maçtan önce mustafa denizlinin tarihi fark olur sözleri ile gündeme gelen,üniversitede okurken acıların takımı olma dönemine rastgelen maç.
maçı fenerbahçe rahmetli kayhan kaynağın kafa golü ile 1-0 kazanmış,kayhan bu maçtan sonra fenerbahçe taraftarlarının gönlünde taht kurmuş,pazartesi üniversiteye gittiğimizde maçtan önce denizlinin gazı ile fark olur fark olur diye bizimle dalga geçen galatasaraylılar köşe bucak kaçar hale gelmişti.
bu maçın ikinci perdesi yani "kaleleri kaldıralım basket postası koyalım" versiyonu da 1999-2000 sezonunda gene ali sami yende oynanmış,fenerbahçe tüm maç boyunca yarım kere kaleye gidip johnsonun frikiğinden galatasaraylı futbolcunun poposuna çarpan topla gene 1-0 yenmiştir ezeli rakibini,bu maç için bkz: http://www.macanilari.com...fid=199920002609&aid=4725
kayhanın gol attığı maçın künyesi şöyle;
ligdeki 913 . maçımız tarih:22.02.1987 stad:ali sami yen hakem:aykan köseoğlu başkanımız:tahsin kaya
kayhan kaynak, (14 ekim 1960 ceyhan - 9 ocak 1994 karataş)
kayhan kaynak, 80lerin ve 90ların ilkyarısının etkili forvetlerinden biriydi ve kendisi gibi kalp rahatsızlığı olan reşit kaynak'ın kardeşi ve orhan kaynak'ın abisiydi.
1968 yılında adanaspor'un genç takımında futbola başladı. 1978'de bu takımda profesyonel oldu. 1985-86 sezonunda fenerbahçe'ye transfer oldu. orada uzaktan attığı gollerle taraftarın sevgilisi oldu. 1988-89 sezonunda kendisine 5 milyon tl fazla ücret öneren konyaspor'a 125 milyon tl karşılığında transfer oldu. orada da golleri sıraladıysa da sakatlık problemleri nedeniyle 1991-92 sezonunda eskişehirspor'a gitti. takımı o sezon 3. lige düşünce adana demirspor'a gitti ve 1992-93 sezonunun ortasında aydınspor'a kiralandı. aydınspor, o sezon 2. lige düşünce adana demirspor'a döndü. 1993-94 sezonunun ilk yarısında attığı 2 golle takımının 1. lige yükselme grubuna kalmasına sağladı. 9 mart 1994 tarihinde takımının devre arası kampındayken tempo koşusu idmanında kalp krizi geçirerek vefat etti. mezarı ceyhan'ın soysalı köyündedir.
g.saray 14 yıldır şampiyon olamıyor ancak lider ve çok iddialı. fenerbahçe kötü bir sezon geçiriyor ve 2 puanlı sistemde liderden 6 puan geride.
g.saray-fener karşı karşıyalar. g.saray mutlak favori gösteriliyor ve 42.dakikaya kadar da oyunun hakimi. o dakikada fenerbahçe bir serbest atış kazandı. yeniaçık tarafındaki kaleye, ceza sahası ile taç çizgisi arasında kalan boşluktan, taç çizgisine yakın mesafeden kullanılıyor atış. topun başında pesiç var. her zamanki "muz" tabir edilen ortalarından birini yapıyor, top kale sahası ön çizgisine hareketlenen kayhan'la buluşuyor ve çizgi üzerinde yükselen kayhan topu simoviç'in bakışları arasında ağlara yolluyor....
fener trübünleri inanılmaz bir sevinç içinde. maçın devamı tam bir g.saray ablukası olarak geçiyor ancak kaleci lukovcan kariyerinin en iyi oyununu çıkarıp fenerbahçenin maçı 1-0 kazanmasını sağlıyor kayhan'la birlikte. 70'li dakikalarda abdülkerim, çıkmayan topa korner veren hakem aykan köseoğluna itirazdan kırmızı kart görüyor. buna rağmen g.saray gol atmayı başaramıyor.
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
bir gün istanbul sulh mahkemesi'nden iadeli taahhütlü bir mektupla mahkeme celbi geldi. yasalara aykırı her hangi bir şey yapmış olduğumu hatırlamıyordum. beni şahit olarak mahkemeye çağırmaktan yarar umacak bir kimse de aklıma gelmiyordu.
o hafta hemen hemen tanıdığım herkese, beni mahkemeye davet ettirip ettirmediklerini sordum. ne futbolcuların ne de diğer tanıdıklarımın bu konuda bana bir yardımı olamadı.
kulüp ve oyuncular için sürekli kaygı duyan takım kaptanımız cüneyt makul bir tahminde bulundu. avrupa kupası sırasında, psv eindhoven'le hollanda'da yaptığımız bir karşılaşma sırasında tatsız bir olay yaşanmıştı. dört genç adam oyun sahasının kenarındaki üç metre yüksekliğindeki çite tırmanarak, üzerinde siyasî sloganlar bulunan büyük bir pankartla sahaya girmişlerdi. hakem maça on dakikadan fazla bir ara vermek zorunda kalmıştı.
uefa nizamnamesine göre olayı çıkaran seyirciler türk tarafından olduğu için bizim kulüp sorumlu tutulmuştu. bu olay galatasaray'a 25.000 isviçre frankına mal olmuştu.
celbin sebebi belki de buydu. gerçi tam olarak da aklıma yatmıyordu, çünkü o olayın üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti. fakat oyuncular durmadan yeni "masallar" uyduruyorlardı. en zararsız trafik suçundan, alkollü araba kullanma ve babalık davasına kadar çeşitli sebepler buldular. o dönemde korkunç eğleniyorduk ve eğer bu tür şakalar kaldırılabiliyorsa, bu, antrenör ve oyuncular arasında iyi ilişlkilere bir işarettir.
sonunda mahkeme günü geldi. ahmet ve ben yola koyulduk. önce o dar tahta banklara oturup sadece bekledik. etrafımızdaki hareketli gidiş gelişi izlerken yine mahkemede neyin söz konusu olabileceği hakkında konuştuk. çevremizde şahitler, zanlılar, davalılar vardı; kimi ailesi ya da yakınlarıyla, kimi yalnızdı. çok alçak sesle, neredeyse fısıldayarak konuşuluyordu. belki de mahkemede nasıl bir yol izleyeceklerini saptıyorlardı. bazıları, diğerlerine, suçsuz olduklarını ve haksız yere mahkemeye çıkarıldıklarını göstermek için yüksek sesle yakınıyordu. bazıları ise şaşkın bakmıyor, yardım ve anlayış bekliyorlardı.
dostça davranan bir mahkeme görevlisi bizi tanıdı ve karanlık koridordaki birçok bürodan birine götürdü. niye mahkemeye çağrıldığımızı açıklamak yerine galatasaray ve futbol üzerine tartışıldı. tabiî diğer favori takımlar beşiktaş ve fenerbahçe üzerinde de duruldu.
sonra vakit geldi. adımız okundu ve bir mübaşir bizi mahkeme salonuna götürdü. salonun sonunda hakim kürsüsü vardı. bizim durduğumuz yerden biraz daha yüksekçeydi. sağında ve solunda avukatların masaları vardı. belli bir gerginlik içine girmiştim. daha önce hayatımda hiç mahkemeye çıkmamıştım ve sessizce bunun son kez olacağına yemin ediyordum.
"adaletin sert eliyle karşılaşmadan yaşayan bizler ne mutlu insanlarız" diye geçirdim içimden. mutlu bir gençlik geçirmiş, aile evinde ve okulda sağlıklı bir eğitim görmüştük. sonra sporun ve toplum içindeki yaşamın bizi şekillendirdiği dönem gelmişti.
hakimin ve yanındakilerin salona girdikleri an harika bir duyguya kapıldım. salonda bulunanlar saygı gereği ayağa kalktılar. hakim ahmet'le benim öne çıkmamızı istedi. bana mahkemede nasıl davranılacağmı anlatmaya çalışan mübaşir tarafından neredeyse öne doğru sürüklendim. bir acemi er gibi dimdik, eller pantolon dikişinde ve ciddî bir ifadeyle durmam gerekiyordu. bunu başaramadım. yüksek mahkeme karşısında saygısızlık etmek istediğimden değil. kendimi rahat hissetmiyordum ve kişisel özgürlüğümün kısıtlandığını düşünüyordum. sessiz, düzgün ve dik durmaya çalıştım.
ancak mübaşir aynı kanıda değildi. arkamda kenetlediğim ellerimi yine o meşhur pantolon dikişine çekti; itiraza tahammülü olmayan bir ifadeyle kötü kötü baktı ve düzeni sağladığına inandı.
talimat almaktan ve bana öz disiplinin hatırlatılmasındaıı nefret ederim. onu yumuşakça kenara ittim ve hemen öfkelendiğini hissettim. ama yeniden müdahale edemeden hakimin bir baş işareti onu geri püskürttü. orada bulunan insanların onuruna uygun olduğu söylenebilecek bir atmosfer yaratan hoş bir jestti bu. bay derwall'e soruldu:
"oyuncularınızdan arif i birkaç ay önce antrenman dışı bırakarak kadrodan çıkardınız mı? evet ya da hayır diyerek yanıtlayınız!"
"evet" diyerek yanıtladım. olayın ne olduğunu hâlâ anlamamıştım; fakat hollanda olayının değil, yaramaz çocuğumuz arif'in söz konusu olduğunu kavradım.
ikinci soru :
"arifi niçin bir hafta süreyle antrenman dışı bıraktınız; bunun belli bir nedeni var mıydı? "
hakim, "arif hasta mıydı, onu bu yüzden mi eve gönderip maça çıkmasına da izin vermediniz?" diye sordu.
"hayır, elbette değil," diye yanıtladım ve devam ettim :
"arif dakiklikten pek hoşlanmaz. antrenmana her zaman geç kalıyordu. çoğunlukla yarım saatten de geç geliyordu. karşı tarafta oturması ve sabahın erken saatlerinde florya'ya antrenmana gelmek için trafikle uğraşmak zorunda olması bir özürdü. ama birisi sürekli geç kalıyorsa ve aynı tarafta oturan diğerleri, buna rağmen antrenmana tam zamanında gelebiliyorsa, o zaman bir antrenörün duruma müdahale etmesi gerekir. gecikmelerini tekrarlayınca arifi evine gönderdim ve bu konuyu düşünmesi için bir hafta zaman verdim."
karşı tarafı temsil eden sabah gazetesi avukatı, "hastalanmış olmalı," diyerek araya girdi. ancak o zaman ahmet'le ikimiz, bu gazetede yayınlanan ve arif'e epeyce yüklenmiş olan bir haberi hatırladık. arif, bu haberde, bazı kadınlarla düşüp kalkarak çok kötü bir hastalık kapmış olmakla suçlanıyordu. bu tam anlamıyla karalayıcı bir iddiaydı ve arif bu gazeteyi dava etmişti.
"arif hasta değildi ve hastalanmış olması da mümkün değildi," diye yanıtladım; "bir hafta sonra tekrar antrenmanlara katıldı ve kadroya girdi."
avukat, "antrenmana çıktı ama," dedi, "maçta oynamadı değil mi?"
galatasaray'ın o hafta fenerbahçe ile oynaması gerektiğini hatırlıyordum. hakim umulmadık şekilde, "arif o maçta oynadı mı?" diye sordu.
bu soruyu gerçeğe uygun biçimde cevaplandırabilmem mümkün değildi. maçlardan sonra tum notlarımı kaydettiğim defterimde yazılıydı, ama o an kuşkuya düşmüştüm. ahmet de huzursuzlaştı. hakimin anlamlı sorusunu kavrayarak, arifin oynayıp oynamadığından kendisinin de emin olmadığını söyledi.
antrenörler, üzerinden çok uzun zaman da geçse, maçtaki her durumu hatırlayabilirler. ama bu kez, belki de tamamen yanlış bir ifade verme ihtimali olduğu için, pas geçmek zorundaydım. bunun yerine hakime, oyuncuları daha önce oynadıkları bir kulüple maçımız olduğunda ilke olarak oyuna sokmadığımı anlatmak geldi aklıma. bir yıl önce fenerbahçe'de oynayan arif e aynı uygulamayı yaptığımı söyledim. ama onun takım kadrosunda olduğunu açıkça kanıtlamak için saha kenarında kulübede oturmuş olduğunu söylemek pekâlâ mümkündü. hatta büyük bir ihtimalle, son 15 dakikada, sonucu paylaşabilmesi için maça girmiş de olabilirdi. tam bunun ancak böyle olmuş olabileceğini eklemek isterken avukat söze girerek, arifin gerçekten de 76'ncı dakikada oyuna girmiş olduğunu hepimize karşı onayladı. böylece arife günümüzde çok yaygın olan bir hastalığı yakıştırarak onu kamu oyu önünde karalamak için hiçbir kanıt olmadığı ortaya çıkmıştı.
hatırladığım kadarıyla davayı arif kazandı. böylece aceleci bir iddianın, hele bir de araştırma yapmadan yayınlanırsa, bulvar gazetelerinin belki de zor hazmedebilecekleri bir "bumerang"a dönüşebileceği bir kez daha görüldü.
#10 jivan lukovcan fenerbahçe-galatasaray 22 şubat 1987
fenerbahçe'nin yine şampiyonluktan uzak kaldığı sezonlardan biri. galatasaray ise beşiktaş'la şampiyonluk yarışı içinde. 14 yıldır gelmeyen şampiyonluğu kazanmak için puan kayıplarına tahammülleri yok.
sarı-kırmızılılar atak başlıyor maça. ama kurdukları baskının karşısında fenerbahçe'nin yugoslav kalecisi lukovcan müthiş bir performans sergiliyor. o sezon yediği hatalı gollerle futbol kamuoyundan büyük eleştiriler alan lukovcan, bu maçta devleşiyor. kayhan kaynak'ın golüyle öne geçen sarı-lacivertliler iyice geri yaslanıyor. cevad prekazi'nin harika frikiğinde yine köşeden topu çıkaran jivan lukovcan. galatasaray baskısının ortaya çıkardığı tüm pozisyonlarda onun adı var. ve maçı lukovcan'ın oyunuyla kazanıyor fenerbahçe.
71’de kırmızı kart görmüştüm. ben de kırmızı kart gördüğümde sahayı biraz problemli bir şekilde terk ederdim. o gün de öyle oldu. en son saha kenarındaki polisler gelip müdahale etmek zorunda kaldılar. bir süre de onlar uğraştı. o arada da maç bir 15 dakika durdu. sonunda rambo yusuf yanıma geldi “ya apo git artık allah aşkına da bitirelim şu maçı terimiz soğudu” dedi.
o öyle rica edince polislerle beraber tünele gittim. tüneldeki çocukları kapıyı aralık bırakmaları için ikna ettim. oradan kafamı çaktırmadan uzatarak son 15 dakikayı izledim. rahmetli kayhan’ın golüyle 1-0 öndeydik. lukovcan kalede harika oynadı ve o skorla kazandık. hayatımın en uzun 15 dakikasıydı.
1987 yılının bir kış günü galatasaray ve fenerbahçe ali sami yen stadında karşı karşıya geleceklerdi. hafta başında yener isimli bir arkadaşımla maça gitmeye karar verdik ve maç günü geldiğinde, sabahın köründe kalkıp yönümüzü önce topkapı’ya çevirdik ve topkapı’dan, mecidiyeköy’e giden belediye otobüslerinden birisine binerek, mecidiyeköy’de inip, ali sami yen stadına doğru yürümeye başladık. maç günlerinin o çok cümbüşlü hali bütün bir mecidiyeköy’e sirayet etmişti. takımların ürünlerini satan satıcılar bütün kaldırımları işgal etmiş, istanbul’un dört bir yanından gelen taraftarlar, mecidiyeköy sokaklarını bir karnaval havasına sokmuştu. takım ürünü almaktan mümkün mertebe uzak duran ben, o çok cümbüşlü pozitif ortamın etkisi ile bir fenerbahçe kaşkolü almıştım. aynı şekilde bizim yener’de bir fenerbahçe kaşkolu aldı ve kaşkollarımızı boynumuza dolayarak stad gişelerinden birisinin ardında birikmiş olan kuyruğa takıldık. yaklaşık bir saat kadar o kuyrukta beklemiştik ve en nihayetinde biletimizi alarak stada girmiştik. o sabahın köründe stad, ağır ağır dolmaya başlamıştı ve o zamanlarda, şimdiki gibi istanbul içerisinde deplasman mantığı işlemiyordu. tribünler, takım taraftarları arasında yarı yarıya paylaşılıyordu. 1986-1987 sezonunda fenerbahçe lige çokda iyi başlamamıştı. ligin başında ortaya koymuş olduğu performansla lige zaten havlu atmıştı ama nedense buna rağmen fenerbahçeli olan bizler, lige havlu atmış olan takımımızın maçını stadda izlemek için o kış gününün sabahında düşmüştük stadyumun yollarına. hafta içerisinde yapılan yorumlardan çıkardığımız oyduki, galatasaray, fenerbahçe’yi son derece rahat bir şekilde yenecekti ve hatta ve hatta farklı bir sor elde etmesi içten bile değildi. aslında bizdede bu yönde bir beklenti vardı. galatasaray’ın öyle veya böyle bu maçı rahat bir şekilde alacağına inanıyorduk. sabah erkenden girmiş olduğumuz stadyumda maç saatini beklemeye başladık ve maç saat 14.00’da başlayacaktı. sanırım stada girdiğimizde saat 10.00 civarıydı ve o saatten itibaren tam dört saat gibi bir zaman maç saatinin yolunu gözledik. pek tabiki stadyumlarda dört saat gibi bir zaman çok fazla uzun bir zaman değildi o yıllarda. şimdilerde nasıldır bilemiyorum ama en son sanırım stadda maç izleyeli olmuştur bir onsekiz yıl. o yıllarda beni stada erken gitmeye zorlayan şeylerden birisi hem maça girememek endişesiydi, hem de en çok sevdiğim şeylerden birisi, stadda taraftarların birbirlerine nispet yaparcasına atışmalarıydı. nitekim o uzun saatler olarak düşünmüş olduğumuz saatler bir çırpıda geçer ve bir bakmışızki takımlar sahaya çıkmışlar ve maça başlamışlar. ve o dört saat göz açıp kapayana kadar geçmişti. tribünleri eşit bir şekilde paylaşmış olan taraftarlar, maç saatine kadar birbirlerine nispetler yapmışlar, birbirlerini kızdırmışlar ve pek tabiki bol miktarda küfür yollamışlardı birbirlerine.
1987 yılının 22 şubatında oynanan bu maç öncesinde yanılmıyorsam sabah gazetesinden talay erker hafta içerisinde takımların analizini yapmış ve bu analizler sonrasında bir tek talay erker bu maçı fenerbahçe’nin kazanacağını ileri sürmüştü. yapmış olduğu analizleri temellendiriyordu talay erker ve o dönemde yapmış olduğu bu analizlerin hemen hemen tümü tutuyordu. nitekim maç öncesinde bu analizi manşetten veren sabah gazetesi alehinde galatasaray tribünleri protesto eylemi yapmış ve sabah gazetesi’nin temsilcilerine “sabah dışarı” diyerek tempo tutmuşlardı. bu temponun sonu bir türlü gelmiyordu. şayet takımlar birbirlerine nispet yapmayı bırakmışlarsa ve birbirlerini kızdırmıyorlarsa, galasaray tribünleri sabah gazetesi aleyhine protestolarını sürdürmeye devam ediyordu.
saat 13.45 olduğunda takımlar sahaya çıkmış ve takım kadroları stad hoporlöründen okunuyordu.
bu maçta sahaya çıkan kadroyu halen hatırlamaktayım. kalede lukovcan vardı ve fenerbahçe’nin geri dörtlüsünde o yıllarda ismail kartal, küçük hasan, abdülkerim ve sedat oynuyordu. nedense bu geri dörtlü içerisinde oynayan sedat’ın oynadığı futbola hiç sempatiyle bakamamıştım. adeta bir saatli bombaydı sedat. ayağına top gelse herkesi bir tedirginlik basardı. ne doğru düğün pas verebilirdi sedat, nede doğru düzgün bir şekilde topu ayağında tutabilirdi. halen düşünürümde, fenerbahçe neden yıllarca sedat’a geri dörtlünün solunda görev verdi. yetene olarak, vasat altı bile değildi sedat. o yıllarda fenerbahçe defansında en çok dikkat çeken isim abdülkerim’di. abdülkerim iyi bir futbolcu olmasına karşın, son derece hırçın bir kişilikti. zayıf ve çelimsiz bir futbolcuolan abdülkerim, o yıllarda sanırım türkiye'nin en iyi liberolarından birisi seçilmişti. hemen yanı başındaki partneri hasan ise son derece ağır bir futbolcuydu. o yılların klasik stoperi görüntüsünde olan hasan, top tekniği açısında zayıf olmakla beraber, hava hakimiyetinde bir hayli üstünlüğü vardı. ama öyle aman aman göze batar bir futbolu yoktu hasan’ın da. yine o yıllarda fenerbahçe’nin sağ bekine demir atmış olan ve şimdilerde aykut kocaman’ın yardımcılığını yapan ismail kartal vardı. ismail, namı diğer arap, fenerbahçeli taraftarların her zaman en sevdiği futbolculardan oldu. arap ismail’i bende severdim. en azından mevkiisindeki performansına güvenirdim. o maçta fenerbahçe orta sahasında her zamanki gibi müjdat görev yapıyordu. sanırım fenerbahçe’nin unutumaz ender isimlerinden birisidir müjdat. hani oynamış olduğu futbolu beğenmiyor olsamda müjdat’ın, canla başla mücadele edişine hayran olurdum. sanırım, o canla başla mücadelesinden dolayı ve idmanlardaki disiplininden dolayı hiçbir teknik direktörün vaz geçemediği bir isim olurdu müjdat. çok da yaratıcı olan bir futbolcu değildi ama müjdat’ta her zaman fenerbahçe taraftarının sevdiği bir futbolcu oldu. yine o maçın kadrosunda olan ve uzun yıllar fenerbahçe orta sahasını kendisine ipotekleyen önder vardı. müjdat’tan farklı yana bir futbolu yoktu. her ikiside benzer özellikler taşıyan futbolculardı ve önder’de fenerbahçeli taraftarların sevdiği bir futbolcuydu. o yıllarda fenerbahçe’yi yorumlayan bütün spor yazarlarının ortak kanaati müjdat ve önder’in olmadığı bir fenerbahçe orta sahasının tuzsuz yemek gibi bir şey olduğuydu. oysa nedense ben hiçbir zaman bu iki futbolcunun orta sahay ciddi bir renk verdiğine inanmadım. her ikiside yaratıcılıktan uzak, sadece körü körüne mücadele eden futbolculardı. yorumcuların bu iki futbolcuya hayli güveniyor olmalarınıda çok tuhaf buluyordum doğrusu. yine o maçın kadrosunda, orta sahada görev yapacak olanlardan birisi osman denizci’ydi. osman 1980’li yılların başındaki fenerbahçe kadrosunun en has futbolcusuydu. kendisini çok beğenirdim. hem top tekniği oldukça iydi, hem de tam bir orta saha futbolcusuydu. ne varki bir dönem fenerbahçe’den ayrılmıştı ve tekrar fenerbahçe’ye döndüğünde o 1980’li yılların başındaki osman gitmiş, yerine koşmayan, mücadele etmeyen bir isim gelmişti. fenerbahçe’nin o yıllarda orta sahasında görev yapan pesiç vardı. pesiç yugoslav bir futbolcuydu ve malumunuz o yıllar yugoslavların ne kadar çerden çöpten futbolcusu varsa türkiye’yi mesken tutmuşlardı. hatta bu durum öyle bir hal almıştıki, kemal sunal filmlerine bile konu olmuştu. ne varki pesiç, o çerden çöpten dediğimiz yugoslav futbolcular içerisinde en iyisi olanlardandı ve fenerbahçe taraftarınında bir hayli sevdiği ve beğendiği bir futbolcuydu. uzun yıllar fenerbahçe’de oynamıştı pesiç ve kendisini ülke futbolumuza kabul ettirmişti. fenerbahçe’nin orta sahasında görev yapan bir diğer isim olan ahmet ise çok da beğendiğim futbolculardan değildi. fenerbahçe’nin o yıllardaki yıldızları hiç şüphesizki şenol çorlu ve kayhan kaynak’tı. yanlış hatırlamıyorsam kayhan bir kapl krizi sonrasında genç yaşta yaşama veda etmişti.
doğrusunu isterseniz bu maç ile ilgili olarak tutmuş olduğum takım olan fenerbahçe’den pekde öyle ümitli değildim. zira galatasaray’da pekde öyle yabana atılacak futbolcu yoktu. bir zamanlar fenerbahçe’de oynamış olan arif kocabıyık (çingene arif), galatasaray orta sahasının en önemli ismiydi. maçı ciddiye aldığı zamanlarda son derece etkili olan bir futbolcuydu arif. ama dediğim gibi maçı ciddiye alırsa, yoksa sahada sadece gezen bir yanı vardı arif’in. ayrıca o yıllarda galatasaray’ın en etkili futbolcularından biriside cevat prekazi’ydi. sol ayağı bir hayli mükemmel olan prekazi’nin serbest vuruşlarla skora nasılda etki eden bir yanının olduğunu sonraki yıllarda oynanan monaco maçlarında fazlası ile görmüştük. yine o yıllarda galatasaray defasının sağında ve solunda görev yapan ismail ve semih’te başarılı oldukları bir dönemi yaşıyorlardı. galatasaray defansının göbeğinde erhan ve yusuf oynuyordu ve bu dörtlü aynı zamanda milli takımında defans bloğunu oluşturuyordu. pek tabiki böyle bir galatasaray karşısında fenerbahçe öyle aman aman bir şansa sahip değildi.
maç saat 14.00’da başladı ve galatasaray bariz bir şekilde fenerbahçe’ye üstünlüğünü kabul ettirdi. aslında biz izleyenler öyle düşünüyorduk ama fenerbahçe’nin başındaki kurt hoca stankoviç, maçı almayı kafaya koymuş ve ona göre bir taktik strateji uygulamaya sokmuştu. fenerbahçe defansa gömülmüştü ve tümü ile topu galatasaray’a bırakmıştı. gelen topu sadece galatasaray yarı sahasına gönderiyor ve öyle aman aman bir atak geliştiremiyordu fenerbahçe. oysa galatasaray’ın bitmek tükenmek bilmeyen atakları vardı ama galatasaray bir türlü gol atmaya muvaffak olamıyordu. nitekim maçın ilk yarısının son anları yaklaştığında fenerbahçe sol kanattan bir serbest vuruş kazandı. serbest vuruş tamda bizim bulunduğumuz tribünün önündeydi ve atışı pesiç kullanıyordu. pesiç oldukça güzel bir orta yaptı ve kayhan nefis bir kafa vuruşu ile galatasaray’ı yıkan golü attı. tabiki fenerbahçeli taraftarların hiç de beklemediği bir durumdu ve bütün galatasaray tribünleri sus pus olmuştu. ikinci yarıda galatasaray yine atak üzerine atak yapıyor ama doğru düzgün gol pozisyonu bulamıyordu. doksan dakika sonunda fenerbahçe top oynamadığı maçı zorda olsa kazandı.
maç sonrasında stadtan çıkıp, taksim’ doğru yürümeye başladık yener’le. maçın kritiğini yaparken, maçı fenerbahçe’nin kazanmasının tümü ile sürpriz olduğu kanısına ulaştık. ama o maç sürprizle kazanılmamıştı aslında. ciddi bir taktik strateji ile kazanılmıştı. elindeki gücü doğru kullanmıştı fenerbahçe teknik direktörü ve hem psikoljik olarak, hem de teknik açıdan alehinde oaln bir durumu lehine çevirmesini bilmişti. taksim’e doğru ağır aksak bir şekilde yener’le yürürken, galatasaraylı bir grup taraftar önümüzü kesip boyun bağlarımızı almıştı ama en nihayetinde dayak yemekten kurtulmuştu. sesimizi çıkarmadan yolumuza devam ettik ve taksim’de bir yerlerde oturup, çay içtkten sonra evimizin yolunu tuttuk.
bu maçı hiçbir zaman unutamadım. zira fenerbahçe’nin bu maçı kazanmasına bir hayli sevinmiştim ama o sezon fenerbahçe kötü bir sezon geçirmiş ve ligde istediği derece olan şampiyonluktan çok uzak bir noktaya düşmüştü.
notlar; ali sami yen stadı tarihi günlerinden birini yaşadı.stadyuma giremeyen binlerce taraftar kapıların önünde bekleşti. hava açık, sıçaklık 17 derece idi.zemin cok yumuşaktı.devre arasında kalabalık bir ekip futbolcuların kaldırdığı çimenleri yerlerine yerleştirdi. oyun süresince galatasaray 28 faul,11 korner atışı kullandı. fenerbahçe 15 faul,1 korner atışı yaptı.hakem köseoğlu galatasaray'dan prekazi'yefenerbahçe'den osman,ismail,abdülkerim,önder'e sarı kart gösterdi.abdülkerim daha sonra kırmızı kart gördü.ümitler maçında galatasaray fenerbahçe'yi 1-0 yendi.maçı 34.642 biletli seyirci,34 milyon,797 bin 100 lira ödeyerek izledi.
1-0 lık fenerbahçe- galatasaray maçı öncesinde,gece ali sami yen stadının yanına yaklaşamayan taraftarlar şişli,meçidiyeköy ve beyoğlu'nda birbirine girdi.
izinleri kaldıran güvenlik kuvvetleri müdahale etti toplam 155 kişi göz altına alındı.maçtan hemen öncede gişeler önünde yine kavga çıktı.seyirciler stada üstleri aranarak alındı.
soğukta istanbul sokaklarında gençlik yıllarımızda kimlik arayışlarımızın peşinde gezdiğimiz yıldır 1987 yılı.
galatasaray fenerbahçe maçının oynandıgı hafta cağlayanda bir kahvede oturmuş okey oynuyorduk dışarıda ise sağuk ve yağışlı bir hava vardı.
halamın kızı hatice beni bir kız ile tanıştırmıştı halamın kızının tanıştırdıgı kız ile osmanbey şişli taksim gezdikten sonra o yıllarda adeta hüçre evimizin olan çağlayandaki kahveye dönmüştüm. soguktan iliklerime kadar üşümüştüm.
o yıllarda babalarımız bizim izimizi sürüyordu bizde mahelledeki kahveye takılmaktansa gözlerden uzak olmak için mahalledeki kahve yerine nisbeten daha zula bir yer olan çaglayana takılyorduk babalarımızın takibine takılmak istemiyorduk.bu kimlik arayışı yüzünden babalarımızlada takışıyorduk.babalarımızı karşımıza almaktansa gözden uzak olmayı tercih etmiştik.
masanın üzerinde sabah gazetesi vardı onlar okey oynuyordu ben gazete okuyordum sanırım sabah gazetesiydi.talay erker adında bir spor yazarı vardı gazetenin spor sayfasına manşet atmış fenerbahçe bu maçı kazanacak demişti.
haberi okuyunca adete çileden çıkmıştık arkadaşım birol kemo bu adam ne yazmış manyak ulan bu adam demişti evet haklıydı bizim birol galatasaray fovori idi galatasaray fenerbahçeyi yenecek güçte idi.biz sabırsızlıkla maç gününü bekliyorduk maçtan sonra talay erker denen yazar galatasaray kazanınca ne yazacak acaba diye merak edip önümüzdeki haftanın makarasının şimdiden hazır olduğunu düşünüyoduk.
maç günü gelip çatmıştı mecidiyeköyde ali sami yen stadı gişelerinde kuyruga girdiğimizde olaylar yüzünden kuyruklar bir kaç kez dağılmıştı o yıllarda tribünler eşit olarak iki takım taraftarlarınca paylaşılıyordu.fenerbahçe taraftarı bizimde bulunduğumuz galatasaray taraftarlarının bulunduğu tarafa caddenin karşı tarafından taş atıyordu.bu yüzden kuyruk dağılmıştı galatasaray taraftarlarının bir kısmı bu taşları geri iade etmek için kuyruktan çıktılar ve taşları topladılar daha sonra fenerbahçe taraftarının bulundugu tarafa atmak için gittiler aynı taşlar bir otarafa bir bu taraf gidip geliyordu.
bu taş atma muhabbeti hoş bir olay değildi ama bizzede avantaj sağlamıştı kuyruğun öntaraflarında kendimize yer bulmuştuk.
daha sonra bilet gişesi açıldıktan 3-10 dakika sonra içeri girdik içeri girdiğimizde stat henüz boştu baca dibi dediğimiz yeni açık tribünün kapalı numaralı tribüne yakın olan tarafa geçmiştik 20 kadar galatasaray taraftarı henüz giriş yapmıştı keza aynı şekilde fenerbahçe taraftarıda aksi taraftaki kapalı tribünün bulundğu köşeyi almıştı.
daha sonra 2 fenerbahçe taraftarının bizim bulunduğumuz tarafa dogru yöneldiğini gördük evet iki fenerbehçeli bize doğru geliyordu biz şaşkınlıkla kendilerini izliyorduk.
fenerbahçeli taraftarlar bize ilk önce selam verdiler daha sonra da bulunduğumuz yerleri birbirimizle değiştirmemiz gerektiğini söylediler ..şaşırmıktık.... ne demek anlamadık daha sonra ise beden terbiyesi genel müdürlügünün ayarlamalarıa göre yerlerimizin ters olduğunu bize söylediler.biz bunu kabul etmedik.
daha sonra fenerbahçeli iki taraftar geri yerlerine döndüler. tribünlerdeki insan sayısı yavaş yavaş coğalmaya başlamıştıki bir kaç dakika sonra iki fenerbahçeli taraftar ve cevik kuvvet polisleri ve yanlarında amirleri ile birlikte taraftarların yer değiştirecegini söylediler cevik kuvvetin başlarında buluan sivil amir fenerbahçeli taraftarların merdivenlerin altından bizim ise tribünün en üst tarafında buluan kolidordan yer değiştirecegimiz söylediler...daha önce hiç böyle bir şey ile karşılaşmadığımızdan şaşkınlık içerisnde gs -fb tribünü değiştirmiştik.
daha sonraki saatlerde ise tam bir kaos yaşanmaya başlamıştı bilet alıp içeri giren taraftarlar diger taraftarlar tarafında taçize uğrayarak tribüne giriyorlardı cünkü dışardan bilet alan galatasaray taraftarı fenerbahçe taraftarının bulundugı arka taraftaki kolidoru geçmek zorunda idi aynı şekilde fenerbahçeli taraftar ise galatasarlıların bulunduğu tribünün arkasındaki kolidordan stada giriş yapıyordu.o gün hiç istenmeyen olaylar yaşanmıştı stad içerisinde.
nihayet tribünler dolmuştu maçın başlama saati yaklaştıkca heyecan ve stres artıyordu.galatasaray fenerbahçe takımları çimlerdeki yerini alınca ortalık konfeti yağmuruna dönmüştü o yıllarda takımlar şimdiki gibi maçtan önce ısınmak için sahaya çıkmazlardı maçtan 5 dakika önce sahaya çıkar seyirciyi selamlar seremoni yapılır ve maç başlardı.
maça galatasaray iyi başlamıştı gol geldi gelecek gibiydi çok umutluyduk maçı kaybedeceğimize dair hiç bir belirdi görünmüyordu..bizim galatasary tribününde kovboy şapkası takmış bir kaç galatasaray taraftarı da vardı..bu şapkaları sarı kırmızıya boyamış olan galatasaray taraftarı diğer galatasaraylı taraftarlarına ilgi odağı olmuştu.
maçın ilk yarısının son dakikalarına dogru fenerbahçe kafasını ancak kaldırabilmişti galatasaray oyunu fulya tarafındaki eski açık tribününün bulundugu kaleyi albuka altına almıştı.
fakat fenerbahçe numaralı tribünün bulundugu taraftan bir faul atışı kazanmıştı atışı kullandılar ve kayhan golü attı kayhan golü atar atmaz fenerbahçe tribünlere koştu tel ergülere kadar tırmanmıştı neye uğradığımızı şaşırmıştık.
ikinci yarı galatasaray'ın goller atacagına inancımız tamdı galatasaray iyi top oynuyordu ikinci yarıda da galatasaray bastırdıkca bastırıyordu fakat gol gelmiyordu fenerbahçe kalecisi lukovcan adeta hayatının maçını oynuyordu.
malesef maçı kaybettik hüzünlü oldu mahalleye dönüşümüz fenerbahçelilerin alaylı bakışları arasında mahalleye giriş yapmıştık aslında maçtan sonra çağlayandaki kahveye gidecektik öyle konuşmuştuk ama hiç neşimiz yoktu mahahalleye geldik bir az ayak üstü muhabbet ettikten sonra evlerimize girmiştik....cok hareketli neşeli gir hafta gecirmiştik.. fakat maçtan sonra çok hüzünlü idik oysaki maçı kazansaydık mecidiyeköyde bulunan sabah gazetesine gidip gazetenin kapısına galatasaray bayragı asaçaktık bir hafta kahvede bunun heyecanını yaşamıştık maçı kaybedinnce bu hayalimiz suya düşmüştü....çok hüzünlenmiş ve çok üzülmüştük..bu hüznü atladabilmek için sezon sonunu beklememiz gerekecekti.
kayhan kaynak fenerbahçe formasıyla galatasaray’a ilk golünü attı.
abdülkerim durmaz, maçın 71.dakikasında kırmızı kartla oyun dışında kaldı. fenerbahçe, ligin 23.haftasını liderin 5 puan gerisinde 29 puanla 5.sırada tamamladı.