halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
milli takımımız seyahate çıkıyor. uzun bir gezi bu... önce polonya'da polonya ile oynayacağız. sonra isviçre'ye geçerek isviçre ile karşılaşacağız. işler zor... fakat şöyle hesaplıyoruz "polonya zorlu takım...8-0'ı unutmuş değiliz. ama ne olsa, o kadar kötü olmaz bu kez... sonra isviçre, zaman zaman yendiğimiz bir rakip... onu da yener, moral alırız dönerken..."
uçaktaki hesap staddakı çarşıya uymuyor ama... polonya'dan beş yiyoruz, isviçre'den de dört...
polonya'dan ver elini isviçre... özel bir milli maç bu... istanbul'da 3-0 yendiğimiz isviçre milli takımıyla, o karşılaşmanın rövanşını oynuyoruz. teknik sorumlu cihat arman, takımımızın gençleştirilmesinini, daha doğrusu yenileri denemenin yararına inanıyor. hiç değilse, ilerisi için adam kazanırız, ümidinde... bu ümit içinde "bize hafif gelen isviçte'yi evinde yener, 5-1'i unuturuz" hayalindeyiz hatta...
fakat maç başlayınca... isviçreliler bile inanamıyordu attıkları gollere. yarısı değiştirilen milli takımımızda en büyük özellik, kaç maçtır kalemizi koruyan ali'nin yerine yavuz'un alınmış olmasıydı.
şöyleydi onbirimiz: yavuz (fb), abdurrahman (eskişehir), türker (istanbulspor), ismail (eskişehir), zekeriya (bjk) - sanlı (bjk) necati (bursa), kamuran (eskişehir) - metin kurt (gs), nihat (bjk). mehmet ııı (göztepe).
kaptan, sanlıydı ama az sonra sanlı çıkarak, yerine vahap (eskişehir) girecekti. abdurrahman'ın yerini k. mehmet (göztepe), mehmet ııı'ün yerini cemil (istanbulspor) alacaktı. aslında kim girerse girsin, kim çıkarsa çıksın, hiçbir şey değişmeyecek gibi görünüyordu. çünkü takımımız bir türlü toparlanamıyordu. başladığı kötülükte gidiyordu oyunumuz. karşımızda isviçre olduğuna şükretmeliydik aslında... başka bir takım, o güçlü takımların biri olsa, topun kalemize kaç kez girdiğinin hesabını şaşırabilirdik.
9'uncu dakikada ilk golü yemiştik. sonra bir süre sonra derlenip toparlanır gibi olmuştuk. ama "bir süre" sadece... ardından isviçreliler kalemizi bir ablukaya almışlardı ki... dakika 23: kinci gol... dakika 25: üçüncü gol... dakika 26: dördüncü gol!.. evet, 3 dakikada 3 gol... ondan sonra ne atan vardı ne yiyen... futbol kalitesi "orta"yı bile bulmayan maçın sonraki 64 dakikasında gol yoktu. tabii olayın en acı yönü, onca zamanda bir şeref sayısı bile kaydedememiş olmamızdı.
manchester city kahramanı" kaleci yavuz o başarısından çok uzak bir günundeydi. heyecanını yenememiş, hele ikinci golden sonra morali birden bozulmuş, bu da peşpeşe 3 golü getirmişti. ancak böylesine bir bozgunda bir tek oyuncunun, sadece kalecinin kusurlu görülmesi de, haksızlık olurdu. o maçta kabahati futbolcusuyla, yöneticisiyle, teknik sorumlularııyla geniş bir kadroya paylaştırmak, daha adil olurdu.
polonya da 5-1. isviçre'de 4-0 kaybeden milli takımımızın bu turnesine basın "utanç gezisi" adını veriyordu. avrupa'deki türk gurbetçileri ise çok üzgündü, "kimbilir kaç gün başımız önde gezeceğiz. keşke köln'deki dünya üçüncüsü almanlar'dan on tane yeseydik de, şu isviçre takımına böyle farklı yenilmeseydik", diyorlardı. alman teknik direktörü helmut schön, isviçre maçının sonucunu duyduğunda şaşırmış, kalmıştı. schön, "her şey hatırıma gelirdi, ama bize köln'de kafa tutan türklerin, futbol fakiri isviçre'ye 4-0 yenileceklerini düşünemezdim," diye konuşuyordu.
futboi takımı değil de, disko ekibi olmuştuk o turnede.. "ye ye ye..." iki maçta 9 gol... aslında almanlar'dan istanbul'da yediğimiz 3 golü ve daha arnavutluktan yiyeceğimiz bir başka 3 golü katarsak, 1971 yılında 4 maçta 15 gol yiyerek çıkmış olacaktık. bu 15 gol karşılığında atabildiğimiz gol sayısı, sadece "1"di. evet. bir tek gol kazanabilmiştik 4 milli maçta. ..
ötekiler bir yana da, başından sonuna izlediğim polonya-isviçre turnesinde bozgunlar biraz da kendiliğinden gelmiş değil, hazırlanmıştı. takımın yarısını oluşturan eskişehirsporlu futbolcuların, finlandiya'da avrupa kupası maçı oynadıktan sonra, helsinki'den varşova'ya geçmeleri doğru olurdu. oysa o futbolcular helsinki'den istanbul'a getirilmiş, sonra zürich'e gönderilmiş, oradan da polonya'ya geçmişlerdi. kafilenin büyük bölümü de istanbul'dan zürich'e, zürich'ten varşova'ya, varşova'dan katoviçe'ye uzun uçak yolculukları yapmış, sonra katovlçe-krakow arasını da yorucu bir otobüs yolculuğuyla tamamlamıştı. tabii maç şehrine inildiğinde, futbolcular, tam deyimiyle turşu gibiydi yorgunluktan... maçlarda ise, kaleci bakımından daha değişik düşünmek, belki yarar sağlayabilirdi. lubanski'den çekinen ali'nin yerine polonya'ya karşı yavuz'a şans verilse, zürich'te de bocalayan yavuz'un yerine ali alınsa, acaba daha doğru olmaz mıydı? almanya'da, hemen yakınlarda oynayan ender konca'nın getirilmesi düşünülmemişti.
bir de takımdaki gençleştirme hareketi birden yapılmış, kaç zamandır birbirine alışmış kadro bir anda tamamına yakın ölçüde değiştirilmişti. laf aramızda, yıllar sonra bunları söylemek bile gereksiz... çünkü o hataları o zaman görebilseydik, zaten o durumlara düşmezdik. şimdi ise, yenilgilere mazeret bulacak halde bile değiliz. milli takımımız bir maçta 2-1 yenilince, "oh çok şükür, takımımız bir gol attı" diye neredeyse milli bayram yapıyoruz.