maçı yanlış hatırlamıyorsam trt veriyordu. o dönemin televizyon yayınlarında da sık sık arıza meydana gelir ve bir anda maç esnasında yayın gider ve reklamlara geçilirdi. maç 0-0 devam ederken bir anda yayın gitti. bekliyoruz gelsin diye. birden maça bağlandılar ve göteborglular omuz omuza vermiş seviniyor. golü ericcson atmıştı. beşiktaş'ın kaybettiği maç çocukluğumuzunda ilk avrupa tokatlarından biriydi.
ilk basımı 2002 olan islam çupi'nin "futbolun ölümü" kitabından;
hakem diye biri
hafta içinde hayatımız hep "düdük" taşlamakla geçti. bir ülkenin kabadayılığı, çalan düdükleri susturma öfkesine saparsa, orada her türlü trafik nüzul oldu demektir.
beşiktaş-göteborg maçının hakemine hafif kafa kaldırıp, takması ve orijinali dahil her türlü dişi gıcırdattık. arkasından polonya-türkiye dünya kupası eleme maçı ve spikeri, yorumcusu, basını ve tekmil nüfusumuzla alman hakeminin üstüne pike... adamın ne şorololuğu kaldı ne girilmemiş deliği ne de çoluk çocuğu, karısı, anne babası, soyu sopu... biçarenin yediği lügatler arası değişik lafları, berlin 11. dünya savaşı'nda müttefik uçaklarından bomba olarak yemedi.
sonra sıra geldi ligimize...
fenerbahçe-ankaragücü oyunu için hakem, kıyafeti bembeyaz görülecekmişçesine, kızgın ve kara zift kazanlarının en dip noktasına itildi. konyaspor-galatasaray maçını yöneten de öyle... sarı-kırmızılı tenkit yel değirmenleri kanatlarında çarmıha gerilen hakem, işlediği iddia edilen günahlar (!) yüzünden, bir zorunlu semazene tâbi tutuldu.
toplumca bize hiçbir yaran olmayacak bir tek taraflı bakış spazmına tutulduğumuz kesin... bu durumda haklı olmanın en ilkel ve kestirme yolu, bizim de içinde olduğumuz olayı kendimizi soyutlayarak, hep rakibe, hep hakeme dayandırmak ve adaletsizliği devamlı o mihraklarda aramak şamatacılığıdır. bir futbol olayında fizik gücümüz ikili mücadelelere dayanmadığı için oyuncularımız sapır sapır yere dökülüyor ve ayakta kalacak direnci gösteremiyorsa, rakibimizin adı, hep aynı kanlı çerçevenin içine yazılır. "oyun haini..." nizami şartlar altında bir adale zaafiyetine uğramışsak, vücut kullanımında eğer kas birikimimiz bu fizik savaşı kazanamayacak kadar sağlıksızsa, sakatlarımız sahayı bir "ay-yıldızlı" revire çevirmişse, ilk golü atmamış olsak da, ilk narayı biz atarız... "rakibimiz kasaptır." o olaylarda gündemde olan hep hakemdir. hakem içten pazarlıklıdır, hakem taraflıdır, hakem para tomarları ile bizi öldürmek için şartlandınlmıştır, hakem kepazedir. tabanı veya tekmeyi rakip yerse, "daha beter olsun gâvur" babalanmaları ayyuka çıkar, biz yersek, hakem çimen hainidir.
ikili mücadelelerde biz ayakta kalırsak, "en kahraman mehmet bizim mehmet" övgüleri son bestelenen marş, onlar kazanırsa hakemle beslenen hazıra konmuş bir leş olur.
eğer nefesimiz 90 dakika boyunca sahanın her tarafını şişirmeye yetmiyorsa, eğer melerimiz oyun boyunca alanın her santimetre karesinde uygun adım dolaşamıyorsa, ortaya çıkan üstünlük ve üstünsüzlük ibresinde, rakibin mutlaka, hakem tarafından yabancıya tanınan imtiyazı vardır.
hakem bizim şikâyetlerimizin yanında oldukça, hakem futbolu bizim beklentilerimizin doğrultusunda ayarladıkça, kusursuz ve olağanüstü cici bir yaratıktır.
ama hakem futbolun kurallarına doğru yaklaştıkça, ama hakem futbol adaletinin şaşmaz gramajına terazi tuttukça, mazallah bir kaşık kezzapta yakılacak adamdır.
futbol sahasında bizi görmeyen, hakem değil, âmâdır...
hiçbir tanrı'nın futbolcu kulu düşünmez ki, bizim oyuncu özellikle uluslararası karşılaşmalarda henüz sahada sağlam bir fiziksel konstrüksiyon kurmuş değil... ne cepheden ne yandan özellikle ikili mücadelelerde bizim oyuncuların vücudunu nasıl kullanacağı konusunda çocukluktan başlayan, total bir eğitim ve alışkanlığı yok. fizik güç ve direnç bütünlüğü 90 dakika devam etmeyince, bizim futbolcu teknik beceriden çok, vücut sağlığı isteyen pozisyonlarda, yani büyük kuvvet isteyen durumlarda, bir natura ve kimya parçalanmasına uğruyor. o zaman kendimizi değil, hakemi imdat botu gibi çağırıyoruz sahada...
gelmediği zaman, bay yerli bisküvi, sıcak bir çay bardağına giriyor sanki... dün öğleden sonra bir range rover'da erdoğan, ben ve nesli kalmamış fenerbahçe körlerinden hulki ve trakya'nın en ucunu bitirip plovdiv'e giderken, hakem denen kul, vücudumun tekmil demir ağlarla örülen kesimlerinde tam gaz dolaştı. gazete haberlerine göre, fenerbahçe-botev maçı rövanşını yönetecek hakem üçlüsü uefa tarafından üç kere değiştirilmiş.
öküz altında buzağı aramaktan vazgeçip, uefa'nın karnında hakem mi arayalım. kör hulki'nin dalyan'da yönettiği maçları hatırladım. bir takım çok mu yoruldu. auta çıkan top, sahanın içine 15 dakika sonra dönerdi. bir futbolcunun karnı mı ağrıdı, 10 dakika sıcak hatmi çiçeği molası... penaltıya itiraz mı var, içinden çıkılmaz bir hain faul mü patladı, maç yine stop... kararı kör değil, tam santra yuvarlağının arkasındaki apartmanın üçüncü katında kahvaltısını etmekte olan aile bireyleri verecek. türkiye kaç yüzlü bilmiyorum ama, maske maske değişiyor. dalyan sahası da, tedavülden kalktı, kör hulki'nin hakemliği de... fenerbahçe ve biz, hakemi de, rakibi de çok ciddi bir rövanşa gidiyoruz, haberiniz ola...
göteborg: dick last, tore pedersen, ola svensson (dk. 52 jonas olsson), pontus kamark, magnus johansson, thomas hvenfelt, fredrik leksell (dk. 70 kaj eskelinen), stefan rehn, hakan mild, peter eriksson, johnny ekström
göteborg: dick last (gk), magnus johansson, tore andré pedersen, ola svensson (c) (dk. 52 jonas olsson), pontus kåmark, peter eriksson, stefan rehn, håkan mild, thomas andersson, fredrik leksell (dk. 67 kaj eskelinen), johnny ekström
yedekler: matthias jakobsson, patrik bengtsson, stefan lindqvist