- bu aralar en çok duyduğunuz sorulardan başlayacağız mecburen... galatasaray tarihinin bütün rekorların, kırmış olmak ve en değerli şampiyonluklarından birinin mimar, olmak nasıl bir duygu?
eric gerets: rekor kırarak tarih yazmış olmak oyuncularıma ve bana yapılmış en büyük iltifat. futbolcularım ligin ilk dakikasından son dakikasına kadar mücadele ettiler. artık herkesin malumu olan ve tekrar etmeye gerek olmayan problemlere rağmen, takımın içinde olan hava ve takım ruhu bize şampiyonluğu getirdi...
- maçları seyreden herkes bunun hayatlarının en uzun 16 dakikası olduğu konusunda hemfikir... siz nasıl yaşadınız?
eric gerets: bizim maç bittiğinde diğer maçın kaç dakikası kaldığını bilmiyordum. basın tribünündeki televizyonda maçı seyretmeye gittiğimde tam yanımda volkan vardı. ona kaç dakika kaldığım sordum. "bir dakika" dedi. meğer o 1 dakikadan sonra, 9 dakika daha varmış! neredeyse volkan'ı boğacaktım. çok yoğun duygular... ama sonunda bizim için mutlu bir son vardı ve bu yüzden mükemmeldi. ama o uzatma dakikalarında bir gol attıklarını ve şampiyonluğu kaybettiğimizi düşünün... çok büyük bir felaket olurdu şüphesiz...
sol çapraz arkamda oturuyor banu. manasızca paçasına yapışmış vaziyetteyim. bırakmıyorum çünkü bunun bir rüya değil de gerçek olduğunu ancak böyle anlayabiliyorum. bir yandan sahadaki maçı seyrediyorum, öte yandan inatla hemen solumdaki televizyonla göz göze gelmemeye, bir nazar eyleyip de orada bir gole sebebiyet vermemeye çalışıyorum. hâlâ berabere orada durum... buradaysa goller var, daha erkenden... nefes? o neydi? nasıl alınırdı? hatırlamıyorum... hayat? toplamı 16 dakika... ren ne mi yapıyorum? eee, basın tribününde, sevgili attila (gökçe) abi'yi ciddi şekilde kızdıracak şekilde "tarafsız., tarafsız" maç yazımı yazmaya çalışıyorum...
ağlasam, sesimi duyar mısınız mısralarımda?...
maçtan iki saat önce eski adıyla meşale, yeni adıyla kırmızı'dayım. amacım, "cinsel tercihlerini başka türlü kullanan basın-bunu da yazın" tribününe geçtiğimden bu yana uzak kaldığım "kapalının" havasını koklamak biraz da olsa. mekan seçiminde yanılmamışım. eğer insan maça gitmeden kendini tribünde hissedecekse, ancak burada mümkün... restoranın bulunduğu sokağın girişinden, çıkışına kadar her taraf dolu. değil arabaların geçmesi, insanların yürümesi bile mümkün değil. ama inatla geçmeye çalışıyorlar, o ayrı. haliyle bu inatları, muhtelif tezahüratlarda bulunmaları için durdurulmalarıyla ödüllendiriliyor. isteseler de istemeseler de, arabalarının içinde, tezahüratlar eşliğinde lingo lingo sallanıyorlar... yolun iki tarafındaki taraftarların hepsi sarı-kırmızı... karşılıklı olarak, son dönemin moda bütün tezahüratları geliyor peş peşe... meşale'nin kapısına kadar epey zorlu bir geçiş oluyor haliyle. ama şükrü saraçoğlu'ndan çıkıp da, üç kadın olmamıza rağmen, peşimize takılan küfür korteji eşliğinde arabama yürüdüğüm ve annemin bolca anıldığı bir başka güne 1000 kat tercih edilir türden tabii ki... hem içerisi, hem de dışarısı hıncahınç dolu. sık sık anneler günü kutlamalarında bulunan tezahüratlar yapılıyor. ben şahsen, işin içine annelerin karıştığı hiçbir tezahüratı duymak istemiyorum ama kimse "kaka çocuklar" veya "sizi yaramazlar" tarzındaki sözleri kullanmıyor tezahüratlarda, neden acaba?
dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?
içerinin de dışarıdan pek farkı yok tezahüratlar konusunda. uzun bir masanın başında oturan alp, muzır bir ifadeyle önce masasındakileri örgütlüyor başlatacağı tezahürat konusunda. sonra büyük bir ciddiyetle derin bir nefes alarak gür bir sesle başlıyor ilk mısrayı söylemeye. sonra çok da uğraşmasına gerek kalmadan içerisi otomatik olarak devamını getiriyor onun ardından... şampiyonluğa ulaşması tatlı bir hayal olan bir takımın taraftarları için, fazlasıyla şampiyon olacak bir takıma yapılacak türden kutlamalar. buna rağmen, arada yolumu kesip de "ne olur sence?" diye soran arkadaşlara, en bilmiş ve en "bir bilen gasteci" edasıyla, gözlerimi-kaşlarımı kaldırarak "eee, unutun bence" diyorum "bu sezon her seferinde fena paraladı fenerbahçe denizli'yi. şimdi de farklı olmayacak. en geç 20'de atarlar ilk golü sonra denizli zaten çözülür"... (bu da benim iddaa tahminlerinde ne kadar iddialı olduğumun kanıtıdır. para kazanmak isteyen arkadaşların dikkatine!!!).
bilmezdim şarkıların bu kadar güzel...
maça bir saat kala kalkıyorum oradan, ortaokuldan bu yana ayrılmaz maç arkadaşım, gs dergisi koordinatörü bü (lent timurlenk) ile vedalaşıp. o "şampiyon olursak..." diye başlıyor, ben de gülüyorum onun bu hayaline...
siz de rahatsız insanlar topluluğunun bir parçasıysanız anlarsınız ancak. hâlâ matematiksel olarak şampiyonluk şansı olan bir takımın taraftarı olup da, son hafta çok umutsuz da olsa mutlu sona ulaşabileceği bir maça gitmenin ne demek olduğunu. bu, bir başkasıyla evlenmek üzere nikâh masasında oturan ve o dakikaya kadar sizin için ne düşündüğünü asla bilmediğiniz platonik sevdanızın birdenbire "durun, ben onu seviyorum" diyerek sizi seçmesi gibidir. imkânsız değildir ama umutsuzdur. yine de beklersiniz siz... hatta onlar defteri imzalarken bile... eğer basın mensubuysanız durum daha bir zordur. çünkü bu seferde, ilan-ı aşk patladığında karşı taraftan kaya gibi tepkisiz kalmanız şarttır.
işte ben böyle bir hal içinde, iyi-kötü, güzel-çirkin her biçimde, kafamda "olmaz abi", midemde düğümlerde "olur abi" diyerek giriyorum stada.
kelimelerinse bu kadar kifayetsiz olduğunu...
tamamı dolu tribünlerde, tıpkı sokakta ve meşale'de olduğu gibi yine coşku var. bir seneye oynadıkları futbol kadar emekleri ile damga vurmuş futbolcular. tek başlarına, bazen yönetim olmuşlar, bazen de taraftar... kavga etmişler, bazen tribünlerle, bazen kendi aralarında. ama yine de çözülmemişler. protesto etmişler haksızlıkları ama yine de "ben önce insanım, sonra profesyonel" demişler. özetle alkışı hak etmişler... alkışlamadan, çiçeklerle uğurlamadan olmaz sonuçta. hava işte bu ali sami yen'de... tezahüratlar bu yönde daha çok. pankartlar "sevgi sözcükleri" içeriyor. dudaklardan "olmadı napalım" tadında tezahüratlar dökülüyor. son imza, maç öncesi kapalı'da açılan dev "sarıyla-kırmızıyla alnımızın akıyla" diyen pankart ile atılıyor seyirciler tarafından...
klasik olarak ayaklanıyoruz hepimiz hakemi görünce. istiklal marşı söylenecek. başlıyor okunmaya. benim dudaklarımdan dökülen sözlerse, nedense marşa uymuyor. zira marş yerine duaya başlamışım. muhtemelen o gün statta olan binlerce kişi gibi... maç başlıyor. sakin, hatta haddinden fazla sakin galatasaray... kayserispor'da bir gol kralı varmış... ertuğrul sağlam uefa kupası iddiaları olduğunu söylemiş... fenerbahçe denizli'de şampiyonluk maçına çıkmış... adnan polat'ın 20.45 sözü fenerbahçe'nin en büyük motivasyonu olacakmış... tribünlerin kulakları denizli'de tamam ama sahada yok öyle bir çaba. sadece bu maç var. ve onlar da oynuyorlar. kayserispor iddiasız, galatasaray ısrarcı olunca, "ben gel dim, geliyorum" diyen gol 18'de çıkıyor meydana... ilk 45 bittiğinde hala gol sesi çıkmayınca denizli'den hızlanıyor dualar. gökmen, son birkaç haftadır yaptığı gibi "turkcell süper liiiiiig, hemenceee bitsiiiin" diye sayıklmaya başlıyor. banu, "tuvalete gitmeyeceğim" diye tutturuyor. herkes, herkese bir önceki yerlerinden kıpırdanmaması konusunda tavsiyede bulunuyor. nefes almak gittikçe zor hale gelirken, insan kendisine "ne işim var kardeşim burada? evde örgü örecektim ben. evimin kadını olacaktım?" diye sormaya başlıyor...
bu derde düşmeden önce...
derken ikinci yarı başlıyor... yine bir baskı ile erken geliyor ikinci golü galatasaray'ın sabri imzasıyla. statta gol sevinci bir başka... artık iyice rahatlayan takım, 85'de yine sabri ile üçüncü golü buluyor. heyecan, burada atılan golden çok denizli'den gelmeyen gol haberine... dualar artık sesli bir hal alıyor. ben uğursuz gelir kontenjanından gözümün ucuyla bile bakamazken hemen yanı basımdaki televizyona, gözlerini ayırmadan bakanların attıkları çığlıklar, bir canavarla baş etmeye çalışan harry potter'ınkilerin kıvamında...
derken 89. dakika geliyor... bazı sesler vardır ve bazı görüntüler. beyninize kazınırlar. iyi veya kötü anlara aittirler. hiç fark etmez. 14.mayıs.2006'da, saat 21.00 sularında, denizli'deki gol istanbul'u sallıyor. o "goooooooool" sesi, herkesin beynine kazınıyor. ondan sonra da, iyice sürreel hale geliyor her şey... ben artık yırtma kıvamına getirdiğim banu'nun paçasından çekiyorum elimi... boynuna sarılıyorum. gözlerimiz dolu. ama istisna değiliz. ali sami yen'de, kayserisporlu futbolcular hariç ağlamayan, kalbini eline almayan, avuçlarını yukarı açmayan kalmıyor. sahadaki gol sevinci, galatasaray'ın bütün sezon attığı goller için olandan daha fazla. son düdük çaldığında artık bu bir rüya, ben de birazdan uyanacağım diyorum.
bir yer var biliyorum... her şeyi söylemek mümkün...
futbolcular son düdükle beraber basın tribünündeki televizyonların önüne doluşuyor. biz, sanki televizyon seyretmek için oradaymışız, bu sebeple toplanmışız gibi bir hava var ortamda.
hınca hınç dolu bir statta, kimse kıpırdamıyor. hınca hınç dolu bir stattan "hadi bitir artık" dışında ses çıkmıyor. necati, istanbul'dan denizli'ye taktik veriyor. tomas, başı kesik tavuk gibi, bir oraya bir buraya koşturuyor. çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyor mondragon, kasan şaş, şükür... onların yüreklen televizyona bakmaya el vermiyor. ve herkes, her saniye aynı soruyu tekrarlıyor: "kaç dakika var daha?"
epeyce yaklaşmışım, duyuyorum...
16 dakika... 16 dakikaya neler sığar? ümit karan'ın ankara'da 90+'da attığı ve "kırdık maküs talihi" dedirten gol mesela... antep'de yine 90+'da kabze'nin attığı "hiç puandansa 1 puan iyidir" dedirteni de. tromsö'de çamura gömüldüğü için kırılan umutlar ve yenilince gençlerbirliği'ne ok gibi saplanan eleştiriler de girer sonra... kendi sahasında berabere kalınca denizli'yle ve ardından yenilince fenerbahçe'ye "olmayacak" dedirten duygular... ama atınca aydın konya'da golü sevinçten delirmek sığar. trabzon'da bırakınca iki puan daha, ezeli rakibin puan kayıplarına rağmen, gitti giden şampiyonluk umutlan girer. saraçoğlu'nda "demek ki yalanmışız biz" dedirten hezimet, tribün tribün gezdirilen hindiye bakarken duyulan üzüntü de eklenir. inönü'de, "olamazsın şampiyon" tezahüratlan arasında "bu işaret" dedirten son saniye golü de... protestolar sığar, hava boşluğuna düşen uçaklar, kara saplanan dönüş yolculukları, alınmayan paralar, tutulmayan sözler... sonsuz bir gurur ve tarifsiz bir sevinç sığar. o 16 dakikaya, inanın bana sadece mecazi değil gerçek anlamda ömürler sığar. sonunda çalınca son düdük, tarifi mümkün olmayan duygular sığar ve sonra yepyeni bir hayat başlar...
- kolombiya'nın en önemli özelliği yüksek rakım... o irtifada futbol oynamak nasıl bir şey?
mondragon: oksijen eksikliği çekiyorsun, top daha hızlı gidiyor... kolombiya 2300-2400 metre, en yüksek bolivya... orada 2800-2900 metrede oynanıyor maçlar. oraya gidince resmen dünyan değişiyor. bazı şeylere dikkat etmen gerek... mesela bir önceki gece çok yemek yememelisin ki bütün oksijen mideye gitmesin. nefes alıp vermene bile dikkat etmelisin.
- geçen seneki şampiyonluğu nasıl yaşadın?
mondragon: inanılmazdı... bütün sezon çok iyi mücadele ettik ve amacımız hep şampiyonluğa ulaşmaktı ama o şampiyonluğu yaşayış biçimimizi, o 16 dakikaya inen sezonun heyecanını unutmam mümkün değil, inanılmazdı. normalde sevineceğimizin iki katı sevindik.
aslında 30 mayıs 1987 günü antalya atatürk stadını dolduran kimse takımlarının şampiyonluk yolunda dev bir adım atacağını düşünmüyordu. genel kanıya göre beşiktaş çoktan işi bitirmişti. ne var ki karşılaşmanın son dakikalarında yaşanan bir sakatlık sırasında galatasaraylı arif kocabıyık topu eline aldığında seyirciler ayaklandı, çığlıklar atmaya, tezahürat yapmaya başladı. arif şaşkındı, ne olduğunu anlamamıştı. merakla saha kenarındaki muhabirlere sordu. yanıt: "denizli, beşiktaş'a gol attı. 1-1." artık arif de coşkuyla bağıranlar arasına katılmıştı. o anda, bir hafta sonra 14 yıllık bekleyişi bitirip şampiyon olacaklarını anlamıştı.
bir futbol klişesi, aynı zamanda kulaktan hiçbir zaman çıkartılmayacak bir küpenin öyküsü bu, "şampiyonluk kasımda değil, mayısta belli olur" sözünün... ya da luis aragones'in dediği gibi "mayısta görüşürüz" meydan okumasının. ligin ilk yarısında dağıtılan rollerden "esas çocuk"u kapıp, soluksuzca ligi forse eden takımın son ayda kalesini kaybettiği çok fazla yaşanmaz gerçi ama tarih bunun aksi sezonlarını da yazmaktan geri kalmaz. 1986-87 sezonunda olanlar, 'galatasaray'a şans getiren talih kuşu da böyle bir şeydi. antalya'daki bu maçtan çok değil, sadece iki hafta önce, o zamanlar iki puanlı sistemle oynanan türkiye 1. ligi'nde, son üç maça girilirken galatasaray, beşiktaş'ın 2 puan gerisine düşmüştü. 18 mayıs tarihli hürriyet'ten iki başlık: "beşiktaş şampiyon gibi: 4-0"; "galatasaray rize'de çöktü: 2-0." içeriden bir haber "derwall topun ağzında."
sonrası sarı kırmızılılar için rüya, siyah beyazlılar için kâbus gibiydi. kara kartallar tam fenerbahçe'yi 4-0 yenip, galatasaray'ın yenilgisiyle şampiyonluk havasına girmişlerdi ki bir sonraki maçta malatya'dan eli boş döndüler. yine de rahattılar, averajları onları şampiyon yapmaya yetecekti. ne olduysa sıkıntılı seyreden, 1-0 önde götürdükleri denizlispor maçının 85. dakikasında oldu. kazanılan serbest vuruşta mahmut'un pasını uzaktan bir şutla kaleye gönderen erol, beşiktaş'ın kısa ve tombul kalecisi jurkoviç'i rahatlıkla geçmeyi başardı. galatasaray 1 puanla öne fırlamıştı. eşfak aykaç maçtan sonra "şampiyonluğa 5 dakika vardı" diye yazarken, efsane kaptan sanlı sarıalioğlu "bilirim bu acıyı" diyerek siyah beyazlı futbolcularla empati kuruyordu.
sonraki hafta ali sami yen stadı belki de tarihinin en coşkulu maçını yaşadı. tribünler o günlerin tabiriyle "gelin" gibi süslenmişti, futbolcular eskişehirspor karşısına heyecan ve stresle beraber çıkmışlardı. serbest vuruşta 18. dakikada cevat prekazi tribünlerdekilere ilk gözyaşını döktürttü. sonrası prekazi'nin arkasında gerçek bir karınca gibi çalışan muhammet altıntaş'a nasip oldu. "mami" 51. dakikada attığı şık topuk golüyle maçı ve şampiyonluğu garanti altına almıştı. belki es esler beş dakika sonra durumu 2-1'e getirdi, tribünleri ve futbolcuları sıkıştırdıkça sıkıştırdı ama galatasaraylılar açık vermediler, aman vermediler, şampiyonluğu vermediler. geriye soyunma odasında coşku nedeniyle üstü çıplak kalmış jupp derwvall ile mustafa denizli'nin kupayı öpen mutlu halleriyle, bursa'da gazetecilerin televizyonlarından galatasaray'ın maçının son dakikalarını seyreden ali gültiken'le beşiktaş teknik direktörü milos milutinoviç'in simaları kaldı.
galatasaray'ın kurtarıcı meleği, beşiktaş'ın ayağını kaydıran denizlispor, yıllar sonra hiçbir zaman ölmeyen korku filmi karakteri gibi 14 mayıs 2006 günü bu sefer fenerbahçe'nin karşısına çıkıverdi. yeşil siyahlıların bu kez bir başka istanbullunun canını yakmak için çok daha geçerli bir nedenleri vardı. 2005-06 sezonun son maçında fenerbahçe'nin şampiyon olmak, denizlispor'un da kümede kalmak için 3 puanı alması şarttı. aksi halde istanbul'da, iddiasız kayserispor'u ağırlayacak galatasaray ya da gaziantepspor'u kamil ocak'ta yenmeye niyetli malatyaspor gülecekti.
maç öncesinde hemen her spor yazarı fenerbahçe'nin şampiyon olacağına inanmıştı. can bartu "fener avantajlı"derken altan tanrıkulu "fenerbahçe denizlili yener". turgay şeren "galatasaray, şampiyonluğu kadıköy'de kaçırdı", gürcan bilgiç "fenerbahçe işini şansa bırakmaz" kehanetlerinde bulunmuştu. fenerbahçeliler bağdat caddesi'ni, çıkmayan candan ümidi kesmeyen galatasaraylılar ali sami yen stadı'nı süslemişlerdi.
o güne kadar türkiye 1. ligi'nde son haftaya lider giren hiçbir takım şampiyonluğu kaptırmamıştı; bu unvan artık fenerbahçe'ye ait! anlaşılmaz bir şekilde rakibine direnemedi sarı lacivertliler; tutuktular, çekingendiler, garip ama hırssızdılar. süper yıldız anelka, daum'un yanında tam 75 dakika oturdu. sahadakilerse 83. dakikada eski futbolcuları yusuf şimşek'in asistiyle mustafa keçeli'nin golüne dek çok da bir şey yapamadılar. golden sonra açıldılar; tuncay'la beraberliği, appiah'la direği buldular. maç denizlispor taraftarlarının sahaya artıkları konfetiler nedeniyle 16 dakika uzadı. bu arada malatyaspor'un antep'teki yenilgi haberi, dolayısıyla da yeşil siyahlılara yenilseler bile ligde kalacakları müjdesi geldi ama horoz inada bindirmişti bir kere! son saniyede ganalının yakın mesafeden şutu dışarı çıkınca kadıköylüler oldukları yere yığılıp kaldılar. appiah kapaklandığı yerde katıla katıla ağlarken, bir el kendisine uzandı ve onu teselli etmeye çalıştı: "kalk appiah. allah'ın dediği olur!"
birileri üzülmüştü ama birileri de seviniyordu. bu sevinç belki de futbol tarihimizin en büyük ve en içten sevinciydi. denizli'deki maçın 16 dakika uzamasıyla ali sami yen'de unutulmayacak anlar yaşanmaya başladı. kimse stadı terk etmiyor, başta hasan şaş olmak üzere duşlarını bile yapmamış futbolcular basın tribünündeki televizyonlardan gözlerini alamıyorlardı. dualarla, temennilerle, heyecanla hayatlarının en uzun 16 dakikasını yaşayanlar selçuk dereli'nin denizli'deki son düdüğüyle hayatlarının en mutlu anlarına kavuştular. başkan özhan canaydın'ın şu sözleri bu şampiyonluğu en güzel şekilde anlatan cümlelerdi: "bu 100 yılın şampiyonluğu. galatasaray tarihinde böyle bir şampiyonluk hatırlamıyorum. bu kadar güldüğüm bir gün hatırlamıyorum."
hayatımı değiştiren maçlar | necati ateş by fourfourtwo on 7 şubat 2018
galatasaray’da fatih terim’in yeni ekibine katılan necati ateş, hayatını değiştiren maçları anlattı
04 galatasaray 3 kayserispor 0 14 mayıs 2006 süper lig
“şampiyonluk için fenerbahçe’nin denizli’de puan kaybetmesi lazımdı. 2-0’ken oyuna girmiştim. hasan şaş bana pas atmıştı, öyle bir uğultu oldu ki topu ayağımın altından kaçırdım! ‘daha topa vurmadım ki!’ diye düşünüyordum. hasan’ın kendini yerden yere attığını görünce denizlispor’un gol attığını anladım. tribünde beklemek çok zordu, maç bitmek bilmemişti!”