ilk basımı 2001 yılında olan hakan dilek'in "mahallenin en şık abileri" kitabından;
necdet ergün: çocukluğu seçen adam
"beşiktaş'ta oynuyorum. bir seyirci sürekli olarak bana küfür ediyor. maçtan sonra bekle dedim. beklemiş. ben de gittim dövdüm. seyirci başladı beni alkışlamaya. demek ki çok küfür etmiş. seyirci de kızmış adama, ben dertlerine tercüman oldum."
büyükdere'de, bir zamanlann rüzgâr çocuğu necdet ergün'ün işlettiği halı sallanın bürosunda karşılıklı oturmuş çaylarımızı yudumluyoruz. yaşlanmış elbette. ama saçlarındaki aklarda kalmış gibi onun yaşlanması. gözlerinin içinde bir çocuk gülümsemesi...
dobra dobra necdet. katakulliye gelemiyor; lafı dolandırmıyor; çok lafa da rağbet etmiyor. ustaca salladığı tesbihiyle kısa kısa yanıtlar veriyor sorularıma. az konuşuyor, ama masasındaki telefon yine de bir an olsun susmuyor. her konuşma mutlaka bir espri ve ardından gelen kahkahalarla son buluyor. gedikpaşalılar arıyor, cerrahpaşalılar arıyor, ali yavuz anyor... eski takım arkadaşı. hem de en has arkadaşlarından.
necdet'in futbolculuk hikâyesi cerrahpaşa amatör takımıjnda başlıyor sonra üç yıl ünlü üsküdar anadolu takımı. yaka düğmelerinin göbeğin üstüne evrildiği yerden bağlandığı ve ispanyol paçapantolonların moda olduğu yıllar... 1971 yılında, artık anılarda kalan şeref stadı'nda oynadığı maçlarda boluspor idarecileri bu 'kuvvetli, seri ve golcü futbolcumu izlemeye almışlar. necdet üç yılda otuz beş gol atarak golcülüğünü kanıtlamış ve boluspor a transferi gerçekleşmiş.
belediye pansiyonu
1975 yılında boluspor formasıyla her gün biraz daha yıldızı parlayan necdet, bir yandan kendi deyimiyle "dışarıdaki hayata" da alışmaya başlamış: "boluspor'da oynarken belediye'nin pansiyonunda kalırdık. gece yatarken şemsiyeyle uyurdum. dam akardı. sabah uyandığımda da çizmelerle çıkardım odadan. malzemecimiz vardı. köyünden arabayla taşırdık."
devir karışıklıklar ve olanaksızlıklar devri. elâlem yeni kurduğu fabrikaların yanına iki üç de çim saha eklerken, bizde atılan temellerin yosun bağladığı devir.
necdet ergün'le antalya'dan geldiği gecenin sabahında konuşuyoruz. çocuklarını, taraftarları, bütün insanları seviyor: "benim için 'dışarıdan sert ama altın gibi kalbi vardır' derler." tipik delikanlı muhabbetinin adamı, seven ama sevdiğini göstermeyenlerden.
vaay moruk!
"vaay moruk!"suz konuşmuyor. yıllarca futbolunu beğenerek izledim necdet ergün'ün. başka topçularda olmayan bir şeyler vardı onda, seziyordum. vara yoğa sinirlenmiyordu. alttan alta bir sevgiyi savunuyordu. biliyordum, necdet başkaydı. şimdi gözlüklerinin arkasına sakladığı o çocuksu yan hep vardı.
futbolu bıraktıktan sonra ticaretin içinde dolanıp dururken de o çocuğu yitirmemişti: "belli ki ticareti beceremedik. o zaman da yapamamıştım, şimdi de olmuyor. 1987'de jübilesini yaptıktan sonra, kayınpederinden gördüğü destekle ayakkabı imalathanesi açan necdet, bir süre sonra bu işi bırakmak zorunda kalmış: "çekten senetten anlamayız. adam gelip bana üçün beşin hesabını yapıyor. çekemedik daha fazla."
bermuda üçgeni
1975'te ilk kez milli formayı giyen necdet, finlandiya ile yapılan ve 2-1 yenildiğimiz maçtan sonra metin türerin faturayı kendisine kesmesini bugün bile unutamıyor ve başını sallayarak: "(o, küçükleri ezmeyi severdi" diyor. bolusporda mertliği ve doğruluğuyla sevilmiş necdet ergün. sonra 1976'da trabzonspor a transferi, çok sevdiği arkadaşı ali yavuz'un aracılığıyla gerçekleşmiş: 'trabzon'da çok yetenekli topçular bir araya gelmiştik. bütün vaktimiz birbirimizle geçerdi. saha, otel ve kahvehane. yani tam bir bermuda şeytan üçgeni". karadeniz'in insanı, sevdiğini tam sever. uzak görürse de kolay kolay yaklaşmaz yabancıya. necdet de bunun zorluğunu çekmiş bir süre: "baktım onlar yanaşmıyor, ben gidip onlarla arkadaşlık kurdum. a. suat hoca beni takıma ali kemal'i yemek için aldırmış. bu yüzden önce bir soğukluk oluşmuştu aramızda."
1980'e kadar trabzonspor formasını başanyla giyen necdet, bu tarihte beşiktaş'a transfer olur: "yedi yıl başarıyla taşıdım formamı. 25 kez de milli oldum. milli takım'da fazla gol atamadım. kıbrıs'a gol attım, ama o da sayılmıyormuş." gülüşüyoruz... "istanbul mu, trabzon mu daha zordu?" diyoruz. düşünmeksizin yanıtlıyor: "istanbul daha zor. burada kafanı dağıtacak çok şey var. burada toptan başka her şeyle uğraşıyorsun."
ula nooldi?
beşiktaş taraftarının başanya hasret olduğu yıllardır necdet'in siyah beyazlı formayı giydiği yıllar: "beşiktaş karışıktı. seyircisi takımıyla, idarecisiyle bozuşmuştu. taraftarlar yenildiğimiz bir maçtan sonra, bizi sırtlanın dönerek protesto etmişlerdi. trabzon'dan sonra, bu ortamda biraz zorlandık tabii."
futbol hayatını 1987'de bir jübile ile noktalayan necdet, geriye dönüp baktığında süleyman seba'yı biraz kırgınlıkla hatırlıyor: "jübilemi yapacak saha bulamamıştım. tam jübile yapacağım sırada seba'nın sahayı tamir ettireceği tutmuştu. bir husumet vardı bana karşı. kaptan olduğum sıralar futbolcuların verilmeyen paralarıın almak için idmanlara çıkmamıştık. o yüzden olabilir."
eski günlere gidince birden aklına bir anı geliyor ve bir cumhurbaşkanlığı kupası maçında trabzonsporlu necati'nin başından geçen olayı anlatmaya başlıyor: "maçın henüz başı. galatasaraylı gökmen, necati'nin ayağına basmış ve kırmış. necati feryad-ü figan yere atmış kendini. olayın ne olduğunu anlamayan turgay koşup yerde yatan necati'nin başına gelmiş ve sormuş: 'ula nooldi?' necati de cevap vermiş: 'girildi ula girildi."
bugün transferden kazanılan paraların kendi dönemiyle kıyaslanamayacak rakamlar oluşturduğunu söylüyor: "1980'de beşiktaş'a transfer olurken üç milyon lira almıştım. şimdi kumkapı'da bir lokantaya gitsen iki kişiye yetmez."
necdet futbolcunun asıl sorununun futbolu bıraktıktan sonra başladığını söylüyor: "aynı havanın devam edeceğini zannediyorsun. eskiden çevrende yüz kişi varken, bir de bakıyorsun kimse kalmamış. buna hazırlıklı değilsen kesinlikle tutunamazsın." necdet'e göre, futbolcular kesinlikle ticaret yapmamalı: "ben bir türlü intibak edemedim. adamın biriyle pazarlık yapıyorum. biraz fazla konuştuk. 'alacaksan al, almayacaksan alma, fiyatı bu!' dedim. tabii, böyle ticaret yapmak mümkün değil."
cerrahpaşa'da başlamıştık. bolu'da belediye pansiyonu'nda konakladık kışın soğuğunda. necdet aklıma geldiğinde hep bir üşüme düşüyor içime, karlı buzlu bir zeminde hissediyorum kendimi. en yakınımda bir yere tutunuyorum. trabzon deyince bir gülümseme yayılıyor yüzüme. sert kavi ve gözleriyle çocuk bir söyleşiden geçiyorum. elimde yumruğum büyüklüğünde bir kartopuyla. sonra istanbul... kartopunu süleyman seba'nın suratına atıyorum. "soğuk ve şehirlerarası bir yolculukta" gibiydim necdet'in yanında.