futbolun, 1920'de sevda haline geldiği bir kent, o kentin 2. ligde yıllar boyu şampiyonluk mücadelesi veren takımı, 1974-75 sezonunda 1. lige ısınma ve ardından, 1975-76'da trabzonspor şampiyon... şaka maka derken, "bu hafta tökezlerler, önümüzdeki hafta tökezlerler" derken, avni aker stadı kutlama sesleriyle inlemeye başlamıştı: dan dan dan! maytap sesi değildi...
spor sayfaları, hemen kalıbı döküverdiler: trabzonspor mücizesi... nesi mucizeydi bunun? kadroysa kadro, havaysa hava, temsel temel... karadeniz fıkralarındaki "bizim temel bir gün"ün temel'i değildi bu, futbolun temeliydi. takımın neredeyse tamamı trabzon'un yerlilerinden oluşuyordu. yıllarca bir arada oynamışlar, istanbul takımlarına kafa tutacakları günler için hazırlanmışlardı. işte o günler, daha doğrusu o yıllar yaşanıyordu.
"bu yıl şampiyon oldular ama seneye kümede zor kalırlar" dendi. ertesi yıl da şampiyon oldular. 1977-78 sezonunda, ligi ikinci bitirip şampiyonluğu fenerbahçe'ye kaptırdıklarında, tükendiler zannedildi. hemen ardından üç sene üstüste... hem de 1976'daki şampiyon kadronun yarısını değiştirerek. duvardaki tüm boşlukları, elazığspor'dan transfer mehmet ekşi ve boluspor'dan transfer necdet dışında, trabzon malı tuğlalarla doldurarak...
trabzonspor o yıllarda gerçek bir oyuncu fabrikasıydı. hırslı, yetenekli adamlar yetiştiriyordu. en kötü günlerinde bile, hiç olmazsa rakibi oynatmayacak kadar gayretli, sekiz tekmenin arasına kafa sokup golü önleyecek kadar gözükara adamlar. başlarında da, kendi halinde, namazında niyazında, otobüste yanınıza otursa "hemşerim sen futbol bilir misin, top oynuyorlar ya top..." filan dedirtecek tipte bir adam: ahmet suat özyazıcı... o gidiyor, bu kez daha iddialı, dikbaşlı ve küçük dağlar yaratılırken en iyi ihtimalle birkaç ufak yardım almış-almamış havalarında özkan sümer geliyordu. trabzonspor yine şampiyon... bir daha özyazıcı trabzon yine...
neydi bu işin sırrı? "trabzonlılar futbola yetenekli oluyor" demek, "çorum'dan adam çıkmaz" kütüğünde bir ön yargı değildi herhalde. bu yetenek, hırsla, sistemle birleşiyordu. sonra trabzonspor o yıllarda huzurlu bir kulüptü. çok pahalıya patlamayacak iç transferler "istanbul'a pazarlama" yöntemiyle geçiştiriliyor, o boşluk aşağıdan gelen masrafsız gençlerle kapatılıyordu. yönetim kurulunda zenginler vardı, hasılat iyiydi. yalnızca bir kez, 1978 yılında, başkan şamil ekinci sekiz milyon liralık alacağını temlik koydurma yoluyla tahsil etmek istemiş, suratlar asılmış, ekinci de hemen vazgeçivermişti.
trabzonspor'un o yıllarda bir işlevi daha oldu. üç büyüklerden birinin taraftarı olmayı, nedense, siyasi onurlarına yediremeyenler vardı. fakat futboldan da kopmamışlardı. istanbullu zenginlerin, üçkağıtçıların yönettiği takımları alaşağı eden başarılı ve mütevazi bir anadolu kulübünü desteklemek tutarlı bir davranış olabilirdi. onlar da tutarlı davrandılar, kendi tercihleriydi...
1980-81 sezonu... çok açıdan ilginç bir dönem. trabzonspor'un en rahat şampiyonluklarından biri. dokuzunca haftadan otuzuncu haftaya kadar zirvede trabzonspor. lakin rekor sayıda yenilgisi var bu yolda, tam yedi kez. ligin ikinci yarısında sadece 5 kez galip gelebilmiş, buna karşılık 6 kez kaybetmiş. sezonun ilk yarısını 25 puanla kapattığında, küçük medyum kaya esin'in "39 puan" tahminine gülenler, yani herkes şaşkın.
sezonun karadeniz temsilcileri orduspor ve rizespor. ikisi birden ikinci lig'e düşüyorlar. son iki sezonun dişli ekibi mor-beyazlılar çabuk pes ediyor, sürpriz şekilde. bir yıl öncenin yeni ama flaş takımı rizespor ise son haftaya kadar dayanıyor...
o pazar, rizespor'un ligde kalabilme mücaddesindeki rakiplerinden adana demirspor kendi evinde, şampiyonluğu garantilemiş olan trabzonspor ile oynayacak. ligin ilk yarısını açık ara önde bitiren bordo-mavililerin ikinci yan karnesi ev sahibi ekibi umutlandırıyor. güneyin dayanılması güç yaz sıcağı da gündüz maçında avantaj sağlıyor demirspor'a. trabzonsporlu oyuncular ise ruhen çoktan tatile çıkmış durumdalar.
rizesporlu taraftarların gözü kendi maçlarında, kulakları ise adana'dan gelecek haberde. komşularının alacağı tek puanla ligde kalma sevinci yaşayacaklar zira. ancak çok da ümitli oldukları söylenemez, ikinci yarının ikinci maçında rize'de oynanan ve yeşil-mavililerin 1-0 üstünlüğüyle sona eren rizespor-trabzonspor karşılaşması o zamana kadar görülmemiş ve ondan sonra da görülmeyecek tatsızlıklara sahne olmuş çünkü.
ev sahibi taraftarların misafir seyircilere ve oyunculara karşı davranışları unutulacak gibi değil. trabzonsporlu oyuncuların hâlâ o maçın etkisinde olduğunu fark eden teknik direktör özkan sümer, maç öncesinde oyuncularına düşecek takımın kendilerini ilgilendirmediği, bu maçta şampiyona yakışır bir mücadele sergilemeleri gerektiği fikrini aşılamaya çalışıyor.
güneş altındaki maçta trabzonspor öne de geçiyor, ama 2-3 kaybediyor. epeydir kaybetmeye alışmış bir takım için anormal bir sonuç değil. sonraki hafta da önce hazırlık maçında ordu milli takım'a, sonra da cumhurbaşkanlığı kupası'nda ankaragücü'ne gol bile atamadan yenilecekler daha. fakat yine de bu son hafta yenilgisine farklı anlam yüklemek mümkün. rizesporlular kendilerini ligden trabzonspor'un düşürdüğünü söyleyeceklerdir artık. kendi yendikleri bir takımı denk güçte sayılacak rakiplerinin yenebilmesini doğal bulmamışlardır. onlar açısından bakıldığında durum öyle gözükmektedir. ve bu dargınlık yıllarca sürüp gidecektir...
ilk basımı 1997 yılında olan bülent gürkan ve m. sait orhan'ın "trabzonspor efsanesi" kitabından;
falcı kaya'nın kehaneti
bu günlerde trabzon'la bütünleşen bir portre, tüm türkiye'de büyük yankılar uyandırıyordu: falcı kaya... trabzon'da bir marangozhanede çalışan kaya esin, bir gün tv'ye çıkıp, haftalar önceden trabzonspor'un şampiyon olacağını ilan etmişti. aslında, bordo-mavililerin son yıllardaki performansları gözönüne tutulduğunda bunda şaşılacak bir şey olmamalıydı. hayır, hayır öyle değil... 1981 şubat'ında ülkenin tek televizyonu olan siyah-beyaz gösterimli trt'de uğur dündar'ın programında kendisiyle yapılan bir röportajda falcı kaya, ligde kim şampiyon olacak sorusunu: "trabzonspor" olarak açıkladıktan sonra, "peki kaç puan toplayacak?" sorusuna ise, futboldan az buçuk anlayan herkesi, kasıkları patlarcasına güldürecek bir yanıt verecekti: "39 puan!..."
"yapma yahu. olur mu böyle!" denildi. trabzonspor ilk yarıyı tam 25 puanla kapamış, eğer şampiyon olacaksa en kötü 45'i bulurdu. bu uçuk kehanet için, henüz ilk gençliğini yaşayan falcı kaya ile epey dalga geçildi. "bu kez kötü ıskalayacak. bu çocuğun futbolun aritmetiğinden haberi yok" denildi. kehanetleri sürekli tutan kaya'nın ne denli isabet tutturacağı ancak sezon sonunda belli olacaktı.
ilk basımı 1997 yılında olan bülent gürkan ve m. sait orhan'ın "trabzonspor efsanesi" kitabından;
7. sezonda 5. zafer
işte şampiyonluğun kazanılmasıyla gelen bu doyumun ardından oynanan bu maçta ne iddia, ne puan kaygısı yoktu, ama alkışlarla karşılanan 5 nefis gol izlenmişti. 2'si trabzon'dan, 3'ü evsahibı ekipten gelen bu gollerle, işte lig serüveninde son 90 dakikanın skoru: adana demirspor : 3 - trabzonspor:
hayır, nokta koymadan önce biraz gerilere dönelim. hani falcı kaya'nın aylar öncesindeki söylemlerine, daha doğrusu kehanetlerine bir daha göz atalım. ilk kehanet, trabzonspor şampiyon. doğru, doğru, isabet. peki trabzonspor'un kaç puanla şampiyon olacağını iddia etmişti? 39 puan ... inanılır gibi değil ama gerçek, falcı kaya esin de bir kez daha tüm türkiye'nin gündemine oturuyordu...
ilk basımı 2009 olan yavuz yıldırım, mustafa uçar'ın derlediği "sıcağıyla, acısıyla adana futbolu" kitabından;
adanaspor'un zirve yılları ve "içeriden" bir izlenim, güntekin onay
bizim adana'yla bağlantımız 1970'li yıllarda başlar. ardından 1980-81 sezonunun da içinde olduğu, adanaspor'un lig ikincisi olduğu dönem var; bir de daha sonra babamın teknik direktörlük ve başkanlık yaptığı üçüncü dönem. yani bizim hayatımızda üç tane adana dönemi var. sonrasında da bizim adana'yla olan bağlarımız hiçbir dönemde uzun süreli kopmadı. hâlâ çok yakın dostluklarımız ilişkilerimiz var.
ben 1971 yılında adana'da dünyaya geldim. 4 yaşma kadar adana'da oturduk. çok küçük olduğum için çok net hatırlamıyorum ama anlatılanları anımsadıklarımla birleştirince oturduğumuz ev hayal meyal gözümün önüne geliyor. vali konağı'nm olduğu sokaktaydı, zaten vali yolu olarak geçerdi. 5 ocak stadına da çok yakındı. şimdiki spor salonundan sola döndüğünüzde girdiğiniz sokaktı.
babamın ilk döneminde 1974 senesinde adanaspor lig dördüncüsü olmuştu. flaş bir takımı vardı. takımda daha sonra fenerbahçe'de ve dünya karması'nda oynayan isa vardı. timuçin vardı, daha sonra o da fenerbahçe'de oynadı. köksal mesci vardı, o da daha sonra trabzonspor'da oynadı. iddialı, iyi bir kadroydu, türkiye liginde iş yaptı, ses getiren oyuncuları oldu. daha sonra babamın ikinci döneminde, 1980-81 sezonun da adanaspor ligi ikinci bitirdi, o sene trabzonspor şampiyon oldu. ciddi bir şampiyonluk yarışı oldu aralarında, hatta çok polemikli de bir maç vardır; trabzon'daki trabzonspor-adanaspor maçı. çizgiyi geçmediği halde hakemin gol verdiği pozisyonla maçı kaybetmiştik. timuçin topu kafayla çizgiden çıkarmıştı ama hakem gol verdi. o maç şampiyonluk yarışında trabzonspor'a ciddi bir avantaj sağlamıştı. gerçi o zaman 2 puanlık sistem vardı ama hâlâ aklımdan çıkmaz. ben trabzon'daki o maçta yoktum fakat adanaspor'un o sezon içerideki bütün maçlarına gittim. o dönemi maç maç hatırlıyorum. detaylan, golleri, kimin attığını... fenerbahçe maçı mesela 3-3 bitmişti. biz üç kere öne geçtik, onlar üç kere beraberliği yakaladılar. o yılın efsane takımı gaziantepspor bize namağlup lider geldi, 2-0 yendik. ilkokul 4. sınıftaydım, adana'da celalettin seyhan ilkokulu'nda okuyordum.
adana'da futbol deyince adanaspor ve adana demirspor vardır ve ikisi tamamen ayrı iki camiadır. bizim adana demirspor camiasından da çok yakın aile dostlarımız var. mesela adana demırsporlu füze selami ya da voleybolcu nalanla soner'in babası muharrem gülergin gibi. bu iki takımın aralarında çok büyük bir rekabet vardır ama bu bizim bildiğimiz anlamda, fe-nerbahçe-galatasaray rekabeti gibi düşmanca bir rekabet değildir. orada da iki taraf arasında bir çekişme vardır ama düşmanlık, kutuplaşma yoktur. daha çok iki kardeşin birbiriyle didişmesi gibidir.
adanadaki çocukluğumu düşündüğümde beni en çok şaşırtan şey, çok tuhaf bir şekilde bizim okulda hiç adana demirsporlu olmayışıdır. mahallede de bir tane vardı. tek bir tane. herkes adanaspor'u ya da üç büyüklerden birini tutardı. yani istanbul takımlarını bile tutan vardı da adana demirspor'u tutan yoktu. iki takım arasındaki fark adanaspor'un daha elit, kentin önde gelenlerinin, zenginlerin, aristokratların takımı gibi oluşuydu. adana demırspor ise çalışan kesimin, işçi kesiminin takımı diye bilinirdi. adana demirspor'un daha çok taraftaruı vardı. bunu demirspor'un daha eski olmasına bağlarlardı. oysa adana demirspor 1940, adanaspor 1954'te kuruldu. aralarında sadece 14 sene fark var aslında. ama buna rağmen demirspor daha köklü takım gibi söylenir.
bu iki takımın arasındaki maçlarda stad ortadan ikiye bölünür yarısı adanaspor, yarısı adana demirspor olurdu. buna karşılık adana ya da adana demirspor başka takımla oynadığında, kiminle oynarlarsa oynasınlar içerdeki maçlar tıklım tıklım dolardı. ikisinin de ayrı bir taraftar kitlesi vardı. eskiden adana demirspor taraftarının daha ateşli, adanaspor'un daha centilmen ve daha renksizdi, hâlâ da öyledir. maçlarda stadın coşkulu, sıcak bir atmosferi olurdu. bir de adana'da sahaya terlik atmak meşhurdur, seyirciler sinirlenince sahaya ayakkabı, terlik atarlar. ben maçları sahadan seyrederdim.
babamın ilk döneminde çok küçük olduğum için sahaya maskot olarak çıktığım maçlar var, ikinci dönemde artık maskot olmasam da saha içinden seyrederdim. benim seyrettiğim bütün maçlarda adanaspor, adana demirspor'u yenmiştir. hiç adana demirspor'un yendiğini hatırlamıyorum. bu durum son yıllara kadar da değişmedi. sanırım yakın zamanlarda bir kez yendi. ama eskiden, ikisi de birinci ligdeyken bir türlü yenemezdi, şansı tutmazdı. tam yenecekken son dakikada bir gol gelir, en azından berabere biterdi.
adanaspor fanatiği gibi görünebilirim ama adanaspor'un başarıları daha çoktur. ligde ikinciliği, dördüncülüğü, avrupa kupalarında oynamışlığı, inter'le maçları var. buna karşılık adana demirspor'un türkiye kupası finali oynadığını biliyorum, bunun dışında ligde bir başarısı, avrupa kupalarına katılmışlığı yok. buna karşılık 10-0'lık beşiktaş mağlubiyeti var, 9-2'lik galatasaray mağlubiyeti var. altay'dan 8 yemişti yanlış hatırlamıyorsam. yani adana'yla karşılaştırıldığı zaman heo kötü anılarla hatırlanan bir kulüptür; adanaspor'un futbol geçmişi daha bir parlaktır. anacak adana demirspora da önemli futbolcular yetiştirmekle övünür. fatih terim ve hasan şaş bu kulüpten yetişmiştir. ve ciddi bir taraftar potansiyeli vardır. bu durum hâlâ değişmedi. adanaspor'un da taraftaru var ama bana sorarsanız durum yüzde 55'e 45, adana demirspor lehinedir.
takım 1970'li yıllarda babam çalıştırdığı zaman çok başarısonra beşiktaş, zonguldakspor. bursaspor gibi farklı takımları çalıştırdı ama sonrasında yine adana dan teklif geldi. yine çok başarılı oldu. kulübün lig ikincisi olduğu dönem. sonra yine bursa'ya gittik ama babamın adana futbol camiasıyla bağları hiç kopmadı. zaten camia dediğiniz kim? yöneticiler, eski yöneticiler, başkanlar, eski başkanlar, futbolcular, eski futbolcular... hep belli isimler ve küçük bir grup aslında. orada olunca dostluklar kuruluyor, ilişkiler kuruluyor. bunun sonucunda 1980li yılların sonlarına doğru üçüncü bir dönem görev aldı.
babam için adana'da işler her zaman iyi gitti. hatta kısa bir dönem adana demırspor'u da çalıştırdı ama tepki görmedi. orada durum farklıdır. babam bunun tek örneği değil zaten. iki takımda oynayan futbolcular da oldu, tekin vardı mesela. adanaspor un kaptanı ercan vardı, o da adana demirsporda oynadı. iki takımı çalıştıran başka antrenörler de oldu, ali hoşfikirer gibi.
o yıllardan aklımda kalan, hiç unutamadığım bir olay var. bizim ligde ikinci olduğumuz, şampiyonluğa oynadığımız sene, adana demirspor küme düşmemeye oynuyordu. onları coşkun özarı çalıştırıyor. onların futbolcularını bile hatırlıyorum. kadrolarında gürcan, rasim, necmettin, orhan vardı. aslında iyi de bir kadrosu vardı, özellikle golcüleri rasim iyi futbolcuydu. adana dcmirspor son hafta trabzon'la oynuyordu. trabzon şampiyonluğu garantilemiş gelmiş, adana demirspor için kader maçı. yenerse kümede kalacak, yenilirse ya da berabere kalırsa düşecek. hiç unutmuyorum, annemle biz de stada çok yakın bir yerde misafirlikteyiz. şehirde inanılmaz bir ambiyans vardı. ben çocuk aklımla bir türlü kavrayamıyorum durumu. kendi kendime diyorum ki biz ikinciyiz bunlar 16. falan ama şehir lacivert-mavi! sokaklarda bayraklar, insanlar, mahşer yeri gibi. öyle bir ortamdı ve demirspor 3-2 kazandı. insanlar sokaklara döküldü. karnaval gibi bir kutlama oldu. bizim lig ikinciliğinden çok daha fiyakalı oldu sonuçta. o çocuk aklımla, "bunlar sonuncu olmalarına neden bu kadar seviniyor?" diye bir türlü anlayamamıştım. bu durum adanaspor'un daha başarılı olmasından, adana demirspor'un ezilmesinden kaynaklanan sosyolojik bir dışavurum olabilir. tabii son hafta şampiyon trabzon'u yenip ligde kalması da önemli. şimdi baktığımda bana biraz italya'da juventus-torino çekişmesini hatırlatıyor. torino ikinci ligden çıktığında stadyumda 65 bin kişi vardı. juventus o kadar şampiyon olmuştur, şampiyonlar ligi'nde o kadar kalabalığa oynamaz.
geçenlerde çukurova üniversitesi'nde bir panele davetliydik. dönüşte havaalanına giderken çok trafik olduğu için şoför ara sokaklara girdi. sokaklarda çocuklar top oynuyor, okuldan eve dönüyorlardı. şuna dikkat ettim, çocukların üzerinde hep adana demirspor forması, eşofmanı var. anladımki o tutku devam ediyor. bence diğer kentlerden farklı olan durum bu. iki takımın arasındaki rekabet o ilgiyi, o tutkuyu yaşatıyor, sıcak tutuyor. tek takım olsa, 3. lig'de bir takıma bu kadar büyük ilgi olmaz belki de.
babamın tabii benden çok daha fazla anısı, çok enteresan hikâyeleri vardı. benim hatırladığım, babam adana demirspor'a hiç yenilmedi. gazeteler maç günleri hep bunu yazardı, gündüz tekin onay ezeli rakibine hiç mağlup olmadı derlerdi. bir gün iki farklı yenikler ve maç bitmek üzere. resmen maçı kaybediyorlar. ama son 5 dakikada iki gol atıp yine beraberliği kurtarmışlardı. üstelik çok kötü oynarken. babam bu hikâyeyi anlatmayı çok severdi. rıdvan hoca da adana'nın başındayken adana demirspor'u 5-1 yenmesini anlatır. o maçların özel bir önemi oluyor.
derbi maçlarda stadyum atmosferi de çok özel olurdu. ben çok küçük yaştan beri o ortamda büyüdüğüm için stadyum ortamı ne kadar ateşli olursa olsun bana normal geliyor artık. sahaya çıkarken o tünel, soyunma odaları, krampon seslen, seyircinin oradan duyulan uğultusu hâlâ aklımda... o yaşlarda gözümde idol oyuncu adanaspor'un santraforu ve gol kralı bora öztürk'tü. sonra beşiktaş'ta da oynadı. çok iyi futbolcu, çok canayakın, sıcak bir insandı. onunla top oynadığımızı hatırlıyorum. rahmetli oldu. çocuklar forvet oyuncularına daha çok ilgi duyar zaten. yine özer umdu vardı, o da milli oyuncuydu, o da sonra beşiktaş'ta oynadı. onu da çok severdim. kaleci malik'ten ahmet kahraman'a, pıtırcık nihat'tan selahattin e, mustafa ulucan'dan mustafa şen'e hepsini hatırlıyorum. antrenmanlarda kamplarda maçlarda soyunma odasında hep onlarla beraberdim. bir de orta sahada oynayan ahmet kahraman dive bir futbolcu vardı. onlar aslen antepliydi, babasının baklavacı dükkanı vardı, ben de baklavayı çok severdim, bana sürekli baklava getirirdi, onu özellikle çok severdim.
babam adanaspor'un en zor durumunda düşünmeden kulübe başkan oldu. yaptığı hukuki ve teknik çalışmalarla kulübü şirketleştirdi. şirketleştikten sonra kulübü uzanlar satın aldı ama statü o kadar sağlam temellere oturtulmuştu ki mesela o dönemde kurulan adanaspor vakfı'nın her zaman yönetim kurulu'nda olma şartı vardır. kritik kararlar için oybirliğiyle alınma şartı konmuştur. rengi, amblemi hiçbir zaman değiştirilemeyecek şekilde düzenlendi. uzanlar o dönemde imaj için amerikanvari bir çalışma yapmak istediler. hem diğer kulüpleri istanbulspor hem adanapor'a amerika'daki takımlar gibi bir hayvan sembolü arıyorlardı. "toros kaplanları" benim önerirndi çünkü ben küçükken adana'da toroslar'da kaplan yaşadığına dair bir söylenti vardı. oradan aklıma geldi. kaplanın turuncuya çalan rengi de takıma uygundu.
adana'yla ilişkilerimiz hiç kopmadı. adanaspor'un başkanı bayram akgül'le her hafta konuşurum, maçtan önce başarılar dilerim, maçları takip ederim. biz aslen adanalı olmamamıza rağmen babam çok uzun dönem çeşitli aralıklarla orada çalıştığı için oralı gibi olduk. adana insanı dosttur, yakındır, sıcaktır, sıcakkanlıdır. orada akılda kalan ilişkiler, dostluklar vardır. ama bunun ötesinde, geçen hafta adana'ya gittiğimde bir sürü tanıdığım, tanımadığım, az tanıdığım, hatırladığım, hatırlamadığım bir sürü kişi geldi. birisi, "ben rahmetli babanızı çok severdim. benim eşimi babası bana vermiyordu, babanıza rica ettim, benimle kızı istemeye geldi, kızı verdiler" diyor, öbürü geliyor "gazeteciliğe yeni başladığımda ilk fotoğraf makinemi babanız hediye etmişti" diye anlatıyor. bir diğerine senden futbolcu olmaz demiş, gazeteci yapmış... bunun gibi o kadar çok hikâye var ki... adana bizim, babam oradaki birçok kişinin hayatına dokunmuş...
adana demirspor: haluk uğurludoğan, necmettin dağdeviren, mehmet sümer, ilyas sazalan, orhan ozan (dk. 46 adnan dürüst), eren talu, hüseyin çelik, burhan tözer, rasin gürcan, hasan eryiğit, müjdat karanfilci
teknik direktör: coşkun özarı
trabzonspor: şenol güneş (dk. 57 alper boğuşlu), necati özçağlayan, turgay semercioğlu, şenol ustaömer, ahmet ceyhan, hüsnü özkara, cemil canalioğlu (dk. 40 osman şatır), güngör şahinkaya, iskender günen, ali yılmaz, mustafa gedik