‘rıfat derlerdi ama ben rafael’dim’ rober koptaş 13 mayıs 2012 agos gazetesi
gençlerbirliği’nin uğuru ermeni rıfat
ankara’nın köklü kulübü gençlerbirliği’nin en sadık taraftarlarından biriydi. babadan miras taraftarlığını, kulüp yöneticiliğiyle taçlandırdı. endüstriyel futbolun burnu havada yönetici tipinden çok farklı bir profil çiziyordu. futbolcunun her derdine koşan, onunla sevinen, onunla ağlayan, takım daha iyi beslensin diye işinin gücünün nafakasını hiç düşünmeden feda eden bir gönül bağı demekti yöneticilik onun için. oyun profesyonelleştikçe, pasta büyüdükçe, siyasilerin ve para sahiplerinin iştahını kabarttıkça, onun gibiler de sahneden hızla çekildiler.
gençlerbirliği camiasının bildiği adıyla rıfat veya refai demircan, bir ankara ermenisiydi. asıl adı rafael ya da kısaca raffi olan demircan, bugün avustralya’nın melbourne şehrinde yaşıyor. uzun yıllar hizmet verdiği kulübü 1. lige çıkma başarısını gösterdiği dönemde, “bir ermeni olarak göze fazla battığı için” yüreği buruk bir şekilde uzaklaşmak zorunda kalmıştı takımından. çok sevdiği ve çok da sevildiği gençlerbirliği hayatından çıkınca, türkiye’de daha fazla barınamadı ve kendini okyanus ötesinde buldu. bugün hâlâ özlem ve sevgiyle anıyor geçmiş günleri. hem türkiye’yi hem gençlerbirliği’ni yakından takip ediyor, olumlu gelişmelerle seviniyor, kötü sonuçlara ve kötü olaylara üzülüyor. yüreği her an, memleket hasretiyle atıyor.
rafael raffi rıfat refai demircan’ın, ailesinin 1915’te yaşadıklarıyla başladığımız hikâyesi, hem bir futbol tutkununun karşılıksız sevgisini, hem de anadolu ermenilerinin yaşadığı zorlukları anlatıyor. macerasını, onun ağzından, anlattığı gibi naklediyoruz.
1948 ankara doğumluyum, doğma büyüme keçiörenliyim. ankara’nın sayfiyesi sayılan, ailemin yazlık olarak kullandığı aktepe'de bağ evinde doğdum. babam tatyos, anam sofig. eski soyadlarını bilemiyoruz. demircan bizim soyadımız değil, devletin kafasına göre koyduğu soyad. biz esas ankara stanoz’luyuz ama ben keçiören’de büyüdüm. yaklaşık 300-400 yıllık bir mazisi var stanoz’un. kilikya'dan göçürülmüşüz. 5000 kişinin yaşadığı, üç okulu, üç kilisesi olan, iki dil öğretilen bir okul. anneannem sara bilhassa yabancı dilde iyiydi. onların sülale adı köseyan’dı.
1915’te dedem iğneyle öldürülmüş
adını aldığım rafael dedem 1914’te askere alınmış. geri geldiği gün sapsarıymış ve ertesi gün ölmüş. tek bir laf edebilmiş: “bir şeyim yoktu, bana ‘hadi askerliğin bitti’ deyip bir iğne yaptılar.”
1915'e dair çok hikâye var ailede. onlarla büyüdük. 63 yaşındayım. hiç aklımdan çıkmadı. bilhassa babaannem anlatırdı. babam biraz korkardı, bir şey görmedim derdi, ama hayal meyal babasının geldiğini hatırlıyordu.
babaannem, “zir çayı günlerce kan aktı” derdi. anneannemin babası, amcası ve amcasının çocukları, askere alınma çağı olan 25-45'in dışındakilerin hepsi öldürülmüş. bir amcamız vardı, ömür boyu korktu. hiç konuşmamıştı, avustralya’ya beni ziyarete gelince anlattı neden korktuğunu. 7 yaşındaymış, kafasını jandarmalar zir çayına sokuyormuş. çıkarınca bir daha, “sok kafanı lan!” diye bir daha… bu işkencenin etkisini unutmamıştı hiç.
benim anneannem ve babaannem ısrarla anlatıyorlardı. kadınlar anlatıyor, erkekler susuyordu genelde.
bu işi yapan meşhur dönme bayraktar hasan imiş. o organize etmiş. ermeni’den dönmeymiş ama köyde erkek bırakmamış. ama sonra bir türlü can verememiş. can çekişmiş günlerce. bas bas bağırıyormuş, “ermeniler, ermeniler!” diye. ölmek istiyormuş ama bir türlü ölememiş.
babam siyasetçilerin terzisiydi
babam çaycı çıraklığı yapmış, okul görmeden, ankara’nın meşhur saadettin fırını'nda çalışmaya başlamış. süper akıllı bir çocukmuş. 80 yaşında avustralya’da öldü 7-8 sene evvel. terzilik öğrenmişler, çok çalışmışlar. ortağı eniştesiydi. ben çocukken kırmızı plakalı arabaların kapıya gelip, provaya gittiklerini anımsıyorum. celal bayar zamanında köşk’e terzilik etti, cevdet sunay zamanına kadar devam etti. çok çalışkandı, gece gündüz çalışırdı.
okulun ilk günü dayak yedim
ilkokul zamanı keçiören'de geçti. keçiören çizmeci ilkokuluna yazdılar beni. eski bir ermeni eviydi. beş katlı, bahçe içinde, her tarafı oymalarla süslü bir binaydı.
birinci gün, birinci derste, okula isyan ettim. sırayla sayıyor öğretmen, nermin hoca, 282 erol, kalk oğlum diyor, baban kim, ne iş yapar? selahattin, şekerspor'un başkanı. arkasından, 283 ra-ra-ra-fael demircan, kalktık ayağa. bu ne ismi? ermeniyim. nereden geldiniz? nereden geldik bilmiyorum, çocuğum, cahilim. ondan sonra, sağdan, soldan, babanın adı ne? tatyos. çocuklar, arkadaşlar, “rafa! rafa! tatyos!” diye alay ediyor. birinci dersin sonunda dışarı çıktım. kavga, dövüş, üstümdeki önlük, boynumdaki yaka yırtık, eve döndüm. anam biraz osmanlıydı. paltosunu giydiği gibi doğru müdür salim erdem'e.
annem müdüre geldi, nasıl bağırıyor, asla unutamam. müdür iki metre boyunda ama dünya iyisi bir adam. nermin hoca'yı çağırdı. sen ne yapıyorsun dedi, suç işlediğini biliyor musun? neyse oğlum, hadi git dersine falan... ikinci ders geçti, üçüncü ders öğretmen bana, oğlum ben sana bir şey yapmadım ki dedi ve ben o öğretmenle ilkokulu bitirdim. ama adım rafa, rafi, rafı, artık kim ne uydurursa öyle gitti.
babaannem tren sesi duyunca ağlardı
hacıdoğan mahallesinde otururken, olduğu gibi ermeniydi orası. babaannem çekirdek çitlerdi, ben kucağında otururken ağlardı durup dururken, hiç unutamam onları. bizim hacıdoğan, tren istasyonuna yakın olduğu için, tren düdüğü duyduğu zaman ağlamaya başlardı. vah garipler gidiyor, vah garipler gidiyor diye.
ortaokul ikide derslerim zayıftı ve okulu bıraktım. ibrahim gobi diye 2 sömestr tayin olan bir hoca vardı. adımı öğrendikten sonra okulu bırakana kadar enseme çöker, “dürzü!” diye yüzümü sıraya sürterdi. ben de okulu bıraktım. bütün tahsilim bu. gınkahayrımın (vaftiz babamın) yanına çırak girdim. dedi, senin ismin pazarda böyle söylenmez, sana rıfat diyelim, ismim öyle kaldı. gımes’di adı, kımız bey derlerdi ona da. babası ankara’nın meşhur ciğercilerindendi.
ulus'ta çalışıyorduk. başıma bir olay geldi, onu unutamam. bizim adımız rıfat, yanımızda komşumuz var, ahmet ağabey, iyi adam. bulgar göçmeni bir pehlivan. çalışıyoruz, altı-yedi ay sonra ramazan geldi. benim patron ermeni, haliyle oruç tutmuyor. öbürleri dükkanı kapayıp, bir lostra salonunda oruç açıyorlardı. ben çocuğum, yanlarına gittim, gel bir lokma ye dediler. ahmet ağabey, “ya ne o öyle, oruç tutmazlar bir şey yapmazlar. herkesin dükkanı kapalı, gavuroğlu parayı götürüyor!” dedi. o benim patrona gavuroğlu deyince, ben de ona bulgar tohumu dedim. muhacirdi. sandalyeyi aldığı gibi kafama attı, tabii ben kaçtım. derken patırtı, kütürtü, birden elli kişi oldu orada. ben dükkânı kapadım kaçtım. ermeni diye bağırılmaya başlandı, basbayağı üstüme çullandılar. daha çocuğum halbuki! bir üsteğmen kurtardı beni kalabalığın elinden. “bende ermenilerin çok emeği vardır” dedi. yani böyle bir dünya, elli kişi seni linç etmeye çalışıyor, biri seni kurtarıyor.
ankara’nın en iyi mağazasında çalıştım
ben orada tezgahtarlığı çok iyi öğrendim, çok da sevdim. yanda bir hacı ve oğlu faruk vardı, parfümeri dükkanı açmaya karar verdiler. ustamdan izin alarak, bayağı da para vererek, anafartalar çarşısı’nın altında, yasemin plak ve parfümeri salonu diye bir yer açtık. bir sene orada çalıştım. bu arada, ben toptan mal aldığım zaman, kızılay’da meşhur melek parfümeri vardı, onun sahibi de ermeni, benim yanıma gel dedi. 18 yaşlarındayım o zaman. ankara’nın en iyi mağazasının, en iyi tezgâhtarı oldum bir anda. pakrat ağabey’in yerinde.
ne müşterilerim vardı
müşterilerim arasında, o zamanın en meşhur insanları, ismet inönü’nün eşi dahil, bana gelirlerdi. hatta bir gün, yeni tırnak çakısı takımı gelmişti, çanta içinde, onu tavsiye ettim. sen dedi, tavsiye edersin de ben almaz mıyım mevhibe hanım. böyle müşterilerim vardı.
orada 20 yaşına kadar çalıştım. bana rıfat diyorlardı ama, benle üç kere konuşan adama dördüncüsünde mutlaka ermeni olduğu söylüyordum. ermeni olduğumu söylemem icap eder sanıyordum. ortaokul zamanında, keçiören’de zaten bayağı arkadaşım oldu, babamın durumu çok iyiydi. keçiören spor kulübü’nün fahri başkanıydı her zaman, eli cebinden çıkmıyordu, tatyos ağabey diyene gece uyanıp para verirdi. maçta çocuklara prim dağıtırdı. babam kendini çok sevdiren, çok canayakın, herkes tarafından sevilen bir adam. ben de onun çocuğuyum. benim etrafımda bir dolu insan oldu. beni seven arkadaşlarım oldu ve beni koruyan. bunlar kürt çocuklarıydı, neden beni koruduklarını çözemedim o zamanlar. 22 senedir avusturalya’dayım ve bu tip şeyleri yeni yeni anlıyorum.
ermeniler konuşmazdı. yaptıkları işlerden dolayı susarlardı… çoğu terziydi, hepsi zanaatkardı zaten, iyi müşterileri vardı, kimseyle dalaşmazlardı. kasıtlı bir şey olsa bile sineye çekerlerdi. kaç kere babamı sıkıştıranlar oldu, kabadayı adamlar, haraç kesmeye geldiler. benim burnum kırıktır şimdi. böyle değildi. kavga dövüş ederdim hep.
gençlerbirliği hayatıma bir girdi pir girdi
gençlerbirliği var ankara’da, babam da hastası, hem nasıl hastası. ben zaten girdiğimden beri üye kayıt kurulundaydım. yönetime girmezdim, ismimi kimse görmesin diye, r. demircan diye geçerdi kayıtlarda adım. birinci yedek üye, üye kayıt kurulu başkanı oldum devamlı. uzun seneler öyle gitti. çok sevdiğim rafet genç vardı. milliyet gazetesi köşe yazarıydı, siyaset yazarı, parlamento gazetecileri derneği başkanı, zorla soktu beni yönetime. dedim, “ağabey benim adım görünmesin.” “oğlum” dedi, “kaç sene geride kaldın, bırak bu sefer adın görünsün, artık kaçma!” dedi. rıfat, rıfat gidiyoruz, resmi adımızı görünce laf gelmesin dedim. bir şey olmaz dedi, ilk defa o zaman yönetime girdim.
bu işi sırtlananlar ankara’nın esnafıydı. hepsi gönül vermişti takıma. tavukçu hüseyin vardı, ayakkabısını demirspor’un antrenörüne atmış, tek ayakkabıyla geldi eve. ben 15 yaşımda artık kendim gitmeye başladım maçlara. ankara bölge müdüründen davetiye almaya başladım. ondan iki davetiye alır, maça giderdim.
ankara ermenileri gençler’i tutardı
benim gençlerbirliği taraftarlığım babamdan gelir. babam üye değildi ama taraftardı, beni maçlara götürürdü, ama üye olan ermeniler vardı. 19 mayıs stadı o zamanlar da vardı. oraya giderdik. maçtan sonra soyunma odasına giderdik. sağbek zeki vardı, ermeni. ankaralı. kalas zeki derlerdi, kardeşi var, avukat orhan. ankaralı ermenilerin gençlerbirliği’ne karşı bir sevgisi vardı. sonra orada diran diye bir ermeni ağabeyimiz de oynadı, çok severdim.
ben askerden geldikten sonra hemen evlendim. askerde çok eziyet çektim. dayaklar yedim, çenem kırıldı, kötü muamele gördüm ama iyi insanlar da vardı. onlar sayesinde bitirebildim askerliğimi. tuhafiye dükkânı açtım. tam cebeci stadı’nın tahta köprünün çıkış yeri. maçlara gidiyorum, bir gün kazandılar, işim de fena değil, çıkardım prim dağıttım. ama yönetici falan değilim. üye de değilim, taraftarım. son bir maç oldu orada, birkaç futbolcu formayı fırlatıp, “bizden bu kadar” dediler, içime işledi. o kümede kalma maçıydı, güç bela kümede kaldılar. sanırım 71 senesiydi. ondan sonra ben gençlerbirliği’ne bulaştım, primler falan vermeye başladım, çocuklarla samimi olmaya başladım. senin ayağın uğurlu geliyor, deplasmana gel filan derken, 80’e kadar gençlerbirliği’nin deplasmanını, maçını kaçırmayan adam oldum. ikinci ligdeydik daha. küme düşmemek için senelerce direndik.
üç beş deli takımı sırtladık
insanlar bize, üç beş deli bu takımı sırtlamış götürüyor derlerdi. ankara’nın parlamenterleri, bize moral destek oluyorlardı. biz beş on arkadaş, beş on kişi dışardan, hasan ağabey’imiz vardı, hayatını orada geçirdi. o başımızda, her sene başkan seçeriz. esnaf, sanayide kaportacı çoğu. ekrem üstündağ var, bunlar kahraman çocuklar. böyle bir fedai grubu ve hiçbirinin de işi düzgün değil. paralı adamlar falan değiller. başkanlığı hep hasan şengel yaptı. biz 7-8 sene bu işi böyle götürdük. o çocuklar da benim gibi, küçüklükten gençlerbirliği taraftarı. sonra tabii sağdan soldan büyüklerimiz, yol da gösteriyorlar. ilhan cavcav’ın bir ara talip olduğunu hissettik, geldi, hatta hasan ağabey uğraşıyordu onu başkan yapabilmek için. ilhan cavcav geldi, 78 falandı, 3-4 ay yaptı başkanlığı, sonra yapmayacağım dedi. ben fabrikasına gittim, bir arkadaşım vardı alanyalı, fatih sipahioğlu diye, onunla ricacı olduk, öyle döndü başkanlığa… bilmem hatırlar mı şimdi.
o üç aylık başkanlık döneminde gençlerbirliği çok iyiydi. sonra da, sağdan soldan muhalefet ettirmeyerek, çok kuvvetli bir yönetim kuruluyla geldi ilhan cavcav. meşhur petrolcü osman, milli birlik üyesi rıfat solmazer, ankara’nın çok önemli esnafları…
takım küme düşünce alanya’ya intihar etmeye gittim
ilhan cavcav’ın geldiği ilk sene, takım üçüncü ligden mahalli kümeye düşmüştü. ben alanya’ya intihar etmeye gittim. çıldırdık... kulağımıza geliyor ki düşme kalkacak, federasyon şöyle yapıyor, böyle yapıyor. ben her gün ankara’yı arıyorum, bir haber var mı diye. sonra haber geldi, düşme kaldırıldı, ikiyle üç birleştirildi, biz bir anda, mahalli kümeye düşmüşken, kendimizi ikinci ligde bulduk. ankara’nın en iyi topçularını aldık, toğman yamanlar’ı antrenör yaptı, o sene basbayağı kafaya oynadık. ben de böylece intihardan döndüm yani.
aslında ömür boyu küme düşmemeye oynadık. o son maçlarda millete yalvar yakar geçerdi; hiç maç satın alamadık, hatır şikesi kovaladık, bize çok maç bırakan oldu. ilhan ağabey yıllar sonra bunu söyledi, “maç satmadım ama, maç satan topçum oldu” dedi. kırıkkale maçında kalecimiz bir sattı, zaten çıkarana kadar maç 3-0 oldu. o sene 3. bitirdik. ondan sonraki sene kadri aytaç’ı antrenör yaptık.
kadri aytaç özür diledi
ilhan cavcav, bahçelievler’de bir lojman yaptı, yatakhaneler falan. bir akşam çocuklar yemeği yedi, cemalettin kaptan ve galatasaray’lı ümit yemeğe çıktılar, ben, kadri hoca ve ekrem üstündağ oturuyoruz. televizyonda bir askeri ateşe öldürüldü diye haber var, bir ermeni tarafından! kadri hoca bir fırladı, bilmem ne yaptığımın ermenisi diye! bir tane ermeni bulsam keserim falan. ben uzun maltepe içiyordum, dışarı çıktım. daha sezon başı, daha takımı yeni kampa topladık, ben dışarı çıktım. sonra kadri hoca yanaştı, “benim hayatımı bir ermeni kurtardı, ben köprü altlarında hırsızlık yapardım, beni aldı beyoğluspor’a götürdü, kusura bakma” dedi. “yahu hocam” dedim, “ben sana kızmıyorum, ben bu işlere kızıyorum, seni ermeni kurtarmış da beni kim kurtaracak!” dedim.
kadri hoca, sen uğurlu geliyorsun diye, bir daha beni otobüsten indirmedi. o kötü lafı eden kendisiydi ama ben dışarı çıkınca, ekrem “rafet de ermeni” demiş; adam hemen dışarı çıktı, yüzde yüz bir dönüş yaptı, gönlümü aldı.
işim gücüm allah’a emanetti
bir perakendem var, tezgâhtarlarım benden zengin. bir de çorap çamaşır bayiliğim var. ondan sonraki sezon da iflas ettik. ben maç peşinde koşarken, çalışanlar ceplerini dolduruyor. hatta bir kere, televizyon almaya gitmiştim, yeni çıkmıştı daha renksiz televizyonlar. televizyoncu bana, “senin elemanlar iki ay önce aldı televizyonu“ dedi. ben de dedim helal olsun. baba malımız vardı, onlara güveniyoruz, satarız kurutuluruz diye. bu gençlerbirliği bende öyle bir hastalık ki, insanın gözü para görmüyor.
öyle anlar geliyordu ki, kendimi ankara’nın en tanınmış adamı sanıyordum. gittiğim yerde itibar görüyordum, seviliyordum. ben amatör şubeler ve altyapı sorumlusu diye geçerdim. çocuğunu alan bana geliyordu, ağabey şu çocuğa bir bak diye. iki üç kereden sonra, “oğlum bana fazla yanaşmayın ben ermeniyim” derdim. bunların içinde çok sevenler oldu beni, çok samimi olduğum insanlar oldu. biz ankaralıyız, beraber erik çaldığımız adam emniyet müdürü oldu.
laf atanları anlamazlıktan gelirdim
ermeni olduğum için çok bir şey yaşamadım, ama ortam biraz gerilse bazı laflar çarparlardı bana. gerçi ben anlamazlıktan gelirdim. denizaltı diye bir yer vardı, bize bağlı sayılırdı, bürokratların filan gelip zaman geçirdiği bir yerdi. gençlerbirliği’nin hiç parası yoktu. denizaltı’na gittim, “abiler dedim, bir deplasman parası çıkarın.” hiçbir şey çıkmadı, kimse elini cebine atmadı. ertesi gün, ben oraya gidip kapıya “burası kapanmıştır” diye yazı yazıp altına imzamı attım. futbolculara nazari dershane yapacağız dedik, öyle de yaptık. o zaman biraz kızdılar bana. ermeni’yim diye laf edenler oldu, ama pişkindim ben, işi kalenderliğe vurup duymazdan geliyordum.
1. lige çıkınca ermeniliğim göze battı
gençlerbirliği 2. ligde şampiyon olup 1. lige çıkınca benim ermeniliğim göze batmaya başladı. fazla öne çıkmayayım dedim. yüzler gerildi bana karşı. hatta bir galatasaray maçında iyi de bir küfür yedim. futbolcuların yanında, kulübede otururdum ben, o kadar sevilirdim. “bu ermeni hep böyle takımın başında mı çıkacak!” diye kulağımın dibinde söylediler. ondan sonra çekildim ben. maçlara gidiyordum ama işim de bozuldu. 1985’te iyice soğudum. soğuduğum maç; eskişehir’le kupa finali oynayacaktık. ilhan abi, “seni kulübün önünde alırım, maça beraber gideriz” dedi, beni uğurlu sayardı çünkü. stad otelinde kamp yapardı takım. her maçta, oğlumu alır, onun arabasıyla maça gider, bir simit yerdik amatör kümede. o eskişehir maçında, kulüpte bekliyordum, araba geldi, baktım önde başka biri oturuyor, araba dolu. sen başka arabayla gelirsin dedi, hissettim, o şampiyonluk maçına gitmedim. ankara’da 5-0 yenmiştik, eskişehir’de 2-1 yenildik galiba ve kupayı aldık, ben de ondan sonra maça gitmedim.
tanıl bora sağolsun, gençlerbirliği kitabında benden üç yerde bahsediyor, üçü de yüzde yüz doğru. bize üç deli derlerdi. turgut sincan, zeki, ben… federasyon’dan düşme kararını beklerken, saatlerce ağladık. öyle bir hale gelmiştik ki geldiğimiz arabayı kaybettik, yürüyerek döndük.
85’teki kupadan sonra koptum. dışlandığımı hissettim, idare heyeti çok büyüdü, biz küçüldük, kendimizi dışarda bulduk. gitmedim bir daha… sonra da kendimizi avustralya’da bulduk, 1988’de buraya geldim.
buraya gelmeme bir ay kala beni sevenler beni cavcav’a götürdüler. cavcav bana hakkını ve çocuklara bir şey alırsın diyerek para verdi. helalleştik… buraya geldikten sonra, 1993’te eşim ölünce beni aradı, geri döneyim diye biletimi gönderdi. bak sana söylüyorum, cavcav ölüyorum diyene bir bardak su vermez ama bana yaptı bunu.
hrant dink için cumhurbaşkanı sezer’e mektup yazdı
rafael demirci, 2006 yılında, hrant dink devlet, yargı ve medya tarafından türklüğü aşağıladığı ithamıyla kıskaca alındığında, dönemin cumhurbaşkanı ahmet necdet sezer’e bir mektup yazmış ve “hrant dink’i düşman ilan edenler, türkiye’nin düşmanlarıdır. türkiye’ye asırlardır zarar verenlerdir” demişti. hrant dink, demircan’ın mektubunu agos’taki köşesinde yayınlamış ve demircan’a “iyi ki varsın” sözleriyle teşekkür ettmişti.
sitede bulunan g.birliği 1 - çorumspor 2 maçını görünce tüylerim diken diken oldu. ben o gün takımın başındaydım. fehmi baştüzel hocamızdı. takımı aşağı yukarı sayarım. o haftanın başında bazı futbolcularımız (isimleri aklımda) ilk salı antrenmanında, "rıfat abi çorumsporlu idareciler ellerinde çanta dolusu paralarla bize geldiler" diye haber verdiler. hasan şengel abim, hiç paramız yokken takımı kızılcahamam'da kampa götürdü. çünkü korktuk. çorum 4 farklı yense, bizi geçecekti. maç günü cebeci stadı'na direk geldik. yedek kulübesinin arkasındaki trübünü çorumlu taraftarlar doldurmuştu.
maç başladı. hocayla ben huylandığımız şeyler olabilir diye titriyoruz ve korkuyoruz. ve oldu da. 30. dakikada mac 2-0 çorum önde. hocayla biz hemen 2 adamı değiştirdik (isimleri ezberimde) devre oldu. çıkardığımız 2 adam kaçtı. ben devrede topçulara neler dediğimi kaleci turgay'a, harun'a, orta saha levent'e yani ogün ordaki çocuklara sorun. 2 yarı harun golü atınca biraz rahatladım ve maç da öyle bitti.
o maçta bizi, arkadaşlarını satan adamlar bir daha kulübün önünden geçemediler. gözümüze görünmediler...
gençlerbirliği’ni ayakta tutanlardan biri: rıfat rafael demircan mehmet ali çetinkaya 18/05/2012 mehmetalicetinkaya.com
geçen cumartesi günü evde kod yazarken telefonum çaldı. ural heyecanlı bir şekilde, rıfat demircan’ı ya da rafael demircan’ı tanıyıp tanımadığımı soruyordu. biraz da kod yazmanın verdiği afallama ile bir süre düşündükten sonra tanımadığımı söyledim. bunun üzerine, rıfat demircan’ın 1948′li ankaralı bir ermeni olduğunu, babası ile birlikte sıkı birer gençlerbirlikli olduklarını, özellikle kırmızı-siyahlıların parasız, sahipsiz geçen çöküş yıllarında (1969-82) ellerinden geldiğince takımı sırtlamaya çalışanlardan biri olduğunu, seksenlerin ortasında “çeşitli” nedenlerle ülkeyi terk edip avustralya’ya yerleştiğini ve şu anda orada yaşadığını anlattı. röportajı ve rıfat demircan’ın kim olduğunu merak etmiştim. ural, gazeteyi saklayacağını ve bu röportajı bir şekilde nete koyup, paylaşırsak çok sevineceğini söyledi. ben de ocr’dan geçiririz diye düşünmüştüm.
salı günü erdem röportajın linkini gönderdi. yazıyı büyük bir ilgi, hüzün, şaşkınlık ve mutlulukla okudum. gerçek adı olan rafael’i kullanamayan, bu yüzden birçok ismi olan (ermeni rıfat, rıfat, refai, rafi, rafael) rafael demircan’ın çocukluk anıları, binlerce kilometre uzağa zorunlu gidişi ve orada duyduğu vatan hasreti ile hüzünlendim. gençlerbirliği ile ilgili anlattığı ve hiç bilmediğimiz, hiç duymadığımız satır arası bilgileri ile şaşırdım. gençlerbirliği sevgisi ve en kötü döneminde kulüp için yaptıkları ile mutlu olup, gurur duydum.
röportajın yayılmasını da sağlamak için macanilari.com’da yer alan, 1979-80 sezonunun son haftasında ankara’da oynadığımız ve amatör kümeye düşmekten son anda kurtulduğumuz gençlerbirliği 1-2 çorumspor maçına ekledim. ardından da röportajda bahsi geçen diğer maçlara alıntılar yaptım.
perşembe günü röportajı yapan agos’tan rober koptaş’a ulaşarak “yaşından ötürü muhtemelen yoktur ama” diye içimden geçirerek rafael demircan’a ulaşabileceğim bir mail adresinin olup olmadığını sordum. o da göndermiş.
dün sabah kelimeleri seçmeye özen göstererek ve biraz da kasılarak bir mail hazırladım. merhaba rafael amca diye başladığım mailde, röportajı okurken hissettiklerimi anlatıp, “gençlerbirliği’nin tarihini araştıran tanıl abi (bora) veya benim gibi gençlerbirlikliler, 1969-1982 arasında geçen ‘çok çok kötü’ dönemde takımın ayakta kalması için hayatlarını ortaya koyan sizin gibi birkaç gençlerbirlikliyi sürekli karşılarında buluyorlar. bizler bugün gençlerbirliği’ni biliyorsak ve seviyorsak bunun en büyük sebebi sizin gibi bu işe gönüllerini ve hayatlarını koymuş insanlardır. bu yüzden rahmetli babanıza ve size ne kadar teşekkür etsem/etsek azdır…” diye yazdım.
yaklaşık 2 saat sonra rafael amcadan cevap geldi. şaşırdım ve heyecanlandım. mail;
“canim kardesim mehmet ali
gonderdigin mektup u okudum cok duygulandim guzel sozlerin icin tesekkur ederim sagol varol ben bu makinayi kullanmayi pek beceremiyorum nokta virgul yok beni idare et bu yastan sonra bu memlekette buna da sukur diyorum bende ingilizcede yok ama yasamaya calisiyoruz” diye başlıyordu.
ardından da röportajını eklediğim çorumspor maçımızın linkine tıkladığında yaşadıklarını yazıp aklına gelen anısını paylaşıyordu;
“canim kardesim mail in altindaki link i tikladim karsima g birligi 1 cr spor 2 yazdi tuylerim diken diken oldu ben o gun takimin basindaydim fehmi bastuzel hocamizdi takimi asagi yukari sayarim o haftanin basinda bazi futbolcularimiz (isimleri aklimda ) ilk sali antremaninda rifat abi corum sporlu idareciler ellerinde canta dolusu paralarla bize geldiler hasan sengel abim hicte paramiz yokken takimi kizilca hamamda kampa aldik korktuk corum bizi 4 farkli yense bizi geciyordu mac gunu cebeci stadina direk geldik yedek kulubesinin arkasidaki turibin i corumlu taraftarlar doldumustu mac basladi hocayla ben titriyoruz ve korkuyoruz huylandigimiz seyler olabilir diye ve oldu da 30 .dakikada mac2 0 corum onde hocayla biz hemen 2 adami degistirdik(isimleri ezberimde) devre oldu cikardigimz 2 adam kacti ben devrede topculara ne dedigimi kaleci turgaya haruna orta saha levent e yani ogun ordaki cocuklara sorun 2 yari harun golu atinca biraz rahatladim ve macta oyle bitti o macta bizi arkadaslarini satan adamlar bir daha kulubun onunden gecemediler gozumuzede gorunmediler.”
mailin sonunda da duygularını paylaşıyordu;
“canim mehmet ali kardesim beni ne gunlere goturdun ama cok sagol bu da buda benim ilacim hatiralarla yasiyorum burasi turkiye gibi degil herkes kendi keyfinde benim esim de 20 sene evvel vefat etti anliyacagin tek basimayim once allahin sonra da devletin sayesinde yasamaya calisiyorum
canim kardesim once tanil boraya cok selam soyle kitapta benden bahsettigi icin tesekkurlerimi ilet ayrica isim isim saysam yer yetmez g birlikli olupta tanimadigim yokki sen tum camiaya beni taniyan tanimayan tum gencler lilere tum ankaraya tum anadoluya selam soyle
yazdigin icin sagol seni ve herkesi selam sevgi hurmetlerle operim saglicakla kalin rrr”
maili okurken çok duygulandım. ardından cevap yazarak elimden geldiğince selamlarını ileteceğimi söyledim. ve izin verirse yazdığı maç anısını kendisini üye yapıp, kendi adına macanilari’na girmek istediğimi söyledim ve bizim gazete kupürleri dışında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız 70 ve hatta 80li yıllardaki maçlarla ilgili anılarını zaman buldukça yazarsa ben de siteye girebileceğimi ekledim.
hızlıca cevap geldi;
“canim kardesim mehmet ali
sen beni bayagi heyecanlandiriyorsun bu da bana keyif veriyor simdi mail i okudum aninda yaziyorum canim mehmetim ben sana 1972 1980 arasi hic unutamiyacagim maclar var bu maclari sana yazarim her her hafta olmadi 10 gun icinde sonucunu simdi bildigimiz ama ne sartlarda nasil gittigimiz neler yasandigini bilmediginiz deplasman maclardan sana yazarim sen yayinlarmisin anlatirmisin orasini ben bilemem bu arada sizin merak ettiginiz bir seyler olursa sorarsaniz aklimda kaldigi kadar yazarim istedigin zaman yaz cevaplarim simdilik kafam durdu su anda burasi akamin 10 u
canim kardesim hasan sengel abimi ilk gordugun yerde hic cekinme saril op bu avustralya dan rifat abim icin de gerisine sen karisma bak ne oluyor
sadece hasan abim degil onun gibi yuzlerce abim arkadasim kardes lerim var sen bizim o surundugumuz zamanlardaki insanlari tanirsin hepsine selam soyle simdilik bunlari yaziyim sanirim gerisi kendiliginden gelir ama benim yazi seklim bu baskasina aklim ermez nokta virgul yok anadolu isi yazacagim herkese selam sevgi hurmetler saglicakla kalin rrr”
bu güzel cevaptan sonra rafael amcayı üye yapmak için siteye girdim. fakat ortada bir sorun vardı. rafael amca acaba hangi adı ile görünmek isterdi. önce gerçek adı olan rafael’i kullandım ama sonradan türkiye’de tanınan ismi olan rıfat’ı da eklemem gerekir diye düşündüm. ama ona danışmalıydım. rafael amcanın samimi cevapları ile birlikte ben de artık kendisine rafael abi demenin daha doğru olduğunu düşünerek yeni mailimde abi diyerek durumu anlattım ve ne yapayım diye sordum.
“aslanim ali simdi oldu ben rrrr yaziyom cunki rifat refai rafael rafi diye gitti gidiyor sen ce raf i iyiyse rafi olsun ama turkiyede rifat derlerdi ona gore yayinliyacagin yazilari bana gonder bende okuyum saglicakla kalin rafi”
böylece bir de rafi ismi eklendi listeye. ben de tüm isimleri kullanmanın doğru olduğunu düşünüp, “rafi “rıfat” demircan ya da rafi “rafael rıfat refai” demircan nasıl abi? ” diye mail attım. cevabına kahkahalar attım;
“yav alim sen beni oldurecen vallahi gulmekten catliyacam tam yaziyom bir tane daha ama en sonunda bulduk ermeni rifat tan terfii ettik rifat refai rafi rafael demircan tamam anlastik bir tane daha yazsan gulmekten gidecem ona gore hosca kal rrrr”
Bu yazışmalar sırasında bundan sonraki maillerde “rafi abi” diye hitap etmenin en doğrusu olacağına karar verdim.
dün akşam ural, zeynep, pınar, yüce ve özge ile birlikte yemek yedik. akşamın tek konusu rafi abi, röportajı ve yazışmalarımızdı. gecenin ilerleyen saatlerinde rafi abiden iki tane mail daha geldi. ikisinde de avustralya’da gece yarısı olmasına rağmen uykusunun tutmadığını söyleyip cemalettin sakallıoğlu, harun erol ve transferinde rol oynadığı kaleci turgay keskin’e selamlarını iletmemi rica ediyordu. az önce cemallettin abiyi arayıp selamlarını ilettim. o da mutlu oldu ve rafi abiye hemen ulaşacağını söyledi.
rafi abi ile yaptığımız tüm konuşmalarda onun gençlerbirliği’ne, dostlarına, arkadaşlarına, ankara’ya, anadolu’ya olan özlemi vardı. özellikle son attığı iki mailde uykusunun tutmadığını belirtmesi ve hatırladığı isimleri yazıp selamlarını iletmemi söylemesi içimi burktu. ayrıca ilk mailden itibaren tüm yazışmalarda ortaya koyduğu sıcaklığı ve samimi tavırları ise ne kadar beyefendi ve saygı duyulası bir insan olduğunu gösterdi.
tüm bu yazışmaları buraya aktararak, hem bu vatanlı olmalarına rağmen uzakta yaşmaya mahkûm edilen insanlardan birinin özlemini dile getirmek, hem de onca sahipsizliğe ve parasızlığa rağmen gençlerbirliği’nin ayakta kalması için tüm kalplerini ortaya koyan rıfat rafael demircan, hasan şengel, cemallettin sakallıoğlu, harun erol ve daha sayamadığım bir sürü kırmızı-siyahlıya kendi adıma teşekkür etmek istedim. çünkü bu insanlar olmasaydı, sadece 3 takımın yaşama hakkının olduğu bu ülkede gençlerbirliği de diğer onlarca köklü kulüp gibi ya kapısına kilit vurulmuş ya da amatör kümede sürünüyor olacaktı…