldığı topları adrese teslim mükemmel paslara dönüştürmesiyle coştukça coştular, coştukça coştular! youla’nın gol alanlarındaki isabetsizliğine karşın yaptığı bitirici hücumlar parma defansını çok zor durumlarda bıraktı ve bir türlü istediği gibi ileri çıkamamasına neden oldu.
nihayet maçın sonları yaklaşmıştı ve ikinci yarı da bitmek üzereydi. 81. dakikada parmalı ferrari, bizim damir’in uzun degajına kendi ceza sahası çizgisinde vurduğu mükemmel ters bir kafa ile topu kaleci amelia’nın üstünden aşırıp ağlara gönderince literatürde “gol” olarak adlandırılan olay bir kez daha gerçekleşti ve durum 2-0 oldu! zavallı amelia bu beklenmeyen golle bir kez daha yıkılmıştı. bir an için başı döndü ve midesi bulandı. kendini ihanete uğramış gibi hissediyordu. zaten uzun zamandan beri antrenmanlarda ve maçlarda takım arkadaşlarının kendisine karşı davranışlarından kuşkulanıyordu ama bu kadarı da fazlaydı doğrusu!... kayahan’ın bir zamanlar hit olan -ki ben en çok kompela’nın o kendine has yorumunu beğenirim- “allahım neydi günahım? günahım neydi allahım?” şarkısını söyler gibi yakarırcasına iki elini havaya kaldırıp yana açtı. işte tam o anda yedek kulübesindeki sinyor cesare hoca ile göz göze geldiler. hoca, elleri belinde, başını umutsuzca iki yana sallayarak: “hayır amelia, senden kaleci olmaz. seni frey’in yedeğine almam bile bir hataydı aslında!” der gibi bakıyordu sanki… amelia, bir an için maçı bırakıp, hemen arkasındaki çıkış tünelinden soyunma odasına tüymeyi geçirdi aklından ama sonra vazgeçti. neden? çünkü o bir profesyoneldi de ondan! böyle durumlarda maçı bırakıp soyunma odasına gidemezdi. “keşke amatör olsaydım” diye düşündü. o zaman isterse maçı rahatlıkla bırakabilir, buna da kimse engel olamazdı…
artık iş bitmiş, mal batıya kaymıştı! futbolcular sahada, seyirciler tribünde coşmuş ve adeta dizginlerinden boşanmışlardı. bu sırada benim maç öykülerinin notlarını yazdığım markasız güzel kalemim cebimden fırlamış yerlerde sürünüyordu. neyse ki arkadaşlar bana ait olduğunu anlayıp verdiler de kalemime kavuşmuş oldum.
ama bu arada bizim de tribünde bu olaya tanık olduktan sonra: “üzülme amelia, sen aslında iyi bir kalecisin ama takım arkadaşının kendi kalesine gönderdiği topa senin yapabileceğin fazla bir şey yok. bunu her kaleci yer” diyerek teselli etmek yerine, böyle bir gole sevinip havalara zıplayarak üstüne bir de “damir gol gol gol!...” diye tezahürat yapmamızı sonradan kendimize pek yakıştıramadım doğrusu. bu hatamızdan dolayı kendimizi açıkça kınamaktan kendimi alamıyorum!…
ve 90+4’de aslında bir sağ kanat adamı olan ali tandoğan, sağdan topu yirmi metre kadar taşıyıp adrese teslim mükemmel bir pas verdikten sonra, demarke vaziyette olmamasına rağmen şahsi gayretiyle sol kanada deplase olarak demarke vaziyette kalmak suretiyle zaten morali bozuk olduğu için topa isteksizce atlayan kaleci amelia’dan seken topa hakim olup klas bir vuruşla ağlara gönderince literatür yine konuştu: bunun adına da “gol” diyorlardı!…
maçın bitmesiyle birlikte stadyumdaki tüm seyirciler zafer çığlıklarıyla havalara fırlayıp galibiyeti kutlamaya başladılar. futbolcular da tüm tribünleri tek tek dolaşarak büyük bir neşe içinde bu sevinci paylaştılar. her şey çok güzeldi, herkes çok mutluydu.
çünkü artık biliyorduk ki hep birlikte yazmakta olduğumuz tarihin aynı zamanda tanıklarıydık!
allegro tesisetto – tesislerde kutlama
staddan çıkınca emre’nin babası, night fall, bülent atlas, neo ve ben beş kişilik dev bir taraftar topluluğu oluşturarak galibiyeti ve turu kutlamak üzere tesislere gittik. tesislerin en sevdiğim yeri… neyse, biz kutlamaya gelelim. evet, tesislerde yetkiner mayda’nın odasında filip, youla, ali tandoğan ve skoko ile ayrı ayrı hatıra fotoğrafı çektirdik. bu arada, hep barış futbolcularla röportaj yapacak değil ya, biz de youla ile kısa bir röportaj yapma fırsatı bulduk. işte o kısa röportajın tam metni:
biz: hey youla, tebrikler! ne haber?
youla: teşekkür… iyi yaa, iyi!
biz: o ilk pozisyon penaltı mıydı?
youla: evet yaa penalti, vermedi. hakem problem!
biz: peki ikinci pozisyon da mı penaltıydı?
youla: evet yaa o da penalti ama verdi. yok hakem problem!
filip ve skoko ile de bizim emre’nin babası, neo ve night fall ingilizce konuştular ve tabii ki bu dil benim uzmanlık alanıma girmediği için hiç lafa girmedim ve konuşulanları anlıyormuş gibi yaparak mal mal bakıp ve kafamı sallayıp gülümsemekle yetindim!
“hangi takımı tutuyorsun şef?”
“parma sinyor…”
“nasıl yendik ama sizi ha?”
“si sinyor!”
tur camiamıza hayırlı olsun!
ben bu öyküyü yazarken uefa kupasındaki yeni rakibimiz belli olmuştu: valencia!
haydi gençler!
hem tarih yazmaya hem de tarihe tanıklık etmeye devam…
gençlerbirliği kalesini koruyan damir botonjic'e neden "uçan balina deniyor" sanırım alttaki resimden daha iyi anlaşılır :) alttaki resimde uçmuyor kendisi ama nasıl yapılı biri olduğunu anlayabilirsiniz :)
tarihinde ikinci kez uefa kupasına katılan gençlerbirliği, blackburn rovers ve sporting lisbon'u eledikten sonra 3. turda ac parma'yı da safdışı ederek uefa kupasında adını 4. tura yazdırmıştır.
bu başarı aynı zamanda, 1999-2000 sezonunda kupayı kazanan galatasaray, 2002-2003 sezonunda çeyrek finale çıkan beşiktaş ve aynı sezon 4. tura çıkan denizlispor'dan sonra gençlerbirliği'ni uefa kupasında 4. tura çıkan 4. türk takımı olarak tarihe yazdırmıştır.
skor 1-0 gençlerbirliği üstünlüğü ile devam ederken damir botonjic'in yaptığı degaj rakip ceza alanına kadar gider ve parma'lı ferrera kafası ile topu uzaklaştırmak isterken kalesine gönderir...
golün ardından el saka ve ümit bozkurt ayaktaki damir'in üzerine atlarlar. damir sanki 2 ufak çocuğu kucaklayan baba gibi her iki futbolcuyuda bir süre ayakları yerden kesilmiş sekilde tutar... inanılmaz güzel bir fotoğraftır bu...
açıkçası her kurada korktum ancak bu parma eşleşmesi sanırım beni en korkutan oldu. ilk maçta 1-0 galip ayrıldık ancak içimde bir ümitsizlik vardı. çünkü rakipteki isimleri duyunca hak vereceksiniz bana.
forvet hattında alberto gilardino var ki daha sonra ac milan baya yüksek bir bedel ile kadrosuna kattı bu ismi. kalede fiorentina'da oynamış sebastian frey vardı 35. dakikada kırmızı kart görüp baya rahatlattı içimizi ancak yerine giren marco amelia bu dönemler ac milan kalesini korumakta. avustralyalı yıldız bresciano, yine ac milan forması giyecek bonera gibi isimler var.
sanırım en büyük şansımız parma tam kurada bizle eşleştiği belli oldu aynı hafta meşhur brezilyalı forvet adriano rekor bir bedelle ınter'e transfer olmuştu.
maçta kendi kalesine gol atan parma'lı matteo ferrari ile hızını alamadı kaza yaptı diye geyikler dönüyordu soyadına gönderme yapılarak. aynı ferrari'nin baya sonra yolu beşiktaş ile kesişmiştir.
yardımcı hakemin ufak tefek bir bayan olduğunu hatırlıyorum sanırım dışarıda yapılan bir harekete hakem puolat serbest atış verirken bu bayan hakemin uyarısıyla karar penaltıya çevrilmişti. ertesi gün bir spor gazetesinde "teşekkürler mrs.nelly" başlığı atılmıştı.
gençlerbirligi spree continues published: wednesday 3 march 2004, 23.21cet
gençlerbirligi sk 3-0 parma ac (agg: 4-0) the turkish side claim another high-profile scalp.
gençlerbirligi sk eased their way into the fourth round of the uefa cup with a comfortable 3-0 victory against ten-man parma ac, earning a 4-0 triumph overall following last week's wonderful display in italy.
constant threat souleymane youla was the star of the show in the first 45 minutes before fading in the second half, causing no end of problems for the visitors. the guinean international was a constant threat, twice forcing parma goalkeeper sébastien frey into last-ditch challenges in the early exchanges.
desperate goalkeeping youla had already missed a great chance, slicing wide when in plenty of space, before going down under a challenge from frey just past the half-hour. the parma goalkeeper escaped punishment as the referee waved play on, but was not so fortunate two minutes later.
red card again youla capitalised on a lapse of concentration from the parma defence to race clear and skipped past frey on the edge of the penalty area only to be felled by the goalkeeper's challenge. this time the referee did point to the spot, and showed the french goalkeeper a red card for his troubles.
double punishment marco amelia replaced forward benito carbone, and the reserve goalkeeper's first task was to pick filip daems' well-struck penalty out of the net. trailing by two goals on aggregate, parma lacked the imagination or the quality to break down their turkish opponents and rarely threatened to get back into the tie in the second half.
wasted chances even when the home side sat back and invited pressure, parma did little more than win a number of free-kicks on the edge of their opponents' penalty area. not once did the slovenian goalkeeper damir botonjic have to make a save of note.
own goal parma's miserable night got even worse when captain matteo ferrari headed into his own net ten minutes before the final whistle. as amelia rushed out to claim the ball, ferrari headed a long ball up and over the grasp of his despairing goalkeeper and into the net, effectively confirming his side's elimination in the process.
late third a fumble by amelia enabled ali tandogan to add a third for gençlerbirligi at the death to round off a memorable evening for the home fans. having knocked out blackburn rovers fc and sporting clube de portugal already, few sides will relish the prospect of playing the side from ankara.
parma: sébastien frey (gk), antonio benarrivo, daniele bonera, alberto gilardino, marco donadel, benito carbone (dk. 36 marco amelia (gk)), alessandro rosina (dk. 78 daniele degano), matteo ferrari (c), mark bresciano (dk. 46 simone barone), paolo cannavaro, marco marchionni
yedekler: gabriel oyola, marcello castellini, manuele sorti, fabrizio cammarata
teknik direktör: cesare prandelli (ita)
goller: (1-0) [penaltıdan] filip daems dk. 37 (2-0) [kendi kalesine] matteo ferrari (c) dk. 81 (3-0) ali tandoğan dk. 90+5
sari kartlar: dk. 75 filip daems (gençlerbirliği) dk. 90+2 antonio benarrivo (parma)
kırmızı kartlar: dk. 34 sébastien frey (gk) (parma)