başlık yayınlarından mart 2008'de çıkan, "endirek serbest atışlar" kitabında maçla ilgili şöyle bir pankart ve kitabın yazarı/derleyeni utku yasavul'un şöyle bir değerlendirmeleri var;
"çarşı 8-0'a karşı" çarşı taraftar grubu
(beşiktaş'ın efsane tribün topluluğu liverpool maçından sonra karşı olduğu şeylerin listesine bir yenisini ekliyor.)
bu maçta 8 gol atan ve 91-92 sezonundan itibaren şampiyon kulüpler kupası adını değiştirerek şampiyonlar ligi adıyla düzenlenen kupada en farklı galibiyet rekorunu kıran liverpool aslında avrupa kupaları tarihinde tam bir gol makinası.
şampiyon kulüpler kupası, kupa galipleri kupası ve fuar şehirleri kupası gibi 3 ayrı kupada da filelerine 10 ve üstü gol atarak bu alanda bunu başaran tek takım.
- beşiktaş taraftarından en çok etkilendiğin maç liverpool karşılaşmasıydı herhalde?
tek kelimeyle harikalardı. maçın görüntülerini şili'de gösterdiklerinde, oradaki insanlar beni aradılar, taraftarın coşkusunu ve enerjisini fazlasıyla hissettiklerini söylediler. inanılmazlardı!..
- ikinci liverpool maçında sakatlığın nedeniyle oynayamadın ve evde televizyondan izlemek zorunda kaldın. fark gitgide açılırken neler hissettin? televizyonu kapattın mı?
ilk yarı 2-0 bittiğinde hâlâ maçı çevirme şansımızın sürdüğünü düşünüyordum. fakat ikinci yarıda skor üç, dört, beş, altı olduğunda inanamadım. eşime baktığımda o da sessiz kalıp, durumu anlamaya çalışıyordu. ve o arada avrupa'dan arkadaşlarım aramaya başladı, 'böyle bir şey nasıl olabilir' diye sorguladılar. kendimi çok kötü hissettim o maçta, ama yine de sonuna kadar izledim.
- şampiyonlar liginin iki rekorunda da var olmak nasıl bir duygu?
nereden hatırladın ki şimdi bunu? (gülüyor). evet, şampiyonlar ligi'nin en gollü iki maçında da ben vardım. hem 8-3'lük monaco-deportivo maçında, hem de 8-0'lık liverpool-beşiktaş maçında... ama önemli olan bir şekilde tarihe geçmekse bunu başardım demektir. 8-3'lük deportivo maçı çok güzeldi, liverpool maçı o kadar güzel değildi ama hayat bu...
ülkemizde bir futbolcudan çok leyleği andırdığı gerekçesiyle çoğu kişinin alay konusu olan crouch ne acıdır ki son ili yılda takımlarımızın canını en çok yakan futbolcu olduç önce geçen sezonki liverpool-galatsaray maçında... ilk golü atıp takımını öne geçirdi, ardından ikinci yarının başlarında olağanüstü dömivoleyle farkı üçe çıkardı. galatasaray arap atı gibi sonradan açılıp farkı bire indirdiyse de bu puan için yeterki olmadı.
sonra da bu yılki liverpool-beşiktaş maçında... liverpool şampiyonlar ligi'nin gol rekorunu kırıp beşiktaş'a tarihinin en acı günlerinden birini yaşatırken peter crouch perdeyi açıp iki golle yine bir takımımıza klarşı duble yapıyordu...
maçı izlemek için son hazırlıklarımı tamamlarken kendi adıma bir tarihe tanıklık edeceğimi çoktan düşünmüştüm bile... hayatımda ilk kez anfield road'da bir maç izleyecektim. karşılaşma bittiğinde hakikaten de tarihe tanıklık etmiştim, lakin makus tarihe...
-yakir mizrahi
aynen başlıktaki gibi... maalesef oradaydım!.. durumu bundan daha iyi özetleyebilecek bir başlık, tarihi hezimeti bundan daha makul anlatabilecek bir cümle, anfield road'da benimle beraber bulunan yaklaşık 1.500 türk taraftar, gazeteci güruhu ve beşiktaş kafilesinin yıllar sonra, "o maçta var miydin?" sorusuna verebileceği bundan daha anlamlı bir cevap yok sanki... maalesef oradaydım!..
hayatımda ilk kez ingiltere'ye gidecektim, hem de maç günü. fakat belki ondan da önemlisi hayatımda ilk kez ingiltere'de bir maç seyredecektim. açıkçası hem uçuş hem de bu "hacı olma" heyecanı beni bir hayli yıpratınca, önceki akşam uyumak bana haram olmuştu! 10'daki uçağa yetişmek için sabah saat 6'da kalkacak olan ben, uçağı kaçırmamak için yattıktan sonraki her saat başında uyanıp yanı başımdaki çalar saati kontrol ettim. ve ne mi oldu? uykusuzluktan türk hava yolları'nın dört saat süren istanbul-manchester uçuşunda bendeniz deliksiz uykunun tadını çıkardı. ne de harikaydı!.. manchester'a indiğimizde ise aralarında çarşı'nın meşhur amigosu alen markaryan'ın da bulunduğu yaklaşık 10-15 beşiktaşlı taraftar havaalanının dibindeki trenle önce şehrin ana noktasındaki ana istasyona oradan da direkt liverpool'a gitmeyi güzergah olarak belirlemişti ama benim ilk olarak bir gece konaklayacağım otelime, "merhaba ben geldim" demem gerekiyordu. nitekim, akrep ve yelkovanın yerini "iki saatçik" geriye aldıktan sonra havaalanından bindiğim trenle otele en yakın istasyonda inip, "ben geldim" dedim... daha sonraki planım ise manchester sokaklarında biraz takılıp akabinde liverpool trenine atlayıp anfield road'un yolunu tutmaktı.
dediğim gibi hayatımda ilk kez ingiltere'ye ayak basacak olmamdan mıdır nedir, gitmeden önce tüm trenlerin saatlerini, manchester-liverpool arası ulaşım planım, liverpool-anfield road ulaşım seçeneklerini, liverpool'dan manchester'a dönüş için tren saatlerini internetten araştırmış ve dersime çalışmış bir şekilde ada'mn yolunu tutmuştum. gittiğimde bana sadece bunları uygulamak kalacaktı. ve hesapta hiç şaşma olmadan önceden planladıklarımın hepsi gerçekleşecekti, hem de dakikası dakikasına... acaba şartlar türkiye için geçerli olsaydı bu kadar mı her şey yerli yerine tamı tamamına otururdu? yorum yok... hani cumhuriyetin 85. yılına yaklaşırken bile söylediğimiz 10. yıl marşı var ya -yanlış anlaşılmasın bu marşı sevenlerden biriyimdir- "çıktık açık alınla, on yılda her savaştan"la başlayıp, "demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" diye devam eden... işte o marşta belirtildiği gibi eğer biz yurdu gerçekten demir ağlarla örmüşsek, "bu ingilizler de tüm cihanı demiryoluyla kuşatmışlar canım" diyesi geliyor insanın. adamlar nereden nereye gitmek istiyorsan oraya tren koymuşlar ve inanır mısınız, eğer ki bir trenin vakti 15:37 ise o tren 15:38'de yolunu almış oluyor. bu manada, trenlerin eski tren, rayların eski ray olduğu bir ortamda lokomotifin hızını arttırarak seferin ismini, "hızlandırılmış tren" diye millete yutturup, 22 temmuz 2004 günü sakarya'da onlarca kişinin ölümüne sebebiyet verenlere buradan selam edelim!..
efendim, birçoklarının aksine ingiltere'yi avucumun içi gibi bilemediğimden ötürü manchester ya da liverpool'un ada'nın hangi tarafında yer aldığını pek kestiremiyordum. ama bu tabirler bazı "çokbilmiş spikerler" tarafından zaman zaman o kadar çok kullanılıyor ki manchester'da gezinirken ve bir pizzacıda tıkınırken ben de bunları düşündüm, durdum. liverpool'a kuzeybatı ekibi diyebilirim ama ya manchester united'la manchester city'ye ne diyecektim? tam olarak yönlerini hesaplayamadım da!.. neyse, fazla oyalandım ben manchester'da. ver elini liverpool...
arada trenle 50 dakika süren bir yolculuk sözkonusu iki şehir arasında. ben yola çıktığımda hava alacakaranlık kıvamım biraz olsun geçtiğinden, hava ingiltere'de erken kararıyor bu arada, yol boyunca sizin içinizi açacak manzaralarla karşılaşamıyorsunuz. ancak en azından uçakla havadan gördüğüm kadarından bir tümevarım yapabilirim ki ingiltere bir yeşillik cenneti... her taraf yemyeşil ve evler genellikle villa tipli. insanın burada yaşayası geliyor da sürekli yağış, sürekli erken kararan hava da çekilmez ki be gülüm!.. herhangi bir liverpool maçını seyretmek için eğer yolunuz anfield road'a düşecekse size tavsiyem, liverpool lime street durağında yolculuğunuzu sonlandırmanız yönünde. istasyonun hemen çıkışının en fazla yüz metre ilerisinde anfield road'a giden otobüsler yer alıyor ve bu otobüslere binmenin bedeli 1.40 pound. sizi alıyor ve trafik yoksa en fazla 10 dakika içerisinde büyüleyici mekana yani stada getiriyor. o akşam iş çıkış saatine ve bir şampiyonlar ligi karşılaşması gecesine denk geldiğimden olsa gerek, biz o yolu 20-25 dakikada alabildik. bu arada unutmadan belirteyim, eğer aynı gün içerisinde trenle birkaç yolculuk yapacaksanız, biletlerinizi toptan almanız ekonomik yönden avantajınıza... ben gece liverpool'dan manchester'a dönecek olmam hasebiyle toptan bilet alımı yaptım, daha makul oldu. bir de trenin yaklaşık 8 pound olduğunu söylemem gerekiyor bittabii...
dediğim gibi planımı önceden çizmiştim, anfield road'a ulaştığımda da bu durum geçerliydi. "hacı olmak" için önce stadın etrafı tavaf edilecek, "you'll never walk alone" yazan shankly gates'in ve bill shankly büstünün önünde fotoğraf çektirilecek daha sonra kop tribünün girişinde etraf süzülecek ve en sonunda taraftar mağazasının hemen yanındaki kulüp müzesi gezilecekti. nitekim hepsini eksiksiz yaptım, hem de bir fazlasıyla... itiraf ediyorum hakim bey: taraftar mağazasına da girmek zorunda kaldım!.. stadın etrafını tavaf ederken, birkaç yıl önce kanlı bıçaklı olan türk ve ingiliz seyircilerin beraber maça girdiklerini hatta beraber maç öncesi analizi yaptığına tanıklık ediyordum. çok sayıda gurbetçi türk maçı izlemeye gelmişti ama bu arkadaşlar stadın dışında yapılan son tezahüratlardan bihaber olduklarından bağrışmalar pek karşılıklı gerçekleşemiyordu. olsun yine de herkes beşiktaş için oradaydı... bir sonraki hedefim olan shankly gates'in önünde fotoğraf çektirirken birtakım zorluklarla karşılaşmadım değil. o gün "yalnız kovboy" olmam nedeniyle, fotoğraf makinemi bir başkasına vermek zorundaydım. ancak bu kişi de işinin ehli olmalıydı! neyse, rastgele yapılan bir seçimin ardından makineyi emanet ettiğim kişi beni her defasında önümden bir başkası geçerken görüntülemeyi başardı. en az beş defa tekrarlanan çekimin ardından altıncısında dileğim gerçekleşmişti artık. sıra, kop tribünün hemen arkasındaki bill shankly büstünün önünde bir fotoğrafımın kişisel albümüme konulması için yapılacak hamledeydi. ancak beşiktaş formalı bir türk benden hızlı davrandı ve kendi fotoğraf makinesini bana doğru uzatarak, "can you take my picture?" diye sordu. aslen istanbullu'yum ama tipimden olsa gerek zaman zaman ingiliz, irlandalı hatta istanbul'da taksiye bindiğimde karadenizli olabiliyorum. adamcağızın ingilizce sorduğu soruya ben türkçe, "tabii" diye cevap verince apışmayla büstün önünde poz verene kadar geçen sürenin uzunluğunu bir de ona sorun... neyse apışıp, ayıldıktan sonra sıra bendeydi; bu sefer o çeken, ben de çektirendim!..
maça yaklaşık iki saat kala kop tribünün önü ana-baba günüydü desem kabaca ortamı anlatmış olabilirim umarım. liverpoollu'sundan beşiktaşlısına, galatasaray formalısından fenerbahçe ve milli takım formalısına kadar herkes oradaydı o aralar. türkler, ilk maçta inönü stadı'ndaki enfes atmosferin vermiş olduğu haz ve gazla kop'un önünde ses denemeleri yaparlarken, ingilizler de aval aval "bizimkileri" kesiyordu. hele hele birkaç televizyon kamerası gelip, beşiktaşlıları çekmeye başlayınca desibel oranında müthiş bir artış gözleniyordu. bu arada yeri gelmişken ilk maçtaki enfes ortamı hatırlatmak isterim. çok şükür ki o maçı da yerinde seyretme şansına sahip olmuştum. 24 ekim akşamı ikinci yarının başlamasıyla beraber inönü stadı'nda 15-20 dakika süren öyle etkileyici bir görsel ve işitsel şov vardı ki, bir ara kalemi kağıdı bir kenara koyup sadece tribünleri izlemiştim. böyle bir atmosfer daha önce yaşanmamıştı!.. beşiktaşlı futbolcuların ayaklarının sahaya daha sağlam basmasını sağlayan bu tezahüratı ilk önce kapalı tribün başlatıyor ve bu yaklaşık 1,5 dakika sürüyordu. daha sonra yeni açık tribünü aynı tezahüratı yapıyor, akabindeyse numaralı ve eski açık...
tezahüratta ne bir söz, ne bir küfür, ne de futbolcunun elini ayağına dolayacak bir ritm vardı... sadece alkış, "o" harfinin egemen olduğu bir tempo ve kollan bir sağa bir sola, bir aşağı bir yukarı sallayan yaklaşık 32.000 kişi... olağanüstüydü, enfesti, şimdiye kadar olmayandı, bir milat yaratandı ve kuşkusuz takdir edilesiydi... zaten tezahürat 65. dakika gibi sona erdiğinde liverpoollu taraftarlar da alkışlarıyla bu müthiş desteğe "10 tam puan" vermişlerdi. ve aynı beşiktaş taraftan maç bitiminde ne yaptı biliyor musunuz? yense de yenilse de her maç sonrasında (iç saha-deplasman farketmeden) "you'll never walk alone" (asla yalnız yürümeyeceksin) şarkısını söyleyen kırmızı-beyazlı taraftarlan dinleyebilmek adına sustular, susmayan arkadaşlarını yatıştırdılar; onların bu geleneksel kutsama ve maçta terini akıtan her topçuya duydukları saygıyı ifade eden marşlarını dinlediler. bittiğinde hep beraber alkış tuttular... hoşgörünün, takdir edeni taktir etmenin, "ders alıp ders vermenin" bir örneğini göstermişlerdi beşiktaşlı taraftarlar, ilk maçta...
artık maça az süre kaldığından bir an evvel müzeyi gezmeliyim diye düşündüm. gerçi üç gün üç gece gezilecek büyüklükte bir müze değil ancak yine de "kırmızılar"ın anlı şanlı futbol tarihine bir bakış atmak isteyenler için son derece doyurucu olduğunu söyleyebilirim. giriş 5 pound. maç günleri sizi bir saat kalaya kadar içeri alabiliyorlar. istanbul'da elde edilen şampiyonluğun ardından basılan ingiliz gazetelerinin kupürleri büyütülerek müzenin girişindeki duvarlara yapıştırılmış. hatta aralarında, "bir istanbul masalı" başlıklı bizim bir gazetenin ön sayfasına da rastlayabiliyorsunuz. içeride her "unutulmayan"a ayrı bölümler yapılmış... bill shankly'ye, bob paislere, kevin keegan'a, heysel faciasına, istanbul zaferine... shankly'nin birbirinden veciz sözleri, paisley ve keegan'la gerçekleştirilen başarıları, heysel faciasında ölenler için büyük bir plaket, istanbul utkusunun izleri, hepsi müzenin duvarını kırmızıya boyayan önemli köşe taşlarından bazılan... bunun yanı sıra bir odada liverpool'un geçmişten bugüne başarılarını anlatan bir film ve diğer bir odada 3-0'dan 3-3 beraberliğe getirilen ve ardından penaltılarla elde edilen şampiyonlar ligi şampiyonluğunun hikayesini anlatan bir belgesel: "road to istanbul"... vaktim sınırlı olduğundan içeri girip sadece 5-6 dakika izleyebildim. gelişigüzel yapılmamış, milanlı üzgün taraftarlann da görüşlerini barındıran nitelikli bir belgesel gibi görünüyordu. bu belgeselin yanı sıra, müzede istanbul'a ait birçok şeyi de bulabiliyordunuz. en son kaldırılan kupa, maçta giyilen krampon, kullanılan top, benitez'in imzaladığı liverpool forması, vs vs... hepsini bu kadar yakından görmek heyecan vericiydi lâkin ekstradan 5 pound daha vermeniz durumunda, kulplanndan tutarken fotoğrafını çektirebüeceğiniz şampiyonlar ligi kupası'nın yakınında olmak aynı bir heyecandı. sanırım "hacı olma" yolundaki tüm 'vazifelerimi" yerine getiriyordum...
karşılaşmanın başlamasına daha bir saat 15 dakika daha vardı ve ben ne olursa olsun müzenin hemen bitişiğindeki taraftar mağazasına girmeliydim, fazlasıyla cezbetmişti beni ilk bakışta. "görev" eksiksiz yerine getirilmeliydi... öylesine büyük, öylesine kalabalık, öylesine binbir seçenek ürünle dolu ve öylesine kırmızı bir mağaza sizi karşılıyor ki inanın kendinizden geçmemeniz mümkün değil.
levent ertem de oradaydı
birasever liverpool taraftarı meğer çok "gentleman "miş!
ülker'in konuğu olarak liverpool'a giderken tarihe tanıklık edeceğimi biliyordum. 2010'da yıkılacak anfıeld road'da bir maç seyretmiş olarak artık kendi kendime "ölsem de gam yemem" diyebilecektim. fakat 8-0 yenilerek tarihe geçeceğimiz hiç aklıma gelmezdi. o maçın biletini buruşturmadan istanbul'a getirdim. ve uzun süre de saklayacağım. çünkü ileride o biletin bir müzayedede binlerce sterlin fiyata satılma ihtimali var.
oysa beşiktaş formasını giyip anfield'a adım attığımızda umutluyduk. ince çubuklu forma beni bile olduğumdan zayıf göstermiş, tribünde olmama rağmen büyük enerji vermişti. fakat ne yazık ki bu enerjiden sahadaki oyuncularda hiç yoktu. 15 gün önce liverpool'u 2-1 yenen kartal topçuları, lodostan sersemlemiş serçe kuşlar gibiydi.
ingiliz taraftar beşiktaş seyircisini gayet iyi karşıladı. maçın ilk yarısında çok canlı tezahürat yapan türk seyirciler zaman zaman liverpool kop'undan alkış ve takdir bile aldı. durum 7-0 olunca bizim tribündeki türk seyircilerden bazıları, "bu kadar yeter" deyip gitmek üzere hareketlenmişti. liverpool taraftarı bize kıs kıs gülüyor, "iyi ki geldiniz" der gibi bakıyordu. türk seyirciler tek sıra halinde çıkışa yönelmişti ki, artık biz de kalkalım dedik. maçın bitiş düdüğüne kadar kapıda dikilecektik. birden arkamdan "hey gentleman,"diye bir ses duydum. orta sınıf bir ingiliz futbolsever eliyle sahayı gösterdi, "corner, corner..." dedi. beşiktaş'ın köşe atışı kullandığı bu pozisyonu seyretmem gerektiğini ima ederek müstehzi şekilde sırıtıyordu.
sadece o sırıtsa iyi, bütün birasever ingilizler acınacak halimize tatlı tatlı gülüyordu.
kapı ağzında sekizinci golü de görüp, "bitsin artık bu çile" dedik. neyse ki alman hakem merk bizi duydu da maçı tam 90'da bitirdi...
fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
zorunlu bir başlık: hezimetler
"ingiltere önünde neden elimiz ayağımıza dolaşıyor, polonya bile fark yiyebileceği bir maçtan puan çıkarırken biz neden wembley'de hezimete uğruyoruz?" diye soranlar olacaktır. gol yollarını bulamayan, hücum yapmayı beceremeyen, çabuk organize olamayan, mağlup duruma düşer düşmez oyun disiplinini unutan, teslim bayrağı çekmeye hazır bir takımın bozguna uğraması kaçınılmazdır. polonya 1-1 biten o mucizevi maçta gol atmakla kalmamış 3 tane de gol pozisyonu yakalamıştı. bize gelince, pozisyon yaratmayı bir yana bırakın, dişli rakipler karşısında orta sahayı bile geçemediğimiz zamanları hatırlıyorum.
garrincha dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sağ açıklarından biridir (1933 -1983 yılları arasında yaşamış olan garrincha'nın gerçek adı manuel francioso dos santos'dur. brezilyalılar uzun adlara sahip olanları kısaltmaya mecbur kalmışlar, tıpkı edson arantes do nascimento'yu pele diye çağırmaları gibi). özelikleri rakip defanslar tarafından iyi bilinmesine karşın nedense kimse onu durdurmayı başaramamıştı. rakip defansı hallaç pamuğu gibi bir o yana bir bu yana yatırdığı bir gün, hakemin onu yanına çağırdığı ve oyundan atmakla tehdit ettiği halen anlatılır brezilya'da. driplingleriyle parmak ısırtan, kornerden goller atan, toplara menzil tanımaksızın vurarak herkesi mest eden garrincha hakkında bir gazetecinin ağzından şaşkınlıkla dökülen "bu adam hangi gezegenden?" sorusu sanırım onu ifade eden en doğru sözlerdir. garrincha örneğini vermemin sebebi oyun esnasında ne yapacağının bilinmesine karşın rakiplerinin buna çare yaratmakta aciz kalmış olmasıdır.
beşiktaş'ın liverpool'a 8-0 yenildiği maçı seyrederken ikinci golden sonra 1987'deki wembley hezimetini anımsadım. uzaktan iyi seçemememe rağmen oyuncuların yüz ifadelerini tahmin edebiliyordum, sanki skor 2-0 olduktan sonra bizim oyuncuların hal ve hareketleri felaketin gelişini bas bas bağırıyordu.
mücadele esnasında en kötü şey insanın kendini çaresiz hissettiği andır. bu his rakibin üstünlüğünü kabul ettiğiniz, artık maçı leyhe çevirmenin imkânsız olduğunu kabullendiğiniz anlarda hasıl olur. böyle zamanlarda sadece hırsınızı değil, top oynama arzunuzu ve direnme gücünüzü de kaybedersiniz. hatta an gelir, bencilce bir hisle, sadece kendinizi kurtarmak adına çareler aramaya başlarsınız. tanrı'dan ve maçın bitiş düdüğünü üileyecek hakemden başka yardım edecek kimse kalmamıştır artık size.
wembley'de ingilizler dalga dalga gelirken, tek istediğim şey maçın bir an önce bitmesiydi gerçekten. bir pozisyonu hiç unutamam, bir ara bizim takım hücuma kalkmış gibi olmuştu. herkes topyekûn rakip yarı alana gittiğinde ne göreyim? lineker orta saha çizgisinin üzerinde libero erhan'ın arkasına sinmiş, orada avcı bir hayvan gibi beklemiyor mu? avazım çıktığı kadar bağırıp çağırmıştım, lakin duyan yoktu ki!
maç yemeğinde takım arkadaşlarıma "bu akşam ilk dakikalarda gol yemeyelim de..." diye başlayan endişe yüklü bazı cümleler sarf etmiştim. oysa daha elimi bile değdirmeden o topu iki kez ağlarımda görmek nasıl da içimi acıtmıştı, anlatamam. buna neden olan şey neydi gerçekten? kaderin cilvesi mi, yoksa yeteneksizliğimiz miydi burada etkin olan şey ya da bizi "ingiltere'yi yenmeye gidiyoruz" diye safdilce bir hayalperestlik içine sokan hocamızın kifayetsizliği mi? belki hepsi, belki de hiçbiriydi. ancak elektrik direklerini dahi deviren bir fırtına ve yağmurun olduğu o gecenin devre arasında kaleci kazağımın hali ortadaydı ve ben onu değiştirememe nedenini iyi biliyordum- ortalıkta ikinci bir kaleci kazağı yoktu çünkü.
insan cesaretini ve moralini kaybettikten sonra ne yazık ki şans faktörü de devreden çıkıveriyor! bırakın karşı takım forvetlerinin çektiği şutları, yaptığı ortalan, geri pasları bile kaleciye ecel terleri döktürüyor. beşiktaş kalecisi hakan'ın ileriye doğru vurmak istediği topun babel'in sırtına çarparak gol olmasında yaşandığı gibi; aynı babel'in bir de topuğuna çarpan top gol olmuştu!
wembley bozgununa rağmen 6 ay sonra yeniden milli takıma dönmüş ve macaristan maçını gol yemeden tamamlamıştım. kariyerimi sonlandıran o meşum trafik kazasına kadar oynamayı sürdürdüğüm için şanslı sayılırım aslında. dikkat ederseniz her hezimet sonrasında öncelikli olarak kalecilerin bileti kesilir ve başka adlara şans verilir. dev kaleci ali artuner 8-0'lık polonya mağlubiyetine takılıp kalmadan milli takım kariyerini sürdürürken yaşar ile zafer hezimet enkazının altından çıkamadı. dünyanın en iyi kalecilerinden biri kabul edilen zamora'nın kariyerinde bile yine ingilizler'den yenilen 7 gol bulunurken demek ki, şu hisseyi hatırlamak ve hatırlamakta her daim fayda var: evet, yere düşünce kalkmasını bilmek meşakkatli de olsa bir sanatmış.
kaleci olmanın zorluğuna verilecek örnekler bakımından zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. mesela ankaragücü kalecisi arif peçenek'i ele alalım... romanya-türkiye maçında sırtı dönük oyuncusuna verdiği el pasının gol olmasından sonra bir daha milli takım yüzü görmemiştir. yine '80'li yılların başında, 1. lig'de henüz iki maç oynamış cengiz adında genç bir kaleci vardı. çıktığı üçüncü maçın son dakikasında orta sahadan kendisine verilen geri pası ayağının altından kaçırdıktan sonra bir daha kendisinden haber alınabilmiş değildir.
farklı mağlubiyetler ve şans eseri yenen goller avrupa ülkelerinde "iş kazası" olarak adlandırılırken ülkemizde istihzayla anılır ve kalecilerin ipi çekilir. daha da kötüsü bu olayın dünya durdukça hatırlanması ve geyik muhabbetlerinde masaya getirilecek oluşudur.
benimle aynı dönemde oynamış olan gençlerbirliği'nin file bekçisi okan da bu kazazedelerden biridir. iyi niyetli ama acemi bir hocanın kurbanı olduğu için daha 27 yaşında milli takımdan kopmuş ve hızla zirveden aşağı yuvarlanmıştır.
1988 yılında macaristan-türkiye maçı oynanmaktadır. 0-0 devam eden mücadelede hakemin bitiş düdüğüne ramak kala tınaz tırpan kulübemde oynamayan futbolcu kalmasın temennisine gömülür ve kendisi istemediği halde okan'ı sahaya sürer. tınaz hoca iyi niyetli olduğu için sayılı saniyeler sonra gol yeme bahtsızlığına uğrayacak bu genç kalecinin geleceğini kararttığını bilmiyordu elbette ama şurası da bir gerçek ki, "cehenneme giden yollar çoğu zaman iyi niyet taşlarıyla örülüdür."
yardımcı hakemler: sönke glindemann (ger), peter henes (ger)
4. hakem: jochen drees (ger)
liverpool: pepe reina (gk), sami hyypiä, john arne riise, steven gerrard (c) (dk. 73 lucas), andriy voronin (dk. 72 harry kewell), yossi benayoun, fábio aurélio (dk. 63 ryan babel), peter crouch, álvaro arbeloa, javier mascherano, jamie carragher
yedekler: david martin (gk), steve finnan, fernando torres, dirk kuyt
teknik direktör: rafael benítez (esp)
beşiktaş: hakan arıkan (gk), serdar kurtuluş (dk. 62 federico higuaín), mehmet sedef (dk. 78 ricardinho), matías delgado, bobô, lamine diatta, édouard cissé, ibrahim üzülmez (c), serdar özkan (dk. 46 ali tandoğan), koray avcı, ibrahim toraman
yedekler: rüştü reçber (gk), mehmet yozgatlı, ibrahim kaş, batuhan karadeniz
teknik direktör: ertuğrul sağlam (tur)
goller: 1-0 peter crouch dk. 19 2-0 yossi benayoun dk. 32 3-0 yossi benayoun dk. 53 4-0 yossi benayoun dk. 56 5-0 steven gerrard (c) dk. 69 6-0 peter crouch dk. 89 7-0 ryan babel dk. 78 8-0 ryan babel dk. 81
liverpool revived by record triumph published: wednesday 7 november 2007, 0.58cet
liverpool fc 8-0 beşiktaş jk
yossi benayoun scored a hat-trick as the reds claimed the biggest victory in uefa champions league history.
by john mathews from anfield
a yossi benayoun hat-trick, two goals apiece for ryan babel and peter crouch, and a further strike by steven gerrard earned liverpool fc a record uefa champions league victory as they swept beşiktaş jk aside.
dream response one point from their opening three matches had left the 2005 winners looking isolated at the bottom of group a, but they responded in the best possible fashion. two goals to the good at half-time, they ran away with the game in the second period as beşiktaş, with memories of beating liverpool a fortnight ago still fresh, suffered a night to forget.
no tension if liverpool and their supporters were tense, there were no obvious signs to begin with. crouch set up andriy voronin for the first opportunity in the fourth minute but the ukrainian international could not control the england striker's cushioned header and dragged his effort wide. crouch went close soon after, rising as high as only he seemingly can to meet john arne riise's cross, and although he headed a metre wide, his persistence would soon pay off.
crouch strikes on 19 minutes crouch grabbed the breakthrough when he was unwittingly released by beşiktaş midfielder edouard cissé, and although goalkeeper hakan arıkan parried his initial strike, he reacted quickest to the rebound and steered it home. buoyed by their positive start, last season's runners-up only turned up the pressure on beşiktaş. ibrahim üzülmez had to head the ball off the line to deny riise, though the norwegian was instrumental in creating liverpool's second.
benayoun goal riise's quickly taken throw-in found voronin in space down the left and he picked out benayoun with a measured cross. if the israeli had been unlucky not to score on 13 minutes when his attempt clipped a post, he made sure second time around – he steadied himself before powering a shot past hakan arıkan and into the corner to make it 2-0 on 32 minutes.
hat-trick complete eleven minutes into the second half, benayoun had completed his hat-trick with a pair of tap-ins that owed much to being in the right place at the right time. in the 53rd minute he side-footed into the unguarded net after hakan arıkan had blocked riise's shot into his path, and when the beşiktaş goalkeeper failed to hold a stinging free-kick by gerrard, the midfielder tidied up to claim the first uefa champions league hat-trick of the season. gerrard then blasted in the fifth with the benefit of a deflection in the 69th minute following a neat one-two with voronin.
breathless finish benayoun turned provider 12 minutes from time, supplying the cross for babel to fox hakan arıkan with a clever back-heel, and there was more than a touch of good fortune about the dutchman's second when ibrahim toraman's attempted clearance bounced off babel's back and looped into the net. with the kop demanding an eighth, babel almost answered their calls when nodding against the crossbar, but crouch eventually obliged with a minute to go, his glancing header coming courtesy of another benayoun centre.
wenger'den beşiktaş açıklaması! 18 ağustos 2014, 08:00 ajansspor.com
ingiliz gazetecilerin, yüksek egosu, soğuk ve mesafeli tavırları nedeniyle çok da iyi ilişkiler kuramadığı arsenal menajeri arsene wenger, beşiktaş’la oynayacakları kritik maç öncesi türk gazeteciye konuştu.
(...)
ingilizler de doğrulamadı
“wenger, arsenal’in son dakika golüyle 2-1 kazandığı maç sonrası konuşma teklifimi kabul etti. ilk sorum, beşiktaş’ın liverpool’a 8-0 yenildiği şampiyonlar ligi karşılaşmasından sonra yaptığı açıklamayla ilgiliydi. en azından bizim varolduğunu düşündüğümüz açıklama... ‘bu tip takımların şampiyonlar ligi’nde yer almaması gerekiyor. gruptaki son maçların bir önemi kalmıyor’ derken, düşüncen neydi?’ diye sordum. wenger yüz ifadesini ciddileştirerek cevap verdi: ‘bu sözler kesinlikle bana ait değil. beşiktaş’la ilgili böyle bir ifade kullanmadım.’ bu açıklamayı ingiliz basınından öğrendiğimi belirttim. yanıtı, ‘işte basın burada. sen de onların arasındasın’ oldu. bunun üzerine 15 senedir tanıdığım, ingiliz bir gazeteciye olayın aslını sordum. ‘wenger böyle bir ifade kullandı’ demedi. hatta bu açıklamayı nereden duyduğumu sordu.”
rafa benitez: beşiktaş'a 8 gol atıp rekor kırmak çok keyifliydi cumhuriyet.com.tr | 21 mart 2018 çarşamba, 15:10
newcastle united menajeri rafael benitez, daily telegraph'a verdiği röportajda beşiktaşlıları çok kızdıracak ifadeler kullandı
hâlihazırda newcastle united'ın menajerliğini yapan rafael benitez, daily telegraph'a verdiği röportajda beşiktaşlıları çok kızdıracak ifadeler kullandı.
kulüpteki geleceğine yönelik konuşan ispanyol menajer bu yıl yaptığı işten keyif alıp almadığıyla ilgili soruya çok çarpıcı bir yanıt verdi.
liverpool'un başındayken şampiyonlar ligi gruplarında anfield road'da temsilcimiz beşiktaş'a karşı aldıkları tarihi gelibiyeti hatırlatan benitez, "asıl keyif, şampiyonlar ligi'nde beşiktaş'a 8 gol atıp rekor kırmaktır." şeklinde konuştu.
liverpool'un 2007/08 sezonunda beşiktaş'a karşı elde ettiği 8-0'lık galibiyet, şampiyonlar ligi tarihinin en farklı skoru olarak kayıtlardaki yerini koruyor.