ilk maçı evinde 2-1 kazanan ankaragücü bu maçın ardından türk futbol tarihinde bir ilke imza attı ve 2. ligde yer almasına rağmen türkiye kupasını alan ilk ve şu ana kadar tek takım oldu.
dönemin cumhurbaşkanı kenan evren'in "başkentten de bir takım 1. ligde olmalı" diyerek, kupayı kazandığı için, ankaragücü'nün 1. lige çıkarılmasını istediği söylenir.
kenan evren'in bu kararı aldığı sezonda ankara'dan hiçbir takım 1. ligde yer almıyordu.
ilk basımı 2007 yılında olan duygu hatipoğlu ve m. berkay aydın'ın "bastır ankaragücü: kent, kimlik, endüstriyel futbol ve taraftarlık" kitabından;
1980-1981 sezonunda en büyük amaç birkaç yıldır hasreti çekilen 1. lige çıkmaktı. ancak kulüp sezon sonunda 2. sırada, sakaryaspor'un altında kalmış ve 1. lige çıkamamıştı. türkiye kupası mücadelesinde kademelerde sırasıyla düzcespor (2-0), muhafızgücü (1-0), konyaspor (5-2), orduspor (2-1, 0-0) ve 1980 türkiye kupası sahibi altay (1-0, 1-2) ile karşılaşan ankaragücü çeyrek finale çıktı. ancak takım çeyrek finale çıkana kadar, birinci lig mücadelesine odaklanmış takım için kupa pek de önemli görünmüyordu. kupa maçlarında meydana gelebilecek her türlü sıkıntı, 1. lig yolunda takımı yavaşlatabilir düşüncesiyle de kupa maçları pek önemsenmedi. hatta düzcespor maçında takımı tam kadro sahaya sürdüğü için teknik direktör coşkun süer'in işine son verilir, o maçta takımın iki as oyuncusu ihsan ve cüneyt kırmızı kart görürler, hasar büyüktür. teknik direktörlüğe yılmaz gökdel getirilir, ama işin rengi çeyrek finalde beşiktaş ile eşleşilmesiyle değişir. beşiktaş ile ilk maç takımın istanbul'da 2-0 yenilgisiyle sonuçlanır. ama futbolcular ve teknik direktör için artık takımın kupa hedefi vardır. beşiktaş maçında sakatlanan ihsan kavak, doktor ünsal söylemezoğlu tarafından sakat şekilde oynamaması konusunda defalarca uyarılmasına rağmen, ihsan bunu kabul etmez, "oynayacağım" der. ihsan'ın lakabı artık "deli"dir. dolmabahçe'deki yenilgiye rağmen ankaragücü ankara'daki maçta normal sürenin sonunda 2-0 galiptir. uzatmalarda irfan ertürk'ün golüyle 3-0 galip gelir ve yarı finale çıkmaya hak kazanır. yarı finalde fenerbahçe ile karşılaşan takım fenerbahçe'yi kendi evinde 0-1 yener ve ankara'da da 0-0 berabere kalarak kupadan eler. 29 nisan 1981 çarşamba günü oynanan bu rövanş maçını 23.524 seyirci izler. finalde boluspor ile karşılaşan takım ilk maçı ankara'da kendi taraftarının önünde oynadı ve bu maçı mehmet ve sadık'ın golleriyle 2-1 kazandı.
son maç bolu'da oynanacaktı. 13 mayıs 1981'de bolu'daki maçta da takım adeta kendi evinde, taraftarının önünde oynuyordu. "adil, hikmet, fuat, ihsan, haluk, nazmi, cüneyt, taner, irfan, mehmet, sadık 11'i ile sahaya çıktığında atılan konfetiler nedeniyle kapalı tribünün önü yamaçlarına kar yağmış dağ gibi bembeyaz olmuştu" bu maç için tüm ankara'nın bolu'ya aktığı, bolu'ya ilk araçlar vardığında konvoyun bir ucunun hâlâ ankara'da olduğu anlatılıyor. bolu fınali, küçük büyük herkesin hasretle andığı bir gün olarak hafızalara kazındı. o gün maç 0-0 berabere bitti. o maçta yıllarca ankaragücü taraftarlarının ve oyuncularının hafızalarından silinmeyecek tribünlere atlama görüntüleri oluştu. bu skorla ankaragücü, türkiye kupası şampiyonuydu. ankaragücü'nü türkiye kupası şampiyonu yapan finalin "son ayak" karşılaşmasında kadroda şu isimler yer alıyordu: adil eriç - hikmet hancıoğlu, ihsan kavak, fuat akyüz, haluk kargın -taner kalender, cüneyt memişoğlu, nazmi erdener - irfan ertürk, mehmet şahin, sadık aksöz.
macın hakemi sadık deda. boluspor-ankaragücü. maçın başı tribünden atılan bir taşla, b.irfan yere serilir. yani ben. bu arkadaşlarımı ve beni hırslandırır. macı radyodan anlatan ümit aktan ve tansu polatkan. o zaferi şöyle yorumlar; bu zafer futbolcu ve yılmaz gökdelin zaferidir. biz inandık biz başardık. ne bir yönetici ne bir başkası.
seyircimiz bile saatlerce ayakta alkışladı. birileri başarımıza kulp takmaya calıştı amma olmaz bu ter dökenlere saygısızlıktır.
sonunda, kaleci adil eriç'in tel örgülere tırmanıp taraftarın üzerine atlarken verdiği fotoğraf hafızalara kazınmıştır. bugün bile ankaragücü'nün kupa zaferini anlatırken bu fotoğraf kullanılır. kalecilerin uçma becerisini en iyi örnekleyen enstantanedir aynı zamanda.
evet.maç sonunda. adil, ihsan, taner, fuat, hikmet, hasan tel örgülerin üstünden uçtular seyircilerin üzerine ben tel örgülerden geriye döndüm. o ne güzellikti. seyirciyle bütünleşmek bu olmalıydı. harikaydı. hepimiz yumak olmuş ağlıyorduk haketmeiştik zafer bizimdi. inançın zaferiydi. bu yüzden futbolu ve futbolculuğu çok seviyorum. şimdi antrenörüm ama. bu anılar olmasa yaşanmaz sanırım.
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
baskın'dan kazağı devralan kaleci adil erinç, çok uzun bir süre ankaragücü kalesini koruyacaktı. uşakspor, fenerbahçe ve ankaragücü'nde toplam 20 yıl forma giyen kaleci adil" türk futboluna adını büyük harflerle yazdırmış kaptanımız olacaktı. uzun sarı saçları ile sahaya çıktığı, zaman ankaragücü taraftarı onu yürekten alkışlardı.
ve 1981 yılındaki bolu kupa finalinde, ankaragücü kupayı kazandıktan sonra, tribünlere, taraftarların üzerine uçuşu akıllardan hiç çıkmadı. bugün bile ankaragücü taraftar sitelerinin giriş sayfasını süsler o akıllardan çıkmayan enstantane.
- neler konuşuyorsunuz aranızda?
adil erinç: mesela gündüz hoca'nın, maç öncesinde yaptığı konuşmalardan söz ediyoruz. hikmet ve ahmet ikilisinin yerine, ismet diye yazıyordu. "ismet kim hocam, ismet yok ki" diyorduk. o da, "ikiniz bir adamdınız, hikmet ve ahmet, ikiniz, ismet yapıyordunuz" (gülüyor).
yılmaz hocanın, final günü yaptığı maç konuşmasını anımsarız mesela. tahtaya vurarak, "bugün tarihi yazma günüdür. çıkın ve yazın şu tarihi" demiş ve bizi o motivasyonla sahaya sürmüştü. mesela bir gün, halil ibrahim, milli takım'da hastalandı, lig maçında da bursa'yla maç yapacağız. bizi ziyarete geldi, ihsanla birlikte, "yahu, hastalık sana ne yapabilir ki" deyip dolduruşa getirdik. o da, "tamam yahu, oynayacağım. iğne de olmayacağım" dedi. gittik, hocaya, "halil ibrahim oynayacak" dedik. onu da hemen kadroya aldık maç günü! halil ibrahim o gün iki tane gol attı, bir tane de attırdı. bursa'yı 3-1 yendik.
kaleci adıl erinç, yıllar sonra, "kızımın doğduğu yıl," diye hatırlıyor, 'türkiye kupası'nı kazandık!"
1980-1981 sezonunda türk futbol tarihinde bir ilk gerçekleşmişti. ilk kez 1. lig'de oynamayan bir takım türkiye kupası'nı kazanmıştı. 2. lig'de mücadele eden ankaragücü, türkiye kupası şampiyonu olmuştu! üstüne, bir de cumhurbaşkanlığı kupası'nı (o zamanki adı devlet başkanlığı kupası) kaldıracaktı sarı-lacivertliler.
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
artık sona gelinmişti. ankaragücü taraftarı finalin ikinci maçı için bolu'ya akarken, konvoyun bir ucu bolu'ya ulaştığında diğer ucu daha ankara'dan çıkmamıştı bile! ankaragücü rövanş maçında gerektiği gibi oynadı, maçı 0-0 bitirdi. kupa bizimdi! ankaragüçlü futbolcular maç biter bitmez tellere tırmanıp tribündeki taraftarına doğru uçuyor, o unutulmaz sahneler ortaya çıkıyordu.
o unutulmaz sahneyi, önce yine adil'le söyleşiden aktaralım:
"doğrusu maç bittikten sonra, iki-üç arkadaşımı, tel örgülere çıkıp seyircinin üzerine atlarken gördüm. çok enteresan geldi bana. seyircinin sahaya atladığı görülmüştür ama futbolcunun tribünlere atladığı hiç görülmemişti. benim de o an içimden atlamak geldi (gülüyor) ve tel örgülere çıktım. ben de atladım ama hiçbir şey düşünmeden atladım. ellerim paralel, yana açık, dümdüz bir şekilde seyircinin üzerine atladım. bolu sahasının tribünleri de o zaman betondu.
bütün seyircinin eli havada; candan, gönülden, aşkla bizi kucakladılar. daha sonra yüzü filan, kramponla çizilen arkadaşları gördüm.
ama resimde de gözüküyor o duygu gerçekten. resmi çeken arkadaşın o karesi, avrupa'da yılın fotoğrafı seçildi zaten, ödül aldı. unutulamayacak günler tabii."
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
hikmet hancıoğlu şöyle hatırlıyor "bolu"yu:
"o maçın öncesinde ankara boşalmıştı. taraftarlarımız ankara'dan bolu'ya akmışlar, sanki bolu istila altında gibiydi. her yerde sarı-lacivert renkler gözümüze çarpıyor ve seyircimizin müthiş desteğiyle maçı 0-0 bitirerek kupayı kazanıyorduk.
maç bitiminde sevincimizden havalara uçuyorduk ve kaleci adil, fuat, taner ve ben tel örgülerin üzerine çıkarak seyircilerimizin üzerine atladık, bu müthiş an o dönemin gazetelerinin spor sayfalarında büyük kareler halinde yer aldı ve genci, yaşlısı tüm ankaragüçlülerin belleklerine kazındı.
ankara, ankara olalı böyle bir sevinç, böyle bir heyecan yaşamamıştı. bolu-ankara karayolu otobüs kalabalıklığından dolayı trafiğe kapanmıştı.
kafile ankara dönüşünde, ankara valisi dr. mustafa gönül'ü vali konağında ziyaret etmiş, o sene bize verdiği büyük destek için kendisine teşekkür etmiştik."
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
taraftarlar için rüya gibi bir gündü elbette. birol'un "pegasus" taraftar grubunun sitesinde yazdıklarını aktarmaya devam edelim. "bolu destanı" başlıklı yazısında "bolu"yu şöyle anlatmış:
"ilk maç ankara'da yağmurlu havada oynandı. o maçta da maratondaydım. gene altın kafamız hrubesch mehmet'in golleriyle 2-1 yendik. kupaya uzanmak için bir tek maç kalmıştı.
o sene ortaokula gidiyordum ve öğlenciydim. çarşamba günü de tarih dersinden kurtarma yazılım vardı. içimizdeki sevgi ve meraktan maç günü sabahı otobüslerin kalkacağı dörtyola gittim. gördüğüm manzara karşısında tüylerim diken diken oldu. dörtyol kavşağından şimdiki altındağ belediyesine kadar otobüsler sıralanmıştı. ortalık miting alanı gibiydi. 0 manzara karşısında 'başlarım okuluna' dedim ve daldım otobüsün birine, doğru bolu'ya. cepte beş kuruş para yok ama önemli değildi, sağ olsunlar otobüsteki ankaragüçlü abilerim yardımcı olmuşlardı.
maça bile onların sayesinde girmiştim. bolu stadı küçük 10-15 bin kişilik falandı. kapalının yarısıyla kale arkasının biri ankaragüçlülerce doldurulmuştu. deli bir seyircimiz vardı, keza takım da delirdi o gün.
maç 0-0 bitiyor ve kupa ankaragücü'nün oluyor. türk futbol tarihinde 2. lig takımı bir ilki gerçekleştiriyordu. her şeyiyle çok güzeldi.
ilk aklıma gelenler maçtan önce bandocuların bize el kol hareketi çekmelerinin karşılığında ayran banyosu yapmaları, amigo hüsnü'nün sahada ankaragücü bayrağıyla tur atması, boluluların hazmedemeyip kupaya taş atıp eğmeleri, maç bitiminde bütün futbolcuların taraftarların üstüne atlayıp bütünleşmesi ve ankara dönüşünde ankaralıların takımını karşılamak için e-5 yolunun çiftlik, demetevler kısımlarını kapatmaları...
çok ama çok anlamlı, güzel günlerdi... şimdiki genç kardeşlerime allah o güzel günleri tekrar yaşatmayı nasip eder inşallah."
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
yine "pegasus"un internet sitesinden, o tribünlere yıllarını vermiş, yürekten ankaragüçlü murat yavuz'un bolu kupa finaline dair hatırladıkları:
"bolu maçına gidilecek... evde harp çıkmış "nereyeee" diye çığlıklar arasında aşağı ayrancı'dan ulus'a belki tarihimdeki en hızlı yürüyüşü yapıyorum. duymuşum, stadın oradan otobüsler kalkacakmış. mahallemizin büyük abileri bir gece önceden alkol duvarıyla beraber yolu tutmuşlar, bana da "senle uğraşamayız" demişler ve benden küfür yiyerek ulus'a yola koyulmuşlar.
bir zaman sonra ulus heykel'deyim, garip bir kalabalık var.
eski ankaragücü taraftarları hatırlar, eski boyacı şapkası vardı önü beyaz plastikten sarı-lacivert; işte öyle şapka takmış 30-35 yaşlarında bir adam, desoto marka eski ve dökük kırmızı kupalı bir kamyonun motor kaputu üzerine çıkmış, arka kasada rahat 50-60 kişi var, elinde evlerde annelerimizin diktiği rengi solmuş bir bayrak (malum o zamanlar bayrak atkı hak getire) ve "kalkıyooor kalkıyooor bolu'ya, delikanlılar bolu kamyonu kalkıyoor" diye bağırıyor.
tam da sümerbank'm hacıbayram'dan iniş istikametinde yanında 2 tane çingene davulcu ve aynı kaput üstündeki adama benzer tipte tamamen gri ve siyah giyimli bir abim de yoldan geçenleri "hadi kardeşim ankaralı değil misiniz, binsenize" diye kollarından tutup çekiştiriyor davulcuların şenliğiyle...
askeri inzibatlar, "vatandaşı rahatsız etme kardeşim" diye tam üzerlerine yürürken, elinde pazar fileli koyu kahve renkli paltolu emekli olduğunu zannettiğim bir amca kapana giriyor ve "haydi baba, ankaramız için haydi" diye kamyona yanaşıyor...
adamın bu lafı beni daha bir ankaragüçlü, daha da bir manyak yapıyor.
"evladım, ben doğma büyüme ankaralıyım. biliyorum bu gün çok önemli. ankara için en kutlu gün, ama ben yaşlandım, açık kasa kamyonda gelemem, ama sizin gazanız mübarek olsun, alın bakın halden meyve almıştım, yolda yer daha canlı daha güçlü olursunuz" diyerek elindeki fileleri bize uzatıyor.
ve o amca, belki de cebindeki son parayla aldığı azığını taraftara verip evine doğru giderken, herkes arkasından bakakalıyor.
işte eskiden ankara sevgisi, ankaramız böyleydi. halk arasında yaşlı nineler, dedeler bile sohbetlerinde bir şeye sevindiler mi "bastır angaragücü" derlerdi. o gün bolu'ya gittim.
stadın orda dolaşırken büyük abiler beni otobüse aldılar, yolda yemeğimi verdiler, stada soktular, kale arkasında adıl'ın ve haluk'un kapalıya uçuşunu gördüm, işte o enstantane aklımdan hiç çıkmayacaktır, onunla yaşıyorum, onunla avunuyorum.
ama isterdim ki o günlerde 11 yaşında değil de 20-25 yaşında olayım; zira korku, ürkeklik, evden kaçmışlığın baskısı derken fazla coşamamıştım, az da olsa o sevinci o aşkı görmüştüm.
ama yine de ben çok şanslıyım; zira şimdiki nesillere bakınca ne kadar anlamsız mücadeleler içinde olduklarını görünce üzülüyorum, hayretle karşılıyorum. 3-5 sene öncesine kadar sanal alem yokken taraftarın geldiği noktayı bu kadar iyi gözlemleyememiştim, bu kadar havada, bu kadar gündelikçi olabileceğimizi zannetmemiştim.
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
özellikle o fotoğraf karesi, adil'in tribünün tellerinin üzerine çıkıp coşkulu taraftarların üzerine uçarak kendini bıraktığı sahne, çıkmaz bir şekilde yer etmiştir tüm ankaragüçlülerin belleklerinde.
aradan geçen onca yılda ankaragücü taraftarı bir daha yaşayamadı bu mutluluğu, yaşı genç olanlar için sadece fotoğraf karesinde hayretle seyrettikleri bir manzara olarak kaldı bu enstantane.
ama hiçbir ankaragüçlü unutmadı.
bana bu kitabı yazmaya girişmek için ilham veren de, adilin ve haluk'un taraftarların üzerine uçuşudur belki de. o müthiş günü ben nasıl yaşadım, şimdi biraz da onu anlatayım.
yurtdışında öğrenim görmemden dolayı o sezon ankaragücü maçlarına eskisi kadar sıklıkla gidemiyordum. ancak hem ankara, hem de ankaragücü özlemini gidermek için fırsat buldukça soluğu ankara'da alıyor ve "şehir" deysem kesinlikle hiçbir maçı kaçırmıyordum. kupa finalinin rövanş maçı 13 mayıs 1981 tarihinde bolu'da yapılacaktı ve ben maçtan birkaç gün önce ankara'ya geldim. içimde ilk maçı kaçırmış olmanın burukluğu ve ikinci maça dair endişeler vardı, hem sevinç hem telaş ile maç gününü bekledim. o bekleyiş bana çok uzun gelmişti.
maç günü ankara tamamen boşalmış gibiydi. stadın olduğu yerden otobüslerin kalkacağı haberini alan tüm ankaragücü taraftarları ulus'a akın etmiş ve ortalık miting alanına dönmüştü. her yerde sarı-lacivert ev yapımı bayraklar ve takımı hatırlatan semboller vardı. o günlerde, bugünkü gibi konfeksiyon kaşkol, atkı, mont, flama vs. bulma olanağı olmadığı için, sanki ankaralılar ellerine sarı-lacivert ne geçirdilerse gelmiş gibiydiler. yalnız ankaragüçlüsü değil, yüreğinde ankara sevgisi taşıyan tüm 'gönüldaşlar' o sevinci paylaşmak için biraraya gelmişti. büyük bir şölenden kesitler gibiydi. ankara futbol tarihinde böyle bir gün daha yaşamamıştı.
bugün geriye dönüp baktığım zaman, 'keşke bolu'ya taraftar otobüslerinin birinde gitseydim...' diye düşündüğüm olmuştur. çünkü malum, taraftarın içinde o coşkuyu, o sevinci, hele de kupayı kazandıktan sonraki dönüş yolculuğunu yaşamak, bir ömre belki bir kez nasip olur.
bir futbol taraftarı için en mutlu an, takımının kupayı kaldırdığı anı, kendi gözleriyle, canlı canlı görmektir. hiçbir televizyon görüntüsü, salonda oturduğunuz rahat koltuk size aynı mutluluğu yaşatamaz.
ancak futbolun başka bir gerçeği daha vardır: çokları vardır ki, bir ömür verdikleri futbol heyecanında, taraftarı oldukları takımın 'gerçek' bir kupa kaldırdığını bir kez bile göremezler. hep bir sonraki sezona ertelenir dilekler, umutlar. çoğu zaman çok erken biter o 'sonraki sezonlar' ve o bazıları umutlarını hiç yitirmezler. yitirmezler, çünkü yaşamın bilinen gerçeğidir: 'umut yolcuları yorulmaz'.
neyse. sadık deda maçın bitiş düdüğünü çaldığı zaman, kupayı kazanmıştık. benim için son dakikalar geçmek bilmemiş, o düdükle birlikte havalara zıplamıştım... nereden bilebilirdim ki öyle bir sevinci bir daha yaşama fırsatını hiç göremeyeceğimi ve o günkü gibi bir cümbüşün, bazen bir ömre ancak bir kez denk geleceğini...
bilirim, kimileri için bir kupa kazanmak çok fazla bir şey ifade etmez; hele de kazanılan kupa lig şampiyonluğu kupası değilse. nasılsa onların nice kupaları vardır kulüplerinin müzelerini süsleyen, sayısız şampiyonlukları vardır, hatta kimileri bir avrupa kupası bile kaldırmışlardır, bir kez bile olsa.
ama 'o gün' benim için önemlidir.
kim bilir belki o şükran duygusu ile yazdığım bu satırlar, aslında o günden sonra bir daha hiç göremediğim ve belki de bir daha hiç göremeyeceğim bir günün özlemine dair yazılmıştır.
40'lı yaşların ortasına yaklaştığım bu ömürde, birer ikişer çekilirken yaşamdan tüm sevdiklerim ve niceleri sessiz sedasız çıkıp giderken yaşantımızdan, o günü benimle beraber paylaşanları yâd etmektir yazdıklarım. benim kadar şanslı olmayan, o günü yaşama mutluluğuna ermemiş genç güçlüler için ise, bir avuntudur burada yazılanlar.
ve ben o günü bana yaşatan herkese tekrar teşekkür ederim.
ilk basımı 2005 yılında olan ziya adnan'nın "çünkü biz ankaragüçlüyüz!.." isimli kitabından;
ankaragücü'nü ta 1960lardan bugüne takip eden, ankara'nın "duayen" gazetecilerinden güray soysal'la irfan aktan'ın yaptığı söyleşiden;
- ankaragücü 1980-81 sezonunda da türkiye kupası'nı kazanarak lig atlamıştı ve türkiye futbol tarihinde, ilk defa ankara'dan bir kupa şampiyonu çıkmıştı. o dönemdeki atmosferi biraz anlatır mısınız?
gürol soysal: ankaragücü o zaman 2. lig'deydi. ihtilal olmuş, eğer yaşıyorsa allah uzun ömür versin mustafa gönül isimli bir ankara valimiz vardı. ankara valisi, takım için böyle bir hedef koymuştu. "siz kupayı alın, ankaragücü 1. lig'e çıkacak" demişti. ankaragücü'nün kupa maçı için bolu'ya gitmiştik. o futbolcuların, maç bittikten sonra tel örgülerin üzerine çıkıp, adil'in, hrubesch memet'in kendilerini tribünlere atmalan olağanüstü bir görüntüydü. çocuklar o tel örgünün üstüne çıkıp, seyircinin üzerine atıyor kendini. seyirciler onları tutuyor, sarmaş dolaş oluyorlar.
çok güzel bir anımız oldu o. ankaragücü'nün 1. lig'e çıkışıyla ilgili, rahmetli meslektaşım erol yaşar'ın büyük bir emeği geçmiştir.
o arada sabri mermutlu kulüp başkanıydı ve ankaragücü işi bitirmişti. mustafa gönül de onlara, "sizi kenan paşa'yla tanıştıracağım, o kabul edecektir" demişti. bir de, avrupa'da bir başkent takımının 1. lig'de temsil ankaragücü futbolcuları, tebrik için çankaya köşküne çıkıyorlar. erol yaşar'ın anlatımıyla naklediyorum bunu. erol yaşar da o sırada milliyet gazetesindeydi.
-alıntıdır- 12 eylül darbesi sonrasında yücel seçkiner ne zaman kenan evren'in yanına gitse ankaragücü konusunu duyuyordu. birçok kez ankaragücü'nün 1. lig'e çıkması için ne yapılması gerektiğini soran evren paşa, emir verilerek bu işin çözülemeyeceğini biliyordu. yakın zamanda türkiye kupası finali vardı. seçkiner'in aklına 'kupayı kazanan takım hangi ligde olursa olsun 1. lig'de oynama hakkı tanınsın' fikri gelmişti. bunun alt liglerdeki takımlara da teşvik oluşturacağı düşünülüyordu. ankaragücü de finalde boluspor'u yenerek kupayı kazandı. bu, yönetmeliğe işlendi. evren, ankaragücü'nün devlet başkanlığı kupası'nı almasını da çok istiyordu. "kupayı kazansınlar da kararımız sağlam olsun" diyordu. başkentin sarı-lacivertli ekibi, trabzonspor'u yenerek devlet başkanlığı kupası'nı da müzesine götürmüştü.
evren, avrupa'da da başarı beklemişti! darbe olduğunda ankara tandoğan'da kamptaydık. dışarıda tanklar vardı. askerlerin izniyle evlerimize gittik. ankara valisi mustafa gönül'ün kenan evren'le arası iyiydi. 1. lig'e çıkmamız için bir şeyler yaptılar; ama biz de hak etmiştik. 2. lig'deydik ve türkiye kupası'nı boluspor'u yenerek kazandık. böylece 1. lig'e yükseldik. bolu'dan dönüşte kupayı evren'e götürüp hediye ettik. evren paşa, devlet başkanlığı kupası'nı da istediğini, hatta avrupa'da başarılar beklediğini söyleyince epey gülüşmüştük. adil eriç (evren'in elinden kupa kaldıran ankaragücülü kaleci)
kupa kazanmak sadece müzeyi süslemez aynı zamanda birinci lige çıkmayı da sağlar. böyle bir kural yok ama ligde başkent takımı olmadığından yakınan devlet başkanı kenan evren, "birinci ligi 20 takım yapın ve ankaragücü'nü birinci lige alın" derse akan sular durur. 13 mayıs 198l'de yılmaz gökdel'in takımı ankaragücü ilk maçını 2-1 kazandıkları kupanın finalinde boluspor'la golsüz berabere kalınca kupayı kapar. bu kupa aracılığıyla da birinci lige çıkan takım olur.
son dönemde adı krizlerle anılsa da ankaragücü, başkentin en köklü kulüplerinden biri... sarı-lacivertli takımın en çarpıcı başarısı ise 1980-1981 sezonunda, müzesine götürdüğü türkiye kupası. ankaragücü o sezon 2. lig'de aradığını bulamamış, sakaryaspor'un ardından ikinci sırada kalarak 1. lig'e yükselememişti.
türkiye kupası'nda ise durum çok farklıydı. ilk turları hasarsız geçtikten sonra yükseldikleri çeyrek finalde, beşiktaş karşısındaki ilk maçı 2-0 yitirmelerine rağmen rövanşı 3-0 kazanarak ilk dört arasına adlarını yazdırmışlardı. yarı finalde ise fenerbahçe'yi deplasmanda 1-0 yenip, ankara'da 1-1 berabere kalarak kupanın dışına ittiler. diğer yarı finalde bursaspor'u eleyen boluspor, finalde kadrosunda kaleci âdil, maradona sadık, hrubeş mehmet ve bonhoff nazmi gibi yıldızları barındıran ankaragücü'nün rakibiydi artık. boluspor'u 19 mayıs stadı'nda 2-1 yenen sarı - lacivertli ekip, rövanşta golsüz beraberlik elde ederek o güne kadar rastlanmamış bir başarıya imza atmıştı. 2. lig'de yer alan bir takım ilk kez türkiye kupası'nı düzesine götürüyordu. ankaragücü bununla da yetinmedi lig şampiyonu trabzonspor'un karşısına devlet başkanlığı kupası'nda çıkan başkentin sarı - lacivertli ekibi, bu maçı da kazanarak başarısın, iyice pekiştirdi. asıl büyük sürpriz ise daha sonra geldi. o günün devlet başkanı kenan evren, başkentin 1. lig'de temsil edilemeyişine vurgu yaparak, ankaragücü'nun başarısını bir kat daha taçlandırmayı düşündü. statü, dönemin en güçlü yöneticisinin buyruğu ile yeniden ele alındı ve ankaragücü, "kupayı kazanan takım 1. lig'e yükselir." maddesiyle 2. lig'den 1. lig'e terfi etti.
hava kapalı sahanın ortaları toprak kenarları çim..zemin futbol oynamaya elverişli trübünler tamamen dolu.oyuna ankargücü iyi başladı...ve ilk 15 dakika"da orta saha kontrolünü elinde tuttu.hucumda rakibine oranla daha etkili göründü
bu arada 7 dakikada nazmi"nin uzaktan attıgı şut ilker"in elinden kacırmassı ile tehlikeli bir pozisyon yarattı.irfan tamamlamak istedi ancak bu futbolcunun pozisyonu ofsayttı.
bolusporsonraki dakikalarda dengeyi kurdu.ve ankaragücü kalesinde pozisyon aramaya başladı.ev sahibi ekibin bu yarıdaki ilk tehlikeli atagı 28 dakikada oldu.bu dakikada çetin"in sagdan kaleye ortaladıgı topu adil diregin hemen yanında bloke etti.
31 dakikada k ibrahim elverişli bir pozisyondan yararlanamadı.
ikinci yarıya boluspor iyi başladı. kırmızı beyazlı ekip ikincidevrenin ilk 15 dakikasında ankaragücü kalesine cok yogun bir baskı kurdu.ve sürekli gol aradı.
ancak bu dakikalarda sarı lacivertli ekipsavunmada iyi kapandı.ve rakibine gol fırsatı vermedi.
51 dakikada erdem"in soldan ortaladıgı topu cüneyt kafasından sektirdi halil ibrahim yakın mesafeden vurdu adil önledi.
60 dakikadadan sonra ankaragücü önce orta sahada üstünlügü ele almaya calıştı .sonrada gol aramaya başladı
66 dakikada sadık"ın şutu kalecide kaldı.68 dakikada minas vurdu adil önledi.
72 dakikada ankaragücü maçın en önemli fırsatını yakaladı hikmet sagdan kaçtı ortaladı irfan kaleci ile karşı karşıya olmasına karşın topu kaleci ilker"e teslim etti.
85 dakikada b ibrahim faul atışından gönderdigi topu yine adil önledi. bu dakikalardan sonra boluspor"un baskısı bir sonuç vermedi ve karşılaşma golsüz kapandı. ve 1980-1981 yılının türkiye kupasının sahibi ankaragücü oldu.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
atatürk'ün yüzüncü doğum yılında ankaragücü birinci lig'e alınıyor
futbol, ankara'ya aslında pek çok şey gibi cumhuriyet döneminde gelmişti. ankara, cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren osmanlının eski başkenti istanbul ile rekabet içinde olmuş, cumhuriyet'in kurucu eliti tarafından da öyle kurgulanmıştı. mimariden sanata değin her alanda başlayan inşa seferberliği ve modern çehresiyle istanbul'u aşma çabası elbette spora da yansımıştı. ancak ankara, başka bazı alanlarda istanbul'a üstünlük sağlayabilmiş olsa da, sporda, hele futbolda onu geçebilecek bir güce ve ortama hiçbir zaman sahip olamamıştı. ankara'da cumhuriyet'in ilk yıllarında, hatta öncesinde futbol kulüpleri kurulmuş olsa da, bunlar her zaman istanbulluların gölgesinde kalmıştı. ankara takımları arasındaki lig mücadelesi, istanbul ligi'yle rekabet edebilecek bir ilgi odağı olamamıştı. gerçi ankara takımları, 1950'lere değin üç büyük kent takımlarının katılımıyla düzenlenen turnuvalarda türkiye şampiyonu olmayı başarmışlardı. ancak bu basanlar bile, istanbul takımları gibi ülke genelinde popülerlik kazanamadıkları için fazla yankı uyandırmamıştı. ankara futbolu popülerlikte sadece istanbul değil izmir'e göre de geri idi.
ellili ve altmışlı yıllarda ankara kulüplerinin bir kısmı şekerspor, mke ankaragücü, ptt veya toprakspor gibi kamu kurumlarının takımı idi ya da hacettepe, güneşspor veya gençlerbirliği gibi belirli bir semtin veya camianın mütevazı desteği ile ayakta durmaya çalışıyorlardı.
profesyonelliğin zorlu koşulları yavaş yavaş futbol dünyasına hakim olmaya başladıkça, ankara'nın amatör bir ruhla ayakta durmaya çalışan kulüpleri önce gerilemeye sonrasında da birer ikişer alt kümelere düşmeye başlayacaklardı. seksenli yılların başına gelindiğinde, birinci lig'de artık herhangi bir ankara takımı yoktu. 12 eylül sonrasında bu durum ankara'nın önemli bir eksiği olarak görülmüş ve kent futbolunun en güçlü camiası olan ankaragücü'nün birinci lig'e dönmesi için çaba sarf etmeye girişilmişti. şöhretsiz ama yetenekli genç futbolcularla takım güçlendirilmiş ve ankaragücü 1980-81 sezonuna şampiyonluk parolası ile başlamıştı. iki grup halinde sürdürülen yükselme mücadelesinde ankaragücü, bütün çabasına rağmen o sezon ilk kez birinci lig'e adım atan sakaryaspor'un gerisinde kalmışa. diğer grupta ise izmir'in iki takımı göztepe ile karşıyaka, bugün bile unutulmayan kıyasıya bir mücadeleye girmişlerdi. öyle ki, iki takımın son haftalara doğru oynadıkları maç yaklaşık yetmiş bin biletli seyirciyle türk futbol tarihine geçmişti. seyirci rekoru kırılan bu maç berabere sonuçlandıktan sonra, sezon sonunda bu mücadeleden averajla da olsa göztepe galip çıkarak birinci lig'e yükselmişti.
yükselme şansını haftalar öncesinden kaybeden ankaragücüne ise hiç beklemediği bir gelişme birinci lig yolunu açmıştı. bu yol türkiye kupası'ydı. yolu açansa darbe lideri kenan evrenden başkası değildi. kupa mücadelesi başladığında, ankaragûçlüler dahil, kimse bu yolculuğun nereye varacağım bilemezdi. ankaragücü çeyrek finale değin düzcespor'u 2-0, muhafızgücü'nü 1-0, konyaspor'u 5-2 ve orduspor'u 0-0 ve 2-1 geçerek gelmişti. çeyrek finalde beşiktaş ile eşleşmiş ve istanbul'daki ilk maçı 2-0 kaybetmişti. hemen herkesin beklentisi kupa macerasının ankaragücü için bu noktada biteceği yönünde idi. ancak ankara'daki rövanş maçında sahaya bambaşka bir ankaragücü çıkmış ve normal süresi 2-0 biten maçı uzatmada 3-0 alarak yarı finale çıkan taraf olmuştu. beşiktaş'ın geride kalan yıllarda kupa'da küçük addedilen takımlar karşısında pek çok sabıkası olsa bile, ankaragücü'ne hem de ilk maçı iki farklı kazandıktan sonra elenmesi şaşkınlıkla karşılanmıştı. bu sonuç, o güne değin neredeyse ankaragücü diye bir takımın varlığından habersiz görünen büyük medyanın, da ilgisini çekmişti. ancak esas renk getirecek katacak açıklama 3-0'lık beşiktaş maçı sonrası ankaragücü başkanı sabri nermutlu'dan gelmişti: "atatürk'ün yüzüncü doğum yılında ankaragücü birinci lige alınmalı."
o güne değin akıllardan geçmemiş olan bu öneri veya talep, ankaragücü'nün kupayı kazanma ihtimalinin ortaya çıkması üzerine bir anda gündeme oturuverecekti. ankaragüçlülerin aklına normal lig mücadelesi ile ulaşamayacakları birinci lig'e farklı bir yoldan çıkma fikri ilk kez böyle düşmüştü.
gerçi bunun için mevcut prosedürün zorlanması gerekiyordu ama bunun da kolayı vardı. her şeyin iki dudakları arasında olduğu generaller iktidardaydı. o yıl, askerî yönetim tarafından yürütülen endoktrinasyon kampanyasına da vesile edildiği üzere, atatürk'ün doğumunun yüzüncü yılıydı. ve onun başkent yaptığı ankara'nın birinci ligde takımı yokta. ankaragücü'nün birinci lig'e "alınması" talebi böyle bir bağlantı üzerinden gündeme getirilmiş ve o günlerin olağanüstü koşullarında kabul görmüştü.
ankaragücü kaybettiğini sandığı birinci lig'e çıkma umudunun bambaşka bir yoldan tekrar doğması üzerine kupa mücadelesine çok farklı bir motivasyonla devam etmişti. ancak hiç şüphe yok ki, ankaragücü'nün ilerleyişinde bu mücadelesi ve üst düzey motivasyonu kadar dönemin olağanüstü koşullan da etkili olmuştu. yan finalde fenerbahçe ile karşılaşan ankaragücü, istanbul'daki ilk maçı o günkü gazetelere bakılırsa ofsayttan atılan bir golle 1-0 kazanmıştı. bu maçta fenerbahçe'nin bariz bir penaltısının da verilmediği kaydediliyordu. ancak gazeteler ve spor yazarları, bu konuyu fazla kurcalamamayı tercih etmişlerdi. ankaragücü'nün kupa mücadelesinin kazandığı "hassasiyet," hemen herkes gibi hakemleri de etkisi altına almış görünüyordu. ankara'daki maç da 1-1 berabere bitince ankaragücü kupa tarihine, finale yükselen ilk ikinci lig takımı olarak geçmişti.
kupa finalinde boluspor ile karşılaşan ankaragücü, ilk maçı 2-1 kazanmıştı. binlerce ankaralı'nın akın ettiği bolu'daki rövanş maçı ise 0-0 bitmiş ve ankaragücü adını tarihlere bu kez türkiye kupası'nı kazanan ilk ikinci lig takımı olarak yazdırmıştı. maçın hemen sonrasında ankaragücü başkam sabri nermutlu talebini daha güçlü bir şekilde dillendirerek, atatürk'ün yüzüncü doğum yılında ankaragücü'nün bu başarısıyla birinci lig'e alınmayı hak ettiğini söylemişti. "konuyla" ilgili devlet katında arayışlar sürüyordu. daha yan final maçlarının öncesinde bir ikinci lig takımının kupayı kazanması halinde birinci lig'e alınmasını öngören düzenleme yapma önerisi gündeme getirilmiş, devlet planlama teşkilatı yetkilileri karşı görüş bildirmişlerdi. bazı devlet yetkilileri "finali bekleyelim," diyerek zaman kazanma yolunu seçmişlerdi.
devlet kurumları böyle bir özel uygulamaya sıcak bakmasa da, devir normal koşulların geçerli olduğu bir devir değildi. nitekim ankaragücü'nün kupayı kazanması sonrasında 19 mayıs törenleri esnasında devlet başkanı kenan evren, "ankaragücü'nün yerinin birinci lig olduğunu" söylemişti. emirin demiri kestiği günlerde, bu temenni yetkililerce yerine getirilmesi zorunlu bir görev olarak algılanmış ve çözüm bulmak için harekete geçilmişti. hele ankaragücü'nün lig şampiyonu trabzonspor'u yenip o seneki adıyla devlet başkanlığı kupası'nı da alması üzerine kenan evren'in kupa töreninde "ankaragücü'nün gerçek yerinin birinci lig olduğunu" tekrarlamasıyla aslında son söz söylenmiş oluyordu.
evren'in bu açıklaması sonrasında, futbol federasyonu başkam emekli general yılmaz tokatlı durumdan vazife çıkartarak derhal ankaragücü'nün birinci lig'e alındığını açıklamıştı, ankaragücü'nün ilgi üçüncü bitirmesine karşın kupayı aldığı için küme yükselmesi, başka bazı ikinci lig takımlarını da şanslarını denemeye sevk etmişti. örneğin diğer grupta göztepe'nin ardından averajla ikinci olup şampiyonluğu kıl payı kaçıran karşıyaka da birinci lig'e alınmak için federasyona müracaat etmişti. hatta karşıyaka kulübü başkanı, "bilsek biz de kupaya asılırdıkı geçen sezon fenerbahçe ve beşiktaş'ı kupadan eleyen lüleburgazspor, eğer kupayı kazansaydı üçüncü lig'den birinci lig'e ml alınacaktı?" diye soracak ama bu sorusuna bir cevap alamayacaktı. ankaragücü'nün grubunda ikinci sırayı alan sam-sunspor da "atatürk'ün kurtuluş savaşı'nı samsun'da başlattığı" gerekçesiyle girişimde bulunsa da eli boş kalacaktı.
gençlik ve spor bakanı vecdi özgül ile futbol federasyonu başkanı yılmaz tokadı, o sene on altı takım olan birinci lig'in en fazla on yedi, belki on sekiz takım olabileceğim ama daha fazlasının mümkün olamayacağını dile getirmişlerdi. bunun anlamı prosedürün sadece ankaragücü için zorlanacağıydı. işin içine diğer takımları da katmak önü alınamayacak karışıklıklara yol açabilirdi. bu yüzden de ankaragücü'nün birinci lig'e alınabilmesi için mevcut yönetmeliklere "kupayı kazanan ikinci lig takımları doğrudan birinci lig'e çıkmaya hak kazanır," diye bir hüküm eklenecekti. bu değişiklik yapılırken prosedürün bir takım ve özel bir durum için değiştirildiği izlenimi vermemek amacıyla, buna "bir takım kupayı kazandığı takdirde küme düşmüş olsa bile o sezon kümede kalır" hükmü de eklenecekti. bu hüküm, 1985-86 sezonunda bursaspor'un kupayı kazanırken küme düşmesiyle ligin bir kez daha altüst olmasına sebep olacaka. bu tuhaf yönetmelik yüzünden 1986-87 sezonunda lig, on yedi takımla oynanacaktı. bu karmaşa ve diğer sakıncalar göz önüne alınarak darbe döneminde düzenlenmiş olan yönetmelik değiştirilecek ve kupa ile lig arasında kurulan bu terfi bağlantısı kesilecekti.
12 eylül rejiminde yaşanan bu olay, siyasetin futbola en açık ve doğrudan müdahalelerinden biri olarak tarihe geçecekti. sonraki yıllarda bu konu ile ilgili çeşitli eleştiriler dile getirilecek, kimileri ankaragücü'nün evren tarafından birinci lig'e alındığını ve bunun açıkça haksız rekabet niteliği taşıdığını söylerken, kimileri de başkent takımının bunu hakkettiğini söyleyecekti. yıllar sonra, tbmm'de futboldaki şike, şiddet ve teşvik iddialarını araştırmak için kurulan araştırma komisyonunun başkan yardımcılığını yürüten izmir milletvekili ahmet ersin "devlet şike yapıyor, kulüpler şike yapıyor. federasyon şikenin içinde. nasıl kurtarılacak bu işler? kenan evren de şike yapmadı mı, ankaragücü'nü lige çıkarmadı mı?" diyecekti. bu arada evren'in açık desteğinin ankaragücü'nün oynadığı kupa maçlarında da "önünü açtığıyla" ilgili iddialar dillendirilecekti. örneğin, bolu'da oynanan final maçının son dakikalarına doğru boluspor'un uzak mesafeden attığı golünhakem sadık deda tarafından sayılmaması saha dışı müdahalelerin etkisi olarak yorumlanıyordu. o günkü boluspor başkanı yener bandakçıoğlu şunlan söyleyecekti: "zamanın futbol federasyonu ve zamanın meşhur hakemi sadık deda, zamanın güçlü ve kudretli ihtilal lideri kenan evren'in buyruğunu tam itaatkârlıkla yerine getirmişlerdir... bu dünyada değil ama yarın ruz-ı mahşerde sayın kenan evren'den alacaklıyım dediğimde doğru düşünüyorum."
benzer bir müdahale, 1962'de henüz askerî darbe ortamının etkilerini sürdürdüğü günlerde, başbakan ismet inönü'nün talimatıyla vefa ve altınordu'nun (henüz ikinci lig uygulaması başlamamışken) birinci lig'e alınmaları ve o sezon ligin on sekiz takımla oynanması ile yaşanmıştı. 12 eylül sonrasındaki bu uygulama, 1962'dekinden farklı olarak hem mevcut düzeni altüst etmiş hem de haksız rekabet oluşturmuştu. ancak ankaragücü'nün hiç şüphesiz büyük emek vererek ulaştığı kupanın üzerine darbecilerin gölgesi ister istemez düşmüştü.
siyasetin futbola böylesine doğrudan ve "bodoslama" müdahalelerinin sonuncusu ise 1987-1988 sezonunun ilk günlerinde yaşanacaktı. ancak bu kez siyasetin müdahalesine giden yol hukuki bir sürecin sonunda açılacaktı. 1986-1987 sezonu kümede kalma mücadelesi veren takımlar açısından şike tartışmalarının ayyuka çıkağı bir sezon olmuştu. bir önceki sezonda bursaspor'un küme düşmesine rağmen türkiye kupası'nı kazandığı için ligde kalması nedeniyle o sezon lig on dokuz takımla oynanmışa. ligin mevcudunu tekrar çift sayılı hale getirmek amacıyla o sezon 4 takımın küme düşmesi kararlaşunlmışu. kocaelispor, bursaspor, antalyaspor ile diyarbakırspor küme düşen takımlar olmuşlardı. küme düşecek takım sayısının çokluğu şike iddialarını artırıyordu. ancak federasyon bu konuda herhangi bir girişimde bulunmamış ve ligleri tescil etmişti. bu arada kocaelispor, 31 mayıs 1987 günü oynanan zonguldakspor-boluspor maçında şike yapıldığı ve federasyonun da gerekli incelemeyi yapmadığı gerekçesiyle idari mahkemeye başvurmuştu.
1987-1988 sezonu başladıktan bir hafta sonra idari mahkeme yönetmeliğin uygulanmadığı ve bu yüzden de ileride telafisi mümkün olmayan zararların doğacağı gerekçesiyle lig maçlarının durdurulması kararını verecekti. futbola hukuk yoluyla yapılan bu müdahalenin ardından herkes bu kaostan nasıl çıkılacağını tartışırken, hükümet devreye girecek ve başbakan turgut özal kendisine özgü yöntemlerle meseleyi çözecekti. o dönemde siyasi yasakların kaldırılıp kaldırılmaması için yapılacak referandumun propaganda çalışmaları yürütülmekteydi. eski siyasetçiler 12 eylül anayasasıyla getirilen yasakların kaldırılması için muhalefetin yürüttüğü propagandaya karşılık özal açıktan olmasa da siyasal yasakların devamı yönünde çalışmalar yapıyordu.
ortaya çıkan bu fırsatı kaçırmak istemeyen turgut özal, mahkemenin gerekçeli kararını bile beklemeden, kaosun daha da büyümesinin önüne geçmek maksadıyla liglerin ertelendiğini açıklamıştı. bu arada bursaspor da aynı gerekçeyle mahkemeye başvurmuştu. liglerin iki hafta süreyle ertelenmesinin şoku atlatılmadan, bu kez de hükümetin tam anlamıyla "karakuşî" olarak nitelenecek kararıyla kocaelispor ve bursaspor'un mağdur oldukları gerekçesiyle birinci lig'e geri alındıkları açıklanacaktı. bu karar büyük bir şaşkınlıkla karşılanırken, futbol federasyonu başkanı ali uras: "artık türkiye'de spor yapılamaz," diyerek istifa edecekti.
böylece erken davranıp mahkemede dava açan iki takım önce ligleri durdurmuş, ardından hükümetin tasarrufuyla birinci lig'e alınmışlardı. bu karar uefa nezdinde de tepki görecekti. uefa genel sekreteri hans bangerter: "spora politik» kanştıgını saptarsak, türkiye'nin dış maçlarını iptal ederiz," diyecekti. ne var ki, atı alan üsküdar'a geçer misali kocaelispor ile bursaspor birinci lig'e dönecek, diğer takımların biraz gecikerek bu yolda yaptıkları girişimlerdense bir sonuç çıkmayacaktı. konu kısa zamanda sonuca bağlanmış olmasından ötürü uefa nezdiride de herhangi bir yaptırıma yol açmaksızın kapanacaktı. o sezon lig 20 takımla oynanacak ve ilginçtir, mahkeme kararıyla birinci lig'e dönen kocaelispor düşmekten yine kurtulamayacaktı.
mahkemelerin liglerin kaderine etki eden bir başka karan, 1984-1985 sezonunun sonunda küme düşen denizlispor'un şike nedeniyle mağduriyete uğradığı gerekçesiyle danıştay karanyla geri alınması idi. liglerin mahkeme kararlarıyla altüst olmasının önüne geçmek amacıyla 1992 yılında yürürlüğe giren türkiye futbol federasyonu kuruluş ve görevleri hakkındaki 3813 sayılı yasa ile bu konularda tek yetkili merci futbol federasyonu ilan edilecek ve bu gibi "sürprizlere" nokta konulacaktı. ancak '80'li yıllar futbola siyasetin müdahalesi kadar hukukun müdahalesinin tartışıldığı yıllar olarak hatırlanacaktı. söz konusu kararlar hukuksal açıdan tartışılmaz olsa da, akıllarda soru işaretlerinin kalmasının önüne ise geçilemeyecekti.
internette bulduğum ''yükselen ateş - bir taraftarın hayatı'' yazısında taşralı taraftar bölümünden alıntıdır;
istanbul doğumluyum. istanbul nişantaşı güzel''bahçe'' kliniğinde doğdum, meraklısı için kliniğin ''güzelbahçe hastanesi'' yazan ışıklı panosunun hala sarı-lacivert olduğunu belirtmeden geçmeyelim. üç yaşından itibaren babamın işi dolayısıyla önce lefkoşa, kıbrıs'ta, altı yaşından sonra da türkiye'den ayrılana kadar ankara'da yaşadım. bu durumda doğma olmasa bile, büyüme ankaralıyım. soranlara ankaralı olduğumu söyledim her zaman, bugün istanbul'da otururken bile tüm arkadaşlarımız ankaralı, ankaralıların gittiği yerlere gideriz, eşim de zaten ankaralı.
ankara, devletin merkezi olması ve sanayileşmiş bir kent olmaması nedeniyle istanbul gibi kozmopolit bir yapıya sahip değildir bilindiği gibi. bir cumhuriyet şehridir ankara ve orada ne azınlıklar oturur ne de fabrikatörler. çoğunluğunu memur ailelerinin oluşturduğu nüfusun, fazla inişli çıkışlı olmayan ve ziyaret eden istanbullulara kaçınılmaz bir şekilde sıkıcı gelen, sakin bir hayatı vardır. aynı zamanda bir üniversite şehridir ankara. ülkemizin en büyük modern üniversiteleri ankara'da kurulmuştur. gece hayatı ve eğlence yerleri, ülkemizin geçirdiği ''özal'' dönemine rağmen, hala kısıtlıdır ankara'da. gençler genellikle birbirlerinin evlerinde toplanırlar.
çoğu genç okul çağlarında mutlaka sporla uğraşmıştır. bizim çevremizden hemen herkes, okul çağlarında futbol, basketbol, yüzme, tenis veya atletizmle uğraşmıştır ama ülkemizin her köşesinde olduğu gibi ankara'da da, futbol bir tutkudur. ankaralı futbol seyircisi ezici bir çoğunlukla üç büyük kulübü, çoğunlukla fenerbahçe'yi, tutar. sanırım 1995/96 şampiyonluğu günü televizyonlardaki ''ankara'' görüntüleri sizi de benim kadar etkilemiştir. işte onlar taşralı fenerlilerdi...
her neyse, şehrin ankaragücü, gençlerbirliği gibi önemli sayılabilecek kulüpleri tabii ki mevcut ama yine de büyük kulüpleri tutar ankaralı. genelleme yapacak olursak ankaragücü, ankara'ya anadolu'dan gelen göçmenlerin takımıdır, yani ankaralı olmakla gurur duyan ''yeni'' ankaralıların. gençlerbirliği ise, daha çok eski ankaralıların kulübüdür. deplasmanlı türkiye liginin ilk yıllarında ankara takımlarının bugüne oranla çok daha fazla seyircisi vardı. televizyonun olmadığı bu yıllarda ptt, hacettepe, şekerspor, güneşspor gibi kulüpler, ankaragücü ve gençlerbirliği ile birlikte maçlarını genellikle dolu tribünlerin önünde oynarlardı. cumartesi iki ve pazar günleri de yine iki lig maçı oynanırdı ankara 19 mayıs stadı'nda.
mahalle arkadaşım ziya ve babası mehmet amca ptt taraftarıydılar. ben de onlarla birlikte 1968-1972 yılları arası hemen her hafta, ankara takımlarının maçlarına gittim. ptt'ye karşı olan antipatim aşağıda anlatılıyor ama buna rağmen gayet yakından tanırdım ptt'yi iyi zamanlarında. tomislav ve bazen cavit, yetik, esen ali, altan, feridun ve ertan'lı kadrolarıyla ligde yabana atılmayacak bir takımdı ptt. bütün bu bilgime ve ''mecburi'' yakın ilgime rağmen ankara takımlarını hiç bir zaman sevemedim. bir parça gençlerbirliği'ne karşı sempatim vardı küçükken, kaleci ''köylü'' selçuk ve zeynel'li günlerinde, o da son bir kaç yılda, bilinen nedenlerden ötürü, hem onlara hem de başkanlarına karşı değişti. ankaragücü ise bizim gençlik yıllarımızın en başarılı ankara takımıydı ama hiç mi hiç sevmezdim ankaragücü'nü. oysa ankaragücü, ptt gibi fenerbahçe'yi sık sık yenemezdi de, aldıkları en başarılı sonuç beraberlik olurdu. yendilerse de hatırlamıyorum; eyvah hatırlar gibi oluyorum selçuk'lu, erman'lı kadronun istanbul'da sekiz kişiyle bizi 2-1 yendiğini; erman toroğlu'na karşı olan ''sevgimi'' herhalde o maça borçluyum. neyse, aynı ankaragücü 1981 yılında ikinci lig takımı olarak türkiye kupasını kazanınca, haftada bir yeni kanun çıkarmaya zaten alışmış 12 eylül'ün ''milli güvenlik konseyi'' kararıyla ve devrin sayın cumhurbaşkanı kenan evren tarafından 1. lige ''terfi'' ettirilmişti. ankaralı fenerbahçe taraftarları olarak bizler de, bu duruma pek itiraz etmedik. birincisi zaten edemezdik, ikincisi de 1978 yılında ankaragücü'nün küme düşmesinden beri ilk kez, fenerbahçe ankara deplasmanına gelebilecekti. biz de ''allah razı olsun evren paşa'' dedik, geçtik.
ankara maçları
ankaragücü - fenerbahçe maçları günü genellikle şöyle cereyan ederdi. sabah saat 8 civarında bir kaç yüz ''ankaralı fenerbahçeli'' 19 mayıs stadının önünde kuyruğa girer, saat 8.30 civarı ankaragüçlülerin sopalı saldırısına uğrardık. onlardan ve polisten yediğimiz sopa ve coplardan sonra dağılır, saat 9 sularında ankara garının önünde yeniden toplanırdık. istanbul'dan gelen ''anadolu ekspresi'' saat 9.30 civarı gara varınca binbeşyüz, ikibin ''istanbullu'' fenerli bayrakları ve şarkılarıyla trenden inerler ve bize katılırlardı. hep beraber gençlik parkının önünden geçerek 19 mayıs stadı'na giderken yeni şarkıları öğrenir, yüzme havuzu tarafından stad kompleksine girerdik. bu kez biz, tenis kulübü tarafında toplanmış olan ankaragücü taraftarlarına cezalarını verip, havuz tarafındaki kapalı tribün ile kale arkası arkasında ve stadın dışında yerimizi alırdık. o dönemde ankara'da fener maçları için yedi-sekiz saat beklemek normal sayılırdı. maçlar ilkbahar ve sonbahara geldiğinde neyse de, bu işin bir de karlar altındaki tribünlerde ve kar yağışı altında beklemesi vardı. her sezon ve her mevsim bu rutin aynen devam etti yıllar boyu. annem ve ablam tamamen deli olduğumu düşünürlerdi saat 2'deki maç için sabah 7.30'da evden çıktığım için. babamdan ise bu durum küçük yaşlarda tamamen gizli tutulurdu, mesela gece arkadaşımda kalırdım. içeri girildikten sonra maç saatine kadar, karşı tribündeki ankaragücü taraftarları ile birlikte toplam üç, dörtbin kişi saatlerce karşılıklı ''olumsuz'' tezahürat, ayran şişesi ve kışın da kartopu savaşı yapardık. maç boyunca bu fanatik gurupların tezahüratları devam ederdi. ancak fenerbahçe golü atınca gerçek durumu anlardınız ankara'da. bir anda, ikibin kadar ankaragüçlü dışında, hınca hınç dolu olan stadın tümü gool sesleriyle ayağa fırlardı, stadın en az yedide altısının fenerli olduğu, ancak gol anında belli olurdu. daha sessiz, daha çekingendi ankaralı fenerlilerin çoğu. hiç unutmam, 1984/85 sezonuydu ve fenerbahçe şampiyonluğa gidiyordu, bu kez iş ciddiydi ve tüm stad daha maça çıkılırken fenerbahçe'nin arkasındaydı. ankaralı fenerbahçeliler maratonun önüne, ahmet arif'in dizelerinden alınan, uzun bir pankart açtılar, ''aç kaldım susuz kaldım terketmedi sevdan beni''. ankara'daki 0-0'lık maça ankaragücü'lü futbolcular ''deplasmana hoşgeldin ankaragücü'' tezahüratı altında çıktılar. burası ankara'ydı ve durum bir parça utanç vericiydi ama kim takar? ''fenerbahçe büyük takım, ne yapalım?'' diye düşünmüştük. o sezon fenerbahçe şampiyon, ankaragücü ise dördüncü oldu.
ankaralı fenerbahçeli olmanın, daha doğrusu taşralı fenerbahçeli olmanın, bir çok zorlukları vardır. bir kere hayatınız, takımınıza özlemle geçer. her yıl ancak bir kez, takımınızı maça gidip görebilirsiniz. üstüne üstlük bir deplasman takımı taraftarı olarak gidersiniz, kendi şehrinizdeki maça. o tam bir yıl beklenen maçta da, takımınızı kendi sahasında, seyircisi ve bayraklarıyla göremezsiniz. bu çok yıpratıcı bir özlemdir. düşünün, sevdiğiniz kızı senede sadece bir gün, o da sığıntı bir şekilde gördüğünüzü. üstelik bir ömür boyu başka bir sevgiliniz olmayacağını bile bile, durumun bu olduğunu düşünün. son yıllarda fenerbahçe stadı'nda dört tribün halinde, parça parça söylenen, ''fenerbahçe benim... biricik sevgilim... söyle senden başka... kimim var benim...'' şarkısı bana hep, bu eski durumumu hatırlatır nedense...
ankara maçlarının güzel olanları da vardır tabii. ankara başkent olduğundan başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı kupası maçları doğal olarak ankara'da oynanır. işte bu maçlarda ankaralı fenerliler mağrurdurlar çünkü maç tarafsız sahadadır ve ankaralı fenerli ev sahibi durumundadır, istanbullu gerçek fenerlilerin gözünde. stad dışında istanbullu fenerlilere o günlerde ankara toplum polisinin coplama taktikleri büyük bir bilgiçlikle anlatılır ya da stadda geçen yıla göre yapılan bir turnike değişikliği veya tadilat sanki çok önemli bir gelişmeymiş gibi uzun uzun aktarılır. bütün bunlar bir yana, sezonun son maçları olan bu maçlara gitmek gerçekten çok zevklidir. eğer takımınız bu maçlarda oynuyorsa ya bir şeyler kazanmıştır ya da bir şeyleri kıl payı kaçırmıştır. yani takımınız başarılıdır. bu son maçlarda takımı herkesle beraber yaz tatiline uğurlarsınız ve bir sonraki sezonun kadrosu için spekülasyonlarda bulunursunuz istanbullu kardeşlerinizle.
dönemin boluspor başkanı av.yener bandakçıoğlu'nun o döneme ait bir yazısı;
boluspor tarihindeki en büyük hakem olayı türkiye kupası şampiyonluğunu kaybettiğimiz boluspor - ankaragücü maçında yaşanmıştır. bu maçın öyküsünüde birkaç kez yazmıştım. her şey zamanın kudretli ismi sayın kenan evren'in bir beyanatıyla başlamıştı. sayın evren hiç durduk yerde, sebebi nedendir bilinmez bir gün (-başkent ankara'nın bir takımı mutlaka 1. ligte oynamalıdır.) buyurdular. buyruk, zamanın futbol federasyonunca yüce allah'tan indirilmiş bir farz gibi algılandı ve göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede yönetmelik değişikliği yapıldı: ( - türkiye kupasını kazanan takım birinci lige terfi eder.) türkiye kupasında hangi ankara takımı var. ankaragücü. kader ağlarını örmeye başlamıştı. ne yapılıp ne edilip ankaragücü'nün kupayı boluspor'un elinden alması ve birinci lige çıkması gerekiyordu. boluspor'un o günkü formuyla ankaragücü'nü elemesi kadar tabii bir şey yoktu. ankara'daki maçta şakır şakır yağmur altında maçı 2-1 kaybettik. 19 mayıs stadı'nın yağmur sularıyla dolu zemini boluspor'un en az üç, dört gölünü önledi. ertesi hafta bolu şehir stadı tarihi günlerinden birini yaşıyordu. maç akşamı dsi gölköy tesislerinde verdiğimiz moral yemeğinde yaptığım duygusal konuşmada da değindiğim gibi boluspor'un 100 yılda yakalayacağı bir fırsatla karşı karşıyaydık. ankaragücü'nü yenecek ve türkiye kupasını, dünya durduğu sürece belkide ilk defa bolu'ya getirecektik. bu öylesine bir başarı olacaktı ki küçük bolu için dünya'nın yerinden oynamasıyla eş değerliydi. zaten bu başarının bir daha tekrarlanmıyacağını bildiğimden o akşamki tarihi konuşmamı şöyle noktalamıştım: (- çocuklar, şimdi herkesin huzurunda vasiyetimi yapıyorum. eğer yarın kupayı alırsak benim mezar taşıma burada türkiye kupasını kazanan boluspor'un başkanı yener bandakçıoğlu yatıyor ) yazılacak.
futbolcularım maçın büyük stres ve atmosferine karşın ankaragücü'nü sahadan sildiler. beklediğimiz gol maçın 84. dakikasında geldi. sol açığımız minas tam 35 metreden mermi gibi bir şutla ankaragücü kalecisi adil'in topu dahi göremediği bir pozisyonda ankaragücü kalesini deldi. binlerce boluspor taraftarı gök gürültüsüne benzeyen tezahüratla golümüzü kutlamaya başlamıştı. ancak bu sevinciniz çok kısa sürdü. maçın hakemi sadık deda golü vermemişti. zamanın futbol federasyonu ve zamanın meşhur hakemi sadık deda, zamanın güçlü ve kudretli ihtilal lideri kenan evren'in buyruğunu tam itaatkarlıkla yerine getirmişlerdi. o gece görevlerini yerine getirmiş olmanın mutluluğuyla derin bir uyku çekip çekmediklerini elbetteki bilemiyoruz. bildiğimiz tek şey, küçük anadolu şehri bolu'nun büyük takımı boluspor'un dünya durdukça göreceği en büyük zaferden mahrum olmasıdır. bende, bu büyük takımın başkanı olarak en büyük onurumu kaybettim. o itibarla yazımın ikinci başlığında haklıyım. bu dünyada olmadı ama yarın ruz-ı mahşerde, sayın kenan evren'den alacaklıyım dediğimde doğru düşünüyorum.