02.10.1974 de oynanan bulgar hakem mitko tchokov un yönettiği maçta beşiktaş ilk maçı 2-0 kazanmanın avantajı ile sahaya çıkmış 86. dakikaya kadar iyi giden maçta 3 dakika da 3 gol yiyerek elenmiştir. kalede rahmetli sabri dino vardı.
goller: dk. 86 kadar petru (1-0) dk. 87 serbanoiu gheorghe (2-0) dk. 89 serbanoiu gheorghe (3-0)
bu maçla ilgili olarak daha sonradan zannediyorum sanlı kaptan maçta basiretlerinin bağlandığını belirterek, "gol yedikçe koştura koştura topu ağlardan çıkartıp gene koştura koştura santraya koyuyorduk" demişti. zannediyorum avrupa kupaları tarihinde böyle bir maç daha yaşanmamıştır.
(bir nebze bayern münich-manchester united maçı hariç)
roşu braşov: stere adamache, adrian harlab, ion nagy, ion mihailescu, ion mateescu, gheorghe şerbanoiu, petru kadar, alexandru gergely, vasile papuc (dk. 67 mihai iambor), nicolae pescaru, csaba györfi
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
aaah ah!.. inanılmayacak bir olaydı bu... her hatırlayışta o acıyı bir kez daha yaşayacaktı her türk sporseveri. ben istanbul'daki ilk maçın spikeriydim. siyah-beyazlılar steagul roşu takımını rahat yenmişlerdi. hatta 2-0'lık sonuç, çoklarına güven de vermişti. romanyadaki rövanşta beşiktaş'ın üç gol yemeyeceğine inanılıyordu. galiba ikinci tur "çantada keklik"ti. ve işte bu koşullar içinde beşiktaş romanya'daki rövanşa rahat rahat çıkıyordu.
oyun siyah-beyazlıların başarılı bir savunma gücü göstermesiyle, 0-0 devam ediyordu. romenlerin baskısı gol getirmiyordu bir türlü... hani beşiktaş biraz daha dayanırsa, ikinci tura çıkmış olacaktı. işte maçın son 5 dakikasına giriliyordu. beşiktaşlılar sonuçtan güvenli, bir dakika daha geçirdiler. sadece 4 dakika vardı bitime... ve işte ne olduysa o anda oldu. daha doğrusu ondan sonra oldu. bu 4 dakikaya tam 3 gol sığdı. beşiktaş'ı kupa dışına bırakan 3 gol... 2-0'lık avantajı silen, romen takımına 3-0'lık galibiyetle tur şansı getiren 3 gol... inanılır gibi değildi. beşiktaş taraftarı olsun olmasın, bütün türk futbolseverleri yürekten üzülmüştü. yüzüp yüzüp de kuyruğuna getirmek diye buna denirdi çünkü...
beşiktaş'ın bu talihsizliği haftalarca, aylarca konuşulacak, tartışılacaktı. kimi teknik direktör metin türel'i suçlayacaktı, kimi kaleci sabri dino'yu, kimi savunmadaki futbolcuları... oysa gerçek suçlu, futbolumuzun dağınıklık istikrarsızlığı, güçsüzlüğüydü. başarılarımız raslantı oluyordu çoğu zaman... kendi aramızda oynarken, kendimizi yeterli buluyor, fakat sınırlarımız dışına çıktık mıydı, yetersizliğimizi yüzümüze vuruyorlardı. romanya bozgunu da, bu genel kuralın bir yeni uygulamasıydı sadece...
koyu beşiktaşlı eniştemin küçüklüğümden beri beşiktaş'ın başarısız bir sonucundan sonra ya da bir şekilde beşiktaşa kızacağı zaman içli içli "biz 3 dakikada 3 gol yemiş takımız!" demesine neden olan ve "beşiktaş" denince hep kulaklarımda çınlayan maç...
ilk basımı 2002 yılında olan hakan dilek'in "işte böyle bir şey" kitabından;
komik... komik, evet... romanya'nın steagul roşu takımıyla, kavak ağaçları ile çevrilmiş bir statta oynuyor, bugünün amatör takımlarından hallice bir takıma, son üç dakikada uç gol yiyerek yeniliyorsunuz. komiklik, o gollerin yenmesi için yapılanlarda aslında. futbol bu, her şey olabilir... zaten her an her şeyin olabilirliği çeker bizi meşin yuvarlağın ardına.
evet, olabilir. peki gol yemek için özel bir çaba gösterir misiniz? cevap hayır elbette ki... ama sanlı kaptanın hâlâ cevaplayamadığı soru da bu işte: "her golden sonra neden o topu bir telaş kapıp santraya koştum?"
bunun cevabı yok. ama anımsattıkları var: "1975 yılında roşu'dan abandone bir vaziyette döndük. cumartesi günü giresunspor maçını oynamak için inönü'ye çıktık. tribünlerde çok az seyirci vardı. gelenler de protesto için gelmişlerdi zaten. kapalı tribünün deniz tarafına yakın olan kısmından bir ses geliyor ki -bugün bile tanır, hah bu ses derim- öldürür insanı, incecik... 'kaptanım be! sana artık jübile yapalım! her gün baklava yesek bıkarız be! gel tribüne de, maçı beraber izleyelim!' çıldırtacak adam beni... susmuyor, susmuyor! tabii hep o maçın yüzünden bunlar. allah kahretsin! ilk yarının ortalarına doğru bir gol attım. seviniyoruz ama kafamızı kaldırıp adama bakamıyoruz. aynı ses bu sefer başka türlü başladı: 'kaptanım be! sen olmasan biz ne yaparız be?' o gün karar verdim futbolu bırakmaya." o maç için "bir tünele girdim arabayla, çıktığımda beşiktaş maçı 3-0 olmuştu!" türünden espriler dolaşır dururdu ortalıkta. sanlı kaptan, yedikleri her gol sonrası topu kapıp santraya koşuyormuş. "bir gol de biz atalım" düşüncesinde olmalı. ama gel de, bunu tribündeki o ince sesli kardeşimize anlat... kaptan, "sesini şimdi duysam tanırım" diyor ya, gerçekten şu satırları okusa da, gelip "bendim o" diye çıksa ortalığa. çok gülerim. kaptan da güldü zaten o mütevazı, o emekbilir, o kadirşinas edasıyla...
gönül imza dinlemez
1960 yılında beşiktaş'a minik takım seçmeleri yapılıyor. antrenör de imam hayati. küçük sanlı, bu deneme maçlarına çıkıyor ve takıma seçiliyor. ama muvaffakatname derler, bir şey var. yani, aileden izin almak, üstelik bunu da belgelemek zorundasın. terler, hastalanır, okulundan geri kalır diye üzerine titrenen sanlı, futbolcu olmak istiyor. çocuk bu, ister; ama vali bey'in izni gerekli. bu izni hayatta koparamayacağını düşünen sanlı, babasının imzasını taklit eder ve kendini beşiktaş minik takımına yazdırır. böyle durumlarda bir çocuğu akıl-mantık çizgisine çekemezsiniz. hiçbir şey yapmasa kapılara tırmanır ve bayram yerini seyreder gibi izler boş stadyumu...
iki yıl minik takım, iki yıl da genç takımda oynar sanlı. taa ki, beşiktaş 1963 yılında golcüleri şenol-birol'u fenerbahçe'ye kaptırana kadar. başkan hakkı yeten'in açıklaması kulüpteki karışıklığı bastırır; "sanlı ve yusuf gidenlerin yerini dolduracaktır. göreceksiniz!"
sanlı 1963 yazında profesyonel imza atar 3 bin lira karşılığında: ueve bir sürü yiyecek almıştım o parayla. nasıl da sevinmiştim! babam bize ne kadar sevindiğini göstermezdi. ama biliyorum, içi bize karşı sevgiyle doluydu. polisler gördükleri yerde top oynamamı engellerdi. o benim okumamı isterdi, top oynamak biraz uzak gibiydi ona. böyle iki sene geçirdim. genç takıma geldiğimde artık herkes futbolcu olduğumu biliyordu. kabataş lisesi'nde okuyordum. çok kızdı, köpürdü, bağırdı çağırdı ama a takıma alındığımı öğrenince de bir şey diyemedi. içinin sevinçle, kıvançla dolduğunu bilirdim. gazetelerden benim fotoğraflarımı kesip albümler hazırlardı."
1963 yılı istanbul liselerarası futbol birincisi kabataş lisesi... aydın'daki türkiye şampiyonasına gidiyorlar. sanlı kaptan'ın öyküsünün beş ana durağı var: ilki, o demir kapıya tırmanıp inönü stadı'nı izlediği an. ikincisi, şimdi bu satırlarda okuyacaklarınız: "aydın'da türkiye şampiyonasına gittik. o ünlü yıldırım beyazıt lisesi'nin şampiyon olduğu yıl. 2-0 mağlubuz, iki gol attım, durum 2-2 oldu ama hakem bize kötü çalışıyor. bizim iyi futbolcularımızdan birini oyundan attı. ortalık karıştı. tribünden üzerimize şişe yağıyor. biz de o şişeleri alıp tribüne atıyoruz. tribünden sahaya atlayanlar oldu. muhtemelen beni yatıştırmaya gelen bir adama bir çaktım, adam yere uzandı. vurduğum adam saha müşahidiymiş meğer! dört ay hak mahrumiyeti aldım."
üçüncü durak
4 temmuz 1963'te doğum günü hediyesi gibiydi a takım çağrısı... sanlı ilk maçını beykoz'a karşı oynuyor. henüz 18 yaşında 1964-65 öğrenim yılında nişantaşı'ndaki özel eczacılık yüksekokulu'na kaydını yaptırıyor. ne de olsa vali çocuğu, eğitimi yarım kalmamalı. bu kez kaptan'ın üçüncü uğrağındayız: "devam mecburiyeti ve laboratuvara dayalı bir eğitim var. bir sabah laboratuvarda bir karışım hazırlarken, bir şeyi fazla kaçırmışım. yanımdaki kızın bacaklarına sıçradı. çorabına geldi. ben kızın çoraplarını çekiştirip güya onu yanmaktan kurtaracağım. aman allahım, öldüm bittim orada! utancımdan bir daha gidemedim eczacılığa. altı ay boyunca kapısından bile geçmedim." evet, üçüncü durak geçilmiştir...
ilk milli maç
kaptan'ın önemli duraklarından biri de, bir milli maç... 20 aralık 1964'te ali sami yen'de bulgaristan'la oynuyoruz. ali sami yen'in açılış maçı bu... tribünler tıklım tıklım. maçın başlamasına birkaç dakika kala yeni inşaat birden çökmüş ve onlarca insan yaralanmıştı. bu maç, sanlı kaptan'm a milli formayı giyeceği ilk maçtı.
onu anlatırken, yusuf tunaoğlu'nu atlamak tarihsel bir hata olacaktı bizim için. yusuf tunaoğlu... hak ettiği yeri bulamamış yıldızları arasında kayıp gitmişti birkaç yıl önce; ubenim için şimdi yusuf'u anlatmak zor, ama şunu söylemeliyim ki, yusuf türkiye'deki en büyük yetenektir. o zamanlar kıvrak, estetik adamlar vardı. çamurda top oynuyoruz. kim daha iyi çalım yapar, tekniğini gösterirse mahallenin as topçusu olurdu. şimdi herkes halı gibi sahalarda ama artık futbol onlardan makine gibi bir işleyiş istiyor. eskiden metin oktay'ı izlemeye fenerlisi de, beşiktaşlısı da gelirdi. can bartu'yu da, yusuf'u da rakip takımın taraftarı gider izlerdi tribünde. çünkü zevk verirdi futbolları. şimdi işin estetik yanı yok!"
son durağı başta anlattık zaten; sanlı kaptan'ın 15 yıllık futbol macerasının sonunu getiren roşu maçı... 1 ağustos 1975'te jübile yapıp son maçını fenerbahçe ile oynadı kaptan: "antrenörlük kurslarını bitirdim. iki yıl beşiktaş altyapısında çalıştım. sonra iki yıl a takımda militunoviç'in -şimdiki çin milli takımı'nın çalıştırıcısı bora'nın ağabeyinin yardımcısı oldum. bir yıl da menacerlik sistemi oturtmak için uğraştım, olmadı. 1981'den bu yana da basının içindeyim."
steagul roşu( 1-4-3-3 ) stere adamache, adrian hârlab, ıon nagy, ıon mihăilescu, ıon mateescu, gheorghe şerbănoiu, petru kadar, alexandru gergely, vasile papuc (67 mihai ıambor), nicolae pescaru, csaba györfi
fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
kaleciler ve iki buçukluklar
saha dışında yedek topun olmadığı zamanlarda maçların vazgeçilmez figürlerinden birisi de top toplayan çocuklardı, hani o kalecilerin ve seyircilerin dilinde "iki buçukluk" diye tabir edilen ve auta giden ya da taca çıkan topları tez elden getirip veren çocuklar... şimdi de top toplayıcı çocuklar var. onlar da saha kenarında sıralanıp oyun alanından çıkan topları topluyor, oyunculara veriyor ancak artık kimse onları iki buçukluk diye çağırmıyor.
eskiden topun dışarı çıkması demek rakip takım baskısı altında bunalan bir kaleci için soluklanma fırsatı demekti. bu sebepten ötürü topun sahaya geri dönüş hızı önem kazanıyordu.
deplasman maçlarında oyundan vakit çalma şansımız pek olmazdı, zira topun auta çıkmasıyla geri dönmesi bir olurdu. ev sahibi olduğumuz zaman top toplayan çocuklar talimatlarımıza harfi harfine uyarlardı. örneğin öne geçtiğimiz maçlarda onlardan ağır hareket etmeleri dışında bir de meşin yuvarlağı yanımıza kadar getirmelerini isterdik. top toplayıcı çocuklar bunu alışkanlık haline getirince bazen rakip oyuncular çaresiz kalıp kale arkasına giden topları kendileri getirmeye başlardı.
şimdi durum çok farklı. sahanın her yanı toptan geçilmediği için önce ellerindeki topu fırlatıp sonra topun peşinde koşturmaya başlıyorlar. yani artık isteseler dahi kimseye yardım etme şansına sahip değiller.
hacettepe takımı 1977-78 sezonunda 3. lig'de mücadele ediyordu. o zamanlar lise öğrencisiydim ve kulübün elinde üç tecrübeli file bekçisi olmasına rağmen kaleyi bana teslim etmişlerdi. ankara cebeci stadyumu'nda oynadığımız karşıyaka maçını berabere bitirdikten sonra ikinci hafta trabzon'un yolunu tuttuk. rakibimiz sebatspor aynı zamanda liderdi. asıl önemlisi maç avni aker'deydi ve bizim maçtan sonra o dönem şampiyonluklara ambargo koymuş trabzonspor'un mücadelesi başlayacaktı. yani hayatımda ilk defa binlerce kişi önünde kendimi gösterme şansı bulacaktım.
trabzon'da otobüsten inip avni aker stadyumu'na çıktığım an başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldu, çünkü saha rezalet durumdaydı. çamur bileğimize kadar tırmanıyordu neredeyse. oysa oraya ne umutlarla, halı gibi bir sahada oynayacağım beklentisiyle gitmiştim.
sebatspor maça fırtına gibi başlamıştı. ilk yarıda hacettepe'ye top yüzü göstermeden hemen her dakika gol pozisyonuna giriyor ancak bir türlü topu ağlarla buluşturacak son vuruşu yapamıyordu. dakikalar geçtikçe onlar golü bulamadığından ötürü bizim takımın morali artıyor, ev sahibi takım oyuncuları ise daha da hırslanarak baskıyı artırıyordu. maçın 2/3'lük bölümü bittiğinde defanstaki arkadaşlarım iyice bunalmıştı artık, "aman fatih, biz bittik, top auta giderse ağırdan al gözünü seveyim" diye tembihliyorlardı ama ne mümkün!
o gün kale arkasında duran çocuk gibi bir "iki buçukluk" la hayatımda karşılaşmamıştım, maçtan sonra geçen 17 yıl boyunca da karşılaşmadım. rakip santrforun çektiği şut direğin yanından auta gitti diyelim, ben alık bir şekilde "tamam, geçti yarım dakika daha" diye sevinedururken bir bakıyorum top o iki buçukluk tarafından anında sahaya geri yollanıyor... keratanın üstü başı benim kadar çamurlu olduğuna göre topları uçarak yakalıyor olmalıydı. bir tane dahi top sektirmeden, yaklaşık yarım saat boyunca "vakit geçirmek yok kaleci!" diye seslenmeyi de ihmal etmeden maçı beraberce tamamladık.
kale arkasında bekleyen top toplayıcı çocuğun gösterdiği azmin benzerine bir kez de tv ekranında şahit oldum. üç dakikada üç gol atarak beşiktaş'ı eleyen stegal roşu'lu iki buçukluk da yaptığı tek hareketle hafızalara kazınmayı hak etmişti.
beşiktaş ilk maçı 2-0 kazanmanın avantajıyla romanya deplasmanına gitmişti. maçın 80. dakikasına gelindiğinde tura yakın olan taraf yine siyah-beyazlı ekipti. ama 82. dakikada her şey altüst oldu. beşiktaş defansının biraz soluklanma adına ileri doğru vurduğu top rumen liberonun arkasından taca çıkıyordu ki, küçücük bir iki buçukluk sahanın 5-6 metre kadar içine girerek liberosuna topu ayağıyla iade etti. libero şaşkınlıkla ona el kol hareketi yaparken, maçın hakemi böyle bir enstantaneye daha önce rastlamamanın şaşkınlığıyla hakem atışı yapacağına oyunu devam ettirdi.
sonra 88, 89 ve 90. dakikalarda gelen üç golle beşiktaş avrupa'nın dışına itildi ama aradan geçen 36 yıla rağmen burada asıl unutulmaz olan tabii ki o minicik çocuğun takımı birkaç saniye kaybetmesin diye sahanın içine dalarak yaptığı müdahaleydi.
steagul roşu braşov: stere adamache, niculae pescaru, ıon mihailescu, adrian hirlab, ıon nagy, vasile papuc (dk. 67 mihai ıambor), petru kadar, ıon mateescu, alexandru gergely, gheorghe şerbanoiu, csaba gyorffy
işte, imkansızı başaran beşiktaşlı futbolcuların o meşum maçı!
eskiden taksim’den beşiktaş’a dolmuşlar kalkardı. çığırtkanlar bağırırdı.. “5 dakikada beşiktaş, 5 dakikada beşiktaş..!!” oysa bu maçtan sonra, “3 dakikada beşiktaş, 3 dakikada beşiktaş..” diye bağıracaklardı! çünkü, beşiktaşlı futbolcular imkansızı “başaracaklardı!” ve o yenilgi için hala ama hala “nasıl oldu anlayamadık” diyeceklerdi!
maçın bitimine 4 dakika kala; 3 dakika içinde 3 gol nasıl yemiştir beşiktaş! bu olayın sorusuna bile bugüne kadar tahammül edemeyen sanlı sarıalioğlu o gün sahada neler oldu saniyesi saniyesine anlatacaktı...
sanlı kaptan evinin kapısını bize açtığında, o günleri bir kez daha yaşayacaktı! gözlerinin içi parlamıştı yıllarını beşiktaş’a veren adamın.. o adam ki tüm futbolculuk yaşamında sadece beşiktaş forması giymişti. başka bir takıma transfer olmamıştı!
ama önce, bundan seneler önce neler oldu, size anlatmalıydım!
1974 yılıdır.. beşiktaş'ın iyi bir kadrosu vardı.. yaz kampında romanya’nın en güçlü takımı dinamo bükreş'le oynamış ve 2-0 kazanmıştı. uefa kupası kurasında adı sanı tek başarısı beşiktaş olacak olan bir takım çıkmıştı.. steagul rosu brasov.. beşiktaş’ta tam 7 yıllık da avrupa kupası özlemi vardı. dolayısıyla bu tur çok önemlidir! ilk maç istanbul’dadır.. tarih 18 eylül 1974’tür! beşiktaş’ın hocası metin türel’di.. “aman ha, çok dikkatli olun, tehlikeli bir takım” demiştir rosu brasov için! futbolcular da gayet dikkatli oynarlar 63. dakika.. beşiktaş’ın kadrosu şöyledir: kalede sabri, ahmet, niko, zekeriya, lütfü, ahmet 2, miliç, kahraman, sinan, tezcan ve tuğrul.. insanların kadroyu duyduğunda “vay anam vay” dediği sezondur! 63 dakika defansif oynayan beşiktaş’ın ilk golü 63. dakikada sinan alayoğlu’dan gelir.. 89. dakikada tezcan ozan durumu 2-0 yapar.. bu tarihi gollerin fotoğrafını da o günün muhabiri, hürriyet’in duayen ismi şakir şad çeker.. gazete, onun bu iki fotoğrafı ile süslenecekti!
o an yaşananları tezcan daha sonra şöyle anlatır: “bize tehlikeli bir takım dediler. 60 dakika defansif oyandık, baktık ki bir numara yok” beşiktaş maçı 2-0 almıştır. gazetelerin başlığı “beşiktaş ümit verdi” olmuştur!. kısacası, beşiktaş romanya’daki maça, güle oynaya gidecekti!
tarih 2 ekim 1974’tür.. beşiktaş romanya’da sahaya çıkar.. rosu’nun tribünleri tıklım tıklım doludur! 2-0’ın rahatlığı da vardır elbette.. beşiktaş’ın kadrosunda ilk maçta olmayan lütfü, vedat okyar ve oyuna miliç’in yerine girecek olan sanlı ve tuğrul’un yerine girecek olan mesut vardır!
86. dakikaya kadar kıran kıran mücadele vardır sahada.. artık maç bitti sayılır. romen taraftarlar stadı boşaltmaya başlamışlardır! ne olduysa o zaman olmuştur.. 86. dakikada romenlerin ilk golü gelmiştir! beşiktaşlı oyuncular şoka girmişmiş gibi hemen santra yaparlar! oysa o yıllarda, resmi uzatma yoktur. maç 90’ıncı dakikada bitecektir! beşiktaşlı oyuncuların kesinlikle zamana oynamaları lazımdı! o ikinci golü sanlı kaptan yıllar sonra kendi evinde şöyle anlatacaktır: “santra yapılmadan evvel de aramızda konuştuk. ben tezcan’a, tezcan, lütfi’ye, lütfi, vedat’a verecek, o da kaleci sabri’ye geri pası yapacak, böyle zamana oynayacaktık. işte biz tam bunu yaparken, araya bir rumen girdi, kaptığı gibi çaktı sabri’nin soluna..” sanlı sarıalioğlu’nun anlattığı bu olay, maçın 87. dakikasıdır! stat gol sesi ile inleyince maçı bırakıp dışarı çıkan romenler stada geri dönerler..
işte tam bu esnada; beşiktaş formasından başka bir forma giymeyen siyah-beyazlıların efsane kaptanın yıllar yılı “eleştirileceği” hareket ortaya çıkar..
sanlı sarıalioğlu bi’koşu kaleye gider.. ağlardaki topu kaptığı gibi santra çizgisine getirir.. alelacele santra yaparlar.. ancak bir kez daha topu kaptırırlar.. 89’da 3 gol gelir.. beşiktaş için hüzünlü, romenler için dirilme anıdır bu! stattaki romenler çıldırmış gibi sevinirken hakem bitiş düdüğünü çalar..
39 yıl sonra sanlı sarıalioğlu: “2-0 olunca. biz de bittik. herkesin ayağına kramp girmişti. bir de uzatma oynayacaktık. onun için koşup topu getirdim, belki bir gol atarız diye. ama onu da yapamadık. üçüncüyü adamlar attı. hem ben, tek bir golden sonra o hareketi yaptım. hepsinde değil. sadece 2. golden sonra. 3. gol olunca zaten maç bitti..”
romen hoca ise o anlar için, “maçın 15. dakikasında umudumu kesmiştim. hele son 5 dakikaya geldiğimizde ‘her şey bitti’ dedim. attığımız golle kıpırdandım. ikinci golde havalara uçtum. 3. golde ‘rüya mı görüyorum’ dedim” diyecektir..
beşiktaş’ın hocası metin türel ise sanlı sarıalioğlu’nun yıllar sonra açıkladığı, “ben tezcan’a, tezcan, lütfi’ye, lütfi, vedat’a verecek, o da kaleci sabri’ye geri pası yapacak, böyle zamana oynayacaktık. işte biz tam bunu yaparkenee..!!” diye açıklayacağı o ana, maçtan hemen sonra gönderme yapacaktı:
metin türel’in tarihe geçen sözleri şöyleydi: “böyle bir takımdan son 4 dakikada nasıl 3 gol yedik, anlayamıyorum. her halde ben, teknik direktör olarak, rakip kale boşken, topla tekrar kendi kalenize dönün demedim. her halde santra çizgisini, rakip ceza sahası çizgisini geçmeyin diye kendilerine talimat vermedim..”
bu yenilgi türkiye’de şok yaratacak ve gazetelerin manşeti “olmaz böyle şey” olacaktı!
olay o kadar büyüktür ki, hürriyet gazetesi spor servisi şok bir toplantı yapar ve adına da “üzgün oturum” der.. toplantıya, sezai paker, talay erker, eşfak aykaç, gündüz kılıç, ertuğrul akçaylı, rıdvan yelekçi, birol pekel bizzat katılırken, orhan aldinç de yazdığı yazı ile katılır..
takım istanbul’a döner.. bu defa rakip giresun’dur! inönü hınca hınç doludur.. taraftar kızgındır ama bu maçta, yıllar yılı yani nesilden nesile “centilmenliğe, kibarlığa, sportmenliğe ve takım sevgisine” örnek olarak anlatılması gereken bir olay gerçekleşecekti!
o olayı da sanlı kaptan söyle anlatacaktı.. “istanbul’a geldik. giresunspor’la oynuyoruz. maç başladı. kapalı tribünden biri bana kafayı takmış. adam o kadar nazik, o kadir kibar ki.. bana ‘kaptan bee, yaş kemale erdi bee, sana bir jübile yapsak bee..’ diye sürekli laf atıyor. ben o tarafa bakmıyorum ama sesini duyuyorum.. o sırada ben gol attım. yine aynı ses ‘kaptan be, sen olmasan ne yaparız be..’ diye bağırıyordu.. adamla hiç göz göze gelmedik..!”
işte gerçek beşiktaş taraftarı buydu.. kaybedilen turun suçlusu ilan edilen oyuncusunu, bağrına böyle basıyordu!
statta en büyük küfür “cim cim, dal dal, ‘falanca, filanca al al..” idi! öyle, yedi ceddine, doğmamış çocuğuna karısına, kızına, anasına laf edilmezdi! hele hele karşısındakini öldürmeye kimse kalkışmazdı..
işte ben bu düşüncelerle boğuşurken, sporun duayen ismi faik gürses’e “abi, seni bir yere götüreceğim, benimle gelsene” dedim. “nereye” dedi.. “söylemem” dedim.. arkadaş olduklarını, 40 yıldır tanıştıklarını biliyordum. yer miyim ben, kaçın kurasıyım..
ancak eve daha yaklaştığımızda faik abi bombayı patlattı.. “yoksa sanlı kaptan’a mı?” dedi.. ben “evet abi” dedim. “diyeceksin ki niye sanlı kaptan..!?” dedim. evet” dedi.. “çünkü, aslında her röportajın tek bir sorusu vardır. gazetelerin başlıkları da böyle çıkmaz mı..!? biz de sanlı kaptan’ın yıllar yıla asla sorulmasına izin vermediği soruyu, allem edip kallem edip soracağız” dedim..
başkası bu konuyu sormayı bırakın ima etse “fena halde leman” yapacağı sanlı kaptan, röportaj sırasında ben daha o soruyu sormadan anlattı..
“ben zaten hissettim sende bir hınzırlık var, onun için geldiğini” dedi.. gülüştük..!!
kaptan daha neler neler anlattı..!! fakat, onu da sonra anlatırım..
sabri dino, ahmet börteçene, niko kovi, lütfü ısıgöllü, zekeriya alp, vedat okyar, dorde miliç, sanlı sarıalioğlu, kahraman kartaloğlu, sinan alayoğlu, tezcan ozan, tuğrul şener, mesut kumcuoğlu..
selam olsun sizlere.. bin selam olsun..
ölenlere allah’tan rahmet dilerim.. öbür dünyaya göçenlere bir çift lafım var ama.. bekleyin, elbet bir gün biz de geleceğiz.. daha, oynanacak çoook maçlarımız var..!!
en kalbi muhabbetlerimle.. ben can; orhan can..
not 1: son 3 dakika doğru değildir. gazete ve resmi kayıtlara göre son 4 dakikadır.. sanlı kaptan “son 3 dakikada olanlar oldu!” dese de son 4 dakikadır. 86’dan saniyeler aldığı için artık ona 87 diyorlar ya belki de ondandır!
aslında doğru anlatımı şudur: maçın bitimine son 4 dakikada kala, 3 golü 3 dakika içinde beşiktaş.. işin doğrusu budur!
yaznın tamamı için; hurriyet.com.tr/yazarlar/25267458.asp