o zamanlar bordeaux altın çağını yaşıyordu...tv yayını yoktu, radyodan maçı dinlediğimizde gollere inanamıyorduk abimle :) fenerbahçeli olmamda çok büyük etkisi olan süper bir maçtı... teşekkürler selçuk, şenol, rahmetli hüseyin başta olmak üzere tüm efsanelere...
fenerbahçe'nin karagümrüklü kabadayı futbolcusu abdülkerim'in taha dağlı'ya bordeaux maçıyla ilgili söyledikleri şöyle;
-bordo maçının primini 2 gecede yemişsiniz.
"yok iki gece değil de bir haftada yedim. o zaman avrupa kupasında büyük bir zafer yaşamıştık. iyi prim vermişlerdi. bazı arkadaşlar sıfır 131 murat otomobiller yeni çıkmıştı ondan almışlardı yani bir sıfır araba parası prim vermişlerdi. ben bütün mahalleyi aleme götürmüştüm o parayla, bir haftada da bitirmişik primi."
-gece hayatınızda mahalle arkadaşlarınızla mı takılıyordunuz?
"karagümrük'te doğup büyüdüğüm arkadaşlarım, onlardan ayrılamazdım, zaten ben gündüz antrenman bittikten sonra direk karagümrük'e gelirdim, kahvede okey oynardım akşam olunca da arkadaşlarla içmeye falan giderdik. tabi takımdan da arkadaşlarımla sürekli gezerdim. iki grupla da ayrı takılırdım."
bordeaux maçı benim için unutulmaz bir maçtı. bu zafer hem fenerbahçe ve hem de türk futbol tarihine geçmişti. o gün çok iyi oynamıştım. fransız basını tarafından sahanın yıldızı olarak lanse edilmiştim. statta 40 binin üzerinde fransız seyirci vardı. otobüsle maça giderken insanlar devamlı bize 5 işareti yapıyordu. avrupa şampiyonu fransa'nın 6 oyuncusu bordeaux'da oynuyordu. kendi takımımızda bile 2-0 yenilgiye razı olan arkadaşlar vardı. ancak sahadaki maç farklı oldu. hayatımın en iyi futbolunu o maçta oynadım. dünyanın en iyi orta saha oyuncuları olarak fransız tigana, giresse ve platini gösteriliyordu. gerçi platini yoktu ama tigana ile giresse'i sahadan silmiştim. fenerbahçe'de oynadıktan sonra galatasaray'a geçtim ama bordeaux maçı hayatımın en önemli maçlardından biridir.
ilkokul yıllarımdan hatırladığım bir maç. radyoda dinlemiştik. fenerbahçe kazanınca sevinmiştik. hel ki bordeaux gibi bir takımı bir türk takımının yenebilmesi gözümüze o kadar zor geliyordu ki.
ilk gol 20. dakikada selcuk yula'dan gelmisti. bu dakikada ilyas tüfekci'nin ara pasiyla hareketlenen selcuk topu yaklasik 20 metre sürdükten sonra kalecinin yanindan aglari havalandirdi.
serkan seymen'in takımdan ayrı düz koşu kitabında bulunan "izmir'in plakası kaç" başlıklı yazısından;
ege bölgesindeki maçları anlatan murat ünlü'nün fenerbahçe'nin bordeoux'yu deplasmanda 3-2 yendiği maçta, şiddetli bir ağlama krizine tutulduğu için maç anlatma işini zar zor tamamlamış olması günlerce konuşulmuş bir hadisedir.
bordeaux maçı benim için unutulmaz bir maçtı. bu zafer hem fenerbahçe ve hem de türk futbol tarihine geçmişti.
o gün çok iyi oynamıştım. fransız basını tarafından sahanın yıldızı olarak lanse edilmiştim. statta 40 binin üzerinde fransız seyirci vardı. otobüsle maça giderken insanlar devamlı bize 5 işareti yapıyordu. avrupa şampiyonu fransa'nın 6 oyuncusu bordeaux'da oynuyordu. kendi takımımızda bile 2-0 yenilgiye razı olan arkadaşlar vardı. ancak sahadaki maç farklı oldu. hayatımın en iyi futbolunu o maçta oynadım. dünyanın en iyi orta saha oyuncuları olarak fransız tigana, giresse ve platini gösteriliyordu. gerçi platini yoktu ama tigana ile giresse'i sahadan silmiştim. fenerbahçe'de oynadıktan sonra galatasaray'a geçtim ama bordeaux maçı hayatımın en önemli maçlardından biridir.
bir önceki sezonu şampiyon olarak bitiren fenerbahçe, o zamanki adıyla şampiyon kulüpler kupası ilk turunda 1984 avrupa şampiyonu fransa'nın güçlü temsilcisi bordeaux ile eşleşmiş.. bir zamanlar beşiktaş'ı çalıştıran tigana, gires, batista, lacombe gibi dünya futboluna damgasını vurmuş isimler bordeaux'nun kadrosunda..
ilk bakışta izlenim şu; fenerbahçe bu takımdan fark yiyerek kupaya daha ilk turdan veda eder.. ancak bu takımın adı fenerbahçe.. ummadık anlarda inanılmazı başaran fenerbahçe..
fransa'daki maç başlayınca o gün bir destan yazılacağı daha henüz ilk dakikalarda belli oluyor.. ilk golü selçuk atıyor.. yürekler kıpır kıpır.. ama karşılaşmanın daha henüz başları.. sonra 1-1 oluyor.. ''eyvah şimdi fark yiyeceğiz'' derken bu kez sahneye b.şenol çıkıyor. fenerbahçe 2-1 önde.. ama fransızlar'ın maçı bırakmaya niyeti yok.. bir kez daha skor eşitleniyor.. bundan sonrası tam bir çin işkencesi.. sahada 11 cesur yürek, radyoları başında milyonlarca fenerbahçeli kıyasıya bir savaşın içine giriyor bordeaux'da.. ve bir genç adam çıkıyor sahneye. o ana kadar oynadığı muhteşem oyunun mükafatını almak için fransızlar'ın kalesi önünde fırsat kolluyor. sonra.. sonrası mutluluk gözyaşları.. işte o genç adam yani hüseyin çakıroğlu takımının 3'üncü golünü bordeaux ağlarına gönderip, fenerbahçe'yi tarihi bir zafere ulaştırıyor. sonrasında istanbul'da 0-0'lık beraberlik ve geçilen tur..
bu aynı zamanda hem fransızlar'a hem de fenerbahçe'ye inanmayanlara atılan bir tokat oluyor.. gaziantep'ten fenerbahçe'ye bir sezon önce gelen hüseyin, çok ama çok seviliyor. ancak genç futbolcunun küçük bir sorunu ortaya çıkıyor.. o da ayağındaki küçük bir çıban. hüseyin bunun için soluğu, yönetici hüsnü çil ile birlikte profesör dr.kaya çilingiroğlu'nun muayenehanesinde alıyor. başlıyor derdini anlatmaya;
-''kaya abi.. şu küçücük şey masaj olurken hem canımı acıtıyor, hem kötü gözüküyor. alalım şunu gitsin..'' çilingiroğlu, hüseyin'in ayağındaki çıbanı kontrol ediyor ve ''hüseyin bunu almasına alalım da, daha sonra da biopsiye gönderelim. sonra altından kötü bir şey çıkmasın. içimiz rahat olsun'' diye cevap veriyor.. hüseyin tez canlı. dinler mi. ''amannn abi. kim bekler yarını'' diyerek soluğu özel bir klinikte alıyor.. aldırıyor o hain, küçük çıbanı ayağından ve devam ediyor futbol yaşantısına..
geliyoruz 1985'in aralık ayına. adana'da polonya bir milli maç var. hüseyin, selçuk, abdülkerim, müjdat milli takım kadrosunda. pazar günü akşam toplanacak milli takım. ama fenerliler lig maçlarını cumartesi oynayıp soluğu ertesi sabah adana'da alıyorlar. milli takım teknik direktörü coşkun özarı kampa erken gelen fenerli futbolcuları uyarıyor; ''aman gözünüzü seveyim ortalıkta fazla dolaşmayın. buralar ucuz sanatçı kaynıyor. sonra hakkınızda dedikodu çıkar..'' selçuk, hüseyin'le oda arkadaşı. ''hadi hüseyin gel biraz dolaşıp dönelim'' diyor. ama hüseyin ''benim halim yok'' diye reddediyor. selçuk daha sonra odaya döndüğünde bakıyor ki, hüseyin bitkin bir şekilde uyuyor.. nereden bilsin ki o hain çıbanın neden olduğu hastalık oda arkadaşını esaret altına almış.. 3 gün sonraki milli maçta hüseyin şahane oynuyor. ama bu onun son maçı oluyor. milli takım dağılıyor, fenerli futbolcular istanbul'a dönüyor. ertesi gün yapılan antrenmanda hüseyin bir kafa topuna çıkarken yere yığılıp kalıyor. apar topar amerikan hastanesi'ne kaldırılıyor sarı-lacivertli futbolcu. teşhis; kanser.. sonrası bir film şeridi çabukluğunda geçiyor hüseyin için. ama umutlar da yavaş yavaş tükeniyor. kulüp, oyuncusunu amerika'ya gönderiyor tedavisi için. ancak iş işten geçmiş. küçük bir çıban, dert yumağı olup 28 yaşında hüseyin'i bizden alıyor.
ve sonrasında şu dizeler dökülüyor onun için ağızlardan;
genç yaşta bu dünyadan göçüp, gittin hüseyin bizleri acılara atıp, gittin hüseyin
o hep ingiltere maçlarıyla gündeme geldi. başarılarını kimse görmek istemedi...
yaşar duran 1955 ankara doğumlu. 3. lig takımı altındağ'ın kalesine geçtiğinde henüz 15 yaşındaydı. sonra gaziantepspor'a transfer oldu. zira 3. lig şampiyonluk maçında gaziantepspor ve altındağ karşı karşıya gelmiş, sahanın en iyisi yaşar, gaziantepspor tarafından beğenilmişti. gaziantep'te üçüncü kaleci olduğu için üç sezon yedek bekledi. sarıyer maçında şans buldu: "o dönemin efsane oyuncularından garo bana gol atamadı. geldi başımı okşadı. gaziantepspor'da 2. lig şampiyonluğu yaşadım, üç kez yılın kalecisi seçildim."
sabri kiraz döneminde başlayan milli takım günlerinde sayısız hoca ile çalışır. yaşar duran, penaltıcı kalecilerin de ilk örneklerindendir türkiye'de. gaziantepspor'da iken penaltıyla 5 gole imza atar. 1985 cumhurbaşkanlığı finalinde simoviç'in penaltısını kurtarır. fenerbahçe'nin son türkiye kupası kazandığı sezon yarı final maçında penaltı atışlarında bursaspor'un üç penaltısını kurtarır. yedi sezon formasını giydiği fenerbahçe'de sayısız kupalar görür. özellikle stankoviç döneminin fenerbahçe'sinde 5 kupa kaldırır. fenerbahçe'nin bordeaux zaferi konuşuluyorsa bunda şüphesiz yaşar duranın da payı büyüktür. deplasmanda 3-2, istanbul'da da 0-0 biten bordeaux maçlannda takımın kahramanların-dandır. istanbul'daki maçta giresse'nin volesini çıkardığı pozisyon jenerikliktir. jean tigana, altıpastan vurur, ani bir refleksle topu kurtarır. buna da en çok figana şaşar.
sanılanın aksine dünya karması'na ilk çağrılan futbolcu yaşar durandır. asker olduğu için, yurt dışına çıkamaz. onun yerine ali şen, isa dündar'ı dünya karması'na gönderiverir.
malatyaspor günlerinde önce beşinci sonra da üçüncü olan takımda yer alır, balkan kupasına katılan takımın kalecisidir. sarıyer'de de ligi ücüncü bitiren takımın kalesinde ine o vardır. en şaaşalı dönemini yaşayan beyaz mart,lar'da atılan 12 penaltının 7'sini kurtararak ayr. bir rekora da imza atar. fenerbahçe'ye jübile için döner, ancak beklentisi gerçekleşmez. gaziantepspor'a gider. 94'te osieck'in fenerbahçe'si, yıldızları istanbul'da bırakır, genç takımla antepe gelir. 23 senelik futbol yaşantısı. 100 kişilik seyircinin önünde son bulur...
futboldan kopamaz. aydın'da necdet zorluer'in birinci lige çıkarttıkları sarıyer ve eskişehirspor'da yılmaz vural'ın, bursa'da erdoğan arıca'nın, kayseri'de celal kıbrızlı'nın yardımcılıklarını yapar. ali kemal'in ayrılmasıyla takımın başına geçtiği elazığ'ı play-off'a çıkarır ancak ersun yanal'ın denizlispor'una kaybeder. bu başarısıyla zaman gazetesi'nden başarı ödülü alır ama ertesinde iki sezon iş bulamaz. geçtiğimiz sezon ilyastüfekçi ile birlikte üç ay görev yapan yaşar duran şimdilerde yaşadığı antalya'da takımlardan görev bekliyor...
spor spikerlerimizden murat ünlü ile yapılan röportajdan;
- kaç ödülünüz var? bunların içinde sizin için en değerli olan hangisi?
bugüne kadar bir hayli ödülüm oldu.fakat en değerlisi 1984 yılında fenerbahçe-bordo maçıyla aldığım ödüldür. o dönemde maç tv´den yayınlamıyor ve radyodan bir tek ben veriyorum. tüm türkiye´nin kulağı bende ve öyle bir coşku yaşandı ki fenerbahçe 3-2 maçı kazandığında sevinçten ağlayacak gibi olduk. ertesi gün gazetelerde ´ağlayan spiker´ manşetleri atıldı ve rahmetli turgut özal´dan da çok büyük övgüler aldım. bu maçta anlatımımla aldığım ödülün yeri ayrıdır.
o zamanlar avrupa kupası maclarında tek vucut olunurdu şimdiki gibi düşmanca tutumlar ve tavırlar olmazdı ve tüm ülke bu başarıdan dolayı gurur duyardı. bende bir galatasaraylı olarak o zamanlar cok sevinmiştim. macı radyodan dinlemiştim sanırım macı türk televizyonu yayınlamamıştı öle hatırlıyorum mac bittikten sonra mahallemizdeki kahveye koşmuştum cünkü bizim mahallede böle durumlarda buluşma merkezi uyuzun kahvesi dedigimiz kahvenin önüydü herkes orada sevincliydi fb arkadaşlarla beraber sevinc naraları atmıştık gece saat 2 ye kadar orada kalıp bizden büyük olan abilerimle beraber gece 2 ye kadar takılmıştık
ilk basımı 2012 yılında cem zamur'un "onun gibisi gelmedi: memleket futbolundan portreler" kitabından;
sen tek başına değilsin hüseyin çakıroğlu
(...)
bir sonraki sezon takımın başına macar mezsöly geldi. o sezonun en önemli futbol olaylarından birinin başaktörlerinden biri de hüseyin oldu. belki de en unutulmaz golün sahibi...
fenerbahçe'ye şampiyon kulüpler kupası'nda ilk turda rakip olarak bordeaux çıktı. 1984 yılında avrupa şampiyonu olan fransa'nın lig şampiyonu. o zamanlar fransız oyuncular birkaç istisna dışında çoğunlukla kendi liglerinde boy gösteriyorlardı. yani diğer anlamıyla avrupa şampiyonu olan fransız milli takımı ağırlıklı olarak kendi liginin oyuncularıyla bu başarıyı yakalamıştı. fenerbahçe'nin durumu umutsuz görünüyordu. maç televizyondan yayınlanmadığı için tüm fenerbahçeliler radyoların başındaydı. daha sonra izlenecek görüntülere kadar her şey tahayyül üzerine kuruluydu. yayın başladığında ve murat ünlü kadroları okuduğunda içimize bir sıkıntı çökmüştü. hüseyin ilk on birde yoktu. oysa bordeaux, tigana, giresse, batistonlu kadrosuyla tam teşekküllüydü. fakat fenerbahçe maça her oyuncusunun iki kış ilik oyunuyla başladı herkes aklından "daha ne kadar dayanırlar acaba?" diye geçiriyordu. oysa topa en çok sahip olanlar fenerliler oluyordu geçen sürede, makus talihini beklemek yerine hücuma kalkıyor, pas yapıyor, şut atıyordu sarı-lacivertliler. 21. dakikada orta sahadan uzatılan topa bir anda hareketlenen selçuk inanılmaz bir hızla iki fransız defans oyuncusunun kendisine yaklaşmasına bile izin vermeden kaleci dropsy'nin solundan fileleri görüyordu. sevinç büyüktü ama itidal de gerekliydi. ilk yarı bordeaux'nun şoku atlatamamasıyla ve fenerbahçe'nin sakin oyunuyla 1-0 bitti. ikinci yarıda sahadaki oyun futboldan çok bir efor testiydi sanki. 57'de reinders beraberliği sağlayınca umutlar azalsa da bu golden iki dakika sonra şenol'un kuvvetiyle taşıdığı topu sağ çizgi dibinden beklenmedik bir şutla kaleye vurması, kalecinin de üzerine gelen bu topu içeri tiplemesi sanki "olacak galiba" dedirtti herkese. skor 2-1 olmuştu. ama yorulan fenerbahçe'yi baskı altına almayı başaran fransızlar 74. dakikada hanini'nin golüyle beraberliği sağladı. 61. dakikada orta sahanın top tutabilmesi için yorulan pesiç'in yerine oyuna hüseyin'i almıştı mezsöly. hüseyin topu tutmakla kalmamış, bir anda fransızlar için en büyük tehdit haline dönüşmüştü. tek paslarıyla boş arkadaşlarını görüşü, oyunu rahatlatan hamleleriyle, kuvvetiyle taşıdığı toplarla oyunu fenerbahçe lehine rahatlattı. dakikalar 78'i gösterdiğinde ise pare lescure stadı buz kesti. ceza sahasının hemen ön çizgisindeki pas alışverişinde hüseyin önünde kalan topa hâkim oldu, önce sağa çekip batiston'u yatırdıktan sonra kaleyi görür görmez müthiş bir şut çıkardı. dropsy sağ direk dibine doğru gelen bu topu sadece gözleriyle takip edebilmişti. fenerbahçe zoru başarmış fransa şampiyonunu fransa'da mağlup etmişti.
18 eylül 1985: bu ülkenin futbol kaderi o gün değişti
- bir bağış erten yazısı -
1985 eylül’ü. antalya hâlâ afrika sıcaklarının pençesinde. nem sınır dinlemiyor. ailenin tüm fertleri teyzemlerin kocaman balkonunda… uyarıların dozu ve tonu giderek yükseliyor: “kıs şunu!”
kısamam, bugün büyük gün. her maçı, her saniyesine kadar dinlemeliyim. 12 yaşındayım ve hayatın anlamını futboldan başka bir yerde aramıyorum ve üç takımın avrupa kupası maçı olduğu gün vahiy gelse kısmam!
o zaman yayın saatleri falan gibi dertler olmadığından üç takım da aynı gün sınavda. rakipler zorlu. ilk önce galatasaray’la polonya temsilcisi widzew lodz oynayacak. hangi lodz? 1982 dünya kupası’nda üçüncü olan, 1983-1993 arası oynanan beş maçta da yenemediğimiz, tek beraberliğe sevindiğimiz polonya’nın kupa şampiyonu, efsane futbolcu smolarek’li lodz. yani bugünün ‘lokum gibi kura’sı falan değil. dişli mi dişli…
sahada birkaç yıl içinde 14 sene sonra galatasaray’a şampiyonluğu getirecek kadronun iskeleti var: kalede simoviç, defansta ‘kaptan’ cüneyt, ‘rambo’ yusuf, ‘libero’ erhan önal, cevad ‘the’ prekazi, ‘dansöz’ arif, ‘panzer’ erdal var. ben en çok prekazi’yi seviyorum. geldiği gün de, gittiği gün de, sanırım bugün de en sevdiğim galatasaraylı o.
bir penaltıyla kazanıyor cim bom. herkes, hepimiz mutluyuz. avrupa’da alınan her galibiyete sahip çıkma yılları. tuttuğunuz takıma bakmadan seviniyorsunuz. çünkü tarihin belki de en başarısız dönemleri…
ama asıl akşamı bekliyorum. sıcak bastırıyor. balkon kalabalık. sıcakla sorunum yok, maçı dinlemek için saunada bile otururum. ama dedemin radyosu içeriden iyi çekmiyor ve fenerbahçe bordeaux deplasmanında. bilmiyorum bordeaux’yu. benim için fransız temsilcisi sadece. geçen yaz euro 1984’ü kazanan ülkenin şampiyonu işte. daha ne olsun. platini orada oynamıyormuş. o da bi’ şey.
aynı saatlerde beşiktaş, athletic bilbao deplasmanında. o da bizim için ispanyol temsilcisi işte. onların da işleri zor galiba. euro 1984’te final oynamış ispanya. iyilermiş.
önce mikrofonlarımız bordeaux’da. ‘selçuk yula aldı’ diyor spiker. hayal ediyorum uçuşan yeleleri. “hızla kaleye iniyor…” eurosport’ta yayınlanan ırkçılık karşıtı ‘kamu spotu’ndaki göbekli bıyıklı amca kıvamındayım: “hadi oğlum…” ve goool. fenerbahçe 1-0 önde. balkonda hoşnutsuzluk diz boyu. komşular rahatsız olacak. yok ya…
sonra ispanya’ya bağlanıyoruz.
- ‘gökhan keskin’, diyor spiker.
- “35-40 metreden öyle bir vurdu ki…”
- eeee!
- “ispanya milli takımı’nın efsane kalecisi zubizarreta bakakaldı.”
gol sesleri artık komşulardan da yankı buluyor, daha da önemlisi balkondaki ahali de ilgilenmeye başlıyor. ‘hayırdır inşallah’ diyor, anneannem. artık balkondaki yerim tapulu. gol olursa haber ver diyorlar.
sonrasını uzun uzun anlatmaya gerek yok. binlerce kez dinlediniz. fenerbahçe tarihin en iyi bordeaux’sunu; battiston’lu, girresse’li, tigana’lı o şampiyon kadroyu deplasmanda 3-2 yeniyor ve içeride 0-0’la turu geçiyor.
beşiktaş’ın bahtı ise o kadar açık değil. gökhan’ın golü yetmiyor. tam dört tane yiyorlar o akşam. goikoetxea’lı, salinas’lı kadroya direnemiyorlar.
ama işte o an var ya o an… gündüz cimbom kazanmış, akşam fener önde, kartal önde… işte ben futboldaki zafer günüm olarak hep o günü yaşıyorum. aradan yıllar geçti, bu ülke futbolu neler neler gördü, ne başarılara imzalar atıldı, fakat antalya’daki o gecenin üzerine hiçbir şey çıkamıyor benim nezdimde.
ben futbolun büyüsüne o gece inandım. o gece umutlandım. o gece özgüvenim geldi. benim için kazanmaya o gece başladı türk futbolu…
artık yatak vakti, uyku tutmuyor. nemden ya da sıcaktan değil. golleri canlandırıyorum hayalimde. küçüklük kahramanım antepli hüseyin’in golünü düşlüyorum en çok: “ceza yayının hemen önünde kalecinin hemen yanına ayak içi plasesi…”
mehmet yüce'nin, "romantik yürekler: futbol tarihimizin yeni devreleri: 1952-1992, türkiye futbol tarihi - üçüncü cilt" kitabından;
ilhan özgen anlatıyor:
- metin nerede? - bilmem, görmedim. - metin’i gördün mü? - ben de onu arıyorum...
düğün töreni, rutine uygun şekilde devam ederken, başaktörlerden damat metin, kalabalık arasında kaybolmuştu. telaşlı gelin gülay, harıl harıl damadı aramaya başladı. her yeri didik didik etti. kime sorsa aynı cevabı aldı. kimse metin’in nerede olduğunu bilmiyordu. biraz sonra kafasında şimşekler çaktı ve metin’in futbol tutkusunu hatırladı bir kez daha. muhakkak fenerbahçe’nin maçı vardı ve muhakkak onu izlemek için ortadan kaybolmuştu. düğünün yapıldığı bahçenin içindeki küçük sarı eve doğru ilerlemeye başladı, kapıyı açtı. coşkulu bir karşılama onu bekliyordu:
- gülay, sarı hüseyin attı! bordeaux’yu fransa’da yeniyoruz!
fenerbahçe sevdalısı metin, ülke futbol tarihinin en büyük avrupa başarılarından birini, amcasının oğluyla birlikte radyodan dinlemek adına düğünü bırakıp gitmişti. o gün fenerbahçe, tigana’lı giresse’li bordeaux’yu fransa’da 3-2 yenmiş, türkiye’deki maçta da 0-0’la turu geçmişti. avrupa’da tur atlamanın kaf dağı’nın doruklarından dahi uzak olduğu 1980’li yılların başındaki bu zafer, bizim damat gibi birçok futbolseverin hafızasına mıh gibi çakılmıştı âdeta. bu başarı, birkaç yıl sonra daha da üste çekilecek ve galatasaray, şampiyon kulüpler kupası’nda yarı finale çıkacaktı. metin ise coşkusundan bir şey kaybetmeden, ‘ezeli rakip’ sıfatı aklına dahi gelmeden prekazi’nin golünde havalara uçacaktı...
bugün, “futbolu niye bu kadar seviyorsun?” sorusuna verdiğim cevap olmuştur üst kısımda yazdıklarım. sevgili babam ve annemin, tamamıyla gerçek olan düğün anılarından bir yıl sonra, bu futbol sevdalısı adamın oğlu olarak dünyaya geldim. evet, fanatik bir fenerbahçeliydi ama aslında oyuna âşıktı. hattâ doğan ilk çocuğu bendeniz ile ilgili ilk temennisi de “büyüse de birlikte dünya kupası izlesek” olmuştu. bugün dillere pelesenk olan ‘futbol kültürü’ mefhumu henüz icat edilmemişti ama üzerine tezler yazmışçasına oyundan nasıl zevk alınacağını öğretti bana da. yıllar sonra trabzonspor’un aston villa, galatasaray’ın uefa zaferlerini birlikte kutladık. beşiktaş’ın rasim kara önderliğinde şampiyon olmasını gönülden istedik. 15 yaşımda “takım tutmak bana göre değil” diyip taraftarlığı bıraktığımda gıkı çıkmadı. bugün düşündüğümde “iyi ki futbolu ondan öğrenmişim” diyorum.
futbolu bu kadar ‘doğru’ seven adama ve onun tutkusuna büyük saygı duyan anneme bir kez daha teşekkürü borç bilirim...