ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında bağış erten'in "diego armando maradona: kadere, mucizeye, inanca ve hüsrana dair bir deneme" başlıklı yazısından;
'94'teki kupa başladığında o da mevsimlerden ikinci bahar sanmaktadır. ama bilmez ki, sonbahar yüzlü adamlar, mart fırtınaları, boranları gibi saldıracaktır ona. evet, olguları da kabul etmek lazımdır: maradona ne güzel topunu oynarken, doping kullanmış ve kendi elleriyle silahı düşmanlarına takdim etmiştir. ama her şeyi paraya dönüştüreme hırsından gözü dönmüş fıfa'cıların bir doping politikası olduğunu kim iddia edebilir ki! bugün yasak olanın yarın gıda olmayacağının belirsiz olduğu bir camiada, 2001 içinde davids'in şirretliğine gösterdiği müsamahakârlığı maradona'dan esirgemesi, esirgeme ne kelime aksine bu olayı bahane etmesi ne derece inandırıcı ki' doping yeteneği arttırmaz efendiler! yemezler... biz bu filmi daha önce de, daha sonra da gördük.
peki oyuncağını kaybetmiş çocuklar gibi kalakalan milyonlarca futbolseveri kim avutacaktır. kimse!.. hem o ağlar, hem milyarlar... oysa ağlamayacağına söz vermiştir çocuklarına...
ama şu bilinsin ki, o kupada diego'nun ve onu kalbinde taşıyanların ahı/laneti vardır. '94 dünya kupası tarihteki golsüz biten finale sahip tek kupa olmasını neye borçlu sanıyorsunuz?
futbolun ruh doktoru, toprağı bol olsun, islam çupi maradona'nın doping olayını şöyle aydınlığa kavuşturur: 'müziğin büyük ölümsüzler kitleleri mutlu etmek için kendilerini gram gram öldürmüşlerdir konserlerinde... edith piaf da yapmıştır ileri yaşlarda dopingi, yves montand da... tıpkı şimdi frank sinatra'nın yaptığı gibi... maradona'nın '94'teki dopingi, bir büyük ustanın mesleğine duyduğu eşsiz bir saygı ve bu futbol resitalini seyretmek için saha ve tv başına çöreklenen 1 milyara yakın insana en iyisini sunma kaygısıdır.' şüphesiz bunu birilerine, hele de gözlerine dolarlar dolmuş, kauçuk kalplilere hayatta anlatamazsınız. ama bu dünyanın vicdanlıları, mesela bangladeş halkı bunu anlayabilir. nitekim maradona'nın kupadan ihracı binlercesini sokaklara dökmüş, olay halkta infial yaratmıştır. abartmıyorum, açın arşivi bakın. ya da gelin maradona'ya inanın...
altın yapanın notu: bu maçın ardından maradona doping yaptı diye kupadan ihraç edilmiştir.
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
arjantin-nijerya maçı bir heyecan kasırgası içinde geçiyor. nijerya atıyor ilk golü... maradona sinir küpü... giderek öyle mükemmel oynuyor, öyle harika paslar atıyor ki... iki güzel pastan iki güzel gol çıkarıyor caniggia... attığı gollerden biri, futbol tarihinin yazacağı gollerden... dünya kupalarının 1500. golü... ama arjantin, gruptaki son maçından önce öyle bir sarsılıyor ki... sarsılmak ne demek, yıkılıyor, yıkılıyor... ufacık adam, sevdiklerinin taktığı isimle ünlü "bücür", gene ön plana geçiyor... ne şu kaleye giren goller... ne bu boş kale önünde gol kaçıran golcüler... ne sakatlanıp kenara çekilen yıldızlar... ne hakemden kart üzerine kart gören yaramazlar... hiçbiri... hiçbiri... gazeteler... radyolar... televizyonlar... sadece maradona var başlıklarında, yayınlarında, görüntülerinde, haberlerinde, yorumlarında... herkes onu konuşuyor. öyle bir bomba ki bu... koskoca arjantin temelinden sallanıyor... moralman çöküyor arjantin milli takımı... çok değil, daha üç yıl önce kokain kullandığı gerekçesiyle "on beş ay sahalardan men cezası" alan o değil miydi? "doping" sözcüğü maradona adıyla birlikte duyulmamış mıydi? tabii, fifa yakın takipteydi hemen her maçta... attığı gollere değil, attığı adımlarına bakıyordu maradona'nın... tövbe tutmaz futbolcu, sonunda yakayı ele vermiş miydi? bazılarına göre suçsuzdu. 'ephedrine" adlı ilacı, sadece "ilaç" diye almıştı... ama yetkililer maçtan sonra doping kontrolünde idrarında "ephedrine" bulmuşlardı ya... o halde suçluydu. 1991'deki suçu ve cezası da göz önüne alınarak, hemen diskalifiye sözü ortaya atılmıştı. gerçekten çok geçmeden fifa'nın "maradona'yı dünya kupası'ndan ihraç ettiği" haberi dünyaya yayılıyordu. bu haber "bücür'ün sonu" demekti. bu koşullar içinde bulgaristan maçına çıkan maradona'sız arjantin takımı hiçbir varlık gösteremiyor, 2-0'lık yenilgiye boyun eğiyordu.
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında alp ulagay'ın "dünya kupası ve afrika futbolu" başlıklı yazısından;
hollandalı teknik direktör clemens westerhoff yönetiminde turnuvaya hazırlanan süper kartallar dallas'taki ilk maçlarında baskılı bir oyun ve yekini, amokachi, ammunike üçlüsünün şık golleriyle bulgaristan'ı rahatça 3-0 yendiler. bir sonraki karşılaşma adeta grubun finali gibi gözüküyordu. maradona'yı geri kazanan, batistuta ve caniggia gibi etkili forvetlere sahip arjantin farklı yunanistan galibiyetinin ardından liderliği korumak istiyordu. nijeryalılar iddialı geldikleri dünya kupası'nda prestijli bir galibiyet arıyorlardı. maça hızlı giren afrika temsilcisi henüz 10. dakikada siasia'nın golüyle öne geçti. ama caniggia fırsatçılığını konuşturup peş peşe iki gol kaydedince mücadele 1-2 arjantin'e lehine sonuçlandı. d grubunun son maçında yunanistan'ı 2-0'la geçen nijerya, bulgaristan'ın da güney amerikalıları aynı sonuçla yenmesiyle kendisini bir anda liderlik koltuğunda buldu.
ilk basımı 1996 olan simon kuper'in "futbol asla sadece futbol değildir" kitabından;
maradona'nın keyfinin yerinde olması, arjantin açısından çok önemliydi. idmanların çoğunu, kenar çizgisi civarında dolaşıp seyircileri selamlayarak ve hepsi birer toga giymiş olan üç ihtiyarla şakalaşarak geçiriyordu. daha sonra futbol oynaması yasaklanınca, dhaka caddelerinde yürüyüş yapan 20.000 bangladeşli, 'maradona'nm futbol oynamasına izin verilmezse dhaka'yı yakarız', diye bağırdılar. birkaç kişi onun uğruna londra'nın batı mahallelerini yakacakları yolunda tehditler savurdu. küçük adam, fidel castro'nun arkadaşı, ingiltere fatihi maradona, zengin uluslardan çok yoksullara çekici geliyordu.
'efedrin' kullandığının anlaşılmasından önceki günlerde her şey, sanki maradona son derece normal bir insanmış gibi, yolunda gidiyordu. boston'a dünya kupası'ndan bir ay önce gelen roberto adındaki arjantinli bir gazeteci şikâyet ediyordu- "amerika da hiçbir zaman hiçbir şey ters gitmez. organizasyon kusursuz. ama ben arjantin'e daha çok benzeyen ingiltere'yi tercih ederdim."
bence birbirimize pek de benzemiyorduk. "malvinas savaşı'ndan bir yıl sonra ingiliz gazeteciler maradona'yı, dünyanın en iyi oyuncusu seçmişlerdi", dedi. "aramızdaki tek fark bu. arjantinli gazeteciler bunu asla yapmazlardı."
tarih: 25 haziran 1994 cumartesi, boston / foxboro stadyumu seyirci: 54.453 hakemler: bo jonas hil karlsson (isveç), mikael erik everstig (isveç), luc adelin matthys (belçika)
arjantin: luis islas, nestor sensini (87 hernan edgardo diaz), fernando caceres, oscar ruggeri, antonio chamot, diego simeone, fernando redondo, diego maradona (kaptan), abel balbo (71 alejandro manusco), claudio caniggia, gabriel batistuta teknik direktör: alfio basile (arjantin)
nijerya: peter rufai (kaptan), augustine eguavoen, uche okechukwu, chidi nwanu, michael emenalo, finidi george, samson siasia (57 mutiu adepoju), pazar, oliseh (86 augustine azuka ‘jay jay’ okocha), emmanuel amunike, rashidi yekini, daniel amokachi teknik direktör: clemens westerhof (hollanda)
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
30 haziran 1994 akşamüstü, arjantin futbol federasyonu başkanı julio grondona, dallas'taki cotton bowl stadyumundan çıkarken, bir cep telefonu neredeyse burnuna dayanmıştı. ülkesinin milli takımının, dünya kupası'nda bulgaristan'la oynayacağı maç öncesi yaptığı antrenmanlarını seyretmişti. gelen telefondan birkaç saniye önce de, çoğunluğu arjantinli olan bir grup gazeteci, fifa'nın basın sözcüsü andreas herren'i ablukaya almıştı. gazeteciler, son yirmi dört saatte fifa'nın üst düzey yöneticilerinin ve doktorların telaşlı koşuşturmalarının nedeni hakkında akla yakın bir açıklama bekliyorlardı ondan. fıfa'daki bürokratik dil içinde düşünüldüğünde, kısa bir 'yorum yok' sözü ya da buna benzer kısa ve belirsiz bir yanıt aslında çok şey anlatıyordu. bu yanıt, aslında birşeylerin olduğunu kanıtlamış oluyordu. bugünkü durumda da, basın sözcüsünü açıkça hiçbir şey söyleyememesı, gazetecilerin gerçekten büyük bir av peşinde olduklarını anlamaları için ihtiyaç duydukları işareti vermiş oluyordu.
buenos aires'teki bir radyo kanalı ile kurulan telefon bağlantısıyla grondona, arjantinli ıkı gazetecinin haberi birkaç saat önce almış olduklarını, ama bir turlu yayınlamaya cesaret edemediklerini öğrenmiş oluyordu: doping testi pozitif çıkan futbolcu, bir futbol sihirbazı ve dehası. arjantin'in uluslararası yıldızı ve kahramanı olan dıego maradona'ydı.
haberi maradona ya, özel antrenörü fernando signonni yirmi dört saat kadar önce vermişti. maradona, o sırada arjantin milli takımı'nm dünya kupası'ndaki ilk maçlarını oynadığı boston kentinde kaldıkları babson college'dakı odasında yan uyuk-lar bir haldeydi. 1983'te barselona'dayken işe alındığı günden ben. denn uykudaki maradona'yı hafifçe ama ısrarlı bir şekilde sarsarak uyandırmak ve yıldız oyuncunun antrenman ya da maç için hazırlanmasını sağlamak, signorini'nin görevlerinden biri olmuştu. maradona kalkmak istemediği zamanlarda ne mı oluyordu? sıgnorinı daha önce pek çok kez yaptığı gibi, "diego, haydi... haydi ama... kalk..." demeye başlıyordu maradona'yı omuzlanndan tutup silkelerken. bu kez maradona, signorini ancak "her şey bitti" dediği zaman hareketlenmeye başlamıştı. hâlâ yan uykulu bir haldeydi, ama kim olduğunu ve nerede olduğunu hatırlamaya başlıyordu.
önceki hafta boyunca maradona'nın keyfi çok yerindeydi, italya'daki bir önceki dünya kupasında yaşadığı kabuslar bambaşka bir dünyada kalmış gibiydi. hem arjantinli hem de arjantin dışından gelen gazeteciler, kilo,vermiş ve formunda görünen maradona'nın antrenmanlarda taç çizgisinin yanma gelip o yıl ortaya çıkan birkaç tuhaf taraftarla -gittikleri her yerde arjantin takımını izleyen, roma ya özgü kıyafetler giymiş üç yaşlı adamdı bunlar- sakın sakın şakalaşan halını sevinişlerdi. maradona. arjantin'in yunanistan karşısında 4-0'lık net bir galibiyet ve nijerya karşısında, zor geçen bir maçtan sonra, 2-1'lik bir zafer kazanmasını sağlamıştı. nijerya maçından sonra sahadan ayrılırken yeşil haç kıyafetli bir hemşire gelip doping testi, için arjantin takımından seçilen iki oyuncudan birinin o olduğunu söylemişti. "endişelenmeyin, onlara düşündüklerinden daha fazla ettiğimi göstereceğim'" demişti maradona arkadaşlarına, turnuvanın tam da kendisinin istediği gibi gittiğini düşündüğü için endişe edilecek bir şey olmadığından emin bir tavırla. turnuvanın gidişi maradona'nın eski günlerine donduğunu gösteriyor gibiydi ve maradona sayesinde amerika '94'ün ilk turu gerçekten de heyecan kazanmıştı. maradona, amerikalıların büyük kısmının, ismini duymuş olduğu sadece birkaç oyuncudan biriydi. boston'da ıslıklar ya da yuhalamalarla da karşılaşmıyordu.
maradona'nın zihninde bir anlığına çakan bu görüntüler, ancak signorini'nin yüzündeki ifadeyi ayırt edebilecek kadar gözlerini açabildiği zaman kaybolmuştu. "sorun ne, fernando?" diye sormuştu. "bitirdiler ısımızı" diye yanıtlamıştı sıgnorıni. "test sonucu pozitif çıktı, seni turnuvadan çıkarmaya karar verdiler." maradona sanki bir kara deliğe düşmüş gibi hissediyordu kendini. sessizce yataktan kalkmış ve banyoya doğru gitmişti. "antrenmanlarda canım çıktı, ve şimdi bana yaptıklarına bak!" diye bağırmıştı hıçkırıklara boğulmadan önce. signorini'nin maradona'nın davranışları karşısında pek fazla şaşkınlığa uğradığı söylenemezdi genelde, ama o gün gördükleri -uluslararası bir yıldızın bir anda harabeye dönmesi-, kolayca unutabileceği şeyler değildi. sonradan şöyle diyecekti: "sanki diego'nun bütün dünyası başına yıkılmış gibiydi. içinin en derinlerinden gelen bir şekilde ağlıyordu, tamamen kendini kaybetmişti."
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
john f. kennedy'nın uğradığı suikasttan sonra, başka hiçbir haber uluslararası alanda maradona'nın doping testinin pozitif çıktığı haberi kadar büyük bir tepki yaratmamıştı. turnuvanın ilk günlerinde maradonaya duydukları nefretin yavaş yavaş azalmakta olduğunu hisseden ingiliz gazetecilerin büyük kısmı, yeniden o eski nefret duygusuna kapılmışlar ve maradona'nın sabıkası kabarık bir hilekar ve futbolun yüzkarası olduğunu ileri sürmeye başlamışlardı. ancak independent on sunday gazetesinden ian ridley gibi bazı gazeteciler, maradona'ya hala biraz daha sevecen yaklaşıyorlardı. "futbol izlemeyi, maradona'nın futbol oynamayı sevdiği gibi tutkuyla sevenler, gördüklerini uzun süre hatırlamaya devam edecekler; teksas'ın kırk derecelik sıcağında kavrulanlar, haberleri duydukları zaman kafalarından aşağı boşalan bir kova soğuk suyu unutmayacaklardır. haberlerin doğru olmadığını söyle diego!"
maradona'nın çoktan beri bir tanrıya dönüşmüş olduğu dünyanın başka yerlerinde de benzer sesler yükseliyordu. dakka'da 20.000 bangladeşli bir anda sokaklara dökülerek bir gösteri yapmaya başlamıştı, "maradona'nın oynamasına izin verilmezse dakka'yı yakarız" diye bağırıyorlrdı. en büyük şokun arjantin'de yaşanmış olması şaşırtıcı değildi. ülkesindeki insanların onu tekrar büyük bir coşkuyla bağırlarına basması, maradona'nın yarı emeklilik halinden kurtularak, kariyerini sürdürmek için son bir hamle daha yapmasını, amerika'daki dünya kupası'nda milli takımla sahaya çıkmasını sağlamıştı. "tek amacım, milli takımın renklerini bir kez daha sırtımda taşımak ve sonra futbolu bırakmak" demişti maradona turnuvadan önce. binlerce arjantinli taraftar turnuvanın ilk maçlarını izlemek için boston'a giderken, milyonlarcası da radyolarının ve televizyonlarının önüne mıhlanmıştı. 1986 dünya kupası sırasında maradona'nın ingiltere'yi yenmelerini sakladığı maçtan bu yana, arjantin ulusunu bu kadar heyecanlandıran bir şey olmamıştı.
ilk basımı 2003 olan jimmy burns'ün "tanrının eli: futbolun kayan yıldızı diego maradona'nın yaşamı" kitabından;
yunanistan'la yaptıkları maçta, maradona takım arkadaşlarından üçüyle gerçekleştirdiği olağanüstü paslaşmalar sonucunda takımına üçüncü golünü kazandırdığında, arjantin'in en sevilen radyo sunucularından biri şöyle bağırıyordu: "gardel yaşıyor, gardel yaşıyor!" 1930ların sonunda paris'te ölen efsanevi tango dansçısı gardel'i hatırlatıyordu dinleyicilerine.
ama doping testi sonuçlarına dair haberler yayılmaya başladığı zaman, herkesin hatırladığı, gardel'in o sihirli tangoları değil, 1935 haziran'ındaki ölümü olmuştu; gardel'in ölümü de, tıpkı peron'un ölümü gibi, bütün arjantinlileri perişan etmiş ve kendilerini yetim kalmış gibi hissetmelerine neden olmuştu. arjantinliler haberler karşısında şaşkınlıkla karışık bir şok yaşıyorlardı, herkes ortalıkta aglaşıyordu. ama insanların yaşadığı o buyuk hüzün, arjantin'in falkland savaşı'nı kaybettiği günlerde olduğu gibi yavaş yavaş, bulunan günah keçilerine duyulan öfkeye dönüşecekti. bu olayda maradona'nın ne kadar sorumluluğu bulunduğunu tartışmaya açmak isteyen arjantinliler ise azınlıkta kalmışlar ve diğer insanlar tarafından hemen hain ilan edilmişlerdi. bunlardan biri de, reytingini yükseltmek için rakiplerinin tam tersi görüşler öne sürmesiyle tanınan bir televizyon yorumcusu olan bernardo neudstadt'tı. maradona'ya karşı amansız bir saldırıya geçen neudstadt, onu sorumsuz bir uyuşturucu bağımlısı ve ulusun yüzkarası olarak göstermeye çalışıyordu. ama arjantin'de kamuoyunun çok büyük bir kısmı maradona'nın yanında yer alıyordu. durum, sadece insanların duygusal olarak maradona'nın yanında yer almasından ibaret de değildi. o olmayınca insanların bir kısmı paralşarını, konumlarını ve güçlerini yitirecekti. öyle ya da böyle, bütün varlığı maradona na'nın geri dönüşüne başlı olan bir futbol endüstrisinin üstesinden gelmek kolay değildi.
maradona herkesin önünde özür dilemeyi tercih etmiş olsaydı, belki de butun toplumun gerçekten arınması mümkün olabilirdi. ama maradona bunun yerine yine haksızlığa uğrayan, komploya kurban giden bir dahiyi oynamayı seçmişti.
"bacaklarımı kesip kopardılar benden" diyordu maradona doping açıklamasından sonra yaptığı ilk basın toplantısında.. sonrasında başkan joao havelange ve genel sekreter joseph blatter'in şahsında fifa'yı, geçmişte onlara başkaldırısının intikamını almaya çalışmakla suçluyordu. "bu, çok pis bir iş. havelange'ye ve bilatter'e inanmak isterim, ama bu olaydan sonra... bir şey söylemek istemiyorum." üyesi olan pek çok ülkede maradonanın ne kadar sevildiğinin farkında olan fifa, bu suçlamayı kendi yöntemleriyle yalanlamayı tercih edecekti. bu kitabın hazırlanma aşamasının sonlarına doğru, 1996 martı'nda yaptığımız bir röportajda joseph blatter, maradona'yı "dünya futbolunun ailesi" içine katabilmek için durup dinlenmeksizin çabaladığını iddia edecekti: "her zaman diego maradona'nın muhteşem bir futbolcu olduğunu düşünmüşümdür. amerika'da maradona'nm doping testinden geçemediğini öğrendiğim gün, hayatımın en kötü günlerinden biriydi. bütün çabalarımdan sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım."
ancak 1994'te maradona minik kartopunu yuvarlayıp yokuştan aşağı bıraktığı andan sonra, arjantin'deki komplo tacirleri hikayenin suyunu çıkarmayı başarmışlardı. bu konudaki en yaratıcı örneklerden biri de, italya'daki dünya kupası sırasında başkan menem'i maradona'yı 'spor elçisi' ilan etmeye ikna eden arjantinli gazeteci fernando nıembro'dan gelmişti. maradona'nın onayını alan niembro, başka bir gazetecinin yardımıyla innocent (masum) isimli bir roman yazmıştı. sıradan okurun her şeyin mümkün olduğuna inanması için romanda gerçeklerle kurgusal öğeler birbirine karıştırılmıştı. niembro'nun kendi gözünden anlattığına göre. 1994 dünya kupası, maradona'nın kupada düzenin ve dengenin sağlanabilmesi için cia tarafından düzenlenen bir komploya kurban gittiği, olağanüstü bir hikayeye sahne oluyordu. bir ara cia için çalışan bir ajan, papaz kılığına girerek. maradona'nın içine doping maddeleri enjekte edilmiş kutsal ekmek yediriyordu.
oysa nijerya maçından önce maradona'ya 'doping kokteylini' veren adam. bir cia ajanı değil. maradona'nın sürekli değişen güvenilir arkadaşları ve akıl hocalarından oluşan 'yakın çevresinden" daniel cerrini'ydi. cerrini, maradona'yla 1993 yazında, maradona napoli sonrasındaki dönemde kısa bir süre sevilla'da oynadıktan sonra arjantin'e döndüğü günlerde tanışmıştı.
maradona geçirdiği başarısız sezonda aşırı kilo almış, formunu kaybetmiş ve depresyona girmiş bir haldeydi. onun tersine cerrini, tam bir adonis gibiydi: özenle heykel gibi işlenmiş, kaslı bir vücudun üzerinde, sürekli güneş altında kalarak bronzlaşmış, yakışıklı bir yüz taşıyordu ve sakin, karşısındakine güven veren tavırları vardı. cenini, buenos aires'teki new age jimnastik salonunu çalıştırıyordu. aynı zamanda, ünü, sekiz yıl önce güney amerika kıtasının en iyi genç vücut geliştirmecisi seçilmesine dayanan bir vücut geliştirme sporcusuydu. sahip olduğu diğer 'belgeler1 ise, arjantin'deki resmi kurumlar tarafından geçerli sayılmayan, herkese dağıtılan türden antrenör ve diyetisyen diplomalarıydı.
cerrini ile tanıştığı andan itibaren maradona, onu fiziksel ideali olarak görmüş ve cerrmi'nın yöntemiyle çabucak ve garantili bir şekilde iyileşip kendine gelebileceği düşüncesi aklını çelmişti. cerrini'nin yöntemi, yoğun bir antrenman, abartılı bir diyet, vitamin ve minerallerden oluşan katkı maddeleri ve sınırlı bir süre için bunların üstune alınan kilo düşürücü ve enerji verici haplardan oluşuyordu. maradona, newell's old boys formasıyla yer alacağı futbol sezonunun başına yetişebileceği sürede kilo verebilmek ve gücünü tekrar kazanabilmek için bu yöntemin ustune atlamıştı. dışarıdan göründüğü kadarıyla cerrini, maradona'rıın bedeninin bambaşka bir görünüm kazanmasını sağlamıştı. maradona'rıın fazla yağlarından eser kalmamış ve kasları tekrar ortaya çıkmıştı. sevilla'daki son haftalarında iyice tombul bir hal alan yüzü incelmiş ve kemikleri ortaya çıkmıştı, hatta bir deri bir kemik kalmış gibiydi.
ilk basımı 1997 olan eduardo galeano'nun "gölgede ve güneşte futbol" kitabından;
oynadı, kazandı, ama çişini yapınca kaybetti. tahlil sonucu idrarında efedrin bulunması maradona'nın 94 dünya kupası'nı çok kötü bir biçimde kapatmasına neden oldu. efedrin, amerika birleşik devletleri'nde ya da diğer birçok ülkede uyarıcı bir madde olarak kabul edilmezken, uluslararası yarışmalarda kullanılması yasaktı.
bu olay büyük bir yankı uyandırdı ve ünlü futbolcunun ahlaki açıdan yargılanması ve ağır eleştirilere maruz kalması, tüm dünyayı sağır edecek kadar gürültülü patırtılı oldu. ama bu arada onu savunanlar da vardı, üstelik bunlar arjantinli de değildi: bangladeş gibi uzak bir ülkede sokaklarda yürüyerek fifa aleyhinde gösteri yapan halk, onun tekrar yuvaya dönmesine izin verilmesini istedi. onu yargılayarak mahkûm etmek kolaydı, ama maradona'nın yıllardır en iyi futbolcu olmak gibi bir günahı işlediğini unutmak o kadar kolay değildi. üstelik, güçlü düzenden yana olanların susmasını emrettiği halde, onun bazı şeyleri avazı çıktığı kadar bağırarak açığa vurmasını ve özellikle sol ayağıyla oynamasını bağışlamak mümkün değildi, çünkü "sol" kelimesi sözlükte "yapılması gerekenin karşıtı" olarak tanımlanıyordu.
diego armando maradona, maç öncesinde hiçbir zaman kuvvet artırıcı türden ilaçlar almamıştı. kokaine bulaştığı doğruydu, ama onu da bazı eğlencelerde unutmak ya da unutulmak istediğinde, belki de şöhretten bunaldığı ya da şöhretsiz yapamadığı anlarda alıyordu. kokain kullanmasına rağmen, herkesten iyi oynadığı da bir gerçekti.
maradona, aslında kendi şahsiyetinin ağırlığı altında eziliyordu. seyircilerin onun adını ilk kez haykırdığı günlerden beri omurgasından rahatsızdı, ayrıca bacakları da ağrıyordu ve bu yüzden hap almadan uyuyamıyordu. sahaya bir ilah olarak çıkmanın verdiği stresin yükünü daha fazla taşıyamayacağını anlamakta gecikmedi; bir kere ilah oldu mu, bundan kurtulması mümkün değildi. maradona şöhretin zirvesindeyken şöyle diyordu: "bana ihtiyaç duyulmasına ihtiyacım var." ve şöhrete ulaştıktan sonra herkes ondan insanüstü bir gayret göstermesini bekledi; ama o kortizondan, ağrı kesicilerden ve hayranlarının yakın takibinden ve alkışlarından, düşmanlarının nefretinden usanmıştı.
ilahları devirme zevki onlara sahip olmak ihtiyacıyla doğru orantılıdır. ispanya'da goycochea, maradona'ya topsuz alanda arkadan tekme atarak onun birkaç ay sahalardan uzak kalmasına neden olduğunda bu kasıtlı cürümün faili olarak kendisini eller üstünde taşımaya kalkan fanatiklerin sayısı oldukça fazlaydı. üstelik tüm dünyada birçok kişi, sefaletten top sayesinde kurtulup zengin olan bu küstah ve kendini beğenmiş şöhret budalasının devrilişini coşkuyla kutladı.
maradona, napoli'de oynamaya başlayınca, azizlik mertebesine yükseltilerek ismi aziz maradonna'ya çevrildi. napoli'nin azizi gennaro'nun adı da aziz gennarmando oldu. bu yeni ilahı, başında meryem ana'nın tacı, sırtında altı ayda bir çıkarılıp halka gösterilen kutsal manto, altında da şort olduğu halde gösteren afişler sokaklara asılırken, bir yandan da kuzey italya kulüplerinin temsili tabutları veya silvio berlusconi'yi gözyaşları içinde gösteren hatıra şişeleri satışa sunuluyordu. çocuklar ve cins köpekler, maradona'nın saçlarına benzeyen peruklarla sokaklarda dolaştırılıyor, dante'nin ayaklarının altına bir top yerleştiriliyor ya da denizkızı heykeline napoli takımının mavi forması giydiriliyordu. ama bu çılgınlıklar hoş görülmeliydi, çünkü şehrin takımı elli yıl aradan sonra ilk defa şampiyon oluyordu; vezüv yanardağı'nın gazabına uğramış, sahalardan hep yenik ayrılmış olan napoli, maradona sayesinde açık tenli kuzeylileri hezimete uğratmıştı. artık bir kupadan öbürüne koşan napoli, italya'nın ve avrupa'nın sahalarından başı dik olarak ayrılıyor ve rakiplerine atılan her gol mevcut düzene karşı yapılmış bir başkaldırı, tarihten alınmış bir öç yerine geçiyordu. milan'da ise durum tamamen farklıydı; güneyli sefillerin inlerinden çıkmalarına yardım eden, bu işin esas sorumlusundan ölesiye nefret ediliyordu. biraz kilolu oluşu nedeniyle milanolular ona, "kıvırcık saçlı jambon" adını takmışlardı. bu nefret yalnızca milano'ya özgü değildi: 90 dünya kupası'nda seyircilerin büyük bir kısmı, maradona'nın ayağı topa ne zaman değse müthiş ıslık ve yuhalamayla onu protesto ediyordu. ve arjantin almanya karşısında yenilgiye uğradığında italyan seyircisi sanki italya büyük bir zafer kazanmış gibi sevindi.
maradona, napoli'den ayrılmak istediğini söyleyince kıyamet koptu; bazıları maradona'ya benzeyen balmumundan büyü bebeklerine iğneler saplayıp pencereden aşağı atmaya başladılar. kendisine tapan bir şehir halkının ve şehrin efendisi mafyanın elinde mahkûmdu o. ne var ki maradona'nın en büyük rakibi kalbi ve bacaklarıydı; işte o zaman kokain kullandığı haberiyle bütün dünya çalkalandı ve maradona adı bir anda marakoka'ya dönüştü; o artık kahraman bozuntusu bir uyuşturucu bağımlısıydı.
daha sonraları buenos aires'te televizyon maradona'nın tutuklanışını canlı olarak yayınladığında onun polis tarafından götürülüşünü bazıları adeta bir futbol maçı seyreder gibi zevkle izlediler.
onun için "hasta" dediler, "işi bitti" dediler. güney italya'nın başındaki tarihî laneti kaldırmak için davet edilen bu mesih, yalnızca bu görevi başarmakla kalmamış, aynı zamanda arjantin'in falkland adaları'ndaki yenilgisinin öcünü, ingilizleri birkaç yıl topaç gibi döndüren iki muhteşem gol atarak almıştı. ama yıkılış ânı geldiğinde, bir zamanların altın çocuğu'nun yaptıkları unutulup ona bir düzenbaz gözüyle bakıldı; düşmanlarına göre, kendisini bir ilah gibi gören maradona, çocukları hayal kırıklığına uğratmış ve futbolun şerefine gölge düşürmüştü. artık onun bir ölüden farkı yoktu.
fakat bu ceset bir sıçrayışta ayağa kalkmayı başardı. kokainden dolayı cezasını çektikten sonra maradona, 94 dünya kupası'na katılmak için son imkânını da ateşe atmak zorunda kalan arjantin karmasını yangından kurtaran itfaiyeci oldu. herkesten daha iyi oynayan maradona, o eski güzel günlerine döndü deniliyordu ki, birden o malum efedrin skandali patlak verdi.
ama futbolda gücü ellerinde bulunduranların kararı kesindi: maradona kendilerini aldatmıştı, bu suçun bir bedeli vardı ve bu bedelin peşin ve indirimsiz olarak ödenmesi gerekiyordu. düşmanlarına güvenmekle maradona, asılacağı ipin ilmiğini yine kendisi boğazına geçirmişti, yolu üzerinde kurulan tuzaklara balıklama dalmasına neden olan o çocuksu saflığının ve boşboğazlığının cezasını şimdi ağır bir şekilde çekiyordu.
bir zamanlar ellerinde mikrofonlarla devamlı onun peşinden koşan gazeteciler şimdi onu kibirli ve öfkeli olmakla suçlayıp çok konuştuğu gerekçesiyle eleştiriyorlardı. haklı olabilirlerdi, ama maradona'nın affedilmemesinin nedeni bu değildi: asıl neden, söylediği şeylerin bazılarının hoşa gidecek türden olmayışıydı, ağzında bakla ıslanmayan bu ateşli, bastıbacak futbolcu yukarıdakileri eleştirmeyi alışkanlık edinmişti, bu suçun affı olmazdı. 1986'da meksika'da ve 1994'te de amerika birleşik devletleri'nde futbolcuları öğle vakti kızgın güneşin altında oynamaya mecbur eden televizyonun mutlak hâkimiyetinden devamlı olarak yakınmış ve çalkantılı futbol hayatı boyunca belki de bin kez söylediği sözlerle arı kovanına çomak sokmuştu. gerçi tek asi futbolcu o değildi, ama çekilmez sorularla uluslararası boyutlarda yankı uyandıran tek ses onunkiydi: uluslararası iş hukuku'nun kuralları neden futbolda uygulanmıyordu? bir sanatçı sunacağı gösterinin her ayrıntısını biliyordu da, futbolcular, çokuluslu futbolun muazzam servetinin gizli hesaplarını neden bilmek zorunda değillerdi? havelange başka işleriyle meşgul olduğu için bu sorular karşısında suskun kalmayı tercih ediyordu. hayatında ayağı bir kez olsun topa değmeyen, ama zenci şoförlerin sürdüğü sekiz metrelik limuzinlerden inmeyen fifa'nın tanınmış bürokratı joseph blatter, bu sorulara şu sözle karşılık verdi: "arjantin'in yetiştirdiği son as futbolcu di stefano'dan başkası değildir."
sonunda maradona, 94 dünya kupası'ndan ihraç edilince, çim sahalar en çok alkış toplayan bu dik başlı futbolcusunu kaybetti.
maradona'nın dilini tutamadığı doğruydu, ama sahada koşmaya başladığında da kimse onu tutamazdı; bir yaptığı sürpriz hareketi bir daha tekrar etmeyen,şeytanlıklarıyla herkesin ağzını açık bırakan bu oyuncu bilgisayarları yanıltmaktan büyük zevk alırdı. gerçi çok hızlı bir futbolcu değildi, ama topu adeta ayağına yapıştırarak oynar ve sanki ensesinde gözü varmış gibi arkasında olup biteni görürdü. onun sanatsal futbolu sahayı aydınlatırdı. arkası dönükken kaleye doğru bir yarım daire çizerek ya da röveşatayla attığı bir golle yahut binlerce rakip bacak arasına hapsedilmişken, gönderdiği bir pasla maçın kaderini belirlerdi. rakiplerini çalımlayarak atağa bir kalktı mı onu kimse durduramazdı.
bu adam, kazanmayı zorunlu kılan asrın sonlarındaki bu soğuk ve zevksiz futbola, oynadığı güzel oyunuyla renk katan ender simalardan biri olarak her zaman hatırlanacaktır.
ilk basımı 2002 olan christian eichkler'in "futbolun beceriksizleri ansiklopedisi" kitabından;
maradona, diego, unutulmayacak goller attı. ama kötü niyetli bir eylemin laneti insanın peşini asla bırakmaz. bunlardan biri maradona'nın 1986 dünya kupası çeyrek finalinde arjantin'in ingiltere'yi 2-1 yendiği maçta attığı çalıntı, nizami olmayan, elle atılmış bir goldü ve asla unutulmadı. bu gol futbolun kralını hırsız kılmıştı. kendisi "tanrının eli" olduğunu söylüyordu. kralın oynadığı son dünya şampiyonası da bir skandalla bitti. maradona, 1994 abd dünya kupası'nda beş farklı ephedrin'le, yanı, zayıflama ılaçlanyla hazırlanan uyana bir kokteyle yakalanmış ve uluslararası kanyen sona ermişti. durumu önemsiz bir şey gibi göstermek için bu kez kendini tanrıyla değil, uefa'nın beylenyle kıyaslamıştı: "bay havelange ya da bay blatter aynı şeyi içecek olsalardı, bunu yaşlı adamlar gibi uluorta yapardı ve kimsenin gıkı çıkmazdı."
ünlü yönetmen emir kusturica'nın 2008 yılında yaptığı "maradona by kusturica" belgeselinden;
maradona:
20 yıl yani havelange'ın fifa başkanlığı boyunca, brezilya şampiyon olamadı. neden biliyor musun? çünkü tepedeki o adam adildi. o yaşlı adam, adalete bayılırdı! 20 yıl boyunca, dünya kupası'nın bir mafyaya gitmemesi, zor görünüyor değil mi?
hikayeyi anlatayım sana. arjantin dünya kupası'ndan elenmişti. avustralya ile oynamaya gittik. 1-1 berabere bitti. buraya döndük ve burada da 1-0 yenerek tur atladık. herhangi bir doping olayı yoktu. uyuşturucu yok. ne oradaki maçta, ne de buradakinde. orada da, burada da efedrin denen maddeden yoktu. kokain de yoktu. dünya kupası sırasında nijerya'yı 2-1 yendikten sonra dediler ki; "bizi beceriyorlar!"
bana göre havelange silah satıcısı ve blatter da mermileri satan adamdı. (gülüyor)
ünlü yönetmen emir kusturica'nın 2008 yılında yaptığı "maradona by kusturica" belgeselinden;
(manu chao'nın maradona ve bu belgesel için özel olarak bestelediği "la vida tombola" şarkısını manu chao belgeselin sonunda sokakta söylüyorlar. arabadan inen maradona karşılarına geçip şarkıyı dinliyor...)
şarkının sözleri şöyle;
eğer maradona olsaydım, aynen onun gibi yaşardım
eğer maradona olsaydım bir kalenin karşısında
eğer maradona olsaydım asla hata yapmazdım
eğer maradona olsaydım bir yerlerde kaybolsaydım
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
eğer maradona olsaydım aynen onun gibi yaşardım binlerce füze, binlerce arkadaş ve her şey binde bir olurdu
eğer maradona olsaydım mondovision'a çıkardım fıfa'ya var gücümle bağırır, hırsız olduklarını anlatırdım
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
eğer maradona olsaydım aynen onun gibi yaşardım çünkü dünya bir toptur içimizde yaşayan
eğer maradona olsaydım kazanılacak bir maçla eğer maradona olsaydım ilahi bir elle
gece ve gündüz, hayat bir şans oyunu bir şans oyunu bu hayat, sürekli devam eden.
- dört yıl sonra abd'deki turnuvada uyuşturucu kullandığın için ihraç edilmiştin. bu konu hakkındaki görüşlerin neler?
maradona: bir hataydı. arjantin'de efedrin içermeyen bir ilaç almıştım. hâlbuki amerika'da içeriyormuş. bu hatada doktorumun payı büyük. o zaman kokain bağımlısıydım ve eğer ki performans artırıcı bir şey almayı düşünseydim, başka şey alırdım, denerdim, efedrini tercih etmezdim, anlatabiliyor muyum?
maradona: testin pozitif çıktığını söylediklerinde gerçekten çok incindim. dünya kupası'na katılabilmek için çok çalışmıştım ve de şampiyonluk için brezilya ile kapışabilecek bir takımımız vardı. bundan eminim, çünkü brezilya karşı konulamayacak bir takım değildi.
- ceza almanın ardından, arjantin'e döndüğünde insanlar seni nasıl karşıladı?
maradona: benim insanlarım hep benimle oldular; ailemin, eşimin, kızlarımın yanında oldular. zor olan şey, uzun zaman futbol oynayamamak ve uyuşturucu bağımlısı olmaktı. ben futbol oynamadığım için üzüntüden değil, daha fazla gol atmak için değil, her gün antrenman yapmadığım için değil, bağımlısı haline geldiğim için uyuşturucu kullanıyordum. başa bela bir durumdu. kızım, "baba benim için yaşa, benim için yaşa" dediğinde kendimi çok kötü hissettim. ölüyordum, hatta ölmüştüm ve o bana "baba, benim için yaşa" diyordu; ben de kendi kendime "vay canına" dedim.
yardımcı hakemler: mikael erik everstig (swe), luc matthys (bel)
argentina: luis islas (gk), jose chamot, roberto sensini (dk. 86 hernan diaz), fernando redondo, oscar ruggeri, claudio caniggia, gabriel batistuta, diego maradona (c), fernando caceres, diego simeone, abel balbo (dk. 70 alejandro mancuso)
yedekler: sergio goycochea, sergio vazquez, jose basualdo, ramon medina bello, jorge borelli, ariel ortega, hugo perez, leonardo rodriguez, norberto scoponi
teknik direktör: alfio basile (arg)
nigeria: peter rufai (gk)(c), augustine eguavoen, uche okechukwu, chidi nwanu, finidi george, rasheed yekini, emmanuel amunike, samson siasia (dk. 56 mutiu adepoju), daniel amokachi, sunday oliseh (dk. 86 jay jay okocha), michael emenalo
yedekler: ben iroha, stephen keshi, thompson oliha, emeka ezeugo, alloy agu, victor ikpeba, efan ekoku, uche okafor, wilfred agbonavbare