trübünlere izlemeye gittiğim ilk maçı burada bulmak gerçekten çok hoş. maça gitmek için kursu asmıştım. maç saat 12:00 de oynandığı için dersi asıp maça gitmeye çok uygundu. ayrıca galatasaray taraftarı olarak gittiğiniz izlemeye gittiğiniz ilk maçta 3-0 lık sonuç gerçekten çok keyifli olmuştu. tek kötü yanı eve döndüğümde ders bitiş saati geçtiğinden ve üzerimdeki flamalardan maça gittiğim anlaşılmış ve azarlanmıştım.
juup derwall ile başlayan devrimin, 2.aşaması karl heinz feldkamp ile oldu. feldkamp geldikten sonra fenerbahçe ve beşiktaş galibiyetleri ile tsyd kupası kazanıldı. heyecan verici bir futbolla.
feldkamp'ın ilk lig maçı gençlerbirliği deplasmanıydı.benim ise tribünden seyrettiğim ilk galatasaray maçıydı.maçı maraton tribününden seyrettim. 2-0'ı bulan ve rahat oynayan galatasaray, 3.golü ise efsane kaptan bülent korkmaz ile buldu. 80'li dakikalarda. maçın o bölümlerinde yağmur yağıyordu. biz de etkilendik. çünkü 92'de şimdiki gibi tribünlerin üzeri kapalı değildi. aşağılara doğru inmiştim bülent'in golü sırasında.kafayla atmıştı bülent golü.unutamadığım bir an'dır o gol.
tanıl bora'nın takımdan ayrı düz koşu kitabında yer alan "nasıl gençlerli oldum" yazısından;
"1992/93'te ankara'daki maçların çoğuna gittim. ilk hafta gençler-galatasaray maçında galatasaray tribünündeydim. kalearkasındaki gençler seyircisine "yumruk şov" yapmaya koşan cafer'in yaş zeminde ayağı kayıp popo üstü düşünce bütün galatasaray tribünü kahkahayı basmıştı da utandıydım, azıcık canım sıkıldıydı. yıllar sonra genç tribün ahbaplarımdan biriyle konuşurken anlatmıştı: o da o gün galatasaray tribünündeymiş ve cafer'in düşmesiyle alay edilince içine dokunmuş, durup düşünmüş, yarı-gençlerliliken tam-gençlerlilik yoluna girmiş o saat. hikmet!... "
ilk basımı 1993 olan, futbol ve kültürü kitabında yer alan tanıl bora ve necmi erdoğan'ın "dur tarih, vur türkiye: türk milletinin milli sporu olarak futbol"
1991-92 sezonundan bu yana tribün edebiyatında kendini gösteren başlıca milliyetçi moment, anti-pkk hissiyat oldu. futbol sloganlarını pkk'yı rakip takım konumuna oturtarak uyarlayan, "aboneyiz abone, pkk'yi s**meye!" türünden tezahüratın maçlardan önce 'eda edilmesi', âdet haline geldi. 1992 sonlarında, bu tezahüratın stad dışına da taştığı görüldü. kasım başında galatasaray'ın eintracht frankfurt'u elediği maçtan çıkan muzaffer taraftarlar, mecidiyeköy'den taksim'e "almanya-pkk omuz omuza, türkiye koysun iki domuza!" sloganıyla yürüdüler (o günlerde türk milli politikası, almanya'ya pkk'yı himaye ettiği suçlamasını yöneltiyordu). aynı ay içinde ankara'da türkiye'nin 4-1 kazandığı san marino maçından sonra sokaklara dökülen seyirciler, askeri bir binanın önünden geçerken "mehmetçik, apo'nun anasını s*k!" diye bağırdılar. anti-pkk tezahürat, kimi taşra kentlerinde 'askeri ve mülki erkân' tarafından teşvik edildiği gibi, yukarıda değindiğimiz gibi tribünlerdeki ülkücü 'hücrelerce' de sürekli kılınmaya çalışılıyor. ancak bu tezahüratın tribündeki 'kitle desteğinin' ülkücülere bağlı ve muhtaç olmadığını teslim etmek gerekir. anti-pkk tezahüratın hem yayılma potansiyeline hem de 'çok amaçlı kullanımına' ilişkin, tanık olduğumuz bir örnek aktaralım: 1992-93 sezonunun ilk haftasında ankara'da gençlerbirliği ile galatasaray arasında oynanan maç öncesinde, tribünlerde kahhar ekseriyeti oluşturan galatasaray taraftarlarıyla başedemeyeceğini anlayan "bir avuç" gençlerbirliği taraftarı, ustaca bir manevrayla "türkiye! türkiye!" ve "aboneyiz abone, pkk'yı s**meye" sloganlarını atmaya başlar. bu, belki 'samimi' bir "milli refleks" olduğu kadar, tribüne hakim olan rakip takım taraftar kitlesini zayıf bir noktadan vurmaya dönük bir girişimdir de. nitekim, bazı galatasaraylıların sloganlara katılması ve sonunda "hep beraber" istiklâl marşı'nın okunmasıyla girişim başarıya ulaşır. stadyum-içi biz-onlar ayrımı, yerini kısa bir süre için de olsa, stadyum ile bekaa arasındaki bir biz-onlar ayrımına bırakmıştır...
canım kızım 9 ay 5 günlük dünyalı olmuştu ve ilk defa denize bu macın oynandıgı gün girmişti. ailece kilyos pilajına gitmiştik kızım daha bir yaşına bile girmemişti onu denize soktum ve kuma yatırdım kara kızım güneşte yanmıştı ve cok yakışmıştı kızıma. hem canım kızımı seviyordum hem de arabanın radyosundan macı dinliyordum.
ankarada oynanan genclerbirligi-galatasaray macı aynı zamanda ligin ilk hafta macı idi ve okan burak'un cok güzel futbol oynadıgını radyoda macı anlatan sipiker tekrarlayıp duruyordu.
mac 3-0 olmuştu ve kızıma cim bom bom diye tezaharut yapıyordum oda meraklı gözlerle beni izliyordu.
akşam olup eve dönerken kızım kucagımızda uyumuştu ve kardeşim abi hadi lunaparkada gidelim demişti cocuk uydu şimdi dediysem de kimseye dinletememiştim ve luna parka da ugramıştık. gondol denen o canavara ilk ve son defa ogün binmiştim o günkü korkumla birlikte bir daha luna park denen yerde hic bir aygıta binmedim cok korkmuştum.
her zaman cok cesaretli olan ben artık her şeyden korkar olmuştum oysaki önceleri böyle degildim cok cesaretliydim ve gözüm cok kar idi fakat cocugum dünyaya geldikten sonra her şeyden cekinir ve korkar olmuştum...e artık babaydım.