“o” gün, 15 nisan 1989’du; nottingham forest ve liverpool, fa cup yarı finali için, hillsborough stadı’nda kozlarını paylaşıyordu. hakem maçın son düdüğünü çaldığında, ortada, ne galip ne mağlup vardı; beraberlik dahi olmamıştı. zira maç, sadece altı dakika oynandı. maça dair akılda kalan tek şey, 96 ölü ve yüzlerce yaralıydı; maç öncesi ve sırasında çıkan olayların faturasıydı bu. ve ölenlerin hepsi, liverpool taraftarıydı...
takvimler, 15 nisan 1989’u gösteriyordu. o gün, o stadyumda, nottingham forest ve liverpool arasında, fa cup yarı fi nali oynanıyordu. heyecan doruktaydı, maçın sonucu merakla bekleniyordu; ancak, kimse maçın bir faciaya dönüşeceğini tahmin edemezdi. maç, henüz başında durduruldu. stadyumun içinden ve dışından çığlıklar yükseliyordu.
biletsiz girmeye çalışan taraftarların yarattığı izdiham ve güvenlik görevlilerin aldığı yanlış kararlar sonucunda, etraf kan gölüne dönmüştü. olaylar sırasında, tam 96 liverpool taraftarı öldü, çok sayıda taraftar da yaralandı. hillsborough’daki olayların gelişimi ve suçluların kimler olduğu hakkında, 21 yıldır, resmî bir açıklama yapılmıyor. daha da ötesi, devletin, olaylarla ilgili soruşturma detaylarına 30 yıl gizlilik hükmü koyduğu belirtiliyor. bugünlerde, medyada, bu gizlilik hükmünün 10 yıl erken bozulacağı iddia ediliyor; bu iddiayı, bir süre önce, içişleri eski bakanı jacqui smith de doğruladı. bakalım, o kahredici güne dair hangi gerçekler su yüzüne çıkacak? şimdi, gerçeklerle yüzleşene kadar, hillsborough’da yaşananları tekrar hatırlayalım ve olayların az bilinen detayları üzerinde duralım.
sıkıcı, gri ve karanlık bir cumartesi günüydü. günün tek heyecan verici şeyi; sheffi eld united’ın stadı hillsborough’daki, nottingham forest ve liverpool arasında oynanacak fa cup yarı fi nal maçıydı. maç öncesinde; iki takımın taraftarları, radyo ve televizyonlardan, biletsiz olarak stadyum çevresine gelmemeleri konusunda uyarılmıştı. ancak, onlar taraftardı; biletli ya da biletsiz, kilometrelerce yolu tepip bir gece öncesinden sheffi eld’a gelmişlerdi. 15 nisan 1989 günü, hillsborough çevresinde iki takım taraftarlarının çıkardığı ufak tefek kavgalar ve atışmalarla başladı.
olaylar büyünce, polis, iki taraf arasına barikatlar kurarak taraftarları ayırdı. stadyumda, nothinghamlılar için 21 bin; onlardan daha fazla olacakları tahmin edilen liverpool taraftarları içinse 14 bin 600 kişilik yer ayrılmıştı. ellerdeki biralar bittikçe, heyecan artıyordu. liverpoollular, hillsborough’nun kale arkası olan ve “leppings lane end” olarak adlandırılan bölümde oturacaktı...
saat 15.00’da başlayacak maç öncesi keyifl er yerindeydi. stadyum çevresinde yapılan anonslarda, bileti olmayanların içeri sokulmayacağı söyleniyor; bileti olanların ise, maçtan 15 dakika önce giriş kapılarının önüne gelmesi isteniyordu. saat 14.30 sularında, kapı önündeki yığılmalar artmış, herkes bir an önce içeri girebilmek için önündekileri sıkıştırmaya başlamıştı. ön tarafta bulunan ve içeri girmelerine izin verilmeyen taraftarlar, arkadaki kalabalık yüzünden, bölgenin dışına çıkamıyordu.
bu sırada, polis, içeri girmeye çalışan bir taraftarı durdurmak için a kapısını açtı. polisin müdahalesi sırasında, ufak bir grup, açık kapıya yöneldi; kısa sürede, kapı önü ve turnikelerde, yaklaşık 5.000 kişilik bir kalabalık toplanmıştı. maç başladığında, statta yapılan tezahüratlar, dışarıdaki taraftarların adrenalinin daha da artmasına ve içeri girmek için saldırganlaşmasına neden oldu. yığılma yüzünden, insanlar ezilmeye başlamıştı; polis, çareyi daha sağda bulunan c kapısını açmakta buldu. işte, sonun başlangıcı, bu kapının açılmasıyla gerçekleşti. içeri girmek için birbirinin üstüne çıkan taraftarlar, tribünlere ulaşmak isterken, dar bir tünelde sıkışıp kaldı. arkadan gelenlerin yaptığı baskı, tribündekileri de sıkıştırmaya başladı. ayrıca, tünelin içinde kaçmaya çalışanlar, tribünün önünde bulunanların demir parmaklıklara sıkışmasına neden oluyordu. ortalık, âdeta can pazarına dönmüştü; polis hiçbir şey yapmadan duruyordu. bazı liverpoollu taraftarlar, canlarını kurtarmaları için, nottingham taraftarlarından yardım istedi. nitekim nottingham taraftarları, yardım isteyenlerin bir kısmını, tel örgülerin üzerinden kendi yanlarına alarak kurtardı. taraftarların bir kısmı, tellere tırmanıp stadyum dışındaki yola çıkarak; bir kısmı da demir parmaklıkların bir bölümünü kırıp sahaya inerek hayatını kurtardı. hakem ray lewis, maçın altıncı dakikasında, düdüğünü çaldı. şaşkına dönen polis, tel örgülerin kapılarını, onca olayın ardından açmayı akıl etti. zira daha önce, “kapıları açın.” diyerek yalvaran insanlara, polis, copla vurarak ve yumruk atarak karşılık vermişti.
sahanın içinde inanılmaz görüntüler vardı. bir tarafta; ağlayanlar, çığlık atanlar, şoka girenler, kırılmış kol ve bacaklarıyla hareket etmeye çalışanlar; diğer tarafta ise, yaralılara kalp masajı ve suni teneffüs yapmak için çaba harcayanlar… inanılmaz bir trajediydi. maç heyecanı, yerini büyük bir faciaya bırakmıştı. maç tatil edildi. sahada birçok ölü ve yaralı bulunuyordu; acilen, stadyuma, çok sayıda ambulansın sevk edilmesi gerekiyordu.
hillsborough stadı’na, tam 44 ambulans geldi; fakat polis, bekleyen onca yaralıya rağmen, sadece bir ambulansı içeri aldı. ortalık sakinleştiğinde, facianın bilançosu belli oldu: hepsi liverpool taraftarı, 94 kişi hillsborough stadı’nda hayatını kaybetmişti. tam 766 yaralı vardı; 300 kişi hastaneye kaldırılmıştı. olaylar sırasında kameralara konuşan bir taraftar, polisleri suçlayarak şöyle diyordu: “biletli ya da biletsiz, herkesi stada aldılar. sadece kapıları açtılar ve herkesi içeri aldılar...” hillsborough faciası olarak anılan olaydan dört gün sonra, 14 yaşındaki lee nicol, yoğun bakımda hayatını kaybetti; dört yıl sonra ise, 22 yaşındaki tony bland’in, yaşam destek ünitesinin fi şi çekildi. bu iki kişiyle birlikte, hayatını kaybedenlerin sayısı 96’ya çıktı.
liverpoollu’lar için asıl acı olay, ertesi sabah gazeteleri ellerine aldıklarında yaşandı. ünlü bulvar gazetesi the sun’ı okuyanlar, şaşkınlıktan küçük dilini yutmuş gibiydi. the sun’ın manşetinde, “the truth (gerçek)” başlıklı bir yazı vardı ve olaylar, büyük spotlarla, şöyle özetleniyordu: “bazı taraftarlar, ölenlerin paralarını ve değerli eşyalarını çaldı.”, “bazı taraftarlar, ölen kişilere yardım etmek isteyen polislerin üzerine işedi.”, “bazı taraftarlar yaralılara müdahale edenlere dayak attı.”
kelvin mackenzie imzalı yazıda, liverpoollu taraftarlar inanılmaz bir şekilde suçlanıyordu. bu durum karşısında, başını liverpool’un ünlü kop tribünündeki taraftarların çektiği protestocular; adını the sun’ın manşetinden alan, “the truth” kampanyasını başlattı. “the sun satın alma” ve “96 kişi için adalet”, kampanyanın sloganlarıydı. kop’a en büyük destek, dönemin ingiltere taraftar dernekleri başkanı rogan taylor’dan geldi. taylor, “insanları ölen kardeşlerini soymakla suçlayarak çamur atan zihniyet, asla affedilemez.” diyerek, tepkisini dile getirdi. yaşananların ardından, liverpool’daki gazete bayileri the sun satmayı reddetti; sokaklarda, the sun kopyaları yakıldı. gazetenin şehirde 200 bin olan tirajı, bir anda 12 bine düştü.
olay sonrası yapılan araştırmalarda, the sun’ın yazdıklarının yanlış olduğu anlaşıldı. hatta birçok taraftarın, sağlık görevlilerinden önce yaralılara yardımda bulunduğu ortaya çıktı. bu boykot sonrasında, gazete yaklaşık 55 milyon paunt zarar etti. boykotun ardından, kelvin mackenzie, liverpool’un o dönemdeki menajeri kenny dalglish‘i aradı ve “durumu nasıl düzeltebilirim?” diye sordu. dalglish, “tek yapman gereken; ‘the truth’ başlığı altında yazdıklarını, aynı puntolarla ‘we lied (yalan söyledik)’ olarak tekrardan kaleme almak.” mackenzie, “yapamam.” diye cevap verince; dalglish, “o zaman sana yardımcı olamam.” dedi ve telefonu kapattı.
yıllar sonra, 2007 yılında, the sun‘dan iş arkadaşı olan roy greenslade, mackenzie‘nin neden içten bir özür dilemediğini şöyle açıkladı: “aşırı milliyetçiydi; bu yüzden, demokrat tavırdaki liverpoollu’lardan nefret ederdi.” mackenzie, bu olayın ardından, uzun süre the sun’ı yönetti. sonra daily mirror’un başına geçti; radyoda programlar yaptı ve bbc’de çalıştı. hâlâ ingiliz basınının önemli isimlerinden biri. the sun aleyhine ikinci dalgayı tetikleyen isim wayne rooney oldu. aslen liverpoollu olan eski evertonlu oyuncunun; hillsborough faciası ile ilgili hatırladıklarını the sun’a satması, büyük tepki gördü. oysa rooney, facia sırasında sadece dört yaşındaydı; hatırladıkları ve bildikleri, daha çok büyüklerinden duyduklarıyla sınırlıydı. örneğin; wayne rooney’in babasının arkadaşı stevie gay, gazetenin gerçekleri çarpıtmasını hâlâ hazmedemediğini belirterek; “olay sırasında hillsborough’daydım. taraftarların, kurbanları kurtarma çabalarını gördüm; yaralıları korkuluklara getiriyor, oradan da sahaya indiriyorlardı. the sun, ölüleri soyduğumuzu yazdı. bunların hepsi yalan. eğer ceplere bakıldıysa, bu sadece kimlik tespiti için olabilir.” şeklinde konuşuyordu. liverpool taraftarlarına destek veren, bu ve benzeri açıklamalar, rooney’in gazeteye sattığı anılarında yer alıyordu; ama the sun, liverpoollu’lar tarafından aforoz edilmişti bir kere. genç futbolcunun bu hareketi, ne olursa olsun, kabul görmedi. rogan taylor ise, rooney’e destek vererek; “liverpool halkı yumuşak değildir. yahudiler, lehler, siyahiler gibi haksızlığa uğrayan bir kesimdir. kim olduğumuzu ve düşmanlarımızın kimler olduğunu biliriz. liverpool, ingiltere’nin polonya’sıdır. birilerini, ölü insanları soymakla suçlamak gerçekten affedilmez bir şey.” şeklinde konuştu. kelvin mackenzie özür dilemedi ama çok para kaybettiğini gören gazetenin sahibi rupert murdoch; rooney olayını da kullanıp, the sun’ın liverpool halkından özür dilemesini sağladı. faciadan 15 yıl sonra, 7 temmuz 2004’te, the sun; “bir milletvekili ve polis amirinin sözünden yola çıkarak bunları yazmıştık ama hepsi yanlışmış. o kara günlerdeki dikkatsizliğimiz ve düşüncesizliğimiz, kurbanların aileleri için hayatı daha da zorlaştırdı. bu büyük hatamızdan dolayı kurbanların ailelerinden, arkadaşlarından ve tüm liverpool kentinden özür diliyoruz.” diyerek, tam sayfa yayımladıkları bir yazıyla liverpool taraftarlarından özür diledi.
taraftarların 1989 yılında açtığı davadan bir şey çıkmadı. faciayla ilgili kimse suçlanmadı; kısacası, ölen öldüğüyle kaldı. ancak, faciayı soruşturan savcı lord peter taylor’un hazırladığı ilk raporda, felakete sebep olan etkenlerin; polisin görevini doğru şekilde yerine getirmemesi, turnikesi bulunmayan kapıların açılması, içeri giren taraftarların boş olan kısımlara yönlendirilmemesi olduğu yazıldı.
ikinci rapor ise, yeni facialar yaşanmaması için statlara yapılacak düzenlemeyle ilgiliydi. bu ikinci rapor sonrasında, ingiltere’deki stadyumlarda; tel örgüler kaldırıldı, tribünlerde koltuk zorunlu hâle getirildi, giriş ve çıkış kapılarının sayısı arttırıldı ve güvenlikle ilgili her tür önlem en üst seviyeye yükseltildi.
facianın ardından, anfi eld road’a, 96 kurbanın adlarının yazıldığı bir anıt yapıldı. her yıl 15 nisan günü, ölenler için, liverpool’da saygı duruşu düzenleniyor ve büyük bir anma töreni organize ediliyor. 15 nisan, liverpool için o kadar önemli ki; kulüp, 21 yıldır, 15 nisan’da hiç maç yapmadı. ancak geçen yıl, şampiyonlar ligi’nde oynayacakları real madrid maçları 15 nisan’a denk gelince; uefa’ya başvurarak, maçı başka bir tarihe aldırmak istediler. uefa başkanı michel platini ise, halkın baskısını daha fazla görmezden gelemeyip; ‘’liverpool’un, hillsborough faciasının 20. yıldönümüne denk gelen avrupa şampiyonlar ligi çeyrek fi nal rövanş maçını, o tarihte yapmak istememesini anlayışla karşılıyoruz.” şeklinde bir açıklama yaptı ve maçın 14 nisan’da oynanmasını kararlaştırdıklarını belirtti.
1989 yılında görülen davadan, bir şey çıkmadığını belirtmiştik. zira bu davada, güney yorkshire polisinin elinde bulunan belgelere, 30 yıl gizlilik hükmü konulmuştu. lord taylor’un raporu da, tespit yapmaktan öteye geçmedi. cesaret kırıcı bütün bu yaşananlara karşılık; şehirde oluşturulan destek grupları, o gün yaşananları, hep gündemde tuttu. 2000 yılında, olaylarda sorumluluğu bulunduğu ortaya çıkan iki polis şefi , özel bir mahkemede yargılandı.
faciada ölenlerin ailelerinin oluşturduğu destek grubunun açtığı bu dava, altı hafta sürdü. grubun başkanı kevin robinson, “polis şefleri ceza alsalar bile, cezaevinde yatmayabilir; adalet yerine gelene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.” diyerek, taraftarların ve ailelerin kararlılığını ortaya koydu. mahkeme, polis şefleri david duckenfi eld ve bernard murray’ı suçsuz buldu. buna rağmen, destek grupları, kendi davalarından hiç vazgeçmedi. ailelerin ve kurulan derneklerin yaptığı baskı, nihayet geçtiğimiz günlerde karşılık buldu. baskılara daha fazla dayanamayan ingiltere içişleri bakanı jacqui smith; 96 liverpool taraftarının ölümüyle ilgili soruşturmanın detaylarını içeren ve üzerinde 30 yıl gizlilik hükmü bulunan devlet arşivi belgelerini, 10 yıl erken açıklamaya hazırlandıklarını duyurdu. bu güzel haber sonrasında; liverpool halkı şimdilerde, sorumluların ortaya çıkmasıyla acılarının bir nebze de olsa azalacağı ve hayatını kaybedenlerin ruhlarının huzur bulacağı bu yeni soruşturmayı dört gözle bekliyor.
ölen 96 kişinin isimleri şunlardır (isimler alfabetik sırasıyladır);
adam edward spearritt (14), alan johnston (29), alan mcglone (28), andrew mark brookes (26), anthony peter kelly (29), arthur horrocks (41), barry glover (27), barry sidney bennett (26), brian christopher mathews (38), carl brown (18), carl darren hewitt (17), carl david lewis (18), carl william rimmer (21), christine anne jones (27), christopher barry devonside (18), christopher edwards (29), christopher james traynor (26), colin andrew hugh william sefton (23), colin mark ashcroft (19), colin wafer (19), david george rimmer (38), david hawley (39), david john benson (22), david leonard thomas (23), david steven brown (25), david william birtle (22), david william mather (19), derrick george godwin (24), eric george hughes (42), eric hankin (33), francis joseph mcallister (27), gary christopher church (19), gary collins (22), gary harrison (27), gary philip jones (18), gerard bernard patrick baron (67), gordon rodney horn (20), graham john roberts (24), graham john wright (17), henry charles rogers (17), henry thomas burke (47), ıan david whelan (19), ıan thomas glover (20), ınger shah (38), james gary aspinall (18), james philip delaney (19), james robert hennessy (29), john alfred anderson (62), john mcbrien (18), jonathon owens (18), jon-paul gilhooley (10), joseph clark (29), joseph daniel mccarthy (21), keith mcgrath (17), kester roger marcus ball (16), kevin daniel williams (15), kevin tyrrell (15), lee nicol (14), marion hazel mccabe (21), martin kenneth wild (29), martin kevin traynor (16), michael david kelly (38), nicholas michael hewitt (16), nicholas peter joynes (27), patrik john thompson (35), paul anthony hewitson (26), paul brian murray (14), paul clark (18), paul david brady (21), paul william carlile (19), paula ann smith (26), peter andrew burkett (24), peter andrew harrison (15), peter francis tootle (21), peter mcdonnell (21), peter reuben thompson (30), philip hammond (14), philip john steele (15), raymond thomas chapman (50), richard jones (25), roy harry hamilton (34), sarah louise hicks (19), simon bell (17), stephen francis harrison (31), stephen francis o'neill (17), stephen paul copoc (20), steven joseph robinson (17), stuart paul william thompson (17), thomas anthony howard (14), thomas howard (39), thomas steven fox (21), tony bland (22), tracey elizabeth cox (23), victoria jane hicks (15), vincent michael fitzsimmons (34), william roy pemberton (23)
not: isimlerin yanındaki parantez içindeki sayılar o kişilerin yaşlarını göstermektedir.
hillsborough’da hayatını kaybeden 96 liverpool taraftarının aileleri, trajedinin ardından ilk kez olayla ilgili belgeleri görme şansına erişecek.hillsborough’da hayatını kaybeden 96 liverpool taraftarının aileleri, trajedinin ardından ilk kez olayla ilgili belgeleri görme şansına erişecek. 400 bin sayfalık rapor bu sabah itibariyle açıklandı.
15 nisan 1989’da sheffield’da liverpool ile nottingham forest arasında oynanan federasyon kupası yarı finalinde hayatını kaybeden 96 kişinin ölümüne ilişkin raporlar daha önce hiç yayınlanmamıştı. içerisinde devlet, polis, ilk yardım servisleri, sheffield şehir konseyi ve güney yorkshire yargıcını içeren belgeler olaydan 23 yıl sonra ilk kez yayında olacak.
hillsborough’da yaşamını yitiren 96 kişiye dair aileler, 400,000 sayfadan fazla olan raporu ilk görme hakkına erişecek. ardından başbakan david cameron tarafından avam kamarası’na sunulacak olan raporlar, en son olarak hükümet websitesine yüklenip halka açılacak.
eurosport'un haberine göre; hillsborough aileleri destek grubu’nun başkanı margeret aspinall konuyla ilgili, “bu bizim 23 yıldır savaştığımız şey. gerçeği bilmeden yas tutamazsınız ve bir yerde yalan varsa adaletin yerini bulması imkansızdır” ifadelerini kullandı.
hillsborough’ta yaşananlar sonrasında daha önce, lord justice taylor 1990 yılında bir rapor yayınlamış ve olayın ‘polislerin ihmalkârlığı’ nedeniyle gerçekleştiğini belirtmişti. ancak bu rapor sonrasında kraliyet savcılığı, dava açmak için yeterli kanıt görmemiş ve delil yetersizliğine kanaat getirmişti. ölen kişilerin aileleri 20 yılı aşkın süredir hâlâ, trajedinin güney yorkshire polisi’nin hatası olduğunu düşünüyor.
1989 yılında nottingham forest liverpool hillsborough stadında oynanan fa cup yarı final maçının ilk yarısının 6. dakikasında çıkan olaylarda 96 liverpool taraftarı hayatını kaybeder. bu olaydan birkaç gün sonra real madrid ile ac milan arasında oynanan avrupa kupası yarı final maçının 6. dakikasında maç hillsborough’da ölenler için 1 dakikalık sessizik için durdurulur. sessizliğin 20. saniyesinde tüm ac milan taraftarları you’ll never walk alone’ı söylemeye başlar.
15 nisan 1989... liverpool ile nottingham forest arasında fa cup yarı final maçı oynanacak... yer sheffield-hillsborough stadı... stat tıklım tıklım dolu...
stadın dışında neredeyse bir tribün dolusu taraftar dışarıda... aslında bunun nedenide o yılların efsane takımı liverpool taraftarlarına 14.600 bilet, nottingham taraftarlarına ise 21.000 bilet ayrılmasıydı... bütün gün basın organlarından biletsiz taraftarların stada gelmemesi için uyarılar yapılıyordu. ve maçın başlamasına son 30 dakika kalmıştı... biletsiz taraftarlar stada akın etmiş, tribünün kapısında içeriye girmeyi bekliyor, kapılara, tellere tırmanıyorlardı... maça 10 dakika kaldığında içeri girmek için baskı artmış ve şarkılar söylenmeye başlamıştı... yetkililer dışarıda kalan liverpool taraftarlarına hoş gözükmek için kapıları açıyor ve işte olan o zaman oluyor...
maç başlamış ve dakikalar 6'yı gösteriyordu... hakem bir anda ne olduğunu anlayamadı ve kale arkasındaki tribünün tellerine doğru yürümeye başladı... o anda herşey koptu ve artık tellere tırmanan taraftarlar bile saha içine düşmeye başlamıştı. maç 6. dakikada durmuştu...
bir çok taraftarın bir anda tribüne girmesi sonrası içeride bulunan bir çok kişinin izdiham sonrası yaralanmasına ve hatta ölmesine neden oluyorlardı... bilanço 96 ölü 766 yaralıydı...
ertesi gün çıkan the sun gazetesinde ise olaylar daha bir dramatize edilmişti... ölen insanların cüzdanlarının çalındığı, polisin tribüne girmesine ve yardım etmesine bazı sarhoş liverpool taraftarlarının engel olduğu yazılmıştı... the sun çok büyük bir gazeteydi o zamanlarda da... liverpool'da 200 bin tiraja sahip olan gazete artık liverpool'da sadece 10 bin adet satılıyordu... habere duyulan öfke ve insanların tepkileri açık açık görülüyordu...
liverpool taraftarları bu faciayı asla unutmadı... üstelik ölen 96 taraftarın içinde en dokunaklısıda en küçük yaştaki taraftardı... 10 yaşındaki jon-paul gilhooley de bu faciada vefat etmişti ve o şuan liverpool takımının kaptanı gerard'ın kuzeniydi...
liverpool, bu faciadan sonra ki sene ligde şampiyon olmuş fakat o gün bugündür ligde şampiyon olamıyor.
aslında bu facia bir milat oldu ingiliz futbolu için ve o günden sonra statlarda ki tel örgüler kalktı, statlara ayakta taraftar alınmamaya başlandı. yetkililerin neden o facia sırasında statın sahaya açılan kapılarını açmadıkları ve o insanların hayatlarını kurtarmadıkları hala kocaman bir soru işareti...
başka bir küçük ayrıntı ise faciada ölenlerin anısına hillsborough'da ki stadın kapısında "you'll never walk alone" (asla yalnız yürümeyeceksiniz) yazıyor...
tarih 15 nisan 1989... milan ve real madrid şampiyon kulüpler kupasında yarı final mücadelesi verecekler... hakem maçı 6. dakikada durdurup saygı duruşu yapacağını bildirmişti... ve futbol kardeşliği, tribün kardeşliği orada ortaya çıkmıştı... saygı duruşunun bitmesini beklemeyen milan taraftarları hep bir ağızdan "you'll never walk alone" (asla yalnız yürümeyeceksiniz) diye bağırmaya ve marşın tamamını hep bir ağızdan söylemeye başlamış statta göz yaşı sel olup akmaya başlamıştı...
cem can'ın "fair play yemin istemez: fan-etik yazıları" kitabından;
hillsborough'dan denizli'ye
neredeyse tam 14 yıl önce, 15 nisan 1989'da liverpool ile nottingham forest federasyon kupası yarı finali için sheffield wednesday'in sahası hillsborough stadyumunda parlak bir bahar güneşinin neşelendirdiği bir atmosferde karşı karşıya geliyorlardı...
futbol şiddetinin tırmanmaya başlamasından sonra ingiltere'de önlem arayışları da başlamış, ilk yasalar çıkartılmıştı ancak "stadyuma biletsiz ve alkollü hiçbir seyircinin sokulmaması" gibi iki temel standardı sıkı sıkıya yerine getirmekten ibaret olan güvenlik anlayışının yetersizliği bu maçta ortaya çıkacaktı...
hiilsborough'nun tribünleri iki takım taraftarları arasında paylaştırılmıştı ne var ki nottingham forest taraftarları tribünleri 60 kapıdan geçerek doldururken 24 bin liverpool taraftarına ise 5-6 giriş ayrılmıştı. liverpoollular kapıyı zorlamaya başlamış, gittikçe tehlikeli hale gelen izdihamı hafifletmek isteyen polis sorumlusu çıkış kapılarından birini açtırmıştı: plansız, anlık çözümlere dayanan kriz yönetimi, felaketin bir parçası haline geliyordu. tribünlerden biri hala yarı yarıya boş olduğu halde, liverpool taraftarları tek bir tribüne yönlendirilmişti. başlama düdüğüne az bir zaman kala içeriye giren 2000 liverpoollu ile felaket kaçınılmaz hale gelmişti, tribün patlayacaktı...
maçın 6. dakikasında peter beardsley'nin kalenin üstünden auta giden şutu maçın son hareketi oldu. lepping lane end tribünlerindeki liverpool taraftarları birbirini eziyor, sahaya açılması gereken kapılar açılmadığı için can havliyle sahayı sınırlayan engelleri aşmaya çalışıyorlardı. hakem maçı durdurdu...
ilk yardım ekipleri bütün güçleriyle yaralılara yardım etmeye çalışıyorlardı ama tribündeki garip karışıklığın aslında nasıl bir felakete yol açtığı en kritik dakikalar harcandıktan sonra anlaşılmaya başlanacaktı. 10-20 yaşları arasında olan 38, 20-30 yaşlan arasında 40, (biri beyin hasarı nedeniyle tedavi gördüğü hastanede yaşamını 4 yıl sonra yitiren) toplam 96 ölüm, 600 den fazla yaralı...
artık futbol da stadyumlar da eskisi gibi olamazdı.
yüksek yargıç lord taylor'dan bir rapor hazırlaması istendi. tay lor'un 1989 ağustosunda sunduğu ve 43 pratik öneriden oluşan geçici raporunun ana maddeleri şunlardı:
- bütün tribünlerin kapasitelerinin gözden geçirilmesiyle bütün stadyumların kapasitelerinin hemen % 15 azaltılması,
- kalabalık yoğunluğunun özel olarak eğitilmiş polis ve stewardlar tarafından izlenmesi,
- bariyerlerde sahaya açılan kapıların sayısı, konumu ve açılabilir iiği,
- bütün stadyumlar için uygulanacak bir güvenlik sertifikası uygulaması,
- bütün stadyumlarda yeni bir acil durum-ilk yardım anlayışı,
- yerel olarak oluşturulacak güvenlik danışma grupları.
lord taylor, geçici raporunun ardından araştırma kapsamını genişleterek "futbol lidertiği", "stadyumların eskiliği ve fiziki yetersizliği"* "futbolcu davranışları", "futbol yönetimleriyle taraflar arasındaki yetersiz iletişim", "medya'nın yaklaşımı" ve "hooliganizm" gibi konulan da inceleyerek 76 maddeden oluşan final raporunu yazdı.
bu rapordan sonra bütün liglerdeki stadyumlar yüzyılın sonuna kadar koltuklu hale getirildi. stadyum inşası ve güvenliği konusunda titizlikle çalışacak olan "futbol tasarımı danışma konseyi" oluşturuldu. yüksekliği 2.20'yi geçen ve üzerinde mızrak gibi sivri demirler bulunan bariyer kalmadı, bilet simsarlığı suç kapsamına alındı, stadyum içindeki çeşitli saldırgan davranışlara karşı yasa maddeleri çıkartıldı, hooliganizm ile mücadele için elektronik gereçler üretildi.
uefa güvenlik standartları da taylor raporu göz önüne alınarak saptandı.
15 nisan 89'daki hillsborough felaketinden 14 yıl sonra 16 nisan'da tel örgüleri hiçbir veriye ve plana dayanmadan, riskleri futbolcuya, hakeme, antrenöre yükleyerek ve zamanın bakanına şan olsun diye kaldırılan denizli stadı'nda milli takım ve fenerbahçe kalecisi düşük yoğunluklu bir saldırıya uğradı: saldırgan girmesi yasaklanan stada girdi, kimse saldırganın nasıl saldırgan lastiğini izlemedi, saldırgan sahaya da girdi, kafası çok bozuktu ama saldırmaya niyetli değildi bereket, sahanın diğer yanından çıktı: bir kızgın adam, güvenlik sisteminin ne kadar yetersiz olduğunu gösterdi.
"denizli yaklaşımı hiçbir yönüyle bir güvenlik modeli değildir. bu modeli kimse açıklayamaz, bu modele dayanarak saha bariyerlerini kaldırmaya kimse cesaret edemez" demiştik.
"stadyum güvenliği sistemi, maçın salimen sona ermesi ve kitlesel ölümleri engellemek için değil, herhangi bir kişinin bir başkasına zarar vermemesi ve suçu işleyenlerin bireysel olarak tanımlanıp etkisiz hale getirilmesi doğrultusunda yapılandırılır" demiştik" n
bakalım bu kez anlayabilecek misiniz? hillsborough orada, denizli stadı burada.
hillsborough: tarihi bir hesaplaşma tanıl bora 18/09/2012 radikal.com.tr
ingiliz hükümeti hillsborough faciasında ölenlerin yakınlarından özür diledi. 23 yıl sonra, thatcher ideolojisiyle hesaplaşma zamanı
vakayı bilmeyen kaç kuşak yetişti, hatırlatalım. 15 nisan 1989 cumartesi, sheffield’deki hillsborough stadı’nda liverpool-nottingham forest maçı öncesinde kargaşada 96 insan ölmüştü. liverpool taraftarlarının tıkıştığı bir tribün blokunda izdiham oluştu, öndeki yüksek demir parmaklıklara yığılan insanlar ezilerek can verdiler.
23 yıl sonra… 18 ay boyunca 450 bin sayfa belgeyi inceleyen bir parlamento araştırma komisyonu, bu faciadan doğrudan doğruya polisin sorumlu olduğuna karar verdi. müdahale gecikmese, kurbanların yarısı kurtarılabilirdi (41 kişi, tahliye işlemleri başlatıldığında hayattaydı). müdahale, can-ı gönülden geciktirilmişti. polis olanları, bir kayıp yakınının ifadesiyle ‘çitlerin ardındaki bir davar sürüsünü izlercesine’ seyretmişti.
komisyon raporu, yetkililerin, taraftarları (kurbanları) suçlayarak kendi vahim ihmallerini perdelediklerini ortaya koydu. önemli belgeler sumenaltı edilmiş, sefil bir medya kampanyasıyla psikolojik operasyon yürütülmüştü. polisin manipülasyonuyla, ölenlerin vandalca sağa sola saldırdıklarına, hepsinin alkollü olduğuna dair ‘haberler’ yayımlanmıştı. bulvar basınının lağımı the sun, taraftarların ölenlerin ceplerini yağmaladığını, polislerin üzerine işediğini bile yazmıştı. meclis komisyonu raporu, ölenlerin çoğunun alkolsüz veya çok az alkollü olduğunu ortaya çıkardı.
başbakan david cameron, kurbanların yakınlarından hükümet adına resmen özür diledi. onların geçen yıllar boyunca iki defa acı çektiklerini söyledi: hem sevdiklerini kaybetmenin acısı, hem kurbanların kabahatli gösterilmesinin acısı. evet, aynen öyle olmuştu.
bu hakikatle yüzleşilebilmesinin arkasında 22 yıllık bir mücadele yatıyor. hillsborough’da ölenlerin aileleri önce oraya buraya başvurup ayrı ayrı bir şeyler yapmaya çalışmışlardı, kimileri hepten boşvermişti. sonra bir araya geldiler. iki grup oluştu: hillsborough aileler dayanışma grubu ve hillsborough adalet kampanyası. peşini bırakmadılar. geçen sene, 140 bin imzalı dilekçeyle, ‘bize hakikat borcunuz var’ diyerek meclise başvurdular.
17 ekim’de, muhafazakâr parti’nin engelleme teşebbüslerine rağmen, hillsborough olayı avam kamarası’nın gündemine geldi. oturum işçi partisi liverpool milletvekili steve rotheram’ın konuşmasıyla açılacaktı. rotheram kürsüye çıkmaya hazırlanırken elleri, dudakları, sesi titriyormuş. grup başkanvekili callaghan’a “ya ağlayacak olursam?” diye sormuş. callaghan “ağlarsın steve” demiş.
steve rotheram o gün önce sesi titreyerek, sonra dikilerek, gürleşerek konuşmuş. hillsborough’da 97. kurbanın hakikat olduğunu söylemiş. the sun’ın halka kocaman bir ‘yalan söyledik’ manşeti borçlu olduğunu söylemiş. hükümetin tıpkı 1972’deki ‘kanlı pazar’dan ötürü, askerler tarafından ateş açılarak öldürülen 13 kuzey irlandalı göstericiyle ilgili özür dilendiği gibi, bu ‘kanlı cumartesi’den ötürü de özür dilemesi gerektiğini söylemiş. ‘96’ rakamını telaffuz etmenin pek kolay olduğunu söylemiş ve tek tek isimlerini okumuş 96 insanın.
parlamento işte bu konuşma üzerine, oybirliğiyle, bir bağımsız araştırma komisyonu kurulmasına karar verdi. konuşmasıyla birçok milletvekilinin başını önüne eğmesine, gözlerinin yaşarmasına yol açan bu steve rotheram, 15 nisan 1989’da hillsborough’da olanlardan biriydi! 96 kişiye mezar olan tribüne girecekti aslında. maçın başlamasına on beş dakika kala fikrini değiştirip başka bir yerden bilet almıştı. aralarında taraftar muhabbetinden ahbaplarının da olduğu insanların ölümünü kahrolarak izledi. steve rotheram ‘basit’ bir işçi, bir duvarcı ustasıydı. kendini bu işin hesabını sormaya adadı, milletvekilliğine kadar uzandı yolu.
1989’da hillsborough’la ilgili meşhur taylor raporu gerçi polisin kampanyasındaki gibi kurbanları suçlamamış ama taraftarları ‘ehlileştirmeye’ dönük radikal önlemler talep etmişti. ayakta maç izlenen tribünler tasfiye edilerek, koltuklar pahalılaştırılarak işçi sınıfının statlardan itelenmesi, futbolun paralı ve ‘nezih’ orta sınıfların müşteriliğini esas alır hale gelmesi böyle başladı. yeni sağcılığın demir leydisi thatcher, geleneksel taraftar kültürünü direnişçi işçilerle aynı sınıftan görüyor, onları ‘bozguncu, kriminal’ ve basbayağı ‘iç düşman’ sayıyordu. liverpool taraftarlarıyla 1984 direnişindeki liverpool liman ve dok işçileri zaten aynı sınıftandılar. zaten thatcher, tek kelimeyle işçi düşmanıydı.
hillsborough, futbolun endüstrileşmesi sürecinde bir dönüm noktasıydı. yeni hillsborough raporu, bu tarihle hesaplaşmanın da kapısını açıyor.
sheffield wednesday'in hillsborough stadyumu'nun "lepping lane tribünü", maç başlamış olduğu halde yine de stadyuma giriş yapamamış liverpool taraftarlarının kapıya hücum etmesine sahne olmaktaydı. kapıya hücum eden taraftarlar ezilme tehlikesi yaşayınca, duruma müdahale etme gereği duyan polis, turnikesi olmayan girişleri de açarak insanları stadyuma almaya çalıştı. hızla stada giriş yapan taraftarlar lepping lane'in tribüne açılan dar tünellerinden geçerek üst ve alt bölümlerine yığılmaya başlayınca; önceden girmiş olan ve öne doğru baskı yiyen bazı taraftarlar balkonlardan aşağı düşmeye, alt taraftakiler ise sahayı bölen kafeslere sıkışarak ezilmeye başladılar. tüm bunlar olurken arkadan gelenlerin ön taraftaki izleyicilerin yaşadıklarından haberleri yoktu, maç ise oynanmaya devam ediyordu. sıkışan bazı taraftarlar can havliyle kafeslere tırmanmaya, bazıları ise ezilmemek için zorlayarak patlattıkları bir kafesin aralığından sahaya girmeye çalışıyorlardı. insanların feryatlar içinde sahaya girmesiyle durumu anlayan hakem maçı durdurdu ve görevliler hızla yardıma koşmaya başladı. ancak, birçok taraftar için çok geç kalınmıştı. sahanın içi yere serilenler, nefes almak için çırpınanlar, yakınlarını arayanlar ve kırılan vücut organları ile kaplanmıştı. sağlık ekipleri de polis gücü de olayın kötü sonuçlarını engellemedi. olay sonucunda 94 ölü, 766 yaralı ortaya çıktı. hastaneye canlı olarak yetiştirilen bir taraftarın da dört gün sonra ölmesiyle ölü sayısı 95'e ulaştı. olaydan sonra komaya giren ve dört yıl boyunca makinelere bağlı olarak kalan başka bir taraftarın da hayatını kaybetmesiyle olay sonucu ölen taraftar sayısı 96 olarak kesinleşti. liverpool ile sürekli rekabet içerisinde olan evertonlılar, olay sonrasında oynanan ilk liverpool maçında, liverpoollu taraftarlarla beraber maçı seyrettiler.
dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
hillsborough: ingiltere futbolunun "12 eylül"ü
muhafazakâr hükümetlerin ingiltere futbolu üzerindeki kontrolcü yaklaşımı 1989 yılında yaşanan bir başka stadyum felaketi sonrası iyice kuvvetlendi. 15 nisanda nottingham forest ile liverpool takımları arasında sheffield'ın hillsborough stadyumu'nda fa kupası yarı final maçı oynanacaktı. liverpoollu taraftarlara sayıları rakip takımfaraftarlarından daha fada olmasına karşın daha düşük kapasiteli leppings lane tribünü verildi. bu tribündeki üç kapı ve yedi turnike on bin civarında liverpoollu taraftarın girişi için yeterli değildi. stadyumun güvenliğinden sorumlu baş yetkili david duckenfield, çıkış için kullanılan kapılardan c kapısının taraftarların girişi için açılmasını talimat verdi. ancak bu kapıdan yapılan girişlerin kontrol edilmemesi ve stadyum görevlileriyle polisin sıkışan taraftarları alternatif geçitlere yönlendirmemesi sonucu izdiham yaşandı. 96 taraftar hayatını kaybetti.
faciayı araştırmak üzere yüksek hâkim taylor başkanlığında bir komisyon kuruldu. taylor’ın komisyonu yüzlerce şahidi dinledikten sonra vardığı sonucu bir ara raporla yayımladı. rapora göre facianın üç temel nedeni vardı; leppings lane tribünün yapısı, girişlerin yetersizliği ve tribünün yeterince kontrol edilmemiş olması. rapor ayrıca c kapısının polisçe açılmadığını, liverpool taraftarları tarafından kırıldığını açıklayan david duckenfield’ın kamuya ve yetkililere yanıltıcı beyanda bulunduğunu da not ediyordu.
ara rapor güvenlik zaaflarını ve yetersiz kriz yönetimini hillsborough faciasının temel sebebi olarak ortaya koyarken, ocak 1990da parlamentoya sunulan nihai rapor bambaşka şeylerden bahsedecekti. bu raporda facianın sorumlularına dair tek kelime edilmezken, stadyumlar ve taraftarlarla ilgili genel problemlerden bahsediliyordu. stadyumların eskiliği, holiganizm, sekterlik, alkol ve liderlik eksikliği sorunların kaynağı olarak anılırken, ara raporda detaylı olarak sunulan güvenlik zaafından kelime edilmiyordu. nihai raporun ikinci bölümü olan “futbol için daha iyi bir gelecekle ise tamamı koltuklu yeni ya da yenilenmiş stadyumlar sorunun çözümü olarak sunuluyordu.
nihai rapor, ingiltere futbolunun 1990 sonrasındaki çerçevesini çizerken, ülke tarihinin en büyük futbol felaketlerinden birinin çoğu devlet görevlisi olan sorumlularını adalet önüne çıkarmakta tamamen başarısız oldu. taylor komisyonunun ve hükümetin sorumluları bulmak ve cezalandırmak konusundaki isteksizliği özellikle liverpool'daki futbolseverlerin ve hillsborough faciasının kurbanlarının ailelerinin vicdanlarında büyük bir yara açtı. başta hillsborough adalet kampanyası ve hillsborough aile destek grubu olmak üzere pek çok oluşum yıllar boyunca facianın sorumlularının adalete teslim edilmesi için mücadele verdi. nitekim eylül 2012 de, yani faciadan 22 yıl sonra, başbakan david cameron, facianın sorumluluğunu devlet adına üstlenerek özür dilemek durumunda kaldı.
hillsborough faciasıyla ilgili bir diğer önemli olay da the sun gazetesinin 19 nisan 1989 tarihli sayısıydı. tabloid gazete olaylar için liverpoollu taraftarları suçluyor, futbolseverlerin “kurbanların cüzdanlarını çaldığını, cesur polislerin üzerine işediğini ve hayat öpücüğü vermeye çalışan bir ilkyardım görevlisini dövdüklerini” iddia ediyordu. gazetedeki haber fa yöneticisi graham kelly'nin liverpool taraftarlarının kapıyı kırdığı yönündeki açıklamasına da yer vermişti. daha sonra kelly'nin bu açıklamayı david duckenfield tarafından kendisine söylenen yalana inanarak yaptığı ortaya çıkacaktı. the sun'ın haberi merseyside'da büyük bir öfke yarattı. liverpool ve çevresinde gazete the scum (pislik) olarak anılmaya ve boykot edilmeye başlandı. facianın yirminci yılı dolarken ülke genelinde tirajı üç milyon civarında olan gazetenin merseyside satışı sekiz bini geçmiyordu.
tıpkı hoşnutsuzluk kışı gibi, hillsborough faciası da muhafazakâr parti-sağcı medya işbirliğiyle bir dezenformasyon kampanyasına dönüştürülmüş ve kamuoyunun olayların masa başında üretilmiş bir versiyonuna inanması sağlanmıştı. britanya’nın o günlerde holiganizmle başının dertte olduğu doğruydu, ancak hillsborough faciası tamamen görevlilerin taraftarları suçlu adayı olarak görüp güvenliğini ihmal etmeleri sonucu meydana gelmişti. taylor’ın ara raporu bu durumu açıkça ortaya koyarken, hükümetin tek derdi holiganizmle mücadeleydi. bunun temel nedeni ise hükümetin hillsboroughdan, hatta heysel’den bile çok önce uygulamaya sokmaya çalıştığı futbol güvenlik paketine yükselen itirazları bastırmaktı. hükümetin taslağına göre ingiltere’de maç seyretmek isteyen herkes futbol üyelik kurumuna başvuracak, bu kurumun herhangi bir seyirciyi itiraz yolu kapalı olacak şekilde stadyumdan yasaklama hakkı olacaktı.4 bu tasan daha sonra, tüm taraftarları potansiyel holigan ilan eden futbol taraftarları yasası'na dönüştürüldü. yasanın arkasındaki düşünce biçimi, hillsborough faciasını yaratanla aynıydı. öncelik kamu güvenliğine değil de kriminal güvenliğe verilince 96 kişi hayatını kaybetmişti.
dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
"thatcher futbolu yasaklayabilseydi..."
thatcher hükümeti holiganizmin futbolun her noktasma sızdığına, tamamen futbol içinden doğan ve futbol yüzünden ortaya çıkan bir olgu olduğuna dair sarsılmaz bir inanç sahibiydi. dönemin fa genel sekreteri ted crokerla margaret thatcher arasındaki bir diyalog hükümetle futbol dünyası arasında nasıl bir uçurum olduğunu kanıtlar nitelikteydi. thatcherm “şu holiganlarınızla ilgili ne yapacaksınız?” sorusuna croker, “bizim holiganlarımız değil, sayın başbakan, sizin holiganlarınız. onlar sizin toplumunuzun ürünü” cevabmı vermişti. o gün ingiltere futbolundaki sorunları gerçekten çözmek isteyen bir başbakan, bu yanıttan çok şey çıkartabilirdi. ancak dönemin pek çok şahidinin de anlattığı üzere, thatcher hükümetinin futbola bakış açısı, başbakanın futbola karşı olan özel nefretinden de kaynaklanıyordu.
thatcher ve majör hükümetlerinde bakanlık yapan ve daha sonra işçi partisi hükümeti döneminde kurulan futbol komisyonunda başkanlık yapan david mellor, thatcher'ın futbola bakışını şöyle anlatıyor; “bayan thatcher gibilerin gözünde futbol ingiliz ulusuna dair berbat olan her şeyin bir özetiydi... bayan thatcher yapmaya gücünün yeteceğini bilseydi futbolu yasaklardı.” fa'in önde gelenlerinden graham kelly de thatcherm futboldan nefret ettiğini, hiçbir şekilde ilgilenmediğini ve ilgilenenleri de mümkün olduğunca yeraltına itmeye çalıştığını söylüyor. kuşkusuz bu görüşlerin tarafsızlığı tartışılabilir ancak thatcher hükümetinin futbola sportif bir etkinlik değil, bir kriminal mesele gözüyle baktığı da şüphe götürmezdi.
hillsborough faciası, bu anlayışla taraftarlara yaklaşım ve ingiliz futbolunun modernizasyonu konularında önemli gelişmelere sahne oldu. bu iki konu birbirine bağlı meselelerdi.
thatcher hükümeti ve ardından gelen muhafazakâr hükümetler, stadyumlardaki ve diğer kamuya açık alanlardaki kısıtlayıcı tedbirleri giderek arttırdılar. pratikte taraftarların fişlenmesini getiren taraftar kartlarını devreye sokan 1989 tarihli futbol taraftarları yasasından sonra 1991'de futbol suçları yasası üç yeni suç tipini getiriyordu; patlayıcı atmak, müstehcen ya da ırkçı tezahürat ve sahaya girme. yasa, bu üç ihlali tutuklanma nedeni sayıyor ve bu ihlalleri yapanların 1989'daki yasayla gelen stadyumlardan uzaklaştırma cezasına çarptırılabileceğini söylüyordu.1 ancak, bu suçların zaten 1985’ten beri yürürlükte olan kamu düzeni yasasıyla cezalandırıldığı düşünüldüğünde 1991'deki bu yasanın hukuki olmaktan ziyade siyasal ve halkla ilişkiler değeri taşıdığı açıktı. 1994 yılında ise ceza hukuku ve kamu düzeni yasası'yla bu kez izinsiz bilet satışı suç ilân edildi. aynı yasanın 154. maddesi de doğrudan futbolla ilgili olmasa da kamu düzeni yasası'nı küfürlü pankart ve sloganların suç sayılması konusunda düzenliyordu. suç sayılan eylemlerin sayısı artarken, bir taraftan stadyum içindeki ve dışındaki gözetleme faaliyetleri de artıyordu. hiçbir holiganizm faaliyetine karışmamış sıradan bir futbol seyircisinin bile artık poliste bir dosyası vardı, maça giderken hoolivan olarak anılan zırhlı polis otobüslerinin arasından geçerek stadyuma giriyor, sürekli gizli kameralar ve sivil polisler tarafından izleniyordu.5 britanya sağcılarının düşlerindeki polis devleti, stadyumlarda hayata geçmişti. stadyumda suç işlenme ihtimali -suçun kendisi ortada bile yokken- her türlü mahremiyetin ihlalini mübah hale getirmişti.
dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
premier lig: sermaye futbolu devralıyor
muhafazakâr hükümetlerin ve merkeze kayan işçi partisi hükümetlerinin güvenlik politikaları stadyumları bir çeşit panoptikona dönüştürürken, futbolu sermayenin kucağına atma zamanı da gelmişti. aslında neo-liberal thatcher'ın ülkenin tüm kamu mallarını özelleştirirken futbola daha önce el atması beklenebilirdi, ancak büyük ihtimalle bu spora olan nefreti burada biriken sermayeyi görmesine dahi engel olmuştu. muhafazakârlar bu eksiklerini majör döneminde hızla kapatacaklardı.
1990’lara kadar ingiltere futbol lig sistemi, çapraz sübvansiyon mantığı üzerine kuruluydu; bunun anlamı üst liglerdeki kulüplerin alt liglerdekine gelir aktarması, böylelikle de futbolun her seviyesinde belli bir dengenin sağlanmasıydı. ancak, 1990’lar geldiğinde ülke futbolunun zirvesindeki kulüpler bu sistemden ve gelirlerinden memnun değillerdi. onların hoşnutsuzluğu futbol federasyonunu lig sistemini yenilemeye itti ve ingiltere premier ligi ortaya çıktı. bu lig sistemi aynı zamanda heysel, hillsborough ve avrupa yasağı sonrasında cazibesini ve kârlılığını yitiren ingiltere futbolunu diriltme amacı taşıyordu. yeni sistem taylorm hillsborough raporu'nda önerdiklerini de hayata geçirmeyi hedefliyordu. premier lig, zamanın neo-liberal ekonomik ruhunun futbola yansımasıydı.
taylor'ın nihai raporunun temel önerisi tamamı koltuklu stadyumlardı. hâkim taylor, raporunda “bir seyirci oturduğunda kendini güvende hissettiği küçük bir yere sahip olduğunu hisseder. etrafındakilerle fiziksel kontağı olması gerekmez. bu şekilde itilip kakılmayacaktır” diyor, “yağmurda oturmak ayakta durmaktan kötüdür” diyerek kapalı tribünler yapılmasını öneriyordu. 1994 yılı itibarıyla ingiltere futbolunun ilk iki kümesindeki tüm stadyumlar tamamen koltukla kaplandı. inşaat masrafları, oluşturulan tröst tarafından karşılanıyordu, ancak koltuklu stadyumlar daha az kapasite, dolayısıyla daha az bilet satışı ve daha yüksek bakım masrafları demekti. dolayısıyla bir bilet fiyat artışının gelmesi mantıklıydı. ancak, iki sezon içinde en uzun kombine bilet fiyatını iki katma çıkaran manchester united örneğinde olduğu gibi fiyatlar ihtiyaç duyulanın çok üstüne çıkartıldı. modernize edilen stadyumların içinde restoranlar, ürün satış dükkânları, hatta kulüp müzeleri vardı. bu yatırımların karşılığının alınabilmesi için kulüplerin alım gücü daha yüksek taraftarları stadyuma çekmesi gerekiyordu. bir diğer deyişle, bilet fiyatları biletlerin eski sahiplerinden daha fazla para almayı değil, bilet parasından çok daha fazlasını stadyumda harcayabilecek yeni taraftarları stada getirmeyi hedefliyordu. yine manchester united’ın ayakta durulan en ucuz tribünü stretford end’in dönüştüğü şey bu zihniyetin net bir yansımasıydı. tribünde artık “dört bin koltuklu mcdonald’s aile tribünü, 864 yönetici koltuğu, birkaç bin lüks club class koltuğu, tv stüdyosu ve eski fiyatların çok üstünde satılan birkaç bin normal’ koltuk” vardı.
alkolizme karşı pub'lar!
stadyumlardaki en ucuz biletlerin sahiplerine kapı gösterilince, maçları stadyum dışında izlemek de pazarlanabilir bir şey hâline geldi. premier lig’i daha önceki lig sisteminden farklılaştıran en önemli noktalardan bir tanesi, bskyb dijital platformuyla imzalanan, beş yıllık 304 milyon poundluk yayın sözleşmesiydi. bu sözleşmeyle futbol yayınları karasal ve şifresiz televizyondan çıkartılıyordu.
1990’lar soğuk savaş’ın bitmesi ve varşova paktı’nın yıkılmasıyla beraber küresel bir değişimi simgeliyor, hemen hemen tüm dünya aynı serbest piyasa ekonomik sisteminin içine katılıyordu. uydu televizyonculuğu bu ekonomik küreselleşme dalgasının önemli bir ayağı oldu. uydu televizyonu, temelde bilginin küreselleşmesi anlamına geliyordu. bir uydu antenine ve alıcısına sahip herkesin aynı sinyale dünyanın çok farklı yerlerinden ulaşabilmesi demekti. bu, yayıncılık alanındaki ulusal sınırların da eski gücünü kaybetmesini beraberinde getiriyordu. uydu televizyonunun bu özelliği soğuk savaşın bitiminde de etkili oldu. 1983 gibi erken bir tarihte bile amerikalılar, iki taraf birbirinin televizyon yayınlarını izleyebildiğinde sovyetlere karşı avantajlı olacağını hesaplıyordu. uydu televizyonunun kapitalistlere neden avantaj sağladığının açıklaması ise basitti; kapitalizm daha fazla arz üzerinden büyüyor, uydu televizyonu da teknik olarak bunu vaat ediyordu. binlerce kanalı bir anda sunabilen uydu televizyonundan daha etkili bir tüketim propagandası düşünülemezdi. dahası uydu yayınları şifrelenebildiği için televizyon sinyalleri satılabilir birer meta hâline gelmişti. bu, tüm dünyada ama ilk başta ve özellikle ıngiltere’de futbol yayıncılığı algısını tamamen değiştirdi.
bskyb yayın anlaşması bbc-itv karasal futbol yayıncılığını sona erdirirken, ingiltere futbolundaki çapraz sübvansiyon uygulamasını da bitirdi. kulüplerin gelirleri artık tamamen başarı ve popülarite (reyting ölçümleri artık çok daha kolaydı) üzerinden hesaplanacaktı. bu, tepedeki kulüplerle diğerlerinin arasında maddi uçurumlara neden oldu.
yeni sistem futbol taraftarlarının maç izleme alışkanlıklarında da dramatik değişikliklere yol açtı. pek çok kulübün en ateşli taraftar tabanını oluşturan, düşük gelirli taraftarlar, maç bileti ya da tv aboneliğini karşılayamayınca, yeni maç izleme ortamları doğdu. ingiliz sosyal hayatında zaten çok önemli yeri olan pııb’lar (geleneksel ingiliz barları) insanların toplanıp maç izlediği yerler hâline geldi.
1990’lardan itibaren toplam nüfusun yüzde 9 unu çeken bu mekânlar ülkenin en çok maç izlediği yerler olarak stadyumları geride bıraktı. pub'ların popülerliğinin bu hızlı yükselişi aslında ironikti; zira taylor raporu, holiganizmin en büyük nedenlerinden biri olarak alkol tüketimini gösteriyor, raporun yolunu açtığı futbol kapitalizmi ise insanları maç izlemeye pub’lara gönderiyordu.
görüldüğü gibi ingilterede geleneksel futbol taraftarını oluşturan işçi sınıfı, 1970’lerden itibaren hem sosyal hem de ekonomik olarak büyük darbeler yemiş, sonunda stadyumlardan da sürülerek kendi sınıfı tarafından kurulan kulüplerin oynadığı canlı futbol deneyiminden mahrum bırakılmıştı. ancak bu gelişmeler sonrasında bile futbol, ingiliz toplumunun en alt kesimlerinin bir numaralı eğlencesi olmaya devam etti.