ilk basımı 1993 olan, futbol ve kültürü kitabında yer alan tanıl bora ve necmi erdoğan'ın "dur tarih, vur türkiye: türk milletinin milli sporu olarak futbol"
her ülke futbolunun 'milli' özelliklerin damgasını taşıdığından sözetmiştik. bunu tersten de ifade edebiliriz: milliyetçiliğin kalıpları, örüntüleri veya millet hakkındaki telâkkiler, 'milli' futbola da uyarlanır. bu uyarlamanın çarpıcı örneklerine, milli maçların veya kulüp takımlarının oynadığı dış maçların spor basınındaki yorumlarında rastlayabiliriz. etrafın düşmanlarla çevrili olduğu tespitleriyle beslenen abartılı bir tehdit algılaması, dünyanın ve batı'nın komplosuna maruz olma sendromu, özellikle hakemlerin 'değerlendirilmesinde' kendini gösterir. kötü sonuçlar hakem kararlarına, hakem kararları cümle âlemin türk düşmanlığına bağlanır. türk futbolcuları dış maçlarda hakemlerle çok konuşarak (daha doğrusu çoğu kez işaretleşerek), uluslararası standartların çok ötesinde itiraz ederek bu 'mağdur millet' motifini zenginleştirirler.
başka ülkelerde olduğu gibi türkiye'de de medyatik futbol söylemi, milli kimliğin yeniden kuruluşunda ihmal edilemez bir paya sahiptir. oyun hakkında basitçe haber veriyormuş, sadece sahada olan biteni aktarıyormuş gibi yapan medya, aslında, bunu yapılaşmış bir ideolojik-söylemsel kompleksin içine yerleştirerek sunar. bunu en güzel örneklerinden biri, uluslararası maçların milliyet bir bağlamda yeniden kurulmasıdır. lig maçlarına ilişkin haber, yorum ve yayınlarda, spikerin tarafgirliğini elevermesi yorumcunun "takımından" sözetmesi, spor basınında büyük takımlara ayrılan sayfalarda doğrudan ya da örtük bir şekilde o takımların taraftarlarına hitap edilmesi gibi söylemsel öğeler bir yana bırakılırsa, takımlar ilke olarak "nesnel" ve "tarafsız" bir dille ve sadece "adlarıyla" anılırlar. oysa aynı takımlar uluslararası maçlarında millet olarak "bizim" temsilcimiz olarak sunulurlar. "bütün türkiye'nin gözü" onlardadır; "milletçe" kalbimiz onlarla beraber atar. yaşadığımız "wembley faciaları"ndan birini televizyonda naklen anlatan spikerin "nihayet özlediğimiz ofsayt bayrağı kalktı" gibi laflar edebilmesi, milli kimliğimizin kuruluşunda (ve yeniden kuruluşunda) ne tür sancılar çektiğimiz, nasıl çeresizliğe düşebildiğimizi eleverir - "bu millet", bir haklı ofsayt bayrağını bile özlemiştir!
medyatik futbol söyleminin milliyetçi momentinin önemli tezahürlerinden biri, "bu takımı da yenemezsek hangi takımı yeneceğiz" yerinmesiyle "üçüncü viyana kuşatması" hevesi arasındaki yüksek gerilim hattında ortaya çıkar. medyada yeniden kurulan bu batı hayranlığı ve batı revanşizmi ikiliğini, izleyen bölümde ele alacağız. türk milliyetçiliğinin futbol bağlamındaki medyatik tezahürünün bir başka karakteristiği, "milli mağlubiyetlerimiz"in tercihen "dış güçler" merkezli bir 'etkililik indeksi' ekseninde açıklanarak "milletimizin üstün vasıflarından şüpheye düşülmemesini sağlama eğilimidir. 'mağdur millet' sendromu, milli takımın "otuz bin nüfuslu" san marino karşısında bile kendine bir yer bulur; "arap hakem iki penaltımızı verme"miştir. yenilginin sorumluluğunu ki şiselleştiren "ruhsuzlar", "kansızlar" gibi 'iç faktörler', son yıllarda kullanımı azalsa da, daima el altında tutulan malzemedir. "haysiyetli yenilgi", "ezilmeden yenilmek", "şerefli beraberlik" gibi icatlar, hin-i hacette, türk milletinin haysiyetine halel gelmediğini vurgulamak içindir. "dış faktör" etkeninin görece masum bir uzantısı, tabiatın cilvelerine yapılan göndermelerdir: "yağmurun yağması", "gece maçlarına uyum sağlanamaması" gibi... zihniyet dünyamızda, elbette onun kadar yer kaplamasa da, batı'yla ilişkimizdeki gibi kahretmekle hayranlık arasında binamaz bir yer tutan "şark kurnazlığı", kimi zaman bu dış faktörlerle başetmeye dönük bir 'milli haslet' olarak devreye girer: sıcak havada oynayamayacakları sanılan finliler ile yapılacak maç antalya'ya alınır (2-1 yeniliriz!); gece maçına alışkın avrupa takımlarıyla "uğurlu" izmir atatürk stadı'nda öğlen 12'de maç 'ayarlanır', vs.. bir takımımızın avrupa kupası maçını yönetmeye gelen yabancı hakemlerin kulüp yöneticilerimizce boğaz'da felekten bir gece geçirmeye götürülmesi veya hakemlere deri takım hediye edilmesi, basında takdirle karşılanır. dürüst ve saf milletimizin ayak oyunlarına mağlup olmamasının gereği ne ise, yapılmalıdır; "dış faktör"ü altetmek için 'her yola' başvurulacaktır. osmanlı'nın çözülüş sürecinden beri batı'ya ve genel olarak diğer milletlere güvenmekle kaybeden yücegönüllü türk milleti, artık "bu işleri öğrenmektedir". galatasaray'ın 1988'de neuchatel xamax'ı (3-0'ın revanşında) 5-0 yendiği maçın uefa tarafından iptal edilmesi "türk'ün başarısına tahammül edemeyen" dış güçlerin komplolarının müstesna bir örneği telâkki edildi ise; akabinde uefa'nın bu kararının iptal edilmesi için seferber olan ve yetkilileri ikna etmek için epey "fedakârlık" yaptığı ima edilen türk lobisinin başarısı da, "türk'ün artık bu işleri öğrendiği"nin müjdesi olarak algılanmıştır!
medyatik futbol söylemi, uluslararası maçları türk milleti açısından "ölüm-kalım meselesi" (beka davası) havasında sunarken, lig maçlarında da kullandığı askeri söyleme özgü lügâtçeye daha sık başvurarak milletler arası "savaş" efektini pekiştirir: "dinamit gibiyiz, frankfurt'u parçalayacağız", "sonuna kadar savaşacağız", "öldüren taktik! sarı-lacivertli futbolcular 'sigma'yı kontrataklarla vuracağız' diyorlar"... galatasaray ile roma'nn karşılaşması "osmanlı'nın çocuklarının roma imparatorluğu ile çarpışması" diye sunulur; kurada galatasaray ile eşleştiklerini öğrenen romalı haessler'e "anneciğim türkler geliyor!", 'dedirttirilir'. avrupa kupası maçları gündeme geldiğinde türk takımlarının yabancı futbolcularına gösterilen muamele, türkiye'de milliyetçi söylemdeki 'kaymalar' hakkında fikir vericidir. galatasaray'ın alman oyuncusu falco götz'ün eintracht frankfurt maçı öncesinde söylediği, "o gün ben alman olduğumu unutacağım, futbolun milliyeti olmaz" sözleri, "helal sana be falco" yollu yorumlarla milliyetçi bir bağlama yerleştirilerek selamlanır. "futbolun milliyeti olmaz" lâfını bazen türk spor basını da sarfeder, "işte sporun millet farkı tanımayan güzelliği" gibi romantik çıkışlar ara sıra yapılır; ama bu sözlere ancak, türklüğü vatandaşlık temelinde tanımladığını, etnik-kültürel kökeni önemsemediğini vaz'eden ama kolaylıkla etnisistkültürel vurgulara açılabilen resmi (kemalist) türk milliyetçiliğinin lâfzına güvenilebileceği kadar güvenilebilir. frankfurt maçından sonra taraftarların eline tutuşturduğu türk bayrağıyla koşan stumpf (galatasaray'ın diğer alman futbolcusu), futbol basını nezdinde, tabii ki "futbolun milliyeti olmaz" diyen falco'dan daha makbuldür. böylesi fotoğrafların altına, "stumpf türk gibi!", yazılır. aynı ay, fenerbahçe'nin bulgaristan'ın botev takımıyla yapacağı maç öncesinde, fenerbahçe'nin bulgar futbolcusu stoilov hakkında "bulgar, satacak" şaibesi ortaya atılmıştır. "bizden biri" olmakla "hıyanet" arasındaki mesafe yok denecek kadar azdır. futbolun milliyeti olmaz - ama yine de takımlarımızdaki yabancı futbolcuların "türk gibi" olması iyidir!
"maçı finlandiyalı oyuncuların sıcaklık sorunu yaşaması için antalyada oynuyorduk. ben de finlandiya kafilesiyle aynı otelde kalıyordum. hani derler ya futbolcu özel hayatına dikkat edecek diye.. adamlar otelde sabah 4-5'e kadar her türlü muhabbeti gerçekleştirdiler. ertesi gün maçta 4-5 tane atarız diye düşündüm ben de. ama adamlar 2-1 yenip gittiler bizi!"
konfeksiyon"da çalıştıgım yıllardı bayazıt"da çalışıyordum patronum 0 zamanlar bile 70"li yaşlarda idi lakabıda altı parmaktı.bunun nedeni ise iki elinde toplan 12 parmak oldugu içindi her elinde altı parmak vardı ve istanbulun eski terzilerinden biriydi.hiç unutmam türkiye finlandiye maçı için antalya sıcagında onları bogarız diye söylenip duruyordu maçı radyodan dinliyorduk.finlandiya ikinci golü atınca elindedeki makası karşı duvara fırlattı..oda yetmezmiş gibi gözündeki gözlükte fırladı kendiside yere düştü zor kaldırdık yerden..ve cok utanmıştı...ve o utangac sesle bizlere ya napimmm milli maçta gol yiyence kendimi tutamıyorum demişti.
finlandiya maçından bir kac hafta sonra ingiltere ile oynamış ve 0-8 kaybetmiştik ingiltere maçının oynandıgı gün hastaydı ve işe gelememişti macı 0-8 bitince iş yerindeki personelle aramızda allah bizi altı parmaktan korumuş diye düşünmüştük.
öldü ise allah rehmet eylesin yaşıyorsa allah uzun ömür versin diyecegim ama..kesin ölmüştür o zamanlar bile cok yaşlı ve hastaydı.
1986’da meksika’da yapılacak dünya kupası finalleri yolunda türkiye ilk adımı finlandiya ile atıyor. günlerden, hatta aylardan beri de ülkemizde bu tartışılıyor: türkiye, meksika’ya gidebilir mi?
hayatı boyu onurlu beraberlikler ve şerefli yenilgilerden başka şey düşünmeyen, düşünemeyen coşkun ozan’ dan ulusal takım nihayet kurtulduğuna göre, bu tartışmalara katılmakta yarar var.
işe başından başlayalım. isterseniz, biraz da bilimsel konuşalım. türkiye’nin şansı kuralarla başlamıştır. dörtlü bir gruba düşseydik, bu tür gruplardan sadece bir takım meksika’ya gideceğinden, matematik şansımız, dörtte bir, yani yüzde 25 olurdu. oysa beşli gruptayız. bu tür gruplardan iki finalist çıkıyor. kazanma şansımız beşte iki. yani yüzde 40. daha çekilişte yüzde 15 gibi bir avantaj ihmal edilemez.
türkiye’nin bulunduğu grupta 20 maç oynanacak ve toplam 40 puan dağılacak. sekizer maç oynayacak her takım, en fazla 16 puan toplayabilecek. takım başına düşen ortalama puan ise 8.
grubumuzda bizden başka ingiltere, kuzey irlanda, romanya ve finlandiya var. ilk ikisi 1982 dünya kupası, üçüncüsü ise 1984 avrupa şampiyonası finalisti. ingiltere bu grupta tüm otoritelerin favorisi. 1970’ten bu yana bir tek finale katılamayan ingiltere, tüm gücü ile meksika’ya hazırlanıyor. ilk maçlarında finlandiya’yı wembley’de 5-0 mağlup ederek güçlerini ve hırslarım da kanıtladılar. ingilizleri bu elemelerde mağlup etmek güç. o halde, matematik çalışmaya devam edelim. ingiltere kendi sahasındaki maçları kazanacak, rakip sahalarda da birer puan alacak olsa, 12 puan toplar ve grup lideri olur. 40 puanın 12’si ingiltere’ye gidince geriye, dört takıma 28 puan kalır. bu da ortalama 7 puan eder.
meksika’ya gidecek ikinci takım, işte bu 7 puanın üzerine çıkmayı başaran olacaktır. yani kendi sahasında ingiltere’den başkasına puan vermeyen ve rakip sahadaki maçlarından 2-4 puan almayı başaran takım...
işte, eğer meksika’ya gitmek istiyorsa, türkiye’nin yapması gereken hesap budur. takımın oyun şeklini ve taktiğini de bu hesap belirleyecektir. bu matematik, «kendi sahasında iki, rakip sahada bir puan için oyna» demektir. yani kendi sahasında onurlu beraberlik, ya da şerefli yenilginin meksika yolunda hiçbir faydası yoktur. türkiye, grup maçlarında, 7 puanlık ortalamanın üzerine çıkabilir, 9 ya da 10 puan toplayabilirse meksika’ya gidecektir.
kâğıt üzerindeki bu matematik, saha için ne ölçüde geçerlidir, ya da evdeki hesap ne ölçüde çarşıya uyacaktır? söyleyelim... görünüşe göre büyük ölçüde... bugüne dek oynanan maçlar, grubumuzdaki hemen tüm takımların birbirlerini yenebileceklerini göstermiştir. bu, grup maçları sonunda her takımın toplayacağı puanın ortalama hesaplarına uyacağının işaretidir. bugüne dek yapılan üç maçta, ingiltere finlandiya’yı, finlandiya kuzey irlanda’yı, kuzey irlanda da romanya’yı yenmiştir. dört takımın dördünün de ikişer puanı vardır. türkiye finlandiya’yı yendiği takdirde onun da iki puanı olacaktır.
meksika matematiğinde, ihmal edilmemesi gerekli bir faktör de derwall’dir. bugün için dünyanın en ünlü, portföyünde en çok kredi bulunan hocası, türkiye’nin başındadır. şimdi, rakipler artık avrupa’nın bir sıra takımı ile değil, derwall’in çocukları ile oynadıklarının bilincindedir; bu da, onların en azından bizim sahamızdaki maçlarda temkinli oynamalarına, açıkçası tek puana razı sahaya çıkmalarına yol açacaktır. böylece türkiye’nin savunmadaki işi azalacak, oyun planlaması, çok daha kolay, hücuma yönelik yapılabilecektir.
derwall, şenay ve tarhan üçlüsünün meksika niyetlerinin ne ölçüde ciddi olduğunu finlandiya önünde izleyeceğiz.
finland: olli huttunen, aki lahtinen, kari virtanen, pauno kymalainen, hannu turunen, mika lipponen, ari hjelm(dk. 86 ismo lius), kari ukkonen, esa pekonen, jukka ikalainen, leo houtsonen
yedekler: ismo lius
teknik direktör: martti kuusela
goller: (0-1) dk. 10 ari hjelm (0-2) dk. 56 mika lipponen (1-2) dk. 78 [penaltıdan] ilyas tüfekçi