ankara 19 mayıs stadında saat 17.30'daki maça aydın - şükrü, ali, cevdet, ihsan - yusuf, ergün - ertan, fuat, nedim, ayfer tertibile çıkıyoruz
ümit millî takımımız bugün saat 17.30 da ankara 19 mayıs stadında ingiliz ümitleriyle karşılaşacaktır.
bulgar federasyonuna mensup rossev - zacharlev - nicolov hakem üçlüsünün yöneteceği maçta ümit millî takımımızın 4-2-4 düzeniyle ve şu kadro ile oynayacağı bildirilmiştir:
daha önce yunanistan ve bulgaristan'da iki maç yapan ingiliz ümitlerinin kadrosunda ise başta sunderland'ın kalecisi montgomery olmak üzere, birinci lig takımlarında yer alan birçok genç yıldız bulunmaktadır. yunanistan'daki maçta başarılı oynayan kaleci montgomery bir de penaltı kurtararak takımının yenilmesini önlemiştir. ingiliz ümitleri 4-3-3 düzeni içinde şu tertiple sahaya çıkacaklardır:
ümit veren değil, bütün ümitlerimizi 19 mayıs çimlerinde ingiliz kramponlarının altına seren ümit takımımız fena yenildi: 3-0.
futbolün beşiğinde doğmuş, dünya kupası sahibi ülkenin temsilcisi olarak gelmiş ingilizler önünde bu sonuç ilk bakışta belki de pek anormal karşılanmayabilirdi. ama beşiğinden gelenlere eşiğinden de olsa biraz futbol gösterebilseydik, hiç değilse modern futbolün her hangi bir taktiğini başarmağa çalıştığımızı sezdirebilseydik.. 4-2-4 mü, 4-3-3 mü, oynıyanların da farketmediği bir «çorba sistemi» içinde dağıldık, bocaladık, koştuk, boşu boşuna yorulduk. hepsi bu kadar... hani bir şükrü, bir cevdet, biraz da ihsan başarıyla ayakta kalmamış olsalar, ingilizleri türkiye'de futbol oynandığından şüpheye düşürebilirdik. hepsi bir yana, söyleyin, nasıl inanabilirlerdi ki, şu sahada görünmiyen yusuf'un daha üç gün önce izmir'de hârikalar yaratan futbolcu olduğuna? seçilmiş millî takım değil de, toplanmış bir takım vardı sanki sahada...
tribünlerde bir avuç dövizli, bayraklı seyircisi bulunan misafir ingilizler ise, müdafaa esasına göre kurdukları taktiklerini başarıyla uyguladı ve güzel kontr ataklarla önce galibiyete, sonra da farka gitmesini bildiler. kapalı müdafaanın da en iyisini yaptılar.
gol kapısı 20 inci dakikada açılmıştı: sağbekin ileri kayıp şandellediği topa aydın çıkmayınca santrfor sıçrayıp kafayı vurdu. bu devrenin sonucunu tâyin eden goldü. arada ayfer'in yerine yüksel girecek ve ilk yarı böyle kapanacaktı. ikinci bölüme rüzgârla birlikte canlı başladık. daha doğrusu öyle göründük. oysa ingilizler oyuncularımızı gerilerine çekip birden atağa kalkıyorlardı. işte 55 inci dakikada soldan sammels'in ortası da sağ açığın nefis şutuyla ağları böyle bir akın sonunda buldu. sonra 77 inci dakikada üçüncü golü getirdi: santrforu çelmeleyen futbolcularımız soliç clarke'ın attığı golü, kalecimiz de de dahil, topluca seyrettiler. bir dördüncü gol daha oluyordu. aydın bunu bırakmadı ve santrforun ayaklarına yatarak kurtardı. yeseydik ne olacaktı dördüncüyü de? daha az mı üzülecektik? futbol olarak son yıllarda böylesine başarısız, dağınık, böylesine sönük bir millî maç oynamamıştık. bunun üzüntüsü yeter de artardı bile... evet şarkının tam yeriydi: «ümitlerim hep kırıldı...» nitekim ümitlerimiz tribünlerden yükselen yuhalar arasında eriyip gidiyordu maç biterken...