ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
ulvi defanstaki ev sahibi
çok katlı çok dairdi, yukarıya kalkık gururu yüzünden adı gökdelene çıkmış bir apartman düşününüz...
apartmanın yüzlerce sakini vardır. gürültüsü ile görgü kurallarına açıp kapadığı kişiliği ile, asansörü kullanma zarafeti ve kapıcıya yolladığı alfabedeki harfleri ile, her gün her saat herkesi görürsünüz.
birisi müstesna ve istisna...
onu hiç göremezsiniz. ama göremediğiniz o kişi, her gün her saat gördüğünüz kişilerin "ortak yaşam" adına bir çuval apatmanı berbat etmesinin yanında tek bir problemi peşinden sürüklemez, ne kadar ödeme sorumluluğu varsa, ne denli tek insanın çok insana karşı münasebet inceliği varsa, hepsini gününde ve davranış disiplininde öder.
yaşayan gibi görünen yığınların yanında, esas yaşayan o herkesin yaşamayan dedikleri adamdır işte...
* * *
çok katlı çok daireli yukarıya kalkık gururu yüzünden adı beşiktaş gökdelenine çıkmış o apartmanda 11 yıldır ikamet eden ulvi'yi ben, o tiplemesine kısa kısa kalemler uzattığım adama benzetirim hep...
ulvi'nin futbolu bu oyunun ne kadar manzarası varsa onların kare kalabalığında görülemeyen bir görünürdür.
maç sinirlen yumuşacıktır. ulvi'nin... iki ayağı ve kafası hangi savunma müdahalelerine girerse girsin onlarda zararlı bir teferruat yerine, düz yalın ve gerçekçi bir otomasyonun işleyişini görürsünüz.
"takım" denen kolektif fikir, "fert" denen birey hırsının çok ilerisindedir; ulvi'nin... "bir defans futbolcusu topa rakibinden önce sahip olmalı, sahibi olduğu topu da, müdahale ortakları çoğalmadan ayağından çabuk çıkarmalıdır" şeklinde vücuduna doğumdan dikilmiş tanrısal savunma ilahileri yüzünden ne sahada zararlı bir takıntının rötarı kapanmaz felaketine uğrar, ne de özel hayatında futbolun dışına düşmüş bir sürü fotoğrafın hesabını vermek için adı "kamuoyu" olan bir hâkimin önünde günah terleri döker.
* * *
bu diziyi lig topunun patladığı futbolcunun ayakkabılarını çıkarıp terliklerini giydiği devre aralarında sevimlilik derecesi tartışılacak bir flört gibi koluma takıp milliyet podyumlarında dolaşmaya başladığım yıldan beri, bu yazı türünün harf itiş kakışından imrenilecek bir tablolar galerisi yapan mesut yavuz kardeşim. beşiktaşlının futboldaki vazgeçilmez disiplinini anıtlaştırmak için ulvi'yi askerleştirmiş.
tıpkı de gaulle'ün dediği gibi...
"bir gün bu kurşun tarrakası biter. bu barut kokuları ile birlikte bu gri barut sisi kalkar. şarapnel parçaları barış için biri-birleri ile yapışır. havanlann, obüslerin, roketlerin içlerini boşaltarak doldurdukları ölüm, bir gün yeni doğumlara demirden beşiklik eder. savaş alanı cehennem dikenlerinden arınır, bir dans pistinin konfetilerini çirkin, acımasız mazisinin üstüne asar.
ilk basımı 2004 olan islam çupi'nin "olaylar, sağbekin lahana dolmasını yemesiyle başladı" kitabından;
mehmet, büyümüş küçüklük
mehmet özdilek'e gözlerinizi mecburcu edip dikkatli batığınızda o vücudunun total hayatiyetinde, 40 yıl önce yaşamış istanbul semt arsalarının bütün yaramazlık ve beceri ışıklarını görürsünüz.
40 yıl önce istanbul'da yaşamış semt arsalarının topraklı yeşilli zemininde ayaklannı ve sevgisini futbol topunun yuvarlanmış notalarının üstünde açan çocuk, şayet futbola ana rahminden bir hisar buselik kondurmuşsa, o doğa konservatuarında tıpkı suna kan, idil biret gibi virtüözleşir ve yürüdüğü bacaklannı sarsıcı maç konserleri için keman ya da piyanosu nu sihirli bir araç olarak kullanırdı.
o ölmüş istanbul semi arsalarının, o betonlarla hissiz bir apartman dinozoru haline getirilmiş istanbul semt arsalarının, 40 yıllık mazisinde kendini saklamış bir çocuk olarak futbolumuzun ve beşiktaş'ın kıyılarına vurmuştur mehmet...
* * *
kahramanmaraş'ın sarı topraklı sarı sıcaklı iklim eziyetinden istanbul'un termometresi cennet olan bir keyifli dünyasına oturuveıen mehmet, önceleri herkesin transfer çetelesinde sıradan bir taşralı göçün sessiz deplasmanı idi.
futbola hiç yukarıdan bakmayan ufak boyu ile, ayaklarına giydiği vakit topun dev kunduraların patik olduğu adale cûrmü ile büyük sahaya çıktığında kendisi artı gölgesinin bile bir hacim yapmadığı yerçekimi olmayan adam unvanı ile, mehmet'in beşiktaş'ın tarihsel ağırlığında bir minik taşıyıcı bile olamayacağını düşünenler çoğunlukta idi.
bir devler kervanına bir kertenkelenin liderlik edeceğine, kılavuzluk yapacağına dair, dünya tarihinde kalın yapraklara düşen hiçbir uzun yürüyüşün ya da mantıklı göçün hikâyesi yoktu, çünkü...
siz oyuncak pilli bir otomobilin hiç, bir jumbo jeti uçak pistinin bir başından bir sonuna kadar çektiğini hiç gördünüz mü?..
beşiktaş tavlasında başlangıçta kendisi ile ilgili çok "gele" atışları yapılmış mehmet o büyük takıma girer girmez, harikalar sirkinin o güne kadar hiç tanınmamış akrobatı gibi futbolun kaybolmuş marifetlerini bir bir sıralamaya başladı.
futbola rakibinden çok önce hareket yatırımı yapan bir beyne sahipti, mehmet...
vücudunu sinirsiz, kıkırdaksız, kemiksiz bir yumuşaklıkta dilediği yerde, istediği biçimde çeviriyor, topu hangi canlı bölgesine alırsa alsın fubolun en zor çizgileri olan "kontrol-stop-dripling-uzak yakın tesirli pas-öldürücü şut" gibi bu oyunun en etkili ve modern silahlarını dilediği biçimde ateşliyordu.
yer hizmetlerini bu kadar uzun ve zahmetli mesailere yazdıran mehmet, marifet potpurisini bu denli cılız notalara bırakmıyor, arada sırada "istikbal göklerdedir" deyip o küçük boyu ile havalanıp rakiplerine fotoğrafları unutulmayacak kafa golleri de atıyor.
40 yıl önce istanbul'da yaşayan semt arsalan artık futbolumuza büyük kahramanlar getirmiyor. tıpkı 40 sene önce şehzadebaşı'ndaki turan sineması'nda oynayan tarzan filmleri gibi...
tarzan her gün, her seans "brooklyne" köprüsü'nden balıklama atmayıp sulara karıştığında seyirciden çılgın alkışlar alırdı.
bugün ise istanbul'un boğaz köprüsü'nden atlayan zayıf ve beceriksiz yaşamaların bırakın alkış sesleri, cesetleri bile bulunamıyor.