statü gereği ilginç bir kura vardır. çeyrek finaller playoff eşleşmelerinden değil grup maçlarından oluşmaktadır ve grupta yine iddialı bir takım olan arjantin vardır. herkesin sonuncu olacağına inandığı takım ise tartışmasız italya’dır. galibiyet dahi alamayan gök mavililerin bu grubun kurbanı olacağı kesindir.
brezilya o gazla bildiğini okur ve ilk maçında maradonalı arjantin’i 3-1’le ezer. artık bir beraberlik yetiyordur brezilya’ya. rakip ise turnuva boyunca sadece dört gol atabilen italya’dır.
5 temmuz 1982 pazartesi günü, saatler 18.15’i vurduğunda o muhteşem maç başlar. brezilya, şanına yakışmadığından olsa gerek,dalga dalga girer maça.müthiş bir futbol ziyafeti şeklinde geçen maç futbolseveri ihya etmektedir. ilginçtir,ilk golü bulan taraf italya olur. herkes gibi şaşkınlığı çabuk atlatır brezilya.paolo rossi’nin golüne,socrates’in çaprazdan mükemmel şutu ile cevap verirler ve maç 1-1’e gelir.artık brezilya golleri sıralayacaktır. herkesin beklentisi bu yöndedir. fakat oyun hiç de öyle devam etmez.
25. dakikada rossi bir gol daha atar ve devre arasına takımını 2-1 önde götürür. tribünlerdekilerin de, ekran başındakilerin de şüphesi yoktur hâlâ. “brezilya ikinci yarıda oynar ve alır” derler. nitekim resital hemen başlar.68’de falcao’nun o harika gol sevincine neden olan vuruş maçı 2-2’ye getirmekle kalmaz,yarı final kapısını sambacılar için aralar. artık gole ihtiyacı olan taraf italya’dır. ama brezilya bir türlü vazgeçemez gol atma sevdasından.ortalar nafile yağar, şutlar hedefi tutmaz, velhasıl gol bir türlü olmaz. ama kader ağlarını tersten örmüştür. turnuvada o maça dek bir maçta üç gol atamayan italya rossi ile üçüncü golü de bulur ve yarı final vizesini alan taraf olur. maç sonrasında herkes şok geçirmektedir.kimse skorbord’da yazan sonucu anlamlandıramamaktadır
cevabı “durum 2-2’yken neden defans yapmadınız?” sorusuna karşılık şöyle konuşan socrates vermektedir:“biz defans yapmayı bilmeyiz ki!”
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
italyanlar'ın afacan futbolcusu paolo rossi, ağır bir ceza almış, iki yıl kadar futbol sahalarına uzak kalmıştı. sonra yeniden meşin topa dönmüş, üstün form göstermiş, tekrar milli takıma çağırılmış ve işte dünya kupası finallerine gelmişti. kupa'nın ilk turunda fazla bir şey yapmış değildi rossi... fakat ikinci turla birlikte ortaya bir çıktı, pir çıktı. maçların yıldızıydı artık... hele brezilya maçında... şahane bir maçtı brezilya-italya karşılaşması... çoğunluk, brezilya'nın arjantin'in düştüğü hataya düşmeyeceği görüşündeydi. italya'nın arjantin başarısını rastlantı sayanlar az değildi, işte bu hava içinde başlayan maçta, paolo rossi ilk golü atınca, herkes şöyle bir kıpırdamıştı. fakat socrates'in enfes bir golle 1-1'i sağlaması karşısında, "tamam" deniyordu, "şimdi brezilya gücünü gösterecek."
aksine, kendini göstermeye devam eden,rossi idi... ilk golüne bir ikincisini ekliyordu rossi... yeniden canlandı brezilya... "ne oluyor?" gibilerden... ve falcao, 2-2'yi getiren golü çıkardı. ancak rossi durmak bilmiyordu. bir gol daha... yine rossi'den... italya üçüncü kez galip durumdaydı. herkesin favorisi brezilya işte bu gole karşılık veremeyecek ve 3-2 yenilerek kupa'dan silinecekti.
italya, arjantin'den sonra, brezilya'yı da devirmişti. paolo rossi, brezilya efsanesini yıkmış, bir mucize yaratmıştı. italyanlar cumhurbaşkanlarıyla, başbakanlarıyla, milletçe kupa için seferber olmuştu artık. brezilya galibiyeti gecesi, italya'da başbakan spadoli'nin de elinde bayrakla, binlerce halkla birlikte sokaklarda dolaştığı haber veriliyordu.
pekii, neden yenilmişti brezilya?.. gördüğüm, izlediğim kadarıyla şöyle bir yorum yapılabilirdi:
1. brezilya, grup birinciliğini, yarı finali çantada keklik görmüştü. "italya'yı nasıl yeneriz" diye çıkmıştı sahaya... bu aşırı güven nedeniyle, yediği ilk gole aldırmadı. ikinci gole karşılık verdikten sonra, bir üçüncü golün gelebileceğini hesaplamadı brezilyalılar...
2. brezilya'ya yarı final için bir "beraberlik" yetiyordu. iki kez beraberliği sağladıkları için, üçüncü gole de kolayca karşılık verebileceklerini sandı brezilyalılar... ama bunu başaramadılar.
3.brezilya takımı, önceki maçlarında görülmedik şekilde tutuktu. en iyilerden eder bile, ünlü serbest atışlarını yapamıyor, hep önündeki baraja çarptırıyordu.
4.brezilya, italya karşısında savunmada inanılmaz gedikler vermişti. italyanlar'ı ciddiye almadıkları için, savunmaya önem vermemiş olabilirlerdi. rossi de bu gedikleri iyi kullanarak, üç kez gole gitti.
5.asıl neden, güney amerika takımları çoğu kez böyleydi. fazla havaya girdiler mi, kendilerini kaptırıyor, hesaplar ters çıkınca da kendilerini toparlayamıyorlardı.
2002 basımlı "dünya kupası" kitabında yer alan alp ulagay'ın "dünya kupası'nın mimarları: teknik direktörler" başlıklı yazısından;
1982'de zico, falcao, socrates gibi yıldızlarla seyrine doyum olmaz bir brezilya'yı ispanya'ya götüren tele santana da bu favori damgasının bedelini ödeyenler arasındaydi. santana'nın kendi ifadesiyle ?savunma yapmayı beceremeyen' takımı rossi'nin üç kontratak golüne kurban giderek italya'ya eleniyordu. santana yine benzer nitelikteki takımıyla meksika'ya geldi. fırtına gibi bir oyunla çeyrek finale yükseldiler. ancak, fransa bu hücum ağırlıklı brezilya takımını penaltılarla saf dışı bıraktı.
daha sonra türkiye'de fenerbahçe'nin teknik direktörülüğünü yapacak olan zico'nun italyan defans oyuncuları tarafından bir hayli hırpalandığı, hatta ceza sahası içinde çekilmekten sökülen formasını maçın hakemine gösterdiği, italya'nın ise rossi'nin golleri brezilya'yı yenip kupaya kadar uzandığı maçtır.
tarih: 05 temmuz 1982 pazartesi, barcelona / sarria stadyumu seyirci: 44.000 hakemler: abraham klein (israil), thomson chan tam sun (hong kong), bogdan dotchev (bulgaristan)
italya: dino zoff (kaptan), claudio gentile, antonio cabrini, fulvio collovati (34 giuseppe ‘zio’ bergomi), gaetano scirea, marco tardelli (76 giampiero marini), giancarlo antognoni, gabriele oriali, bruno conti, paolo rossi, francesco graziani teknik direktör: enzo bearzot (italya)
brezilya: valdir perez, leandro, oscar, ‘luizinho’, junior, toninho cerezo, zico, falcao, ‘serginho’ (71 paulo isidoro), socrates (kaptan), eder teknik direktör: tele santana (brezilya)
goller: paolo rossi (italya) 5, socrates (brezilya) 12, paolo rossi (italya) 25, falcao (brezilya) 68, paolo rossi (italya) 74
ilk basımı 2002 olan "dünya kupası" kitabında yiğiter uluğ'un "o brezilya kaybeder miydi?" başlıklı yazısından;
daha bir yıl önce, 1997 yazında barcelona'ya geldiğimde, bir türbeyi ziyaret eder gibi gezinmiştim sarria stadı'nın etrafında arkadaşlarla birlikte... içeri giremediğimiz için, ellerimi parmaklıklarında gezdirmiş, minik bir çimen parçası görebilmek için kapılarının önünde çocuklar gibi hoplayıp zıplamıştım.
herkesin "espanyol'un sahası" olarak bildiği sarria stadı, benim kişisel tarihimde çok ayrı bir yere sahipti. tribünleri neredeyse yüksek bahçe duvarları kadar dik olan bu statta 'dünya gözüyle' hiç maç seyredememiştim ama unutamadığım ve hiç şüphe yok ki, ömrümce unutamayacağım bir takım, bu statta vermişti dünyanın en güzel futbol resitallerini... ve ben, kilometrelerce uzakta, istanbul'da, siyah-beyaz bir televizyonun başında, ilk gençlik yıllarımın kahramanlarını tarifsiz bir heyecanla izlemiş, futbol topunun 'kahpeliğini' kimbilır kaçıncı kez kanıtlayan bir 90 dakikanın ardından, gözyaşları içinde ugurlamıştım. brezilya'ydı o takımın adı... futbolun en hasını oynayan ama '82 dünya kupası'ndan hiçbir şey kazanamadan evine dönen, geçen bunca yıla karşın hâlâ unutulmayan "o brezilya"... işte "o brezilya", mundial '82'deki ikinci tur maçlarını barcelona'daki sarria stadı'nda oynamıştı.
hikâyeyi dört başı mamur anlatabilmek için dört yıl daha geriye, 78'e gitmek gerekiyor. türkiye'de her zaman en popüler dünya kupası aktörü olan (48 yıldır o sahnede bizim milli takımımız olmadığındandır herhal) brezilya, komşusu arjantin'in düzenlediği kupada oynadığı 7 maçın 4'ünü galibiyet, 3'ünü beraberlikle noktalamış, hiç yenilmediği halde final yüzü göremeyen takım unvanıyla dünya kupaları tarihine geçmişti (daha önce 74'te iskoçya, daha sonra '82'de kamerun hiç yenilmeden elenenler istatistiklerinde yerlerini aldılar ama bu takımlar sadece üçer maç oynayabilmişti. bir turnuvada 7 maç oynayıp, yenilmediği halde hedefine varamamak, takdir edersiniz ki, pek anlaşılır bir şey değil).
mundial 78'de brezilya'nın öyle ahım şahım bir yanı yoktu ama ne de olsa brezilya'ydı işte... başta rivelino olmak üzere, yine usta işi frikikler atabilen birkaç nişancısı, orta sahada insana keyif veren pas kombinasyonları ve bağlasan yerinde durmayacak, ille de ileri gidip orta yapacak bekleri vardı. yetmez mi?
yetmedi... dirceulu, robertolu kadro belki yenilmeyecek kadar iyiydi ama arjantin ile peru hükümetleri arasındaki ticari anlaşmaları yenebilecek kadar da güçlü değildi. arjantin-brezilya golsüz berabere kaldı, ev sahibi daha sonra peru'ya gol yağdırıp averajla final vizesini aldı. bizim ellerin 'sevdi mi candan seven' insanları da, brezilya'ya bağladıkları kupa umutlarını dört yıl ertelemek zorunda kaldılar çaresiz...
'82 dünya kupası'nda brezilya'nın başında tele santana vardı. ülkenin geleneksel futboluna prim veren, oyuncuların emprovizasyonlarla kendilerini ifade etmesinin önünü kesmeyen, tam tersine bunları harmanlayarak farklı bir takım oyunu yaratmaya çalışan, tek düşüncesi 'daha fazla hücum ve daha keyifli futbol' olan devrimci bir teknik adamdı santana... elindeki kadro da 74 ve 78 dünya kupalarmdakine oranla çok daha zengindi. tek sıkıntı, turnuva öncesinde sakatlanan forvetler reinaldo ve careca'nm yerini doldurabilecek yedekler olmamasıydı. listede, santrfor hanesinin karşısında serginho'nun adı yazılıydı ve bu durum, brezilya'ya gönül vermiş bazılarını endişelendiriyordu ama cerezo, falcao, socrates ve zico'dan kurulu orta saha, öylesine yaratıcı, sol kanattaki eder öylesine "tutulmazdı" ki, "canım, bu takımın forvetinde dedem oynasa gol kralı olur" fikri daha ağır basıyordu.
brezilya, turnuvaya sıcak bir akdeniz gecesinde sevilla'da oynanan sovyetler birliği maçıyla başladı. oyunun daha ilk dakikalarından itibaren müthiş bir takımla karşı karşıya olduğumuzu anlamıştık. sovyetler de, hatayı minimuma indirme çabasındaki alışılageldik "11 robot adam" futboluyla direniyordu. hatta bal'ın uzaktan şutu ve brezilya'nın "kalecisiz" oynama geleneğini sürdüren valdir peres'in hatasıyla öne bile geçtiler. fakat tribünden yükselen samba ritmiyle coşan sarı formalı takımı durdurabilmek imkânsızdı. socrates ve eder'in mükemmel şutları, brezilya'ya ilk galibiyeti armağan etti.
grupta daha sonraki iki maç (iskoçya ve yeni zelanda), rio karnavalı'nın ispanya'ya taşınmış hali gibiydi. dans mı ediyorlardı yoksa sambayla futbolu mu karıştırıyorlardı, belli değildi. bu cümbüş -ve onunla gelen farklı galibiyetler- biz brezilya hayranlarım alıp başka alemlere götürdüğü için, kaledeki valdir peres'in yetersizliği ve forvetin en ucundaki serginho'nun "kazmalığı" gözümüzden kaçıyordu. rüyamızın rengi solmasın diye örtbas etmeye çalıştığımız bu kusurları, italyan antrenör enzo bearzot'un dikkatle takip ettiğini ve bir kenara not ettiğini nereden bilecektik?
organizasyonun, titizlikle hazırlandığı söylenemeyecek şemasına göre, ikinci turda oluşan dört grup, madrid ve barcelona'ya ikişer ikişer paylaştırılmıştı. ancak barcelona'nın daha büyük stadı olan nou camp'ta polonya, belçika ve rusya'nın buluştuğu a grubu maçları oynanırken, italya, arjantin ve brezilya gibi üç devi ağırlamak mütevazi sarria'ya kalmıştı.
brezilya işe, arjantin'den dört yıl öncesinin rövanşını alarak başladı. eder'in fişek gibi frikiği arjantin kalesinin üst direğinde patlayıp, yetişen zico topu içeri tıktığında henüz maçın 11. dakikasıydı. brezilya orta sahası, daha önce yaptığı gibi oyunun dizginlerini ele aldı ve arjantin'in çok güvendiği "maradona derler bir tıfıl" uğraşıp didinmesine karşın çabucak siliniverdi sahadan. öyle ki, bir sonraki dünya kupası'nın yıldızı olacak genç adam, batista'yı tekmeleyip kırmızı kart gördüğünde 85 dakika geride kalmıştı ve bu süre içinde hiçbir şey yapamamıştı maradona...
arjantin'den dört yıl öncesinin rövanşını 3-l'le alan brezilya'nın önündeki tek engel italya'ydı artık. ilk turda maç bile kazanamayan, arjantin'i 2-1 yenerken biraz toparlandığı izlenimini veren ama klas olarak brezilya ile asla baş edemeyeceği düşünülen italya...
italya-brezilya maçı, hayatımda gördüğüm en müthiş "tavşan kaç tazı tut" oyunuydu. italya'da adı "toto skandalı"na karıştığı için aylarca boykot alan ve bearzot'un araya girmesiyle son anda affedilerek milli takıma çağırılan paolo rossi'nin başrolü oynadığı bu oyunda sadece kaçan ve kovalayan birileri yoktu... eski türk filmlerinde olduğu gibi her şey vardı: aşk, ihtiras, macera, heyecan, en sonunda da gözyaşı...
güneşin tribündekileri kavurduğu belliydi ama biz, ekran başındakileri de daha 5. dakikada rossi'nin golüyle "ter bastı" beraberliğin brezilya'ya yetecek olması, tek tesellimizdi. 6 dakika sonra eşitlik golü geldi zaten... zico, hiç de "centil" olmayan markajcısı gentile'nin ellerinden formasını kurtarıp, socrates'i sağ çaprazda topla buluşturdu, "doktor" da açısı son derece dar olmasına karşın zoffu avladı.
24. dakikada yine rossi çıktı sahneye... cerezo'dan jimior'a giden bir topu kaptı ve fazla sürmeye gerek görmeden brezilya kalesine bırakıverdi: 2-1. italya'nın ikinci sayısının altından kalkmak hiç kolay değildi brezilya için... müthiş oynuyorlar, karşılarındaki savunma duvarını aşabilmek için her yolu deniyorlardı ama falcao, tek bir harekette koca bir defans hattını (hem de italyan defansı!) oyundan düşürmek gibi bir alicengiz oyununu gerçekleştirip sol ayağıyla skoru yeniden eşitleyene kadar 44 dakika beklemek zorunda kaldılar (daha doğrusu, kaldık). 68. dakikadaki bu golden sonra falcao'nun görülmeye değer sevinci, uzun yıllar trt'de spor stüdyosu'nun jeneriğini süsledi. kimbilir, belki de o acılı ama aynı ölçüde onurlu gün unutulmasın diye, gizli bir konsensusa varmıştı futbol alemi.
bitime 15 dakika kala rossi, öldürücü darbeyi vurdu. o golün, maçın skorunu belirlediğine o an için kimse inanamadı. daha çeyrek saat vardı ve nasılsa "gönlümüzün sultanı" bir kez daha ayağa kalkacaktı... öyle düşünüyorduk.
olmadı... serginho'nun çıkıp isidoro'nun girmesi, eder'in büyük bir hırsla reklam panolarını devirerek kornerleri doğrudan kaleye vurması bile yenemedi makus talihi. son dakikalarda zoff, cerezo'nun kafa şutunu çıkarırken, türkiye'nin dört bir yanında terliğini televizyona fırlatan onlarca erkek vardı, eminim...
maç bitti, italya, ilk turda hiçbir maçını kazanamayan ve averajla kendini ikinci turda bulan italya, dünya kupası'nda yarı finalist olmuş, oynadığı beş maça 15 gol sığdıran sevgilimiz brezilya, l6.yı atamadı diye elenmişti. inanılır gibi değildi.
televizyonun önünden kalktım, dışarı çıktım ve amaçsızca yürümeye başladım sokaklarda... handiyse "nerede yanlış yaptık?" diye kendime soracak kadar benimsemiştim bu takımı. hiç tanımadığım, huyunu-suyunu bilmediğim insanlardan kurulu bir futbol onbirini hayatımın en önemli parçası haline getirmiştim günlerdir... daha da tuhafı, etrafımda yüzlerce, belki de binlerce benim gibi insan olmasıydı.
hiç şüphe yok ki, o vakitler böyle adlandırmamıştık ama "bizim" yaptığımız, futbolu sanat yerine koymaktan başka bir şey değildi. yerelden beslenip, üst düzey yetenekler sayesinde büyüyen ve evrensele ulaşan bir gösteri... ve bu gösterinin başrol oyuncuları: upuzun bacaklarıyla her yere yetişen doktor socrates, vücut vucüda geldiğinde kimseye yenilmeyen cerezo, topun alabileceği falsolar üzerine muhtemelen yıllar süren bir laboratuar çalışması yapmış olan zico ve meşin yuvarlak ayağındayken sözleriyle sahanın tamamını tarayabilen falcao...
yeteneklerini bu kutsal oyunun emrine veren, sahadaki gösterinin daha güzel, daha çarpıcı olması için hiçbir şeyden kaçınmayan böyle bir grubun tek amacı, oynamak, oynarken keyif almak ve keyif vermekti. oyunu bozmaya dair hiçbir şey bilmemeleriydi tek eksikleri -bu da çok pahalıya maloldu.
futbolda yaklaşık yüzyıldır süren "oynayan" ile "oynatmayan"ın çekişmesinde, tele santana'nın bir devrime imza atmak üzere olduğunu sanarak, şapkalarımızı havaya fırlatmaya hazırlanmış ama rossi'nin oyunbozanlığı yüzünden elimiz böğrümüzde kalakalmıştık.
'82 dünya kupası'nda "oynayan" ile "oynatmayan"ın ikili mücadelesinden, topun çok başka bir yöne açılması ve gezegenin her köşesinde oyunun çehresini değiştirmesi mümkündü. fakat "o brezilya'nın bile başaramaması, niyeti oynatmamak olanları güçlendirdi sonraki yıllarda... '86'da kendi sahasına yığınak yapan ve yaratma işini sadece maradona'ya bırakan arjantin kazandı, '90'da almanları bile heyecanlandırmayan futboluyla almanya...
çeyrek final gruplarındayız. zico'lu, falcao'lu, socrates'li, eder'li kadrosuyla brezilya, gönüllerin şampiyonu olmayı çoktan garantilemiş. italya ise üç beraberlikle ilk gruptan çıktıktan sonra maradona'lu arjantin'i devirmenin keyfini yaşıyor. yarı final için brezilya'ya beraberlik dahi yetiyor. italya ise kazanmak zorunda.
italyanlar, teknik enzo bearzot'un klasik defansif anlayışıyla sahaya çıkıyor. forvette paolo rossi var. şike yaptığı gerekçesiyle iki yıl ceza çektikten sonra kadroya alınmış. işin kötüsü ilk dört maçta golü yok ve italyan basını bearzot'a, "bu adama nasıl tahammül ediyorsun" mesajını gönderiyor. favori brezilya kendinden emin çıkıyor maça. ama onların da zayıf noktaları savunmaları ve kaleci valdir peres. nitekim maçın hemen başında gelilen italya kontratağında paolo rossi, peres'i avlıyor. hemen ardından socrates, sağ çaprazdan 40 yaşındaki dino zoff'u avlıyor. brezilyalılar'ın sevinci fazla sürmüyor. çünkü açılan rossi yeniden öne geçiriyor italya'yı. 68. dakikada falcao, kupa tarihinin en güzel gollerinden birini atıp en ünlü sevinç gösterilerinden birini yapıyor. ne var ki 75. dakikada italya korneri geliyor. brezilya savunması topu uzaklaştiramıyor. marco tardelli içeri dolduruyor ve karambolde yine rossi çıkıyor sahneye ve italya, kupa tarihinin en büyük sürprizlerinden birini yapıyor. brezilya'ya.
şike yaptığı için ceza alan idmansız paolo rossi'nin sadece üç maç yaparak tunuvadaki brezilya maçına çıkması ve o maçta hat-trick yapmasının ardından zico şöyle demişti: "brezilya için futbol öldü..." ilk tur maçlarında gayet uyuşuk bir halde sahada gezinen ve gol bile atamayan rossi'nin teknik direktör bearzot tarafından kulübeye çekilmesi bekleniyordu ama rossi, brezilya maçının daha 5. dakikasında antonio cabrini'nin ortasına kafayı yapıştırarak takımını öne geçiren golü attı. bu golden 7 dakika sonra socrates durumu eşitleyen golü atınca, maç "brezilya'nın atakları, italya'nın şansları" şeklinde klasik bir hal almıştı. savunmada yapılan hatayı değerlendiren rossi kendisinin ve takımının ikinci golünü atarak ilk yarı skorunu belirledi. ama falcao 68. dakikada durumu ikinci kez eşitleyen golü italya ağlarına bırakmış ve turnuvanın sembollerinden biri olan gol sevinçlerinden birini yaşamıştı. maçın bitmesine 16 dakika kala, marco tardelli'den pası alan rossi modern zamanın belki de en iyi maçlarından birinde en iyi vuruşu yaparak takımını yine öne geçiriyordu. bu nedenden ötürü, bir ayakkabı firması, rossi'yi yaşam boyu ayakkabı tedariği ile ödüllendirdi.
- 17 yaşında milli takım'da oynamaya başladın ama arjantin 1978'de kadroya alınmadın. bu sende hayal kırıklığı yarattı mı?
maradona: ağladım. bu kararı kabullenebilmek zordu, hatta çok çok zordu. teknik direktör cesar luis menotti bana bir sürü ikna edici gerekçe sıralamaya çalıştı ama inandıramadı. o dünya kupası benim sıramdı, benim yerimdi. 17 yaşındaydım ve kendimi gayet hazır hissediyordum. tüm enerjimi ortaya koyarak oynayabilirdim. onun yerine japonya'dakı turnuvayı kazanan genç takımın kaptanı oldum, ama yine de...
- sonuç olarak ispanya 1982 senin ilk dünya kupası tecrüben oldu.
maradona: o kupada yer alan herkes için kötü bir dünya kupasıydı. turnuva öncesi bir sakatlık geçirdim ve belçika maçına -pek de hazır olmadan- ancak yetişebildim. iyi değildim. takımda passarella, fillol, kempes, bertoni ve valdano gibi iyi oyuncular vardı ama bizden beklenenleri boşa çıkardık.
- turnuvayı da brezilya maçında gördüğün kırmızı kartla kapatmıştın...
maradona: hakikaten kötü bir dünya kupası'ydı. önemli isimlere sahiptik ama doğru bir takım olamamıştık. işte bu yüzden italya ve brezilya'ya mağlup olduk.
- italya maçında claudio gentile seni maçın başından sonuna dek tekmeledi. bugünlerde yıldız oyunculara karşı hakemlerin daha hassas davranmasını kıskanıyor musun?
maradona: bugünlerde oyuncular daha çok korunuyor. gentile 1982'de bile oyundan atılabilirdi ama şimdi olsa kesin atılırdı. 'taraftarı eğlendiren, göze hoş gelen futbolcu korunmalıdır' derler ama sahada her şey konuşulduğu kadar adil olmuyor. 1990 yılında da aynı tekmeler kamerun maçında da yaşandı ama hiç kimse çıkıp da bir laf etmedi.
- 1982 yılında barcelona'ya gittin. arjantin'den ayrılmak ve ailenden uzak kalmak nasıl bir duyguydu?
maradona: çok yakın olduğunuz insanlardan, alışkanlıklarınızdan ayrılarak başka bir ülkeye, başka bir futbol anlayışına gitmek çok zor bir durum. barcelona ve "büyük futbol" için hazırdım ama olmadı. daha sonra dünya kupası takımıyla enteresan işlere imza attık.
yazılı olmayan bir kuraldır, en iyi takım dünya kupası'nı kazanamaz. brezilya'nın ispanya'da oynadığı 1982 dünya kupası'ndaki başarısızlığı hala bir felaket olarak görülüyor. rakipleri bile, brezilya'nın elenmesiyle yıkılmışlardı...
tüm büyük felaketler gibi bunun da büyüklüğü tek bir kelimeden olşuyor: sarria. üzerinden 24 yıl geçmiş olmasına rağmen brezilyalılar hâlâ bu konuda konuşmak istemiyorlar. ama siz hele bir sorun, hepsinin konuştuğunu görürsünüz. medyada bu konuyla ilgili yeni bir kitabın, televizyon programının, belgeselin, web sayfasının ve makalenin yayınlanmadığı bir sene henüz geçmedi. sorular hep aynıdır ve aynı oranda acımasızdır. nasıl oldu? kim suçlu? nerede yanlış yaptık? neden? neden? neden? dünya kupaları tarihindeki en uzun post-mortem barcelona'nın sarria stadı'nın soyunma odalarında, 1982'nin 5 temmuz akşamı saat . 19.00'ı biraz geçe başladı. brezilyalı futbolcuların birçoğu oturdukları yerde yüzlerini buruşturup, dağılmış bir şekilde ağlamaya başladılar diğerleriyse başlarını yukarı kaldırıp tavana bakarak sanki yukandakinden bir açıklama bekler gibiydiler. brezilya teknik direktörü tele santana, oyuncularına tek tek yaklaşarak teselli etti fakat o bile kendi içinde duyduğu büyük acıyı bastıramamıştı. "yüzündeki ifade hepimizin hissettiği acının bir yansımasıydı" diyor brezilya'nın kaptanı ve orta alandaki uzun bacaklı dahi futbolcusu socrates. "sinirleri alınmış gibiydi. tüm hayal kırıklığına rağmen sakin görünüyordu. bence gösterdiğimiz performanstan dolayı rahattı. fakat bu bile onun acı çekmesini engellemedi."
bir başkasının acısını takdir etmek her zaman kolay değildir ancak o gün, brezilya'nın italya'ya 3-2 yenildiği maça tanıklık etmiş herkes santana ve oyuncularının kupayı kazanacaklarını biliyordu. biliyorduk çünkü biz de aynı şeyleri hissetmiştik. brezilya'nın mağlubiyeti uluslararası alanda bir şok etkisi yaptı. santana'nın takımı oynadıkları futbolla tüm dünyayı heyecanlandırmıştı. ispanya'yı, el çantalarında altın bir kupayla terk edememeleri inanılmaz ve kabul edilemez bir şeydi. kazanmak, onların kaderinde olmalıydı, onlara yakışacaktı.
dünya italya'nın zaferini seyrederken, soyunma odasında brezilya'nın sol beki junior, oyun kurucuları zico'ya döndü ve şöyle dedi: "şu an yatağıma gidip dört yıl boyunca uyumak ve sadece zaman bu adaletsizği geri götürdüğünde uyanmak istiyorum."
tele santana'nın rüya takımının yapılanma süreci iki yıl sürdü. şubat 1980'de takımı devraldığında santana, tüm brezilyalıların gurur duyacağı, içinde takım ruhu ve azmin olduğu aldatmanın ve sahtekârlığın olmadığı geleneksel brezilya futbol kültürünü yansıtan bir takım oluşturdu. dünya kupası'nda avrupalılarla mücadele etmek için oyuncularının doğal yeteneklerini kullanmaları gerektiğine inanıyordu... fakat daha hızlı bir tempoda. "oyunumuzun ritmini arttırmamız gerek" diye konuştu sao paulo'nun jornal da tarde'sine. "modern futbol, daha fazla koşmanızı ve hareket etmenizi gerektiriyor; bu nedenle biz de buna adapte olmak zorundayız."
santana, oyuncularını yaratıcılık ve spontane hareketler konusunda cesaretlendirmeye kararlı olsa da, futbolcularının formda kalmasının ve disiplinli olmalarının da önemli olduğunu düşünüyordu. bu özelliklerin yetenek gibi doğuştan gelen özellikler olmadığının da farkındaydı. bunun üzerine, antrenmanlarda tekrar tekrar yapılacak ve oyuncular tarafından, doğuştan gelen yetenekleri kadar doğallıkla kullanılana dek bıkmadan usanmadan yapılmaya devam edilecek ağır bir idman programı hazırladı. onların futbol becerilerinin ve yaratıcılıklarının hızlı bir tempoda da ortaya çıkabilmesi gerekiyordu ve böylece futbol sanatı (futebol-arte) doğdu.
"her gün idman yapıyoruz. takımın hız ve ritim kazanması için oyuncularımızın oyunu okumayı öğrenmeleri ve saha içindeki rollerini bilmeleri gerekiyor. hem hücumdayken, hem savunmadayken" diyordu santana.
felsefesini yerleştiren santana, daha sonra takımını oluşturmaya başladı. sakatlıklar ve düzenli olarak forma giyen sağ kanat oyuncusunun yokluğunda bu, tahmin ettiğinden daha uzun sürdü. ilk 10 maçında, ilk ll'i kurmakta zorlanan santana, iki maç üst üste aynı on birle maça başlayamadı. dünya kupası elemeleri başlarken takımı daha oturmuş bir görüntü sergilemeye başladı ve brezilya, venezuela ve bolivya'nın da bulunduğu üç takımlı grupta, tek puan bile kaybetmeden ispanya'ya gitmeye hak kazandı. bolivya ve venezuela grubun fazlalık takımları olmaktan öteye gidemediler. 1980'de brezilya'nın ilk tam zamanlı teknik direktörü olmayı kabul eden santana, federasyon patronlarıyla alışılmadık bir anlaşma yaptı. takımdaki tüm yetkinin kendisine verilmesi karşılığında komik bir ücret almayı kabul etti. bu, onun son 13 yılda aldığı en düşük ücretti. fakat aldığı başarılı sonuçların ardından takımını dünya kupasına götürmesi, yetkililerin anlaşılmasındaki rakamları fazlasıyla değiştirmesini sağladı. santana'nın yetkisi aynen kaldı ancak aldığı ücret yüzde 500 oranında arttırıldı.
dünya kupası'na bir yıl kala brezilya, ingiltere, almanya ve fransa'yla hazırlık maçları yapmak için avrupa'ya gitti. iki hafta süren bu seyahatte üç maçta üç galibiyet alıp evine donen brezilya; londra, paris ve münih'teki performansıyla sınıfı geçmişti. fransa'nın 3-1 mağlubiyetinden sonra teknik direktör michel hidalgo, "bize karşı oynadıkları gibi oynarlarsa brezilya dünya şampiyonu olur" dedi. münih'teki 2-1'lik mağlubiyetten sonra bild gazetesi, "dünya'nın en iyi onbiri" manşetini attı.
brezilya'nın ispanya'dald turnuvada açılış maçı rusya'ya karşıydı. bu maç muhtemelen ilk tur maçları arasında en çok beklenen maçtı. avrupa, rüya takımını ilk kez izleyeceği için adeta çıldırıyordu ancak brezilya onlara istedikleri şeyi, yani şovu sunamadı. rusya, maçın 34. dakikasında ilk kez brezilya milli takımıyla dünya kupası maçında yer alan kaleci waldir perez'in büyük hatasıyla sürpriz bir şekilde öne geçti. andrey bal'un zayıf vuruşunda topu kaçıran perez, brezilya'nın dünya kupası'na felaket bir biçimde başlamasına sebep oldu. bu gol, santana'nın takımını uyandırdı ve maçın 65. dakikasında 25 metreden durdurulması imkânsız bir şut çıkaran socrates skoru eşitledi. daha sonra, bitime sadece iki dakika kala, ceza sahası çevresinde falcao'ya doğru bir pas geliyordu: "topu kontrol edecektim fakat arkadan koşarak gelen eder'in bana bağırdığını duydum. topu ona bırakmamı istedi" diye açıkladı maçtan sonra falcao. o da buna uyarak topu yavaşça arkaya doğru bıraktı. eder sol ayağıyla topa vurdu. zaman azalırken ve tüm dünyanın gözleri ona ve takımına çevrilmişken, bunu yapabilmesi, böyle bir risk alması inanılmazdı. sıradanlığın mükemmelliği bu olmalıydı. bu golle brezilya'nın geri dönüşü tamamlanmıştı.
Brezilya, sonraki rakibi iskoçya karşısına çıktığında cezası biten toninho cerezo'nun da takıma katılmasıyla daha da güçlendi. onun gelişiyle orta sahadaki muhteşem dörtlü bir araya gelmiş oldu; socrates, zico, falcao ve cerezo. brezilyalılar bu dörtlüyü "sihirli dörtlü" diye adlandırıyordu. iskoçlar maçın henüz 18. dakikasında öne geçti. fakat brezilyalılar tıpkı rusya maçında yaptıkları gibi, geriden geldikleri maçı zico (kalenin üst köşesine lamba gibi yapışan bir frikik), oscar, falcao ve eder'in attıkları gollerle rahat bir şekilde 4-1 kazanmasını bildiler. john wark o gün iskoçya'nın orta sahasında görev yapıyordu. o maçı düşünmek, onu bugün bile onu nefessiz bırakmaya yetiyor. "hayatim boyunca hiçbir zaman o maçtaki kadar yorulmadım" diyor. "orta sahaları inanılmazdı. etrafimızda o küçük üçgenleri kurup pas yapıyorlardı ve bizim yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. salak değildik aran onlara tekme atacak kadar bile yaklaşamadık. yapağımız, onların gölgelerini kovalamaktı. maç bittiğindeyse 'tebrikler' diyecek kadar bile nefesim kalmamıştı." o zamanlar belki bu şekilde düşünmüyordu ancak wark, şimdi 1982 brezilya'sına karşı oynadığı için ayrıcalıklı olduğunu düşünüyor. "sürekli hücum, onlar şimdiye kadar gördüğüm en iyi takımdılar."
John wark'ın gördüğü en iyi takımı nasıl durdurabilirsiniz? bu sorunun yeni muhatabı, brezilya'nın bir sonraki rakibi yeni zelanda teknik direktörü john adshead idi. "biz, zico'yu durdurmayı denedik" diyor şu an futbolla bağını koparmış adshead. "fakat kısa bir süre sonra bunun işe yaramayacağını anladık. zico'nun karşısına 2-3 futbolcu koysaydık, falcao'yu ya da socrates'i ya da eder'i kim tutacaktı? canımızı yakacak o kadar çok oyuncuya sahiplerdi ki."
adshead bunun yerine, tercihini koşan, savaşan oyunculardan yana kullandı. planı, brezilya'yı avlamaktı. özellikle orta sahada alan daraltıp brezilya'nın ritmini bozmayı düşündü. ilk yarım saat boyunca planı tuttu ancak 28. dakikada zico'nun attığı gol tüm bu planları bozdu. adshead bugün bile zico'nun volesinin fileleri nasıl bulduğunu çözememiş. "bizim sahamızın sağ kanadında gelen bir ortaydı ve zico kafasıyla topa hafifçe dokununca top biraz arkasına düştü fakat o vücudunu havada çevirip topu ağlara göndermeyi başardı. o topa, o güçle nasıl vurdu hiçbir zaman bilemeyeceğim." geçtiğimiz günlerde birisi adshead'a "dünya kupası'nın en güzel 100 golü" kasedi hediye etmiş. zico'nun volesi 1 numaraydı.
ilk golden sonra adshead takımının çözüleceğinden ve maçtan önce birçok kişinin öngördüğü hezimete doğru hızla yuvarlanacağından korkmuş. fakat takımı maçın büyük bir kısmında oyun yapısını korumayı başarmış. zico, serginho ve falcao'nun attığı gollere rağmen hem de. maçın sonunda skor 4-0 olmasına rağmen yeni zelandalılar küçük düşmemişlerdi. adshead'i o gece en çok etkileyen şey ise brezilya'nın hücumdaki sonsuz seçenekleri ve oyuncularının pozisyon değiştirirken gösterdiği beceri: "bir ara, brezilya hücuma kalkınca, sahaya baktığımı ve kendi kendime 'bu harika' dediğimi hatırlıyorum. 'buzzer mackay, falcao'yu; stevie sumner, socrates'i ve bobby almond da zico'yu almıştı... muhteşem, herkesi marke ediyoruz.' tam o sırada sol kanat oyuncusu junior sağ kanattan uçarak geldi ve birden her şey altüst oldu!" brezilya'nın değişken taktiğine hayranlığını dile getiren sadece adshead değildi. yorumcular da çok beğenmişlerdi.
Artık iyiden iyiye favori olan brezilya, ikinci tur maçları için santana'nın, rio de janeiro'ya çok benzediği için seçtiği sevilla'dan barcelona'ya gitti. lider olanın yarı finale yükseleceği üçlü gruptaki rakipleri arjantin ve italya'ydı.
arjantin, 1978 dünya kupası'nı kazanan takımın adeta gölgesi olmasına rağmen brezilyalılar kadrosunda 21 yaşında diego maradona adında genç bir oyuncuyu da bulunduran ezeli rakiplerini küçümsemediler. santana zor bir maç olacağı görüşündeydi. arjantin'in savaşmadan teslim olacağını düşünmüyorlardı. fakat maç başlayınca yanıldığını anladılar. maradona'nın uzatma dakikalarında kırmızı kartla oyun dışında kaldığı maçın brezilya zico, serginho ve junior'un attığı gollerle dünya şampiyonunu 3-1 gibi rahat bir skorla devirdi. grubun diğer maçında italya, arjantin'i 2-1 yendiği için brezilya'ya son maçta italya karşısında alacağı bir beraberlik yetecekti.
coelho, yani brezilya'nın turnuvadaki yegâne hakemi, eşini arayarak elinde final maçına iki tane bilet bulunduğunu ve hemen ispanya'ya gelmesini söyledi. brezilya'nın şampiyonluğunu eşiyle beraber izlemek istemekteydi.
takımının gösterdiği performanstan memnun olan santana da ilerisi için takımından umutluydu fakat coelho'nunki kadar kesin duygularla değil. eğer brezilya dünya şampiyonu olacaksa bu kader kısmetle değil, oyuncularının yetenekleriyle, alın terleriyle ve hepsinden önemlisi sıkı çalışmasıyla olacaktı. italya maçına artık alıştıkları rutinde hazırlandılar: çalıştılar, çalıştılar, daha çok çalıştılar. bek leandro, bıkıp usanmadan orta çalıştı. zico ayaklan ağrıyana kadar frikik çalıştı. takım arkadaşlarının o magrao (uzun boylu sıska) diye çağırdıkları socrates günde 40 sigara içmenin vücuduna yapüğı zaran temi2iemeye çalıştı.
santana'nın takımı bundan daha iyi olamazdı fakat maçın ilk beş dakikası dolmadan geriye düştüler. maç bağladığı iddiasıyla iki yıl futboldan men edilen paolo rossi, golün sahibiydi. bu golden 7 dakika sonra 'o magrao' takımına beraberliği getirdi fakat sonra gelişigüzel yapılan bir ortada cerezo, rossi'yi kaçırınca o da durumu 2-1 yaptı. golden sonra junior, cerezo'ya baktığında onu ağlarken yakaladı. daha sonra basına verdiği röportajda: "yanına gidip ona eğer ağlamayı kesmezsen suratını dağıtırım. bu bir erkek oyunu toninho. eğer korkuyorsan hemen sahayı terk et" dediğini anlatacaktı.
ikinci yanda italya'nın direncini kırmak için pres uygulayan brezilya 68. dakikada durumu 2-2 yaptı. gol, kendisine cennetin anahtarı verilmiş gibi sevinen falcao'dan gelmişti. "o gol, benim kafamda yan final demekti. o yüzden gol sevincinde kendimi o kadar kaptırdım" diye belirtti 2002'de yaptığı bir televizyon belgeselinde. maalesef falcao'nun golü maçın skorunu belirleyen gol olmayacaktı. birime 15 dakika kala italya bir köşe vuruşu kazandı. topun sekerek yine rossi'nin önüne düşmesiyle maçın son golü gelmiş oldu. italya 3 - brezilya 2. hasta la vista brezilya.
bu sonuç, rio ve sao paulo sokaklarını sessizliğe bürümüştü. intihar edenler bile oldu. şoktan ve gözyaşlarından sonra birçok brezilyalının ilk yaptığı neyin yanlış gittiğini bulmaktı. koltuk başında yapılan komplo teorilerinin sonu gelmiyordu: brezilya maçı kaybetti çünkü 3. golü bulmak için çok adamı hücuma yollayıp savunmayı unuttular. brezilya kaybetti çünkü güçlü ve kuvvetli golcü serginho beceriksizdi. brezilya kaybetti çünkü santana alıştığımız türde bir sağ kanat almayı reddetmişti. brezilya kaybetti çünkü cerezo inanılmaz bir hata yapmıştı ve devre arasında oyundan alınmalıydı. brezilya kaybetti çünkü takım otobüsü maça giderken, idmanlardan ve arjantin maçından sonra kullandıkları 'uğurlu' yolu kullanmadı... santana bu histeriden etkilenmemişe benziyordu. "eğer her şeyi tekrar yaşamak zorunda olsaydım yine aynı taktiği uygulardım" diye konuştu maçtan birkaç gün sonraki bir basın toplantısında. "taktiğime ve prensiplerime hâlâ inanıyorum. hâlâ "futebol-arte'yi" savunuyorum."
brezilya'nın elenmesi, avrupa'da da eşi görülmemiş bir üzüntüye sebep oldu. futbolseverlerin santana'nın takımıyla sersemlemesi için sadece üç hafta ve beş maç yeterli olmuştu. zico, socrates ve falcao nereye gitseler insanlar başlarına üşüşüyordu. brezilya'nın yakışıklısı eder turnuva boyunca 1.600 mektup aldı. italya mağlubiyetinden sonra bile taraftarlar onları caddelerde "şampiyon" sesleriyle destekledi.brezilya'nın elenmesi avrupa basınında daha önce görülmemiş bir üzüntüye de sebep oldu. batı basını santana'nın takımına duydukları aşkı yazılarında dile getirdiler. italya'nın la stampa gazetesinin başlığı "brezilyalı tanrıların düşüşü" şeklindeydi. ispanya'nın el correo de andalucia gazetesi "lütfen kısa zamanda geri dönün; başka tarz bir futbolu kabul etmek bizim için çok zor olacak" diyordu. fransız le quotidien'in olaya bakış açısı daha da duygusaldı: "ağla sevgili brezilya. tüm dünyadaki futbolseverler seninle ağlıyor ve acınızı paylaşıyor - öksüz kaldık."
bugünlerde, uluslararası basının bir takım hakkında bir ağızdan bu tarz yazılar yazmasını hayal etmek bile zor. tıpkı başka bir takımın 1982'de brezilya'nın oynadığı gibi oynamasını hayal etmenin zor olduğu gibi. estadio sarria stadyumunda, rossi hat-trick'ini tamamladığında dünyanın futbola bakışı kesinlikle değişmişti. italya'nın galibiyeti ve ardından finalde gelen zafer (ki tesadüf bu ya, arnaldo coelho adında bir hakem tarafindan yönetildi) sadece pragmatist ler ve modernlik savunucuları tarafindan kabul gördü. sonuç olarak, bilim sanatı yenmişti, sistemler spontane hareketlerin önüne geçti ve istemeden bir bar kavgasına kansan biri gibi, güzel oyun bu tur nuvadan mor bir göz ve kırık bir burunla çıktı. taraftarlar, brezilyalılar dahil, bir daha hiçbir zaman, bu kadar hücum düşünen, eğlenceli, korkusuzca risk alan bir takıma şahit olamazlar.
santana'nın nisan ayındaki ölümünden sonra arkasından laf eden herkes bu duyguları çeşitli şekillerde dile getirdi. o globo yazan fernando calazans şöyle diyordu: "brezilya'nın 1982'deki mağlubiyeti, tele santana için bir mağlubiyetten çok daha fazlasıydı. bu futbolun yenilgisiydi." 1982'deki takımın açık ara en başarılı oyuncusu olduğu konusunda herkesin hemfikir olduğu zico da aynı görüşte: "o dünya kupasından çıkan sonuç şu oldu; sadece netice almak için oynayın, kazanmaktan, her ne pahasına olursa olsun kazanmaktan başka bir şeyi önemsemeyin ve performansınız iyiymiş kötüymüş, umursamayın bile." brezilya'da bu felsefeye "futebol de resu!tado" denir, netice futbolu, futebol-arte'nin ezeli düşmanı.
brezilya'nın ispanya'daki başarısızlığının farklı nedenleri tartışılmaya devam ediledursun, herkesin hemfikir olduğu bir detay vardı: santana'nın takımı çok güzeldi. işte bu yüzden yaşanan tüm hayal kırıldığına rağmen takım brezilya'ya döndüğünde kahraman gibi karşılandı. sol bek junior, geçtiğimiz günlerde tüm takım arkadaşları adına konuştu: tanrıya şükrediyorum ki dünya kupasını kazanamamış bile olsak, insanların unutamadığı o takımın bir parçasıydım." nasıl unutabiliriz ki junior? nasıl unutabiliriz...
belki de 1982de zico'nun sambası gentile'nin tekmelerini yenseydi, futbol hep güzel kalacaktı!..
belki ispanya'da düzenlenen 1982 dünya kupası'nın final maçı değildi ama yine de unutulmadı. zaten yarı finalde kaleci schumacher'in fransız battiston'un dişlerini döktüğü pozisyondan sonra tüm dünya federal almanya'dan o kadar nefret etmişti ki biranda italya "kötünün iyisi" misali finalde almanlar hariç tüm dünyanın tuttuğu takıma dönüşmüştü. ama asıl final maçı klasında olan kesinlikle italya ile brezilya arasındaki ikinci tur gruplarındaki mücadeleydi. o zamanlar maradona da vardı ama herkesin bir numarası "beyaz pele"olarak anılan zico'ydu. zico'nun maestroluğunda henüz turnuva bitmeden çoktan gönüllerin şampiyonu ilan edilen falcao'lu, socrates'li brezilya, tüm maçların 90 futbolseverlere olağanüstü bir görsel şölen sunuyordu. buna karşın gruptaki rakibi italya, ilk turda üç maçta da berabere kalmış ve oynadıkları berbat derecede sıkıcı futboldan sonra italyan basını olmak üzere herkes enzo bearzot yönetimindeki takımdan umudu kesmişti. bearzot'nun rakiplerini oynatmamaya programlı paslı kilit sistemindeki en büyük kozu olan claudio gentile'nin genç maradona'yı acımasızca tekmelediği maçta arjantin'i geçmişlerdi. buna rağmen, brezilya maçı öncesi herkes çekirgenin bu kez sıçrayamayacağını düşünüyordu ama öyle olmadı. 5 temmuz 1982 günü, daha önce şikecilikten hüküm giyen rossi'ye gol vahiyinin indiği maçta italyan catenaccio'su brezilya sambasını 3-2 ile devirdi. sonradan bearzot'un da itiraf ettiği gibi o zamanların materazzi'si claudio gentile defalarca oyundan atılmalıydı! italya yarı finalde polonya, finalde de almanya'yı aynı taktikle yenince herkes neticeye odaklandı ve hatice uzun bir süre unutuldu.
- 1982 dünya kupası'na dönüp baktığınızda brezilya'nın kupayı kazanmak adına bazı şeylerden vazgeçmesi doğru olmaz mıydı? beşli defansif yönlü oyuncuların sayısı daha fazla olsaydı kupa kazanılabilirdi...
zico: ben öyle düşünmüyorum. o zamanki oyun anlayışımız öyleydi. "daha defansif oynasaydık daha az yerdik" diyenler var. kornerden bir gol yedik ve böyle şeylerin olması gayet normal. bazı oyuncularımız iyi defans yapamıyorlardı ama biz tüm oyuncularımızla bir takım olmuştuk. lig söz konusu olduğunda yapılan bazı değişiklikler galibiyet yolunda olumlu adımlar atılmasını sağlayabilir ama söz konusu turnuva olduğunda herhangi bir değişiklik sizi şampiyon da yapabilir sonuncu da. eğer defansif bir oyun tarzını benimserseniz ve kaybederseniz bu sefer de mağlubiyetin sebebinin bu olduğunu söyleyeceklerdir. yorumcular her zaman maç sonrasında skorun üzerine konuşurlar. asla maç öncesi bir şey söylemezler ve ellerinde eleştiri gibi önemli bir de silahları vardır.