ezilme tehlikesi geçirmiş olmama rağmen prekazi'yi dünya gözüyle izlemiş olmanın verdiği mutluluğu unutamam. takım elbiseyle sahaya çıkan takımda ceketinin kolunu sıyırıp siyah gözlükler takmıştı janti abimiz. bir demir aralığı bulup açık tribünden kapalıya geçmiştik. o zamanlar demir aralığından geçebilecek kadar zayıftım.
lig tarihinde ikinci ile en fazla puan farkıyla şampiyonluğa ulaşan takım galatasaray oldu. sarı-kırmızılı ekip 1987-88 sezonunda 90 puanla şampiyon, 2. sıradaki beşiktaş 78 puanda kaldı. aradaki 12 puanlık fark, şimdiye dek şampiyonla 2. arasındaki en fazla puan farkı olarak tarihe geçti.
tanju'nun 39 gole ulaştığı adanademir maçından sonra oynanan maçtır. herkes tanju'nun gol atmasını beklerken, uğur tütüneker galatasaray'a galibiyeti getirdi ve 90 puanla 3 puanlı sistemde en fazla puanla şampiyon olma rekorunu kırdı. -pardon puan farkı rekoru olacaktı.-
tüm lig tarihi boyunca en fazla puanla şampiyon olma rekoru 1988-89 sezonunda 36 maçta 29 galibiyet, 6 beraberlik ve 1 mağlubiyet toplamda 93 puanla fenerbahçeye aittir. galatasarayın 90 puanla elde ettiği şampiyonluk 2. beşiktaş ile arasında 12 puan olması nedeni ile en fazla puan farkı ile şampiyon olan takımı ifade etmektedir.
şampiyonluğun hemen ertesi günü derwall türkiye’den ayrıldı, hayal kırıklığı içinde .... kitabında ayrılışı şöyle anlattı:
”artık eve dönme vakti geldi. sözleşme yenilemedik. şampiyon olduğumuz son maç, veda maçımdı. ertesi günü, ülkeme kesin dönüş yapacaktım. bu yüzden, son maçın benim için ayrı bir önemi vardı. ama kimse bu durumla ilgilenmemişti. kimse veda konuşması yapmadı. kimse bir demet çiçek vermedi. taraftarlara veda etmemi sağlayacak, kısa bir konuşma yapmak fırsatını akıllarına getirmediler. ülkeme dönerken de, eşimle birlikte yalnızdık. kimse 'güle güle bay derwall' demedi. düş kırıklığına uğramıştım. içimi kaplayan unutulmuşluk ve yalnızlık duygusuydu.
çökmüştüm ve içim bomboş gibiydi. eşime döndüm, ağlamaklı gözlerle 'böyle mi olmalıydı?' dedim.”
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
son maça arkadaşım peter jung'u da götürdüm. koyu bir galatasaray taraftarı olan jung, istanbul'daki alman konsolosluğu'nun mensuplarındandı.
15 yıl önce togo'da tanışmıştık onunla, ikinci kez ise, brezilya, uruguay, arjantin, italya, hollanda ve alman millî takımlarının iki grup halinde karşılaştıkları bir turnuva sırasında montevideo'da görüşmüştük.
bu mini dünya şampiyonası, bir yandan geçmiş yılların dünya şampiyonlarının yeni ölçütleri belirlemeleri, öte yandan da avrupa ile güney amerika arasında bir kıyaslama imkânı doğurulması için düzenlenmişti.
ve şimdi de istanbul'da karşılaşmıştık yeniden. bizimkinden iki ev ötede, yeşilköy'de, marmara denizi kıyısında...
sezonun bu son maçında peter'i yedek kulübesine, oyuncuların, masörlerin ve antrenörlerin arasına oturttum. o zamana kadar maçlarımızı hep tribünden izlemiş olan peter, takımımızın bir dostu ve her zaman yardımcı olmasını bilen bir insandı.
yurt dışı gezilerinde, vize işlemlerinde ve avrupa kupası yolculuklarında galatasaray taraftarlarının en kısa zamanda vize alması gerektiğinde bize daima yardım etmişti.
köln'de, monaco'ya karşı oynadığımız avrupa kupası maçında da oradaydı. uçaktan indiğimizde, alman pasaport kotrolünü ve gümrük memurlannı o idare etmiş, ülkeye girişi kendi mühürü ve imzasıyla sağlamıştı. ayrıca, ankara'dan köln'e vizesiz gelen iki delikanlının, daha sonra ankara'daki alman konsolosluğu'na gidip kimlik tespiti yaptırmaları kaydıyla ülkeden çıkış izni almalarını sağladığına da şahit oldum
şimdi benimle birlikte yedek oyuncuların arasında oturan adam, dostum peter, işte böyle biriydi. daha önce soyunma odalarındaki atmosferin içinde yaşayan peter, her şeyin, tribünlerde oturup da sadece seyretmekten çok daha zor ve sinir yıpratıcı olduğunu da görmüştü. gerçek bir taraftar için bundan daha güzel bir olay olamazdı.
bu son maç sadece bir dostluk maçı havasını taşımakla kalmıyor, maçın sonuna doğru ortalık, nihayet sezonun bitirilip şampiyonluğun kazanılacağı heyecanıyla giderek bir coşku ve bayram havasına bürünüyordu.
devre arasından sonra peter la bir kez daha sahaya çıkarak stadyumdaki bu sevinç curcunasının içine daldık. sonra arkadaşıma, birkaç dakika içinde staddan ayrılmamız gerektiğini işaret ettim. sanki şok geçiriyordu. "nasıl, niye?" diye sordu. onu önce yanıtlamadım. stadyumun iç koridorlarında beni izledi. güvenlik görevlilerinin şaşkın bakışları arasında koridorlardan geçerek arka kapıdan stadyumu terk ettik.
mercedes'i orada duruyordu. her hangi bir engelle karşılaşmadan hareket etmeye hazırdı. bunun için ona daha önce rica etmiştim. arabaya bindik. bu kez, anlaşılmaz bir gülümseme ve şaşkın bir ifadeyle tekrar yüzüme baktı. stadın köprüsünün altından geçtikten sonra îstanbul-edirne otobanına saptık. yeşilköy'e eve doğru giderken ona anlatmaya başladım. "peter," dedim; "bütün bir yıl boyunca bu şampiyonlukla içice yaşadım. deneyimimden yola çıkarak etkili olmaya ve oyuncuları motive etmeye çalıştım. mustafa ve ahmet'e geniş bir özgürlük tanıdım. bu onların şampiyonluğu, benim değil!"
olabildiğince hızla eve giderken, radyodan, o gün son maçların pek dramatik olmayan havasını yansıtmaya çalışan maç spikerlerinin verdiği haberleri dinledik. eve gitmenin tadını çıkardık ve eşlerimizle harika bir gece geçireceğimiz için sevindik.
diğer bir dostum, hilton'un müdürü peter sulzenbacher, benim düşüncelerimi, duygularımı ve tavrımı bilen biri olarak, beni stadyumdaki karmaşadan çıkarmak için, günler öncesinden bir helikopter ısmarlamıştı. bugün bile hâlâ takdirle andığım, çok hoş ve dostça bir jestti bu. ancak biz stadyumu otomobile binip erken terkedince, böyle bir önleme gerek kalmamıştı. sonraki günlerde eşim ve ben eşyalarımızı topladık. eşyalarımızın büyük bir kısmını hediye ettik ve almanya'daki evimize geri dönmeye hazırlandık.
hüzünlü ve üzüntülü bir hazırlık oldu bu. türkiye'deki yıllarımız harikulade yıllardı ve eşim elisabeth, bu yılların yaşamının en güzel yılları olduğu düşüncesindeydi.
kendi ülkesini seven ve değerini bilen bir isviçreli'den istanbul'a bundan daha güzel bir kompliman olabilir miydi?
bu şehrin insanlarına, futbola, bu güzel ülkeye, kurulan sağlam ilişkilere, kutlamalara ve ayrılmaz dostlukların egzotik "bahçe"sine yapılmış bir komplimandı bu...
biz antrenörler için en güzel yerin, başarı ve şampiyonluklar kazanılan yer olduğu düşüncesini bir kenara bırakacak olursak, tüm yüreğimle ve içtenlikle söylemem gerekir ki, bu ülkede yaşamaktan, onu sevmekten ve oradaki insanlara biraz sevinç ve dostluk verebilmekten daha güzel bir şey olamazdı herhalde.
işte şimdi eşim ve ben havaalanında duruyor, takımın, çalışma arkadaşlarımızın ve diğer meslekdaşlarımızın başarılı olmaları için dua ediyorduk. en içten dileğimiz, takımın daha üst düzeylere ulaşması ve dört yıllık meşakkat dolu bir çalışma sırasında hep birlikte ekmiş olduklarımızı biçmesiydi.
sonradan kendi kendime de itiraf ettiğim gibi, istanbul'a ve boğaza gelmekle çok iyi bir iş yapmıştım. almanya'daki kargaşa, düşmanlıklar, kampanyalar, yıkıcı eleştirilerden sonra bu benim için yeni bir kimlikle yeniden dirilmek gibi bir şeydi. paris'deki 1984 avrupa şampiyonasından sonra istifa ettiğimde, kendim için olumlu bir yol aramış ve onu bulmuştum. telefonda konuşmaktan nefret eden alp yalman'ın beni araması tanrı'nın bir armağanıydı sanki. bu yolu bana o açmıştı. bu dört yıl için kendisine yürekten teşekkürlerimi bir kez daha şahsen dile getirmek isterdim; tabiî telefonda...
aslında bir antrenör için yabancı olan bu derin düşüncelere dalmış bir halde, yeşilköy atatürk havaalanı'nda, eşim ve ben bavullarımızın üzerinde oturuyor ve istanbul'da geçirdiğimiz günlerin sonuncusunu, öte yandan da, hayatın bir başka yüzünün nasıl görünebileceğini hatırlıyorduk.
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
bir gün önce ali sami yen stadı'nda boluspor'a karşı oynadığımız son maçın ardından, akşam üstü günay restaurant'da şampiyonluk kutlanacaktı. hülyalı müziği ve enfes yemekleriyle şık bir lokanta olan günay'daki bu kutlama ne yazık ki katmerli bir felâket haline dönüşecekti...
futbolcuların çoğunun lokantaya girmeleri dışarıdaki taraftarlar ve yoldan geçen meraklılar tarafından engellendi ve hareket edemez hale geldiler, içeridekilerin büyük çabalarına rağmen, giriş kapısına yaklaşamadılar bile.
aynı şey benim de başıma geldi. galatasaray taraftarlarının arasından geçmek mümkün değildi. en azından takım mensuplarının geçmesi için anlayış gösteren kimse yoktu.
şampiyonluk kutlamalarının sonu da başlangıcı gibi olmuştu benim için... insana sevimsiz şeyler getiren, elemli, hüzünlü, tükenmiş, sıradan bir günün sonuydu...
kimse bizimle ilgilenmemişti. kimse, daha sonra bir kere olsun aramak veya bundan sonra neler olacağını sormak gibi bir duyguya kapılmamıştı. birlikte çalıştığım insanlara, onlarla vedalaşmak üzere elimi uzattığımda, kimse çıkıp bir veda konuşması yapmamıştı. stadyumda da vedadan tek söz edilmemişti. kimse bir demet çiçek vermemiş, stadda anonsları yapan spiker de, maç başlamadan önce sadık taraftarlarla benim vedalaşmamı sağlayacak bir anons yapmamıştı. tribünlerde oturan ve o dört yıl boyunca yüreğimde hissettiğim, bizimle acı çekmiş, bizimle sevinmiş insanların hiçbirinden bir "güle güle herr derwall" gelmemişti.
birlikte geçirdiğimiz ve pek çok kez zor durumların üstesinden birlikte geldiğimiz o dört yılın güzel bir zaman olduğunu dile getirmeyi kimse aklına getirmemişti... düş kırıklığına uğramıştım. içimi kaplayan unutulmuşluk ve yalnızlık duygusuydu. otuz yıllık antrenörlük kariyerimin, istanbul ali sami yen stadı'nda yaşamış olduğum son maçımda hissettiklerim bunlardı.
çökmüştüm ve içim bomboş gibiydi. dünyayı artık anlamıyordum ve içten içe yanılmış olmayı umuyordum. yoksa, aşırı duygusallık içinde bir karmaşaya ve gerginliğe mi kapılmıştım?
belki bana soru sormaya çekinmişlerdi... belki de benim özel hayatıma karışmaktan çekmiyorlardı...
çok aradım; fakat hiçbir zaman tatmin edici bir cevap bulamadım.
her şeyin böylesine sessiz sedasız geçmiş olması ve pek çok ortak yanımızın unutulmuşluğa terk edilmiş olması bugün bile beni rahatsız eder.
kulüpteki beylerle ortak bir akşam yemeği de yenmemişti. arada sırada görüşme ve bundan sonra da dost kalma gibi şeylere işaret edilmişti sadece. eşime döndüm ve "böyle mi olmalıydı bu ayrılık?" dedim. "boş yere hayal kurma" diye cevap verdi ve devam etti; "başarının sarhoşluk denizinde pek çok şey unutulmaya mahkûm olur ve peş peşe gelen iki şampiyonluktan sonra, geçmişte hiçbir zaman kötü günlerin yaşanmamış olduğu gibi bir duyguya çok kolay kapılabilir insan." böylece eşim ve ben oradan ayrıldık. belki kırılmamıştık, ama mutlu da değildik. hayal kurmanın ve gerçekle yüz yüze gelmekten kaçmanın yanlış olduğunu bilecek kadar uzun bir süredir bu işin içindeydik.
ahmet akçan arada bir arar beni; sağlığımı, her hangi bir şey isteyip istemediğimi sorar. her zaman olduğu gibi o sadık bir ruh olarak kalmıştır. o olmasaydı oyuncuların ve antrenörlerin işi son derece zor olurdu herhalde.
eve vardığımızda eşimi ve çocuklarımı kollarımın arasına aldım ve hep birlikte, şampanya dolu kadehlerimizi geçmiş güzel günlerin şerefine kaldırdık. bize pek çok sevgili dost, sınırsız mutluluklar armağan etmiş güzel ve başarılı günlerin şerefine...
eşim bugün bile hala evimizin duvarlarında asılı olan istanbul resimlerine ve gravürlerine bakıp, "istanbul'da yaşama olanağı bulduğumuz o güzelim yılların benzerlerini yeniden yaşamayı ne çok isterdim. o yıllar hiçbir zaman hatırımdan çıkmayacak," der.
1987-88'de galatasaray şampiyonluğunu haftalar öncesinden garantiler ve bolu karşısındaki son maçına gösteri için çıkar. maç öncesi ali sami yen stadı'nın üzerinde san-kırmızı renkli, üzerinde "şampiyon galatasaray" yazan büyük bir balon uçurulur. hatta galatasaray'ın defans oyuncusu ismail demiriz'e trt "neler düşünüyorsun ismail?" sorusuna balonu kastederek, "ne düşünebilirim ki! göklerde bile 'şampiyon galatasaray yazıyor" yanıtını verir. kutlamalar bir sene önce olduğu gibi yine önce boğazda devam eder, ardından gece kulüplerinde... o gece yine trt muhabirinin uzattığı mikrofona galatasaray başkanı ali tanrıyar'ın verdiği cevap sadece o güne değil, döneme damgasını vurur. 1980'lerin ikinci yarısında popüler olmuş şarkı ve tezahürattan esinlenerek, trt mikrofonlarına "galatasaray'ı sevmeyen ölsün" diyen başkan, haftalarca eleştirilir. beşiktaş'ın kaptanı samet aybaba trt'yi suçlar, fenerbahçe başkanı tahsin kayanın açıklaması ise ilginçtir: "şike ile şampiyon olan ölsün!"
29 mayıs 1988 günü galatasaray bolu macı var galatasaray"ın şampiyonlugu kesindi ben maça gitmeyi düşünüyordum,fakat annemin amcasının oglu zafer,marmara ünüversitesinde okuyordu ve ünüversiteden arkadaşları ile beykoz korulugunda piknige gidecekler benimde piknige gelmemi istiyordu.
sorunum büyüktü aslında macla ilgilenecek durumda"da degildim.cünkü 1yıl önce tanıştıgım sevgili eşimle o zaman flört ediyorduk ve onun bazı akrabaları bizim ilişkimizi ögrenmiş buda aileler arası soruna yol acmış ve canım sevgilimi 4 aydır göremiyor ve bir haber alamıyordum.
ben okmeydanında sevgilim gazisosmanpaşa"da oturuyor onunla irtibat kuramıyordum.o zamanlar şimdiki gibi cep telefonu yok hic bir şekilde kendisine ulaşma şansım yoktu yanlızca.hayrettin diye bir arkadaşım var ondan rica edecegim ve onların mahallesine gidecegim hayrettin denen arkadaşım onların akrabası oldugu için tek şansım hayrettin"di.
beykoz korulugunda marmara ünüversitesinden arkadaşlarla o gün piknik yaptık ve cok güzel bir gün gecirdik ve en önemlisi bu akademisyen arkadaşlara sorunumu anlattım ve bu akedemik arkadaşlar bu işin tek caresi ona bir mektup yazmam ve hayrettin denen arkadaşımla o mektubu ulaştırmam olacagını söylediler.
başlıyorum mektuba bir şeyler yazıyorum begenmiyorum yırtıyorum ve başka bir kagıda tekrar yazıyor gene begenmiyor gene yırtıp atıyorum kagıdı en sonunda bu böle olmaz kardeşim dediler bundan sonraki mektubu yırtma dediler ne yazarsan yaz öle kalsın o senden bir haber bekliyora zaten bu mektup bir bahane dediler istersen bir mektup yaz istersen o mektuba sadece seni özledim yaz hic fark etmez o senden bir haber bekliyorsa zaten cok sevinecektir dediler.
beykoz"a indigimizde galatasaray- bolu macı bitmiş şampiyon olan galatasaray taraftarları ellerinde bayraklarla tur atıyorlardı.bizde evlerimize gitmek için otobüs beklemeye başlamıştık herkes bir tarafa dagılmıştı bizde annemin amcasının ogluyla zafer"ile birlikte bizim eve gidecektik annem zafer"i bize getir demişti zafer yurt"ta kalıyordu bazen bize gelir kalırdı eger uzun süre bize gelmesse ben altunizadedeki yurda gider onu alır gelirdim.
eve döndügümde hayrettini aramaya başladım hayrettini evinde buldum ve zar zor yazdıgım mektubu hayrettine teslim ettim. ve hayrettin,i gaziosmanpaşadaki sevgileme mektubu ulaştırmak üzere yola cıkardım ve geri döndügünde mutlaka bana ugramasını söyledim saat kac olursa olsun seni bekliyorum kardeşim dedim.
bende zafer"ile birlikte bizim bahcede kitap okumaya başladık kitap okuyup vakit gcirmeye calışıyorduk,zafer"in bana verdigi ve önerdigi kitap"ın adını bile hatırlıyorum. sosyalizm"in alfabesi diye bir kitap okuyurdum fakat okudugum heyecandan kafama girmiyordu.
saat sanırım 12 gibi hayrettin geldi ve kemelettin mektubunu verdim ve seninki cok sevindi dedi evet sevgilim cok sevinmişti dünyalar benim oldu ve 4 haziran günü gaziosmanpaşadaki evin pastanesinde saat 16.00 da buluşacaksınız dedi cünkü mektuba bunu yazmıştım önümüzdeki hafta cumartesi veya pazar günü buluşalım demiştim.
cok mutluydum artık galatasaray"ın şampiyon olugunu bile o an hissettim ve zafer"in bana verdigi sosyalizmin alfabesi kitabını bile daha icten okumaya koyuldum kendime gelmiştim herşey normale dönmüştü.ve 4 haziranda sevgilimle buluştum ve bir daha ayrılmadık bu birliktelik 3 haziran 1990 yılında evlilikle sonuclandı...seni cok seviyorum karıcıgımmmmm
internette dolaşırken bu maça ait gördügüm bir tribün anısı paylaşıyorum.
ali sami yen’le tanışıklığım 80'lerin ikinci yarısına dayanır. öncesinde de babam götürdüğünü anlatır ama hatırlamıyorum. eski olarak en net hatırladığım,
14 seneden sonra aldığımız ikinci şampiyonluk senesi. boluspor’u uğur’un golüyle 1-0 yendiğimiz maç. ciddi puan farkıyla şampiyon olmuştuk o sene. maça girerken polis amca bayrağımın sopasını alıyor. rica minnet geri alıyoruz babamla ama ortasını kırmış olarak geri veriyor o elektrikçide satılan tüf tüf borusunu... stad gelin gibi. kapalının tavanından sarkan dev tanju posteri... kafasında taçla... üçgen flamalarla süslenmiş kapalı, tavanına gerdirilmiş dev bayraklar var... gündüz maçı... güneş vurdu mu çimler yemyeşil parlıyor, bir de hafif esintiyle gelen o çim kokusu.. yıllarca asy'nin merdivenlerinden koşar adım çıkarken ilk kapıdan o yeşilliği gördüğümde o kokuyu hissettiğimde beni benden aldı hep.... o heyecanım hiç bitmedi... tekrar dönelim o güne... maçtan önce dönemin gazetelerinin yaptığı ankette yılın en yakışıklı futbolcusu seçilen uğur. ödülünü orta yuvarlakta yanlış hatırlamıyorsam sibel can'dan alıyor. bütün stadta öp! öp! öp! sesleri. ardından coşkun geliyor santraya... 3 lü çektiriyor. ama önce açıktan başlıyor. tek tek tüm tribünler ardından bütün stad... kaşar ekmek ayran meysuuu diye bağıran satcıdan alınan o kaşarlı pide ve ayran... üstü tel tel kağıt şapkalar. asy'nin önceki eski açığını binlerce insanın kafasında bu şapkayla hatırlarım hep. bir de sünnet olmadan bir gün önce babamla gittiğim malatya maçını...
mustafa denizli sezon başında açıklamıştı: hedef 90 puan, 90 gol
şampiyonluğa adım adım gidenlerin öyküsü
güçlü bir kadro ile şampiyon adayı olarak 1987/88 sezonuna giren galatasaray dördüncü yılına başlayan derwall ve teknik sorumlu denizli ile 20 kişilik geniş futbolcu kadrosuna
hedefi gösteriyordu: "ikinci şampiyonluk"
mutlu bir doygunluğu tatlı rüzgârları esiyor galatasaray’da. zorlu bir maraton daha şampiyonluklu noktalandı. sarı kırmızılı takımın golcüsü tanju liglerinin gol rekorunu 39 golle
kırarak hedefini belirledi: "avrupa"
güçlü bir kadro ile şampiyon adayı olarak lige başlayan galatasaray teknik menajer konumuyla galatasaray’da dördüncü yılına başlayan derwall ve teknik sorumlu denizli 20 kişilik
geniş futbolcu kadrosuna hedefi gösteriyordu: "ikinci şampiyonluk "
ilk maçı eskişehirspor’la oynayan galatasaray prekazi'nin golüyle üç puana ulaşıyor. transfer döneminde kulübüyle anlaşmak da sorun çıkaran prekazi daha sonra attığı dillerden
düşmeyen gollerle tanju gibi takımın bir başka yıldızı olacaktı. çok başarılı bir sezon geçirecekti yugoslav futbolcu ve kritik dönemlerde klassıyla sırtlayacaktı takımınıtı
takımını...
sakarya rize ve zonguldak maçlarında kazanılan puanlardan sonra ilk beraberlik sarıyer önünde alındı. takımına geldiği ilk yılda önceki sezonun gol kralı tanju ayaklarını
konuşturmaya başlamıştı. dokuzuncu haftadaki fenerbahçe maçından sonra üç hafta susan ayakları ligin 13. haftasında kocaelispor karşılaşmasında attığı dört golle yeniden
canlanıyordu.
zor günler
samsunspor yenilgisi bir kriz başlatıyordu. "kendinize gelin, işi gevşettiyorsunuz. beşiktaş öne geçti. babam para vermiyor, evdeki tüpü satıp malatya deplasmanına gideceğiz" diye
flora tesislerinde hesap soran fanatik bir taraftara denizli gereken cevabı veriyordu ama bir sonraki hafta alınan malatyaspor yenilgisi bunalımı arttırıyordu. bu kez gündeme
galatasaray’da patronluk sorunu geliyordu, dwerwall mi? denizli mi?
denizli, şampiyonluk sonunda belirttiği gibi o günlerde de derwall’in birinci adam olduğunu vurguluyor, yardımcısı olmaktan onur duyduğunu söylüyordu. ve şampiyonluk yarışını önde sürdüren beşiktaş’ın dört hafta üst üste aldığı beraberlikler galatasaray’ın ilk yarı birincisi olmasına yetiyordu.
ikinci yarı başlarken üst üste alınan deplasman galibiyetleri galatasaray’ın zirvede tutuyordu ancak sarıyer, bursa ve ankaragücü beraberlikleri milli takımda oynayanların yedek kulübesinde oturmalarından doğan bunalımla birlikte ufak da olsa yeni bir krize yol açıyordu. ilyas, yusuf, prekazi, savaş kimi zaman yedek olmaktan duydukları sıkıntıyı dile getiriyorlardı.
ligin sonu yaklaştıkça kızışan şampiyonluk yarışı 26. haftadan 30. haftaya deyin puan cetvelinin ikinci sırasında yer alan galatasaray’ın 31. haftada yeniden liderliği yükselmesiyle temposunu yitirmiyordu. ancak beşiktaş’ın bursaspor maçıyla kaybetmeye başladığı puanlar giderek sarı kırmızların daha avantajlı konuma getiriyordu. kocaelispor maçında siyah-beyazlıların üç puan alamaması aynı hafta karşıyaka‘yı istanbul’da yenen galatasaray’ın lig şampiyonluğu olduğunu duyuruyordu. artık adana demirspor ve bu spor maçları şampiyonluk için formalite görünümündeydi. tek amaç tanju’nun rekor kırması ve avrupa’da altın ayakkabıyı yakalamasıydı. ve tanju adana demirspor maçında attığı gollerle liglerin yeni kralı olurken metin oktay’ın rekorunda tarihe gömüyordu. denizli’nin sezon başı gösterdiği 90 puan barajıı’na ulaşıp şampiyonluk yakalanıyordu.
en büyük amaca şampiyonluğa ulaşılmıştı ya, belirlenen diğer bir hedef 90 gole ulaşılamaması fazla önem taşımıyordu.
fakat bu yazı yazıldığında, her şeyde tek doğru kaynak olarak görülen wikipedia'da derwall'in 87'de galatasaray'dan ayrıldığı bilgisi geçiyor. kısacası bu bilgi yanlış kanıtları da linklerde...