1962 dünya kupası elemelerinde türkiye, avrupa 5.grupta norveç ve sscb'nin rakibi olmuştur.üçlü grup maçları sonucunda norveç 4 maçı da kaybederek elenmiştir.sovyet takımına deplasmanda yenilen türkiye, son maçında bu maçın rövanşına çıkacaktır.türkiye'nin yenmesi durumunda, türkiye ile sscb arasında puan eşitliği olacak ve gol averajına bakılmaksızın tarafsız sahada sscb ile yeni bir maç yapılacaktır.sscb'nin 2-0 öne geçtiği karşılaşmada, tek golümüzü o sezon italyan takımı palermo'da forma giyiyor olan metin oktay ile bulduk ve karşılaşmayı 2-1 kaybederek dönemin avrupa şampiyonu sscb'yi şili'deki 1962 dünya kupası finallerine gönderdik.
türkiye bu kupaya gidebilme şansını 1961’de, eleme gurubunda sovyetler birliği’ne, yani “ruslar”a karşı kaçıracaktı. dolmabahçe’de, “gazhane” tabir edilen yönde, şimdi olmayan havagazı fabrikasının bulunduğu yerde, bugün yeni açığa dönüşen tribün inşaatı sürerken, kasım ayının ılık bir pazar günü, 14:00’te başlayacak maça –elimizde kumanya ve içeceklerimizle– önceki geceden gidecektik, çirkin toprak sahalı mithatpaşa'ya. ruslar o gün ünlü kalecileri “kara örümcek” yaşin’le çıkacaklardı; pamuklu kırmızı formalarıyla, göğüslerinde “cccp” yazan. deniz tarafı tribünlerinin duvarları dibinde gecelemiş, kapılar açılınca başlayan izdihamdan dolayı girmekten ümidi kesip tam dönmek üzereyken, binbir zorlukla şimdiki numaralının sol tarafında bulunan “teksas” tribününe öğleye doğru zar zor girebilmiştik. ruslar yapılı ve idmanlı idiler; saha toprakmış, sulanmışmış, sonradan tribün olacak inşaata tehlikeli de olsa insanlar alınmışmış, aldırış etmeden oynadılar. kel toprak saha iyice bir sulanmış ve silindirle düzlenmişti. bir gündür oralarda maça girme savaşı veren seyirciler, müthiş bir coşkuyla milli marşımızı söylemiş, “san’a olmaz dökülen kanlarımız” diye haykırırken “san’a” tribünler arası gelip giderek yankılanmış, “milli takım çok yaşa” diye ortalık inlemişti. tabii “bir baba hindi” de ruslara “binmişti”.
maçın hemen başında lefter'e nefis bir orta gelmiş ve eski kurt, voleye kalkmıştı anında. koca yaşin, o zamanların en ünlüsü, hazırdı golü yemeye ama ne talih! aynı macar maçındaki gole benzeyen bu pozisyon, bu sefer ıska geçilmişti. ikinci bir macar maçı olmasını istediğimiz oyunu milli takım o gün 1-2'yle teslim ederek kupaya da veda etmişti.
lefter, kırk sene sonra kendisine sorduğumda binlerce pozisyon arasından o anı anımsayacak ve “sekti top, n’apabilirdim?” diyecekti, büyükada meydanında, her zaman oturduğu kahvede.
kaynak: express özel sayı: meşin yuvarlak - haziran 2002 jules rimet kupası’ndan unutulmaz anlar: top altıgendir erdil sever
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
haberim olmadan tv'de spikerlik yapıyorum
1961, aynı zamanda dünya kupası finallerine katılma şansımızı getirecek ya da götürecek yıldı. rakiplerimizin evinde oynadığımız ilk maçlarda, norveç'i yenmiş, sovyetler blrliği'ne yenilmiştik, istanbul'daki rövanşlar için bayağı ümitliydik. kendi toprağmda yendiğimiz norveç'e evimizde fark yapabilirdik. moskova'da 1-0'dan fazlasını vermediğimiz rusları da yenebilirdik, işte norveç maçı gelip çatmıştı. pertev tunaseli ile mikrofon basındaydık. oyunun akışını o anlatıyor, ben daha ziyade kritik yapıyordum. oyun, hiç de beklediğimiz, ümitlendiğimiz gibi gitmiyordu. hatta iyi gitmiyordu, demek gerekirdi. çünkü bizim atacağımızı norveç atmıştı. fark beklediğimiz oyunda 1-0 yenik durumdaydık. neyse ki, çok geçmeden aydın (karagümrük'te parlayıp fenerbahçe'ye geçecek yıldız futbolcu) beraberliği sağlayan golü atıyordu. daha sonra da bu maç için italya'dan (palermo'dan) getirilen metin oktay galibiyetimizi ilan eden golü çıkarıyordu. 2-1 galip geldiğimize şükrediyorduk. ve o moralle sovyetler'i yenmemiz artık hayal olmuştu. hayalden öteye geçemedi de.. sovyetler 2-1 kazandı ve bize şili yolunu kapadı. şeref sayımız metin'dendi.
o sıralarda deneme yayını yapan istanbul teknik üniversitesi televizyonu, bu türkiye» sovyetler birliği milli maçını televizyondan naklen yayınlamıştı. itü-tv yöneticileri bu naklen yayını, okulun damına kurdukları kamerayla gerçekleştirmişlerdi. istanbul'da itü'nün taşkışla'daki binasının damına kamerayı çıkarmışlar, oradan inönü stadı'nı görerek maçın 90 dakikasını nakletmişlerdi. tabii, bu maç naklen yayınını o sırada istanbul'da tv alıcısı olan pek az kişi seyredebilmişti. zaten amaç, ilerde başlayacak televizyona hazırlık ve okul için bir denemeydi. itü-tv yöneticisi prof. adnan ataman bu olayla ilgili olarak "12 kasım 1961" günlü takvim yaprağını koparmış, üstüne şu notu düşmüştü. "türk-rus milli maçı'nın damdan televizyonla nakli... tarihi bir gün..."
bu naklen yayında maç anlatım sesini radyodan almışlardı. yani ben radyoda maçı anlatırken, sesi aynen televizyona da aktarılmıştı.
böylece yayıncılık tarihimizde ilk televizyonla maç naklinde spiker olarak görev yapmıştım. fakat haberim olmadan.. ancak olaydan sonra öğrenmiştim bu spikerliğimi...
itü-tv, daha sonra 1962'de bir fenerbahçe-galatasaray maçını, 1963'de de türkiye-italya milli maçı'nı yine aynı şekilde dama yerleştirilen kamerayla naklen yayınlayacaktı. doğrudan doğruya inönü stadı'nın içine yerleştirilen kamerayla gerçekleşen bir tv naklen yayını için ise, 1966'ya kadar beklemek gerekecekti.
ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek ogün altıparmak
ksk'li ogün
1959'da başlayan ligde, metin oktay 38 golle gol kralı olurken ogün'ün 23 golü var. adnan süvari ogün'ü santrafor oynadığı mevkide kanatlarda gezdiriyor. yarattığı boşluklara da orta sahadan zeki ve k.erol giriyor. sezon bittiğinde boş alan oyunu tutuyor ve iki orta saha oyuncusu 14 gol buluyor karşıyaka'da... ticaret lisesi bitiyor. ve 1957'de karşıyaka'ya atığı imzadan aldığı 2 bin lira transfer parasıyla nişanlanıyor. 1959'da ise 12 bin beşyüz liraya yine karşıyaka'da kalıyor ve evliler kervanına katılıyor. aynı yıl beton mustafa'yla (orduspor) birlikte taşradan milli takım'a seçilen iki topçudan biri ogün. rusya ile oynanacak dünya kupası eleme maçının aday kadrosuna çağırılıyor. ekipte suat, metin, can, lef ter, faruk, aydın yelken, hilmi kiremitçi var... rusya'ya yeniliyoruz. norveç'i 1-0 yeniyoruz ama nafile. 1960'da rusya turnesine çıkan galatasaray kadrosuna dahil ediliyor ama ülkeye dönüş te yeniden sarı kırmızılı formaya kazandırılmak istenen metin oktay'ın transferi gündeme gelince karşıyaka'da, yani izmir'de kalıyor. bir yandan da izmir i.t.i.a'sındaki öğreniminin sonlan geliyor. o yıl zaten karşıyaka akademililer takımı gibi. rusya turnesi dönüşü öğretmen askerliği başlıyor. kütahya'nın tavşanlı köyüne atanıyor. köye bağlanan elektrik de öğretmen ogün'ün hediyesi.
nisan 1962'de, 2-1 kaybettiğimiz macaristan maçında meszöly'nin darbesiyle beyin sarsıntısı geçiriyor ve türkiye'ye ölüm haberi gönderiliyor ogün'ün. ama durum böyle değil. milli oyuncu, macaristan'da hastanede bakıma alınıyor. takım teknik direktörü popo sandro da yanında refakatçi olarak kalıyor, iki aylık tedavi yeniden hayata döndürüyor ogün'ü. yeniden çok sevdiği futbola kavuşuyor. ancak talihsizlik başlamış bir kere, rüzgâr gibi estiği bir playoff maçında altay kalecisi varol'la çarpışarak ayağı kırılıyor. bu ikinci ayak kırılması. bu kez istanbul teşvikiye kliniği'nde tedavi görüyor. o kırık ayakla galatasaray, fenerbahçe ve beşiktaş aşındırıyor kliniğin kapısını. tedavi tamamlanıp izmir'e döndüğünde fenerbahçe'nin doktoru reşat dermanver ve antrenörü ahmet erol, o saate kadar kendi takımının arayıp sormadığı ogün'ün gönlünü çeliyorlar. duygulu anlar yaşanıyor karşılıklı ve ogün kendisini fenerbahçeli yapacak imzayı atıyor, işte o 'atom forvet' onun da katılmasıyla tamamlanıyor; nedim-ogün-aydın-şenol-birol: "50 bin lira ben aldım, 80 bin lira kulübüm aldı. bugünün 100 bin doları... beş yüz lira antrenman parası alırdık... 275 lira iç saha, 375 lira dış saha... büyük maç galibiyetleri 500 liraydı. şampiyon olduğumuz 1968'de de 5 bin lira şampiyonluk primi aldık..." ancak fenerbahçe kaynayan kazan. ogün'ün kırık ayakla transfer edilmesi bazılarının çenesini düşürüyor. yine de durmadan çalışıyor ogün. arkadaşları tıp fakültesi'nde doktor. potasyum, magnezyum ve diğer vitamin takviyeleri yapıyor, fizik tedavi uyguluyorlar. ve biyonik adam ogün çıkıyor ortaya.
o inanılmaz çabukluğu, golcülüğü ve mücadeleciliğiyle sarı-lacivertli tribünlerin gönlünde taht kuruyor ogün. eski fotoğraflarda fenerbahçe'nin bütün kale önü pozisyonlarında ogün'ü görüyorum. ya gol atıyor ya bir hava topunda ya da golün hemen yanı başında. 1962-63 sezonu kurulan kadro herhalde fenerbahçeli milyonların milyon olmaya başladığı senedir. o takımdaki şık çocukların oynadıkları futbol dillerde dolanır durur hâlâ.
manchester maçı
1968'de ailevi nedenlerle biraz uzağa amerika'ya gidiyor ogün. ama önce kulübünün iznini alıyor. wipss takımının formasını giyiyor bir altı-yedi ay: "bana söz veriyor musun tekrar dönecek misin, dediler. atalanta wipps takımıyla ilk maçıma çıktım. statta on tane türk bayrağı ve pankart vardı. 'ogün hoşgeldin' diyorlardı. maçtan sonra gazeteler bu altıparmak nereden çıktı diye yazdılar. orada 10 maç 10 gol attım. o sıralarda fenerbahçe 'senden görev bekliyoruz hazır mısın?' diye haber yolladı. ben de hiç düşünmeden 'hazırım' dedim. şampiyon kulüpler kupası'nda oynayacağımız manchester maçı için çağırıyorlardı beni. ilk maça biletim yetişmedi... o maç 0-0 bitmişti. ama yol parası 10 bin lirayı vermemek için yönetim kurulunda çok tartışmışlar. ben ise bütün vergilerimi ödediğime dair belgemi ibraz ederek, uçağa kuruldum. eşim yola çıkarken '2-1 yeneceksiniz ve gollerden birini sen birini de abdullah atacak' dedi."
"benimle kâh kinayeli konuştular, kâh isteyerek dalga geçtiler. maçın oynanacağı dakikalar yaklaşırken soyunma odasının kapı arkasında ağlayarak dua ettim, ilk yarı 1-0 mağluptuk. can'la da bir top mevzusuna biraz atıştık. devre arası molnar can'ı çıkarmaya kalktı. 'hayır' dedim çıkmayacak... hepimiz orada el birliği yapıp maçı alacağımıza dair yemin ettik. kendimi koydum ortaya, önce abdullah sonra da ben iki gol attık manchester'e. eşimin rüyası gerçek olmuştu. ama can futbolu bıraktıktan sonra beni de kadro dışı bıraktılar. fenerbahçe'de bazı grupçular eski futbolcuların ağırlığının olmasını istemezler. çünkü bizler otomatikman kongre üyesiyiz ve bizim bildiğimiz gerçekleri açıklamamızı istemezler. romen teaşka bana söylediğim bir laf için -palavrasın dedi, ben de sen palavrasın dedim beni kadro harici bıraktı. artık 32 yaşında idim ama bana muhtaç olduğu zaman çağıracağını biliyordum. hiç kimseye göstermeden geceleri çalışıyordum. gündüzleri çalışsam beni çağırmazlardı. hanım arabada arkada, ben önde ankara asfaltında çalıştım."
takımımıza şili yolunu açabilecek veya kapayacak maç
bugün mithatpaşa’da türkiye-rusya oynuyor
maç saat 14.00’de. hakemler israil’li. can’ın sakatlığı geçmezse takıma mustafa girecek. kaçalin ise iddialı.
türkiye – rusya «dünya kupası» eleme maçı bugün saat 14 de mithatpaşa stadında oynanacaktır. bu maç, 18 haziran 1961 de moskova’da yapılan ve 1-0 mağlûbiyetimizle sonuçlanan karşılaşmanın revanşı hüviyetini taşıdığı gibi, spor tarihimizde rusya ile oynadığımız dördüncü millî futbol maçı olacaktır.
bugünkü müsabakayı kaybettiğimiz, hattâ berabere kaldığımız takdirde, rusya grup birincisi olacak ve şili’deki «dünya kupası» finallerine katılma hakkını elde edecektir.
maçı türk takımı kazandığı takdirde ise, puanlar eşit olacağından, iki takımın tarafsız sahada bir «üçüncü maç» oynamaları gerekecektir.
hakemler ve takımlar
türkiye – rusya milli maçı, israil’li üç beynelmilel hakem tarafından idare edilecektir. bunlardan abraham dubai maçın orta hakemliğini yapacak, otto ered ile aram verner de yan hakemlikleri deruhte edeceklerdir.
rus takımı, başantrenörü kaçalin in açıkladığına göre, bugün sahaya şu «onbir» ile çıkacaktır:
türk milli takımı ise, canın sakatlığı sebebiyle son dakikaya kadar belli olmamış, ancak dün gece geç vakit açıklanmıştır. takım sahaya şu kadro ile çıkacaktır:
necmi – candemir, ismail – şeref, sabahattin, b. ahmet – ogün, suat, metin, can, lefter.
can bu sabah bir antrenmana daha tâbi tutulacak, oynayamadığı takdirde mustafa sağhafa, şeref forvete alınacaktır.
bu, herhangi bir milli maç değil… takımımıza «dünya kupası» final yolunu açabilecek bir maç. hele benim için… böyle zorlu bir imtihanda vazife alacak arkadaşlarımdan daha ağır yük var omuzlarımda… italya’dan sırf bu maksatla çağrıldım. o halde vazifemi, bana güvenenlerin yüzünü ak çıkaracak şekilde yapabilmem lâzım. ve inanın ki, bunun için bütün mevcudiyetimizle çalışacağım. arkadaşlarımın da bana bu hususta yardımcı olacağından eminim. tribünleri dolduracak vefakâr seyircilerimizin hepimize en büyük destek olacağına inanıyorum. zaten bu maç, seyircinin maçı olacak. türk seyircisinin maçı… onun teşvik ve desteği, bize bu güç vazifede en büyük morali verecek.
evet, moskova’da karşılarında oynadığım rus futbolcuları fizikman güçlü, kuvvetli idiler. yapılı gençler hepsi… ama burası mithatpaşa stadı… türk takımı bu sahada neler yapmıştır… neler yapabilir…
bir arzum da, bu maçta lefter’in oynaması… şahsen arzuluyorum bunu. çünkü lefter’in «büyük maç oyuncusu» olduğunu biliyorum. neticeyi değiştirebilecek adam olarak görüyorum lefter’i…
tekrar ediyorum, ruslar kuvvetli görünüyor… ama burası mithatpaşa stadı… tahmin edilebilen her netice değişebilir bu sahada…
meteoroloji istasyonundan aldığımız bilgiye göre şehrimizde bugün hava parçalı, zaman zaman çok bulutlu ve mevzii yağışlı geçecek. rüzgârlar lodostan hafif, ara sıra orta kuvvetli esecektir. en yüksek hava sıcaklığı 17, en düşük hava sıcaklığı ise 10 derece olacaktır.
bugün sâdece açık, duhuliye ve gazhane biletleri satılacak
türkiye – rusya maçı, açık, duhuliye ve gazhane arkası biletleri bugün satılacaktır. eski gazhanenin bulunduğu sahaya 5 lira mukabilinde 12 bin kişi alınacaktır.
diğer taraftan futbol federasyonu dün bir tebliğ yayınlıyarak evvelki gün çalınan biletlerin numaralarının belli olduğunu ve hükümsüz sayıldığını açıklamıştır.
18 dakikada iki gol yiyen takımımız, 2. devrede rus millî takımını ağır tazyik altına almasına rağmen hak ettiği beraberlik golünü atamadı
gene istiklâl marşı… gene 40 bin kişinin hançeresinden 27 milyonun zafer nârâsı… gene heyecandan titreyen bacaklar… gene bizim elmacık kemiklerimizden ensemize doğru yayılan bir sızıldama… ah!... o sızlama… sevinmek mi, üzülmek mi, gülmek mi, ağlamak mı istediğiniz belli değildir.
yalnız yüreklerde bir şeylerin büyüdüğünü ve o şeyin elle tutulacak bir kesafet halinde ortalıkta dolaştığını hissedersiniz: «sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl.»
istiklâl marşımız, istikl’al marşı olalı bu kadar büyük bir koro tarafından, bu kadar güzel ve heyecanlı söylenmemiştir. halbuki…
halbuki biz mithatpaşa stadına bir milli zafer kazanmağa değil bir spor karşılaşması yapmağa gitmiştik. bu karşılaşmayı kaybettik. sporcularımız için söylenmemiştir o söz: «sana olmaz… sonra helâl». hayır …hayır… sporcular için söylenmemiştir o söz.
ama yarın yeni bir milli maçta elmacık kemiklerimizden etrafa yayılan sızıldamayı tekrar hissedeceğiz.
ah bu büyük, bu asil, bu muhteşem zaafımız… artık inanmalıyız ki, dünkü maçı kazansak bu bir milli zafer olmayacaktı, nitekim kaybettik ve kaybettiğimiz sadece bir spor müsabakasıdır.
ve kazanabilirdik de…
oyun başlayalı altı dakika olmuştu henüz… takımımız barutu fazla kaçmış bir fişek gibi idi. ogün de bir fişeğin çekirdeği. karşısındaki beki rüzgâr gibi aştı ve ortasını yaptı. defans karşıladı. karıştı ortalık. metin mi, can mı birisi lefter’e kaldırıverdi topu. yat sağına doğru, patlat sol voleni yaşin’in burnunun dibinden. ve bekle tribünden yükselecek gürültüyü. bu vole bize belki de maçı kazandırırdı. ama lefter bir an durakladı, düzeltti ve vuruşuna ayak koydular. halbuki şu meşhur macar maçında attığı ilk golde pozisyonu hemen hemen aynı idi.
sonra baskı yavaş yavaş hafifledi. bir de onikinci dakikada voronin’den mamukin’e ondan da gusarov’a gelen topu sabahattin ve candemir kesemeyip, necmi de çıkış yapsa alabilecekken kalede bekleyince… birdenbire soluğu kesiliveren bir fırtına gibi her şey duruluverdi.
bir de 18 inci dakikada sabahattin’in hatâsını necmi tamamlayıp mamukin’in kafa vuruşu ile top ikinci defa kalemize girince…
artık (kazanabilirdik) sözü bir hayâl olmuş gitmişti. şimdi skorun alabildiğine büyümesi ihtimali bir kâbus gibi çökmüştü içimize…
rusya takımının da hızı işte bu yirmi dakikadan ibaret kaldı. bundan sonra iki gol farkın verdiği rahatlık içinde daha temkinli ve daha az girgin oynamağa başladılar. boş sahada ileri pasları ile dörtlü müdafaamızı allak bullak eden netto bile top kesmeyi kâfi bulur olmuştu. eğer forvetimiz biraz daha dikkatli oynasa kaybettiğimiz ümitleri yeniden bulacaktık. 25 inci dakikada lefterin tam kale ağzında düşüşü, 29 uncu dakikada can’ın solaçık yerinden yaptığı yerden pasa lefterin, suatin, ogünün hep beraber ıskalayışları dikkati çekecek hâdiselerdi.
eğer devrenin son dakikası içinde şerefin atağını metin neticelendirmese devre 2-0 gidecekti. acaba şerefin son harekette topu alışında bir faul veya hentbol yok mu idi. varsa bile öylesine gayri kasdi pozisyon vardı ki…
ikinci devreye çıkan rusya takımı sanki bir evvelkinden bambaşka bir kadro idi. ilk devrenin o sağlam hareketli, «boş yok» paslı, o telâşsız, o kitabî futbollu ruslar yerine şimdi mütemadiyen taç ve korner ile top kesen bir takım vardı. ruslar bozulmuşlar mı idi? yooo… bu davranış bir bozgun havası değildi. iki gollük avantajın verdiği rahatlık ve ne yaptığını bilir bir takım olmanın hüviyeti içinde defans yapıyorlardı. takımımız rakip yarı sahaya yerleşecek, beş on dakika içinde belki yirmiye yakın korner atacak. yaşin’in kalesi önünde oldukça heyecanlı hareketler olacaktı. ammmaaa…
“hep hücûm eden türk’ler, fakat” yenilen gene türkler
türkiye – rusya maçını tâkip iin hususî surette gelen, tanınmış alman futbol otoritesi, «kicker» spor dergisi başyazarı dr. friedebert becker, dünkü maçtan sonra aşağıdaki makaleyi «milliyet» için kaleme almıştır.
bütünüyle mükemmel bir futbol maçı seyretmedik. esasen seyretmemiz ihtimali de uzaktı. çünkü böyle bir «puan maçı» nda iki tarafın sinirleri de gergindi. bununla beraber maçta futbol zenginliğiyle dolu anların sayısı pek fazlaydı. heyecanı gibi kalitesi de yüksek hareketler az değildi.
«türkiye niçin kaybetti? rusya niçin kazandı? birbirine bağlı bu iki sorunun cevabı kısadır: ruslar, bu kritik maçta türklerden daha soğukkanlı, daha sâkin idiler. ve nihayet rusların kollektif gayretine karşılık, türk futbolcularının başarıları daha çok ferdi mücadele anlarına inhisar ediyordu.
«evet, türkler ferdi hareketlerde zaman zaman rakiplerinden üstündüler. teke tek mücadelede türk futbolcuları galip çıkıyorlardı. ancak aşırı heyecanını, telâşını frenleyemeyen ayni futbolcular, netice alamadılar. en açık misal, lefter gibi bir büyük oyuncunun ilk dakikalardaki muhakkak gol fırsatını kullanamayışıdır. lefter o golü atamadısa, sadece telâşından atamadı. ve eğer o golü kaydedebilmiş olsalardı, türklerin sahadan daha iyi bir sonuçla, hattâ galibiyetle ayrılmaları bile mümkün olabilirdi.
«sanki kendimi, geçen ayın 18 inde fenerbahçe – fc nürnberg maçını seyrediyor sandım. hücum eden hep, türklerdi. maçın sonunda yenilen de, gene türkler oluyordu. tıpkı nürnberg maçındaki gibi, oyunun büyük kısmını rakip yarı sahada, rakip kale önünde oynayan türk futbolcuları, gene netice alamıyor ve sahadan 2-1 mağlûp ayrılıyorlardı.
sakatlık şanssızlıktı
«candemir’in sakatlanması, gerçekten talihsizlikti. buna rağmen türk onbiri, fiilen on kişi kaldığını hissettirmeyen bir gayret gösterdi. zaten maçın ikinci yarısında türkler hep rus yarı sahasında idiler. ama ruslar kollektif oyunda o kadar temkinli, o kadar serinkanlı idiler ki, galibiyetleri de bu unsurun eseri oldu.
«gollerde türk müdafaası, bilhassa santrhafı hatâlı buldum. bu bakımdan ikinci rus golünün, yarı yarıya türklerin kendi kalesine attıkları gol olduğunu söylemek isterim.
«tek tek futbolcuları düşününce, rusların en iyileri olarak sağhaf voronin’i, santrhaf maslenkin’i, solaçık meshi’yi, bir de yalnız ilk devredeki oyunu ile soliç mamukin’i gösterebilirim. türk takımından ise solbek ismail iyi idi, ama nürnberg karşısında ismail’i daha da iyi görmüştüm. şeref, bilhassa ikinci devrede en iyilerdendi. genç sağaçık ogün, bütün maç boyunca başarılı göründü. gol kralı metin, ikinci yarıda şöhretine yakışır çapta oynadı. lefter de – her şeye, hattâ kaçırdığı büyük fırsata rağmen – gene de iyi sayılırdı. can ise, ferdi yönden fevkalâde hareketler yaptı, ancak futbol kollektif bir oyundu ve böylece can’ın güzel hareketleri takımı için hiç de faydalı olmadı.
«nihayet, dünya kupası finalistleri arsına giren rus milli takımının türkiye karşısındaki bu oyunu ile, şili’de avrupa’nın favorilerinden biri olamayacağını da kaydetmek isterim.»
ikinci devrenin 25 inci dakikası oynanırken, skor tabelâsı gene 2-1 di. lâkin, defansa çekilmiş olan rakiplerini takımımız mütemadiyen sıkıştırıyor ve her an bir beraberlik golü bekleniyordu. işte, 25 inci dakikada şeref’in soldan yaptığı ortaya birlikte çıkan metin ve candemir topu yaşin’den sökmüşler ve ikinci hamlede yaşin topa hâkim olarak bloke etmişti. ayağa kalkarken, inanılmayacak kadar haşin bir hareketle lefter’e kafa, kol ve göğüsle karışık bir darbe yapıştırdı ve türk takımı kaptanını yıktı. saha içersinden maçı seyreden seyircilerin ciddî bir kargaşalık çıkartmasına ramak kalmışken, inzibat kuvvetleri bu feci felâketi önlediler.
eğer herhangi bir sistemin varyasyonları, tasdıkiyeti ve bilhassa maksadı, tam mânâsiyle anlaşılamamışsa veya bu sistemin istediğini anlayıp tatbik edecek kabiliyette, kudrette futbolcularınız yoksa o sistem sahada tıpkı, cansız, renksiz, faydasız bir klişe gibi donuk kalır.
4-2-4 sistemi de dün alelacele alınmış hazır elbiseler gii milli takımımızın sırtından dökülüyordu. sahada candemir, şeref, sabahattin, ismail’den müteşekkil bir dört, suat ve ahmet’ten kurulu bir iki, ogün, metin, can ve lefter’den ibaret bir dört daha vardı ama bu üç hat da bütün maç boyunca aralarında kat’iyen bir âhenk kuramadılar. hele sağiç oynayan suatın geri kalıp ahmet’le beraber orta ikiyi kurması rus milli takımının en akıllı top atan 6 numaralı netto’sunu bomboş bırakıyor ve ondan çıkan her top gollük paslar halinde forvetine uzanıyordu. forvetimizde hiçbir kimse de bu pas merkezini kontrole yanaşmıyorlardı.
halbuki, rus forvetleri daima geri-ileri çalışarak, hem icabında müdafaalarına topla giden boş adam yollamıyor, hem de demarke vaziyette top alabiliyorlardı. kısaca, ayaklarına top alınca sükûnetle kavuşuyor ve topu ayaklarından çıkardılar mı süratlenip ya boş yere, ya da adam kovalamaya koşuyorlardı.
bizimkiler ise, ayaklarına top geldi mi telâşlanıyor ve top ayaklarından gittimi de büsbütün duraklıyorlardı. takımımızın iyiceleri geride ismail, candemir ve suattı. en iyileri ise hırslı, azimli bir futbolcunun her yerde faydalı olabileceğini, golümüz atılırken yaptığı atakla haf ve bek hatlarında müsbet çalişkanlığı ile gösteren şeref, ilerde de öksüz ve yardımsız kalmasına rağmen etrafına nefis ayak ve kafa pasları dağıtan, golümüzü atan metin’di.
bu arada, tecrübesizlikleri ve aşırı heyecanlarına rağmen çok iyi niyetle çalışan sabahattin’le ogün’ü de takdir etmek gerekir. bana şeref ilerde metinin bir yanında oynatılsa ve mustafa da haf hattında bulunsa idi daha iyi olur gibi gelir.
rus takımında ise milli klâsa lâyık olmayan oyuncu yok gibi idi. bu maçta içlerinden sivrilenler ise 3, 5, 6, 7, 11 numaralı oyuculardı. meşhur kaleci yaşin biraz şımarık ve haşin olmasaydı belki onun için de iyi birkaç lâf ederdik.
eğer dünkü maçta bizim tarafımızı da behemehal yıldızlamak gerekiyorsa dört yıldızı muhakkak ki milli takımını alkışlamak ve teşçi etmek için ta gece yarısından stadı doldurup her fırsatta onları destekleyen halkla, belki de ilk defa onbinlerce vatandaşa hep bir ağızdan falsosuz bir istiklâl marşı söyleten bando şefi alır.
yazık oldu yenilişimize. halbuki gökyüzündeki, stadın içindeki hava o kadar da takımımızla beraberdi ki..
dün rusya karşısında milli takımımızın çıkardığı oyun, evvelki haftaki norveç maçındaki oyunumuzdan hiç de aşağı değildi. fakat onu kazanmış, dünkünü ise kaybetmiştik. eğer neticeye bakıp da bir hükme varılırsa, hataya düşülür sanırım. çünkü rus onbiri, bir norveç takımı değildi. şöhreti vardı, kuvveti küçümsenemezdi, sadece berabere kalmakla dahi finalist olmak avantajına sahipti. bu avantajdır ki, rus antrenörünü «önce netice, sonra onu muhafaza» diye hülâsa edilebilecek bir taktiğe götürdü.
buna karşı bizim taktiğimizin, «hücum» olması normaldi. ne var ki, oyuncularımız dün sadece hücum ettiler. arada gol atmayı da ihmal etmeselerdi, işte o vakit istediğimize ulaşacaktık.
böyle maçları çok hatırlarım. soyunma odasına gelince, «iyi oynadık, fakat niye yenildik?» diye sorardık birbirimize… dünkü maçtan sonra da soyunma odasında ayni soruyu birbirine soran futolcumuz çok olmuştur zannederim. ve bu sorunun daha uzun zaman cevapsız kalmasını da hiç teenni etmem. bilhassa saha içinden saha kenarına geçtikten sonra daha iyi anlıyorum: biz büyük maçları çok telâşlı oynuyoruz. bu telâş, başka zaman yapabildiğimiz hareketleri tekrarlamamıza mâni oluyor. dün bu hakikatin yeni bir tecellisine şahit olduk. çocuklar canla başla çalıştılar, bundan şüphem yok. ancak öğreneceğimiz çok şey olduğunu, unutmamak gerek… futbolun 11 kişi ile oynandığını unutunca ise, dünkü gibi nasıl yenildiğimizi anlamadan yeniliriz dururuz.
maçtan önce temennim, elbet de «galibiyet» ti. fakat tahminim, bir «beraberlik» ten öteye geçmiyordu. hakemin düdüğü ile kesinleşen sonuca rağmen, gene de dünkü maçın en haklı ifâdesi, bir «beraberlik» olmalıydı, diyorum.
olmadı, olamadı. futbolda «sayı hesabiyle galibiyet» kabul edilmedikçe, golsüz hücumun bir fayda sağlamadığı, dün bir kere daha anlaşıldı. hele ikinci yarıda dalına hücum eden, hep bastıran, milli takımımızdı. demek ki rakip sahaya akmayı becerebildikten sonra, bir de o akınları değerlendirmayi öğrenmemiz gerekiyor. en büyük eksiğimizden biri bu… diğeri ise, tek tek güzel hareketlerin toplu bir oyun olan futbolda her zaman fayda vermediğini henüz anlamamış bulunmamız…
haa, bir de bu «dünya kupası» eleme maçlarının herhangi bir «milli maç» tan farklı, tâbir caizse bir «lig maçı» olduğunu unutmamız… eğer unutmasaydık bunu, dün 1-2 kapanan bir devreden sonra neticenin 1-2 veya 1-3 olmasından çok, bu maçı kazanmanın şart olduğunu düşünür ve meselâ akınlarımızı ona göre düzenlerdik. candemirin sakatlanması talihsizlikti. ama sıkıntılı anları ferahlatan adam olarak hayli imtihan vermiş şerefin ileri değil de, daha geriye alınması bu sakatlıktan da büyük talihsizlik sayılmalıydı.
gene de teselli bulacağımız noktalar yok değil. mithatpaşada 2’den fazla gol yemediğimiz geleneği bozulmadı… şöhretli bir ekip karşısında ezilmedik… takıma binbir tereddütle bir genç sağaçık ogün kendisine verilen imkânı en iyisiyle kullanarak kendi geleceği için ümit, bu gibi denemeler için de fikir verdi. fakat hepsi bir yana, dünkü maçı kaybettiğimizden çok, futbolun kollektif oyun olduğu gerçeğiniol’an bulamayışımıza ne kadar üzülsek yeridir.
rus milli takımını ilk defa 1957 senesinde sofya’da bulgarlara karşı seyretmiştim. bugünkükadrodan sadece yaşin ve maslonkin 1957 tertibinde yer alıyorlardı. o gün, dümkünden daha kuvvetli bir rus milli takımı seyretmiştim diyebilirim. tatuşin, isaiev, simonyan, strelzsof ve ilien’den kurulu hücum hattı vasilevski stadında bulgarlara 15 dakika içerisinde tam dört gol atmıştı. bulgar’lar da o sene balkan futbolu için dev bir ekip meydana getirmişlerdi. ruslar bilhassa hücumda süratli, müdafaada dayanıklıydılar.
kulüp takımları ve temsilî kadrolar hariç dün ikinci defa seyrettiğim rus milli takımı ile 1957 rus milli takımı arasında mutlaka fark vardı. eski kadronun adamları daha şutör, daha netice alıcı, oyunu, hattâ avrupanın fantezi futbol oynayan ekipleri derecesinde incelten adamlarla doluydu.
dünkü kadro için de kötü bir futbol oynadı denilemez. rakiplerimizde her hareket hesaba dayanıyor ve kendileri için anormal bir hava taşıyan bir müsabakadaki serinkanlılıkları dikkati çekiyordu..
ruslar, metinin attığı golden sonra 2-1 lik skoru muhafaza etmek gayretiyle ilk 25 dakikadaki klâs futbolu bırakıp, maçı kurtarmak gayretine düştüler. belki bu durgunluktan olacak, oyunun umumi akışında onları evvelce gördüğüm takım kadar komple bulmadım.
bizim, dün; herşeye rağmen rakip takım karşısında bir şansımız vardı. saha bizimdi, seyirci bizimdi. hele ruslar ikinci devrede bozulunca hiç değilse hakkımız olan beraberlikten ümidlenmeye başladık.
olmadı tabiki. bence, maçı sonda değil, başta kaybetmiştik. lefter oyunun ilk hızında ayağına gelen fırsatı, şöyle bir biçimine getirip, yaşinin iki yanından birine oturtabilseydi…
netice: biz kaybettik, onlar kazandı. rus takımı şili’de iş yapar mı, yapmaz mı? belki peşin bir hüküm diyeceksiniz. ama, rusların dünya kupasındaki gruptan rahat sıyrılacaklarını tahmin edemiyorum.
yazık!. dün de ruslara 20 dakika dayanamadık. !moskovadaki maçta 19. dakikada voronin’in ayağından yediğimiz bir golle 1-0 mağlûp duruma düşmüştük. mithatpaşadaki rövanşta gusarov ve mamukin bizi bu defa da 2-0 yenik duruma düşürdüler.
rusları moskovada zorlamıştık. mithatpaşada ise zorlamak ne kelime, ecel teri döktürdük. ünlü alman spor adamı herberger 146 gün önce barsinghausen kampından moskovaya hareket ederken bize şu tavsiyede bulunmuştu: «ne yapıp yapıp ilk 20 dakika içerisinde gol yememeğe çalışın.»
herberger bu defa milliyet için hazırladığı ve iki gün önce bu sütunlarda yayınlanan makalesinde aynı tavsiyeyi tekrarlamış, «ilk 20 dakikaya dikkat» demişti. hâdiseler, herberger’i haklı çıkardı. ve maalesef ilk dakikalarda yediğimiz gollerle dünkü maçı da 2-1 kaybettik.
gerçek olan şu ki, rus takımı bir saman alevi gibi parlayan, sonra sönüp kaybolan bir ekip hüviyetindedir. ferden iyi futbolculara sahip olmakla beraber zorlu bir taktik önünde bocaladıkları ve hele ateşli bir tezahürat karşısında moralman çöktükleri gözlerden kaçmamıştır. maalesef, saha ve seyirci avantajına rağmen, bilhassa ikinci devrede bu sabun köpüğü gibi silinişten faydalanamadık.
evet, rus futbolu bizden üstün. rus milli takımı kollektif futbol itibariyle bizden daha iyi, modern futbola daha yakın… bunu rakiplerimize teslim ediyoruz. öyle tahmin ederiz ki, ruslar da dünkü oyunlarıyla bir galibiyeti haketmedikleri hâkikatını bize teslim edeceklerdir.