ismail alkılıçgil'in kaleminden maç şöyle anlatılmış;
eskişehir futbol yaşamında böyle kritik bir maç anımsamıyorum. bir taraf küme düşme korkusu ile kahrolurken diğer taraf yıllardır süren suskunluğun öfkesi içindeydi. oyun genellikle orta alandaki kısa paslarla geçerken dakikalar beşiktaş lehine işledi. ömer ileri ucun ortasında tek başınaydı. orta alanda kimse kendisine yardımcı olmadı. kanat adamlarından da yeterince orta gelmedi. eskişehirspor'un en büyük yanlışı savunmasından bilinçsizce çıkmasıydı. nitekim böyle gaflet anında golü de ağlarında buldular.
ikinci yarının başında beşiktaş savunmasının ceza alanlarının üzerinde demir atması affedilmeyecek büyük bir hataydı. 8 kişilik bir savunma ordusu 45 dakikayı gol yemeden kapamayı düşünmek delilikti ve eskişehirspor'un golü kısa sürede geldi. ancak beşiktaş hemen toparlandı kontra atak denemeleri yapmaya başladı. bir uzun top ve ziya'nın ikinci golü maçın sonu oldu. oyun durdu. sahada taş ve yumruklar konuştu. yan hakemin kafası taşla yarıldı ve hakemler soyunma odasına güçlükle gittiler. eskişehirspor'un 3-0 mağlup olduğu kararı verildi. beşiktaş şampiyonluk turu atmadan taş yağmuru altında sahayı terk etti.
son siyah - beyaz yayında da beşiktaş kazansa şampiyon olacak, eskişehirspor kaybederse küme düşecek, beraberlik halinde trabzonspor, adana'yı yenerse şampiyon olacak. maçı anlatan ben, eskişehir atatürk stadı'nda hala daha lige dönmeye çalışan eskişehirspor'un son maçını anlatıyordum.
beşiktaş ziya doğan'ın iki gölüyle 2-0 yendi rakibini, ama yendi diyemiyoruz çünkü talat tokat'ın yönettiği maç 76. dakika yardımcı hakemin kafasını yaran çivili bir sopa ile yarıda kaldı.
son siyah - beyaz yayında, beşiktaş'ın teknik direktörü miliç kulübesinden çıkamadı. hakemin sahayı terk ettiğini bilmemize rağmen, bizler o sahanın kenarında dakikalarca yayın devam edecekmiş, maç tekrar sürecekmiş gibi bekledik. çünkü sahanın içindeki olayları izlemek isteyen 12 eylül döneminin askeri komitesiydi ve yayın devam etsin emri verilmişti.
ben tam 37 dakika boş bir stadı maçın başlamayacağını bile bile, ama maçın başlamayacağını anons etmeyerek her an başlama ihtimali varmış gibi anlattım. son siyah-beyaz yayın aslında 1982 yılının haziran ayında gerçekleşti ve genelkurmay emriyle devam eden bir yayındı.
1970’li yıllarda eskişehirsporun adı taraftarıyla ve amigo orhan’la birlikte anılıyordu. istanbul saltanatına son veren ve anadolu da devrim yapan eskişehirspor sadece eskişehir’in değil tüm anadolu kentlerinin takımıdır. bu nedenle taraftarı tüm anadolu dur. anadolu kentlerine yolunuz düşerse bir çok yaşlı insanın hala eskişehirspor’u tuttuğuna tanık olursunuz.amigo orhan ise siyah ve kırmızı renklere ayrı bir canlılık verir. türkiye’de gerçek anlamıyla amigo kavramını başlatan eskişehirspor taraftarı ve amigo orhan dır.
orhan’ın bir elini kaldırışıyla tüm stat donar kalır. bir el işaretiyle gök gürültüsü gibi şarkılar marşlar tüm kent de yankılanır. maçlara sırf amigo orhan ve orkestrasını görmek için gelenler bile vardır. hiçbir zaman şımarmamıştır ikinci bir amigo orhan türkiye’de yetişmemiştir. köşesine çekildikten sonra basından hep uzak durmuştur. mütevazı bir yaşam sürmektedir. tüm ısrarlara rağmen orkestrasının başına geçmemiştir. nedenini ise iki kelimeyle özetler. beni küstürdüler. eskişehirspor’un on ikinci silahı amigo orhan ‘sanırım yetmişli yılların sonuna doğru fenerbahçe’den davet aldı.’gel uefa kupası maçında taraftarlarımızın başına geç’ kırmamıştır ve gitmiştir. tribünlerdeki on binleri coşturan amigolarında kalbi vardır. beşiktaş maçı ile eskişehirspor küme düşmüştü. amigo orhan sahanın ortasında hıçkırarak ağlıyordu. tribünlerden ‘orhan... orhan’ sesleri yükseliyordu. belliydi ki artık birinci ligde çakmayacak olan şimşeklerin taraftarı son kez es – es çekmek istiyorlardı. bağırırken ağladıklarını kimse görmeyecekti. orhan sahanın ortasına geçip eğildi. yüzünü kapamıştı, gözlerinden boşalan yaşları göstermek istemiyordu. erkekler ağlamazdı. hele amigolar hiç ağlamazdı ama o ağlıyordu. es – es için, o büyük takım için ağlıyordu.
eskişehirspor ilkler takımı olduğu gibi taraftarı da o yıllarda her şeyin ilkini yapmıştır. ülkede deplasmana maça gitme olayını eskişehirspor taraftarı başlatmıştır.tribünlerde kartonlardan dev yazılar yazmayı yine eskişehirspor taraftarı yapmıştır. şarkıları marşları hep ilk olarak es-es taraftarı gerçekleştirmiştir. eskişehirspor taraftarı büyüktür, ‘en büyüktür
eskişehir doğumlu beşiktaşın eski kalecisi rasim kara'nın anısı;
14 sene şampiyon olamayan beşiktaş onun kaptanlığında 15. sene şampiyon olur. kader maçını da eskişehirspor ile deplasmanda oynar. teknik direktör miliç’tir. “ligin son maçıydı. yenersek şampiyon oluyorduk ama eskişehir küme düşüyordu. birinci devre kalede adem oynadı. o da daha önce eskişehirspor’da forma giymişti. elini direğe vurup sakatlanınca ikinci devre yerine ben girdim. ama taraftarlar adem’in eskişehir’in düşmesini istemediği için çıktığını zannetti. ben eskişehirli olduğum için de benden bir kıyak bekliyorlardı. ‘hatta herkes sen eskişehirlisin nasıl oynarsın’ diyordu. ama oynadık ve ziya’nın attığı golle öne geçtik. sonra olaylar çıktı ve hükmen kazanarak şampiyon olduk.”
ilk basımı 2001 yılında olan murat toklucu'nun "taraftarın senle" kitabından;
amigo orhan'ın dönüşü eskişehir'de futbola olan ilgiyi bir anda yine artırır. takım kötü gitmektedir, ama tribünler yavaş yavaş eski günlerine dönmeye başlar. bir iddiaya göre, dönemin kulüp yönetimi amigo orhan'ın gücünden rahatsızdır. başkan yılmaz sezer gazetelere taraftardan rahatsız olduğuna dair bir demeç verir, bu demeç amigo orhan'ı rahatsız eder. amigo orhan'ın başkana yanıt olarak söylediği "sen eskişehirspor'un başbakanıysan, ben cumhurbaşkanıyım" sözü gazetelere manşet olur. amigo orhan'ın "kulübün menfaatlerini düşünerek, 'kitlenin de söz hakkı vardır dedik'" diye hatırladığı olaydan sonra yönetim taraftar hakkında konuşmaktan vazgeçer.
gazeteci engin bayrı, onun tribünlere ikinci dönüşünde de kudretinden bir şey kaybetmiş olmadığını anlatıyor:
"1981-82 sezonunda eskişehirspor-beşiktaş maçı vardı meşhur, beşiktaş bizi yenerse şampiyon olacak, biz yenemezsek küme düşeceğiz. maça kısa sûre kala eskişehirspor bozüyük'te kampa girdi şehirden uzaklaşmak için. büyük şike söylentileri vardı. bu yüzden amigo orhan, kamp yapılan otelin kapısında bekliyordu ve kimseyi içeriye sokmuyordu. bu arada eski başkan aydın begiter geliyor otele. amigo orhan, begiter'ı de almıyor içeri. ondan sonra içeri haber veriliyor, başkan yılmaz sezer ricacı olunca amigo orhan, begiter'i içeri sokuyor. yani eski gücünden bir şey kaybetmiş değildi amigo orhan. aradan bunca yıl geçti, yine gelse yine aynı konumda olur. bir de şu vardı, amigo orhan'ın yaşamı eskişehirspor ile birlikte geçiyordu. kampta takımla beraberdi, antrenörü uyaran, eleştiren kişiydi. başkanı uyaran kişiydi. başkanla hocanın da söyleyecek fazla bir şeyi kalmıyordu, çünkü amigo orhan futbola gerçekten hakimdi. hoca ve başkandan daha iyi biliyordu takımı. takım mağlup duruma düşünce halini görmeliydiniz. çok üzülürdü. gerçekten eskişehirsüorluydu. bunun dışında eskişehir'in en sevilen adamlarından biriydi. hakikaten çok sevilirdi, çünkü düzgün bir adamdı. kimseyle dalaşması yoktu. her şey bir yana, tek hareketiyle büyük kitleleri yönlendiren bir adamdı. kim ona karşı gelebilirdi ki?"
göksel duyum'un kaleminden bir hikaye. hikayede bu maç da var;
mehdi
istanbul otogarı viyadüklerin çevrelediği bir örümcek ağıdır. ağlarına yalnız bahtsızlar takılır. parası olmayanların kaderleri değişmese de yerlerinin değiştiği bir başlangıç, yada sondur burası. hele öğlen kalkan yada öğlen ulaşan otobüslerin yolcusuysanız bu hayata sarılma direncinizin ilk test yeri yine bu otogardır.
öğlen ezanı okunuyordu.nisandı ama hala kaşkollara sarılmış insanlar, ciğerlerinden çıkan havayı kaşkolun içine üfleyerek ısınmaya çalışıyorlardı. artvin'e gidecek otobüs yolcuları sigaralarından son bir fırt çekip, otobüsün basamaklarını çıkıyorlardı. muavin bagaj kapaklarını kapattı, peron görevlisi içerideki yolcuları sayıp, kafasını arka kapıdan uzatıp bağırdı.
"22 numara, 22 numara...". 22 numara yoktu. tam o sırada bir ambulans yanaştı yan perona. ambulanstan gözaltına kadar sakallı bir adam indi. muavine el kol yapıp otobüsü durdurdu. "bagaj var mı?" muavin. adam "yok, ama cenazem var" dedi. muavin yıkıldı. çünkü ağzına kadar dolu bagajı indirip, tekrara yerleştirmek demekti bu. peron zili çalıyor ama artvin otobüsü hala bagajlarını topluyordu. tabut orta kısma sürüldü, ambulans sessizce ayrıldı yan perondan. yolcular cama dayanmış, efkarlı gözlerle izliyordu olan biteni. terden pembeleşmiş yüzüyle muavin adamı buyur etti içeri, otobüs yola düştü.
22 numara yolcusunu merakla süzdü otobüs. müsade isteyip yerine oturdu. yanındaki yolcu merakını kustu hemen," allah rahmet eylesin, yakının mıydı?"
adam düşündü uzun uzun, "mehdi" benim neyim oluyor diye. içini çekip, " kardeşim di" dedi. otobüs köprü üzerinden geçiyordu. adam içinden, " mehdi, son kez hisset boğazı" diye geçirdi. uzun yol başlıyordu.
adam kitabını açıp okumak istiyordu ama yanındaki yolcu kıpır kıpırdı. sürekli içleniyor, vah vah çekiyordu.
" kaç yaşındaydı" diye sordu yolcu. adam, "tam olarak bilmiyorum, ama ben yaşlarındaydı" "yahu kardeşim diyorsun yaşını bilmiyorsun" diye hayret dolu çıkıştı yolcu. "kardeşim dediysem, öyle değil" dedi adam. "ya nasıl" dedi yolcu.. uzun bir sohbet başlıyordu, otobüs istanbul sınırlarından çıkarken.
mehdi'yi ilk kez hapishanede gardiyanlarla dövüşürken gördüm. alt koğuşlarda, *** fraksiyonunun koğuşlarında kalıyordu. orada kavga çıkınca bizim koğuşa postaladılar. *** fraksiyonu ile bizim koğuşun görüşleri ters olduğundan kimse yüzüne bakmadı mehdi'nin. en dipte benim ranzanın sağ altına yatırdılar onu.. birkaç ay kimseyle konuşmadı. yemek yaptı, topladı, çay dağıttı. havalandırmada yalnız dolaşırdı. koğuş eğitimlerimize katılmazdı, annamam öyle şeylerden der kenara çekıilirdi.
anladım ki fraksiyoncu filan değil. bir harita metod defterine gazetelerden resimler kesip yapitırırdı geceleri. her koğuş baskınında jandarma o defteri bulur yırtardı. bizim zulayı bilmediğinden her seferinde yeni defter bulur, bir dahaki baskına kadar çalışmasına devam ederdi. bir sonraki baskın tiyosu geldiğinde haline acıyıp, defterini bizim zulaya attım. jandarma döşek altını açıp defteri bulamayınca mehdi hayretler içinde kaldı. ona aldığımı söylemedim, merak ediyordum çünkü deftere neler yapıştırdığını. herhalde karı kız resimleridir, hela için malzeme yapıyorudur diye düşünüyordum. öyle ya jandarma bulur bulmaz paramparça ediyordu defteri. ışıklar sönünce zuladan çıkardım defteri. gözlerime inanamamıştım.
koğuşta kimsenin okumayıp bir kenara attığı, ziyaretlerde don, sigara sarılıp getirilen, iaşe sandıklarının üzerinde gelen ne kadar spor sayfası varsa ayıklanmış, içlerinden ne kadar beşiktaş ile ilgili haber varsa kesilip bu deftere yapıştırılmıştı. resimlerin kimilerinin üzerinde domates çekirdeği vardı, kimileri sonradan ütü vurulup düzleştirimiş buruşukluktaydı. ama herbirinin altında tarihi düşülmüş, önemli yerlerinin altı çizilmişti. ilginç gelmişti bana mehdi.
bir sabah yoklamasında yanında durdum. pantolunuma soktuğum defteri arkadansıkıştırdım eline. şaşırdı. çocuk gibi sevindi. teşekkür etmek istedi, konuşmadım onunla. ajan damgası yiyebilirdim koğuşta. havalandırmada yolumu kesti.
"sağol" dedi. sigara tuttum ona. çömeldik. "kimsin, necisin, ne arıyorsun siyasilerin mapushanesinde"dedim. "vallahi bende bilmiyorum, neci olduğumu bende bilmiyorum" dedi mehdi. "peki anlat o zaman" dedim. "kimseye demek yok ama, söz mü" dedi. "söz" dedim.
eylül 80 yılıydı. malum stad bir tane. ülke bir savaş yaşıyor ama bizim derdimiz kapalıyı kaptırmama savaşı. akşamdan yığıldık, sabahlıyoruz kapalının kapısında. kimimizin koynunda şarap, kiminde emanet, kiminde yarım somun ekmek. baskın yemeyelim diye üçer üçer erketeye çıkıyoruz maçka tarafına, dolmabahçeye, spor sergiye. ben gece üç gibi maçkadayım. motorcular geliyordu aşağıdan. son seferinde karşıdan grup indirmiş, nümayiş yapacaklarmış dikkat et dediler. bıçkın delikanlıyız o zamanlar, semtimizde nümayişe tahammülümüz yok elbet. bir o sokağa dalıyorum, bir bu sokağa derken bir baktım, o grup duvara tezahürat yazıyor. allah dedim, çektim emaneti üzerlerine yürüdüm. on kişiydiler, dayak yerim ama hiç olmazsa bir ikisini iyileştiririm dedim ama beni görünce öcü görmüş gibi kaçamaya başladılar, bende arkalarından. meğer benim hemen arkamda polis varmış, ben onları kovalıyorum, koşuyorum, polis hepimizin arkasından koşuyor.
girdik bir çıkmaz sokağa, çocuklar durdular, elleri havada, ben hala bana teslim oldular diye havalardayım, polis arkadan ışık tutunca uyandım, elimde emanet, kolum havada, megafondan "at elindeki silahı" diye bağırıyor, ben kala kaldım. içimden sıçtık şimdi dedim ama yırtarız.
çocuklar bilmem ne örgütünden, ben orada saf saf bir adam, polis minibüsünde gayrettepeye vardık. nezarete oturduk, geçmiş olsunlaştık. çocuklar duvara yazı yazacakalarmış meğer, ben onları ne zannettim, güldüm kendi kendime, bir an önce salsalarda maça yetişsem diyorum hala. nezarette çocuklardan ayrılıp duvara yaslandım, sabah oluyordu, sigara tuttu arkamdan biri. uzandım aldım, hırsızmış, basılmış evde salak. durumu anlattım güldü bana. rakip takımı tutuyormuş, iyi beklememişsin maçı nasılsa koyacaz size dedi. ağırıma gitti zırtapoz hırsızın lafı, koyum kafayı burnunun üstüne, dağıldı ağzı burnu.
apar topar çıkardılar dışarı. tehditler savurdu bana. hadi lan ikile, kodumun hırsızı dedim arkasından. sabah dokuz gibi sorguya aldılar teker, teker. sıra bana geldi. klasik sorgu odası işte. içim rahat, ifadeyi verip gideceğim maça. aaa, bir baktım bizim hırsızıda aldılar odaya, oturdu karşımda. burnu tamponlu, sargı içinde. noldu lan yetmedi dedim. koltuğunun altındaki silahı görünce yıkıldım. sivilmiş meğer, nezaretten laf almaya karışmış, nasıl yedim bu numarayı diye kendi kendime kızdım.
diğer çocukları salmışlar mahkemeye kadar, ama bizim kırık burun davasından " memura karşı koyma ve darptan" kalakaldık. maç gitti, ama asıl giden benim hayatımdı. asker ertesi gün darbe yaptı. memurun raporuna göre hala ben örgüt üyesi zanlısıydım. darbenin ilk günlerinde kurulan mahkemelere çıkartıldım.
konuşturmadılar bile. sonrası o koğuş senin, bu koğuş benim. her koğuş derdimi anlattıkça bana ajan muamelesi yaptılar. bende kimseyle konuşmamaya başladım. dışarıda hala bizim tribünden avukat çocuklar uğraşıyormış ama yakalandığım grup çok sivriymiş, çok vukuatı varmış, yırtamaz demişler.
bende bir umuttur bekliyorum iki yıldır, ama şu gardiyanlara gıcık oluyorum, ne olduğumu bildiklerinden ne zaman maç kaybetse beşiktaş abuk subuk hareket yapıyorlar, bende dalıyorum, sonrası jandarma dayağı, bıktım, ağzımda diş kalmadı.
otobüs otobanı bitirmiş, yola döner dönmez, mola vermişti. yolcuya kalsa hikayenin devamını dinlemek için altına işemeye razıydı. ikide bir vah, vah diyor, yorum yapmak istiyordu. adam aşağı indi, bir sigara yaktı. hava soğumaya başlamıştı. bagaj sıcakmıdır, diye düşündü. ölüler üşümezdi oysa.
çaylarla birlikte üst üste, hızlı, hızlı sigaralar içildi. ananons yapıldı, otobüs mola yerinden ayrıldı. meraklı kulaklar dikildi, vcd'de oynayan filmi kimse seyretmez olmuştu. adam devam etti.
mehdi'nin bir arkadaşı olmuştu artık. ben. okumamıştı, ama hayat onu yetiştirmişti. bize katıl dedim ona. anlamam o işlerden, sevmem o işleri dedi. olsun vakit başka türlü geçmez, gel otur akşamları sende tartış bizimle dedim. koğuş sorumlumuza durumu anlattım. ajan olabilir dedi. ben kefil oldum mehdi'ye. oturdu o akşam bizimle. kısmetsiz mehdi'nin ilk geceside şanssız başlamıştı aramızda. okuma yapılacaktı. zuladan kitaplar çıktı. herkes harıl harıl okumaya başladı. yan gözle mehdi'yi seyrediyordum, okumak ne kelime, kitaba bakmıyordu bile, sonra harita metodunu soktu kitabının arasına, yine kendi dünyasına daldı. ama onu bekleyen bir süpriz vardı ki, okunan kitabın bölümü hakkında tartışma yapılacaktı geceyarısı.
okuma bitti. bölüm bölüm herkes koğuş sorumlusunun soruduğu sorulara yanıt veriyordu. sıra mehdi'ye geldi. ben gözlerimi kapadım, çıkacak cümbüşü ve mehdi'nin sorumluluğunun bende olduğunu düşünerek başıma gelecekleri düşünüyordum. koğuş sorumlusu sordu " mehdi, teoride yenilmek kişi benliğinde ideolojiyi zedelermi?" . ben yer yarılsada içine girsem diye düşünürken mehdi gırtlağını temizledi, konuşmaya başladı, kulaklarımı tıkadım.
" bir harekete taraf olmak, eğer ona aşk ile bağlanmamışsan sana kaçacak çok fırsat bırakır. insanın kendi dünyası bencillik üzerine kuruludur. benlik, bencillikten türemiştir. teori diye tanımlanan hareket, insanın bencilliğini beslemezse kaybolur gider. işte insanoğlu harekete saygını yitirmemek için aşkı doğurmuştur, beyninde aşk olmazsa benlik yada bencillik, teoriyi zorunluluk haline getirir. teoride yenik düşmek, eğer teorinin insana salgıladığı aşk yoksa yenilmektir. ben sevdalarıma hiç yenilmedim"
sessizlik oldu. kulaklarımı diktim sessizliğe. felsefenin temel ilkeleri, bir adamın sözleri karşısında yenik düşmüştü. ışıklar söndü, herkes o gece öğretilen teoriyle aşkını koydu teraziye. birkaç gece geçti. koğuş sorumlusu mehdi'yi istedi yanına. ajan olup olmadığını dışarıdan sorgulamıştı. hiçbir kayıt yoktu. direk sorgu yapacaktı. havalandırma sırasında ben, mehdi'yi karşısına oturttu, hikayesini onada anlattı mehdi.
"peki, sen bunca felsefe kitabıyla boğuşup vardığımız yargıları, bir aşka bağlayıp nasıl sonladın mehdi " dedi koğuş sorumlusu.
"siz hiç beşiktaşlı oldunuz mu?" diye cevap verdi mehdi ve devam etti.
" yaşadığımız bu hayatı nasıl yaşayacağımızı biz kitaplardan öğrenmedik veya şu doğrudur diye kimse bize destur vermedi. hayatı eğrisiyle doğrusuyla yaşadık dibine kadar. ve bizim yaşayışlarımızın bize gösterdiği doğrular oldu, yeri geldi bizim yanlışlarımızı doğru uygulaması için abi olduk. bir felsefemiz oldu yalnız yaşanmışlıklardan. şimdi siz başkalarının hayat deneyimlerinden türettiği felsefe ile değil kendinizinkini , bir ülkenin kaderini çizme yarışına giriyorsunuz. peki kendinizi, yeteneklerinizi ve harekete olan aşkınızı ne kadar biliyorsunuz. veya bu coğrafyada yaşayanlar sizin için ne ifade ediyor" diye konuştu mehdi.
ben yanılmıştım. üniversiteler okumuştum, kitaplar yutmuştum, makalelerim çıkmıştı dergilerde ama mehdi'nin beşiktaşlılık üzerine yaptığı küçük bir yorum bile felsefemizin ne kadar kitaba ve teoriye bağlı olduğunu bana göstermişti. ileriki günlerde mehdi o bize biraz sığ ve argo jargonu ile beşiktaşlılığı anlattı. o zamana kadar sporu, hele hele futbolu küçük burjuva eğlencesi olarak, toplumun afyonu sayan bizler, beşiktaşlılık felsefesi içinde fanatik bir taraftar olup çıkmıştık. şimdi anlayabiliyorduk mehdi'yi, bu kadar bir futbol takımını sevip, maçlardan, seyirden, gazetelerden, radyodan bu kadar uzak kaldığı halde beşiktaş bu kadar sevebilmesini. çünkü sahada oynanan oyun değil, taraf olmanın hazzı yakıyordu ve bağlıyordu beynini.
82 yılında duruşmalarımız hızlanmıştı. kararı çıkan kendi memleketine yakın cezaevine naklini istiyor, orada daha rahat edeceğini düşünüyordu. mehdi'ye yapışan örgüt davası çok dallanmış, hakkında ağır kararlar çıkar hale gelmişti. çok idam vardı ve mehdi hala suçsuzluğunu kanıtlayamıyordu. bu arada çok uzun yıllardır şampiyon olamayan beşiktaş şampiyonluğa koşuyordu.
akşam saat yedide herkes haberlere kulak kesmişken mehdi bir an önce spor haberlerinin gelmesini bekliyordu.. yaza doğru karar çıktı, devlet düzenini değiştirmek amaçlı suç örgütüne üye olmaktan idamı istenmişti mehdi'nin. hakim daha önce işlenmiş suçu olmadığından hafifletici sebeblerle cezasını müebbete çevirmişti. bu tam bir yıkımdı. mehdi'yi sakinleştirmek için yanına gittim. zaten sakindi ama hüzünlüydü.
"şimdi olacak şey mi bu müebbet. yani ben bir daha hiç beşiktaş maçı seyredemeyecekmiyim şimdi?" dedi mehdi ve devam etti.
"birde benim sevdiğim vardı biliyormusun. o benim sevdiğimin farkımda bile değildi ama ben onu çok severdim, bir veda bile edemedim." mehdi sevdiği kızı uzun uzun anlattı bana.. yüzünü anlattı, ellerini anlattı, gülüşünü anlattı, evini önünü anlattı, bakışlarını anlattı. beynimde zehirli bir düşünce, o anlatırken, kızın resmini çizmişti gözümün önüne. söyleyemedim ama bende aşık olmuştum o kıza, mehdi'nin kızına.
karara çıktıktan sonra temyiz istedi ama nafile. artık buralarda kalmasının anlamı yoktu. nakil istedi. hemde kimselerin tahmin edemediği bir yere, eskişehir'e. ki en kötü şartlardaki cezaeviydi o dönemin. ama beşiktaş orada oynayacaktı, şampiyon olacağı maçı. idare seve seve kabul etti, bir ilk yaz günü elinde bavul, ardında bizleri bırakıp çekip gitti. giderken sanki mahpusluğa değil, istanbuldan es-es deplasmanına giden çocuklar gibi bir tebessüm vardı yüzünde.
otobüs geceyarısı samsun otogarına girdi. uykudan ağırlaşmış gözlerde bir hüzün vardı. bütün otobüs bu hikayeyi dinler olmuştu artık.
yemekler yenildi otogarın lokantasında, adam hürmet görüyordu ve şoförlerin masasındaydı artık. biran önce otobüse dönüp mehdi'yi dinlemek istiyorlardı.oysa mehdi bagajda kendi hikayesinden habersiz, öylesine cansız toprağa doğru seyrine devam ediyordu.
"sonra ne oldu, görüşebildiniz mi?"diye sordu şoför.adam kaldığı yerden devam etti.
bizim koğuş az bir ceza ile yırttı bu işten. üçer beşer yıl yatıp çıkacaktık. bu sevince birde beşiktaş'ın eskişehiri 3-0 hükmen yenip şampiyon oluşuda eklenince, o gece hem mehdi'yi anmak, hemde şampiyonluğu kutlamak için eğlence tertip ettik. bir hafta sonra bende ayrıldım oradan.bursa hapisanesinde sevk oldum, iyi bir yerdi. ama eskişehir' den inanılmaz haberler geliyordu. kıyım vardı, çok zor haber alabiliyorduk.
mehdi gelen sevklerle iyi haberlerini gönderiyordu, birde boncukçuluğa merak sarmış, çakmak kılıfıydı, anahtarlıktı, siyah beyaz hediyeler gönderiyordu bana. ara sıra mektupta yazıyordu, ama yarısı yırtık, karalanmış ve silinmiş şekilde. silinmeyen yerlerinde o kızdan bahsediyordu yine.küçük bir isyan var diye duyduk eskişehir'de. içim içimden gitti mehdi dedim. birşey olmamış ama sürmüşler doğuda bir yere, heber gelmedi sonraları. ben tahliye oldum. mehdi'yi aramaya koyuldum ama nafile. eskişehirdeki isyanı o başlatmış. o yüzden gittiği yeri söylemiyorlardı.
avukatlar tuttum, işi kovaladım ama devir bizim devrimiz değildi. çaresiz istanbul'a döndüm. içim içimi yiyordu. mehdi'yi bulamıyordum. arkadaşlarını buldum, beşiktaş'ta. onlarda kovalıyorlardı işi ama nafile. birden karşıma o çıktı. o kız. mehdi'nin sevdiği kız, mehdi'yi sordu.
büyülenmiştim. konuşamadım bir süre. bir muhallebicide oturduk, uzun uzun anlattım ona olup bitenleri. ama içimin yağları eriyordu ona baktıkça. sık görüşmeye başladık, bir süre sonra mehdi'den çok birbirimiz hakkında konuşmaya başlamıştık.
adam bunları anlatırken bir homurtu oldu otobüste, yapılır mı bu diyordu bir kısmı, diğer yandan niye olmasın diyordu arka taraftakiler. otobüs karadenize paralel virajları ala ala, saatler sabaha karşı vakfıkebire ulaşmışlardı.adam devam etti, "onunla evlendim. beşiktaş'ta ev tuttuk.
mehdi'den haber yoktu. işsizdim. zor geçiniyorduk. özal zamanına çabuk uymuştu koğuş arkadaşlarım. reklamcı oldular, gazetelerde yazar oldular, hepsi yolunu buldu. mehdi geliyordu aklıma ve söyledikleri. hani o benlik bencilliğe dönmesi, aşkı,sevdası. nerede kalmıştı o yüce teoriler. hepsini bir çırpıda silmişti mahpus dostlarım. çocuğuz da oldu bu sıkışıklıkta, adını koymakta tereddüt etmedik.
" mehdi"
onun alışkanlıkları bana geçmişti sanki. tribün tayfası olmuştum, bir iş buldum sonraları.kalem katipliği gibi birşey belediyede. yıllar geçti, mehdi'den haber yoktu. kimileri gördüğüne yemin ediyordu, yeni açıkta. ama ben görmedim. izini sürmeyi bıraktım.yıllar geçti aradan. bu sene bir maçta yeni açıkta bayrağını siyahbeyaza çeviren partililerin arasında görür gibi oldum sanki . saçları beyazlamış bir adam peşinden koştum, yetişemedim. o muydu, değilmiydi, çok kuşkulandım. tekrar aklıma düştü mehdi.
araştırmaya koyuldum ve buldum onu. dosyasını çabuk çabuk okudum. mardinde, antepte, bingölde yatmış. hastalanmış. yaralanmış. önceden suç işlediği maddeler avrupa birliği uyum yasalarıyla ortadan kalkmasıyla suçlarıda ortadan kalkmış, sonrada rahşan hanım affından salıverilmiş.
demek doğruymuş, oymuş. sonra muhtarlıkları dolaşıp kaydını aradım. bulamadım. ta ki geçen haftaya kadar.
uyku çökmüştü otobüse.. artvin gözüküyordu ama viraj, viraj, viraj.
ulaşılamayan bir kartal yuvasını andırıyordu artvin. adam yorgunluktan kısılan sesi ile bitiriyordu hikayesini.
geçen hafta iki polis geldi evime. polis gelince bir korku aldı beni , mahpusluktan kalma alışkanlıkla. bir kağıt tutuşturdular elime. istinye devlet hastanesinden çağırıyorlardı beni. ne için diye sordum, tesbit dediler. ceketimi aldım çıktık. hastanenin bodrum katına indirdiler beni. morg odasına bir sürgü açılmış, beyaz bir çarşafın başında bekliyordu morg bekçisi beni. çarşafı kaldırdı, yatan mehdi'ydi. öylesine yaşlanmış, saçları beyaz, mutlu ve ihtiyar ceset yatıyordu sedyede.
"başınız sağolsun, giriş kaydına sizin isminizi yazmış yakını olarak, kardeşinizmiş, allah sabırlar versin"
morg kadar soğumuştu damarlarımdaki kan. yıllardır aradığım adam karşımdaydı, sarıldım ona çaresiz . evrakları hazırladılar, işlemleri yaptırdım. ben ve bir tabut gecenin yarısı başbaşa kalmıştık. doğum yeri gözüme çarptı mehdi'nin. artvin. ertesi gün onu artvin'e götürüp gömmeye karar verdim.
"peki kimi kimsesi kalmamış mı garibin istanbul'da"dedi muavin.
"yok, ölmüş hepsi, eniştesi de devlet memuru olduğundan başım belaya girmesin diye bulaşmadı cenazeye" diye cevap verdi adam.
artvin otogarına girdi otobüs.. omuzlar üzerine alındı mehdi. yukarı mahallede bir camiye götürdüler. otobüs yolcuları cemaat olmuştu. imam sordu, "nasıl bilirdiniz?" hepbir ağızdan "iyi bilirdik" sesi yankılandı.
yalçın bir kayalık gibi mezarlıkta, kartal yuvasında buluştu toprakla mehdi. ama aşkı hiç ölmedi.
sondan bir önceki haftada oynanan maçta beşiktaş ile trabzonspor istanbulda karşılaştı.bu maç öncesi beşiktaşın 41,trabzonspor ise 40 puandaydı.maç berabere bitince 42-41 gene beşiktaş önde oldu.son hafta beşiktaş 2-1 önde iken yarıda kalan bu maçta sonradan 3-0 hükmen galip ilan edilince şampiyon oldu.trabzonspor ise son hafta danasporu 1-0 yenmesine rağmen 1 puan farkla 2.oldu.
es es'lerin yapamadığını trabzonlular yaptı ve lig ilk kez istanbul dışından bir şampiyon gördü. bordo mavililer altı şampiyonluklarında da açık puan farkı yapmayı başarmışlardı; onlar işi erkenden ciddiye bindiriyor, galibiyetleri söke söke alıyor, kendi işlerini kendileri görüyorlardı. işler sılaya gelince, puan eşitliği bir türlü bozulamayınca, o stresli ayda istanbullulara boğun eğiyorlardı.
1982 mayısında da böyle oldu ve beşiktaş, 16 mayıs günü, bolu'dan bir puan aldı ve tek gölcük averaj farkıyla trabzonluları geçiverdi. arkası çorap söküğü gibi geldi; onlar sakarya'yı farklı yenerken, trabzonspor eskişehir'den beraberlik çıkartabildi. ligin kaderi 31. haftada inönü stadı'ndaki beşiktaş-trabzonspor maçıyla yazıldı. talay erker maç öncesindeki ruh halini şöyle aktarmıştı: "olmamıştı böyle bir durum... türk futbol tarihinde böylesine dramatik, böylesine heyecan içinde bir bekleyişe rastlanmamıştı. tam 14 yıldır şampiyonluk hasretiyle yanan beşiktaş dün inönü stadı'nda trabzonspor'u yense... evet bir yense... ne biçim bir umut, ne biçim bir bekleyişti bu yarabbim! istanbul ayaklanmış, gecekondusundan sosyetesine kadar siyah beyazlı bayraklarla donatılmış... ve istanbul geceyi sancılı bir bekleyiş içinde yaşamıştı..."
iki takımın kalecileri adem ve şenol bu sancılı bekleyişin bir hafta daha sürmesini istediler ve kalelerini gole kapadılar. beşiktaş, küme düşme potasındaki eskişehirspor deplasmanına gidecekken, trabzonspor adanaspor'u ağırlayacaktı. siyah beyazlılar bir puanlık avantaja sahipti belki ama bozkırda onları bekleyen kırmızı siyahlıların gözü galibiyetten başka bir şey görmüyordu. çok zor olmuştu maç, önce ziya 32. dakikada beşiktaş'ı öne geçirmiş, ardından çılgınlar gibi saldıran es es'ler 50. dakikada zafer'le beraberliği bulmuştu. kazım kanat 74. dakikayı "ali kemal orta alandan çıktı... ziya'yı kaçırdı. girdi ziya, golü 'şampiyonluk fermanı' gibi yazdı...
eskişehirsporlular 'ofsayt' diye yırtınıyorlardı ama hakem dinlemedi... sonra da olaylar..." diye yazdı. tribünden bir taş uçtu, yan hakem hüseyin karaca'yı başından vurdu. karaca, kanlar içinde yere yığılmıştı. orta hakem talat tokat yan hakemini soyunma odasına götürürken eskişehirli yönetici ekrem neyci yerinden fırladı ve tek bir yumrukla bu kez tokat'ı yere yıktı. beden terbiyesi genel müdürü yücel seçkiner ve merkez hakem komitesi başkanı mustafa çakar da hakem odasına gittiler ve tokat'ın maçı eskişehir'in aleyhine tatil ettiğini açıkladılar. es es'ler küme düşmüş, kartallar şampiyon olmuştu. sancılı ve olaylı geçen maçın ardından beşiktaş genel kaptan'ı mekki başak, takım elbisesiyle duşun altına girerek şampiyonluğu kutlarken, teknik direktör miliç'in teselli etmeye çalıştığı serpil hamdi tüzün hüngür hüngür ağlıyordu.
fourfourtwo dergisi temmuz-ağustos 2009 sayısından;
dünya kupası açılışındaki beşiktaş pankartı
beşiktaş 15 yıl sonra şampiyon olurken aynı gün nou camp'ta siyah-beyaz bir pankart dalgalanıyordu!..
beşiktaş, 15 yıllık hasretten sonra 13 haziran 1982 günü şampiyon olurken, aynı gün ispanya'da düzenlenen 1982 dünya kupası start alıyordu. nou camp'ta oynanan açılış maçında eric gerets'li belçika büyük bir sürprize imza atarak son şampiyon arjantin'i yenerken o gün eskişehir yerine barselona'da olan atilla gökçe'nin gözüne tribünlerindeki bir pankart çarpıyordu. katalanca olan siyah-beyaz pankart sahada oynayan takımlarla ilgili değil, bizzat beşiktaş ve 40 yıllık beşiktaş hasretiyle ilgiliydi. pankartı asan kişi 1905 yılında istanbul'da doğmuş türk piyanist viktorya kamhi'ydi. kamhi, 1929 yılında dünyaca ünlü ispanyol besteci joaquin rodrigo'yla tanışıp dört yıl sonra gözleri kör gitar virtüözüyle dünya evine girmiş ve hayatının geri kalanını anavatanı türkiye'den uzaklarda geçirmişti. o gün ise viktorya çok sevdiği beşiktaş'ının 15 yıl sonra şampiyonluk maçına çıkacağını öğrenince, şeref konuğu olduğu dünya kupası açılışında bir selam yollamak istemişti. deniz gezmişin asılmadan önce son isteği olarak konçertosunu dinlemek istediği joaquin rodrigo, eşini kırmadı ve yaptırdığı o siyah-beyaz katalanca pankart dünya kupası açılışında barselona'dan istanbul'a doğru tarihi bir hasretin rüzgârı gibi dalgalandı...
gürel yurttaş'ın haziran 1995 basımlı "kartal'ın pençesi" adlı kitabından;
15 yıl geçmişti aradan. beşiktaş şampiyonluğa hasretti.
başkan mehmet üstünkaya, teknik direktör dörde miliç'e tek hedef gösteriyordu:
- ille de şampiyonluk. iste transfer yapalım.
miliç karşılık veriyordu:
- sorumluluğumun farkındayım. ben ekibime güveniyorum. gençler süper. yalnızca ali kemal'i alalım.
- derhal, dedi üstünkaya. ve trabzonspor'dan fenerbahçe'ye gelen, ancak bekleneni veremeyen ali kemal beşiktaşlı oldu.
daha sezon öncesi beşiktaş'ın bu kez çok farklı olacağı belli olmuştu.
hele hele frankfurt'ta fenerbahçe ile oynanan hazırlık maçından sonra siyah - beyazlı taraftarlar umutla sezonun açılışını beklemeye başlamışlardı. çünkü beşiktaş mükemmel bir futboldan sonra ezeli rakibini 3 - 0'lık sonuçla bozguna uğratmıştı.
haftalar birbirini kovaladı.
beşiktaş şampiyonluk yarışının içindeydi.
önce galatasaray pes etti, erkenden zirveden kopuverdi.
fenerbahçe haftalarca yarıştı, ama sonra o da bıraktı.
ve son haftaya beşiktaş ile trabzonspor kılpayı farkla girdi. 42 puanlı beşiktaş liderdi. 41 puanlı trabzonspor ise hemen peşindeydi.
tarih 13 haziran 1982'ydi.
1981 - 82 sezonunun şampiyonu belli olacaktı.
beşiktaş deplasmanda eskişehirspor'la oynayacak, trabzonspor adanaspor'u evinde ağırlayacaktı.
trabzonspor'un galibiyetine kesin gözü ile bakılıyordu.
ama beşiktaş'ın durumu farklıydı. çünkü son maç eskişehirspor açısından da büyük önem taşıyordu. yenilgi kırmızı - siyahlıların ligden düşmesine yol açacaktı.
maçın başlama anı geldiğinde eskişehir atatürk stadı yükünü tamamen almıştı. 15 bin kadar eskişehirspor taraftan vardı tribünde. 3 bin beşiktaşlı ise tarihi bir günü yaşamanın heyecanını yaşıyorlardı.
hakem talat tokat'tı. yardımcıları ise halil cindemir ve hüseyin karaca'ydı.
beşiktaş 2-1 öndeyken 73.dakikada tatil edildi ve beşiktaş lehine hükmen 3-0 tescil edildi. eskişehirspor'a "4 maç saha kapatma" cezası verildi ve sonraki sezonda yer aldığı 2.lig'de uygulandı.
===1982 yili. okuldan bodrum'a tur yaptik. ancak grubun icinde fazla bilmedigimiz tipler de vardi. otobusun arkasinda malum icki ve bilimum zararli seyler tuketiliyordu. 15 yil sonra gelen sampiyonlukla keyfim yerinde onume gelene takiliyorum, fenere laf atiyorum falan, bizim cocuklar kas goz oynatip onumuzde oturan birini isaret ediyorlar. kafam iyi umurumda degil. sabaha karsi o kisiyle bayagi samimi olduk, hatta yillarca gorustuk....megerse meshur fenerli pic mahmut'mus (grupta adnan sen de vardi bu arada)....yani postu iyi kurtardik......
eski tufek fenerliler biliyordur bu adami, bayagi belaliydi o zamanlar (simdi hapiste galiba)
kuşkusuz asker hakemlerin içinde efsaneleşmiş bazı isimler de var ki herhalde bunların en başında talat tokat gelir. talat tokat, 1937, siirt doğumludur. 1954-56 yılları arasında hava teknik okulu’nu bitirdikten sonra 1976 yılına değin hava kuvvetleri’nde assubay olarak görev yapmıştır. 1960 yılında hakemliğe başlamış ve faal hakemlik yaşamını 1986 yılına kadar sürdürmüştür. oğlu metin tokat da türkiye’nin en bilinen hakemleri arasındadır. talat tokat, faal hakemlik dönemi sonrasında mhk üyeliği yaptığı gibi, mentörlük (istikbal vaat eden hakemleri izleme ve raporlama) görevi de ifa etmiştir. türkiye liglerinde pek çok maç yönetmenin dışında, kırkın üzerinde uluslararası maçta da ülkemizi temsil etmiştir. uefa kupası, şampiyon kulüpler kupası, avrupa ve dünya kupası eleme müsabakalarında defalarca düdük çalmıştır. 110 bin kişi önünde yönettiği uefa kupası çeyrek final maçı (inter-real madrid/02.03.1983) uluslararası alanda yönettiği maçların herhalde en görkemlisidir. dinçer oruç’un blogundaki (milliyetblog) anlatımına göre, televizyonda (trt) siyah-beyaz olarak yayınlanan son maçı da yönetmek ona kısmet olmuş. bu maç eskişehir ile beşiktaş arasında oynanıyormuş (13 haziran 1982) ve beşiktaş’ın şampiyonluk maçıymış. maç 1-1 berabere giderken, beşiktaş’ın 76. dakikada ziya’nın ayağından kazandığı ikinci golden sonra ortalık karışmış. eskişehirsporlu futbolcular ofsayt itirazları yapınca, seyirci ve yöneticiler de buna uyunca, istenmeyen olaylar gelişmeye başlamış. nihayetinde yardımcı hakemin (hüseyin karaca) kafasına çivili bir sopa gelince, maç tatil edilmiş. daha sonradan federasyon kararıyla maçı beşiktaş 3-0 hükmen kazanmış ve şampiyonluğunu ilan etmiş. böyle kötü anlar yaşanan bir müsabaka, tarihe siyah-beyaz izlenen son maç olarak not düşülmüş olsa da futbolun cazibesine asla gölge düşüremez. hakemlerin saygın çabalarına da… biliyoruz ki talat tokat, türk futbol hakemliğinin sembol isimlerinden birisi olarak biliniyor, tanınıyor ve türk futbolu için verdiği hizmetler saygı ile yâd ediliyor.
eskişehirspor can çekişiyor, beşiktaş şampiyonluk kovalıyordu. 24 yıl önceki 'o maçın' kahramanı ziya doğan, denizli-f.bahçe maçı için mesaj verdi: sakin olun.
hem şampiyonluğu hem de düşmeyi etkileyecek denizlispor-fenerbahçe maçı, akıllara 1981-82 sezonunu getirdi. o sezon şampiyonluk yolunda trabzon'la çekişen lider beşiktaş ligin son haftasında düşme adayı eskişehir'le deplasmanda karşılaşmış ancak çıkan olaylar sonrası maç beşiktaş 2-1 öndeyken hakem tarafından tatil edilmişti. beşiktaş'ın efsane futbolcularından ziya doğan, sabah'a eskişehir-beşiktaş maçını ve olayları anlattı, hafta sonu oynanacak denizli-fenerbahçe maçıyla ilgili yorumlarda bulundu.
"olanları anlatmak zor" "beşiktaş 14 yıldır şampiyon olamıyordu. diğer yandan türkiye'nin en fanatik taraftarına sahip eskişehir de ligden düşüyordu. yönetim kurulumuz, bu maç öncesi takımı kütahya'da bir hafta kampa aldı. heyecandan gözümüze uyku girmiyordu, zaman durmuştu. maçta olanları anlatmak zor. benim golümle öne geçtik, eskişehir beraberliği sağladı. 73. dakikada ben bir gol daha attım. ofsayt itirazları oldu. eskişehir taraftarı da sahaya yabancı madde atmaya başladı. ortam gerildi. tribünler ateşe verildi. atılan bir cisimle yan hakemin kafası yarıldı. hakem talat tokat da maçı tatil etti."
"görev futbolcuların" "şimdi bizim yaşadığımız gergin ortamı fenerbahçe yaşıyor, denizli de eskişehir'in durumunda. bizim maç gibi olmasın. olay yaşanmaması için futbolcular sakin olmalı ve taraftarlarını asla kışkırtmamalı. f.bahçe'nin silahları çok, bunu herkes biliyor. bir oyuncu durduğu zaman bir başkası ortaya çıkarak maçı kurtarıyor. denizlispor'un fenerbahçe kadar yıldızı yok. bu nedenle kolektif olmaları lazım. maçın hakemine her iki takım oyuncularının yardım etmesi lazım. onun da insan olduğunu asla unutmamak gerekiyor."