türkiye futbol federasyonu, 1961 yılında başlayan "avrupa kupa galipleri kupası"nda türkiye'yi temsil edecek takımı belirlemek üzere, 1962-1963 sezonunda bütün liglerde yer alan 66 takımın iştirakiyle bir "türkiye kupası" organize etmiştir.
ilk kupanın sahibi finaldeki her iki maçı da 2-1'lik skorlarla kazanan galatasaray olmuştur.
galatasaray-fenerbahçe maçının oynanışının hemen ardından kayda alınan maçın negatifleri yıkandı. gece saat 01.00'de kopyaları basıldı, 02.00'de negatiflerin montajı yapıldı. 03.00'te seslendirildi ve 06.00'da senkronu tamamlandı. 08.00'de baskısı yapılarak 10.00'da sansüre gönderildi. saat 16.00'da da istanbul'da on sinemaya dağıtıldı...
çok uzaktaki günlerden birinde, futbol topunun çizdiği küçücük dünyamın ve gazetecilik hatıralarımın merak duyulabilecek bir tarafını, bir dost çıkar da öğrenmek isterse; inanın, sıcak bir haziran sonu gecesi otuz bin insanla birlikte yaşadığım şu en büyük geceyi anlatacağım" der necmi tanyolaç kupanın ilk havaya kaldırılışını anlatırken. mithatpaşa'nın o kalabalık günlerinden birinde, 30 haziran 1963'te, lefter küçükandonyadis'in 44. dakikadaki penaltı golüyle fenerbahçe karşısında 1-0 yenik duruma düşer galatasaray. ancak 51'de bahri altıntabak, 71'de de mustafa yürür'ün golleriyle maçı, ilk karşılaşmada olduğu gibi yine 2-1 kazanır. hakem stoll'un son düdüğü ilk kupanın sahibi galatasaray için çalar ve sarı-kırmızılı takımın kaldırdığı o kupa federasyon'un verdiği ilk kupa olur.
1960-61 sezonunda avrupa kupa galipleri kupası düzenlenmeye başlayınca türkiye'den de bu uluslararası kupaya takım göndermek için yerel bir organizasyon düzenlenir. adı da federasyon kupası olarak belirlenir. ancak organizasyon işleri gecikir, kupanın başlaması 1962-63 sezonuna sarkar. 66 takımla çıkılan yolda ilk kupa şampiyonluğunu galatasaray kazanır.
türkiye kupasının ikinci final maçı bu akşam 19.15 de fenerbahçe ile galatasaray arasında oynanacaktır. dün oynanan ilk karşılaşmanın 2 - 1 g. saray'ın lehine bitmesi sebebiyle, sarı - lacivertlilerin kupayı alabilmeleri için bu müsabakayı iki farkla kazanmaları lâzımdır. bir farklı galibiyette ise. üç gün sonra üçüncü bir maç daha oynanacaktır. sarı - lacivertli takımda muhtemelen lefter de yer alacak, hakem tarafından oyundan çıkarılan basri'nin yerine ise hüseyin oynatılacaktır. g. saray'da isa tarık'ın yerini ibrahim, b. ahmet'in yerini de k. ahmet alacaktır.
24 saat içerisinde f. bahçe'yi iki defa 2-1 yenen sarı - kırmızılılar çok üstündü
şampiyonların m. paşa'daki son şeref turu da şahâne oldu
necmi tanyolaç
bir gün, çok uzak da olsa, bir gün, yaşadığım bu unutulmaz geceyi, yaşamayanlara da anlatmak isterdim...
bir arzu veya ümit deyiniz isterseniz. ama, o çok uzaktaki günlerden birinde, futbol topunun çizdiği küçücük dünyamın ve gazetecilik hatıralarımın, merak duyulabilecek bir tarafını, bir dost çıkar da öğrenmek isterse: inanın, sıcak bir haziran sonu gecesi 30 bin insanla birlikte yaşadığım şu en büyük geceyi anlatacağım.
üç öldürücü fianlde iki kupa kazanan, şampiyonluğa lâyık kulüpleri için kafalarını, en kahredici darbelerin altına sokuverenlerin maçlarını anlatacağım.
çifte şampiyonlukla biten zorlu futbol savaşının sahnelerini anlatacağım. bitek, ruh ve irade kuvvetinin böylesine perçinlenişini, bu kuvvetin yarattığı şampiyonluk dekorunu, bu dekoru bahtsız fenerbahçe ve beşiktaş taraftarlarının müthiş bir gıpta ile seyredişini 11 sarı - kırmızılı futbolcunun birbirlerini kucaklayışlarını... ve, ve, şampiyonlar şampiyonu takımın kaptanının, tarihe geçecek ve mutlaka unutulmayacak efendiliğini kupalardan birini göğsüne bastırıken ağlayan suat'ın, ağlayan bir başka adamla -futbolde saçlarını ağırtmış gündüz kılıç'ın- bütün dargınlıkları bir anda bitiveren kenetlenişini... kısacası... 1963'ün büyük şampiyonu galatasaray'ın hikayesini anlatacağım . anlatabilirsem tabii...
çünkü bu maçı, bu maçın sonunu ve sahalarımızın alışık olmadığı şampiyonluk turunu anlatabilmek de zordu, o heyecan gecesinde...
maratonun ikinci yarısı
maratonun ikinci ve en son sözün söyleneceği ikinci yarısına galatasaray dimdik başlamış, fenerbahçenin lefterli kadrosu sarı - lacivertli tribünleri ayağa kaldırmıştı. fenerbahçe'nin finale kadar gelebilmesi bile büyük başarı sayılabilecek bu takımında, lefter bir şeyler yapabilecek tek adam kabul ediliyordu, anlaşılan...
lefterli fenerbahçe 2-1 geride olduğu final mücadelesinin hedef atışına kötü başlamış sayılmazdı.
lefter iki gol kaçırıyor...
lefter, lefter, lefter... herkes, «halkın adamını» gözlüyordu tam 6. dakika oynanırken. kupanın kaderini - belki de - değiştirebilecek fırsat düştü lefter'in önüne. ihtiyar kurt, avni'nin pasına girecek, altı pastan patlatacak, ne var ki: kaleci lerin şu andaki en iyisi turgay bir çelik yay gibi, köşeye uzanıp, gollük topu kornere çıkartacaktı.
aradan bir saniye geçiyor, geçmiyor, lefter, aynı yerden ikinci bir şutla fenerbahçenin talihini zorluyordu. bu iki şuttan biri girse ve fenerbahçe beraberlik gölündeki talihsizliğe uğramasa, küçük dünyamızın unutulmaz, gecesi olmazdı belki de... oynanan futboldü, oynayanlar da fenerbahçe - galatasaray.
iki büyük fırsat kaçıran fenerbahçe durmuştu. bu durgunluk ve şaşkınlık anında, avusturyalı hakemin avusturya liginin herhangi bir maçında - nerede kaldı ki final havası - vermeye katiyen cesaret edemiyeceği bir penaltı oldu. bahrinin kafasıyla direkten dönen top kasıtsız bir şekilde avninin koluna çarptı. itirazlar oalcaktı, tabii. hakem dinlemiyordu. çaktı penaltıyı metin. fazla gerilmedi bu defa. ali biraz kaideleri ihlal ederek fırladı ve gol kralının penaltı atışını önledi. çıktı, mıktı ama ali'nin kurtarışı büyük hadiseydi bu maç için...
garip bir netice yarattı penaltı. fenerbahçe sinirlenmiş, dağılmış oyunun başındaki gücünü gösteremez olmuştu. boş sahaları iyi dolduran şerefi suatle marke eden ve uğurla akın sıralayan galatasaray, oyunu döndürüyordu.
kupa yeniden başlıyor...
bu maçın şampiyonluk sahneleri hariç, en bomba hadisesi fenerbahçenin kazandığı penaltıydı. rakibinin baskısından kurtulduğu bir anda sarı - lacivertli takıma kupada beklemediği şansı getiren hadisenin iki ucu vardı: lefter ve kadri. lefter girmiş, şutunu çekmiş, kadri daha evvelce çalım sevdası ile oyandığı bu futbolcuyu ceza sahası içinde düşürmüşyü. bahse girilir ki, hakemliği çok zayıf avusturyalı hakem, lefterin şutunu çektikten sonra verdiği bu ucuz penaltıyı da kendi memleketinde verse o nazik avusturya seyircilerinden bir araba dayak yerdi. fenerbahçeliler 44. dakikadaki bu penaltıyı çok güç attılar. şeref lefter'e geldi «sen at» diye... lefter, başını salladı, olmaz makamında. bir aralık selim'e ve avni'ye düşecek oldu bu iş. nihayet lefter, kararını verdi. atacaktı penaltıyı. attı da. turgay da, kaideleri ihlâl ederek ileriye çıktı. top ellerinin üzerinden, filelere çarptı, orada kaldı...
fenerbahçe çöküyor
ikinci yarı futbolde fizik kuvvetinin önemini bir ders halinde önümüze seriverdi. fenerbahçe, çöküyor ve artık lefter'in de kurtaramayacağı hale düşüyorduç ileride kaybolan ferhad, çılgın gibi takımına çalışan şeref ve ihtiyar kurt lefter, sahadan silinen bu takımı ayağa kaldıramayacaklardı. bir de üstüne, talihsiz bir gol gelince...
golün hikayesi şuydu: sol tarafta uğur hızla pozisyon arıyor, bir düdük sesi duyuluyor, hakem de garip bir tereddüt geçirerek, oyunu durdurmakla, durdurmamak arasında bocalıyor ve duran fenerbahçe defansının önünde yükselen topu bahri kafayla filelere indiriyordu. işte, bu golle fenerbahçe, bütün ümidini sahada bırakacaktı nihayet, finallerin en şık golüne sıra geliyordu. tam 71. dakikada soldan uğurun ortasında, topun >yere indiği anda mustafa'nın çok uzaktan patlattığı şut bir mermiye benzetilebilirdi. bu şutla, bu golle, maç bitiverdi.
oyunun geri kalan zamanında galatasaray senenin en iyi futbolunu koydu sahanın ortasına. suat'ıyla, uğuruyla, ahmediyle, talat ve mustafasıyla, kısacası bütünüyle. galatasaraylıların sahada bir işi daha kalıyordu şimdi. şeref turu kucaklaştılar, öpüştüler ve bağırdılar. «re re re, ra ra ra, galatasaray, galatasaray, cim, bom, bom.»
30.6.963 pazar günü mithatpaşa stadında bir takım, üç gün aralıkla ikinci şeref turunu atıyordu.
futbolcuların ellerinde üç kupa parlıyordu. bunlar geçen senenin lig şampiyonluğu, bu senenin lig ve kupa şampiyonu galaatsaraylı futbolculardı.
bütün bir mevsim, ilk önce türk futbolunu avrupa sahalarında şerefle temsil etmişler, milli ligin ilk kademesinde de. ikinci kademesinde de lider olmuşlar, nihayet türkiye kupasını da kazanmışlardı.
ey, eski, yeni futbolcular, sporcular! bütün bunların başarı ölçüsünü en iyi sizler takdir edersiniz.
bir yarış, bir yarış ve bir yarış daha. hep, karşınızda taptaze, bilenmiş rakipler. galatasaray, bu yollar da azimle ilerlerken, onu çelmelemeye çalışanları da düşünün. içten ve dıştan, fakat ne kuvvetli bir müessese kurmuşsun ki, ali sami pirimiz, dimdik ayakta hâlâ galatasaray...
son ve dün geceki maç için ancak bir satır söyleyip galatasaraylı futbolcuların alınlarından öpecek ve galatasaraylıları çifte bayramlarından dolayı tebrik edeceğim
yaa... işte böyle... galatasaray, dev adımlarla yürüyerek hem milli lig, hem de türkiye kupası şampiyonu oldu.
kim ne derse desin, talih, hakem, şans, manş... lâf bunların hepsi. artık netice de gösteriyor ki, sarı - kırmızılı ekip, hem fizikman, hem de klâs itibariyle diğer takımlardan üstün.
bugüne kadar denilegelen bir lâf daha, «galatasaray, final takımı değil» sözü artık iflas etmiştir.
dedelerimiz «bükemediğin eli öp!» demişler. türk sporunda uzun yıllar bir rekabeti ayakta tutan üç büyüklerden diğer ikisine ve hattâ, her zaman bu yarışmaya katılmalarını arzu ettiğim takımlara tavsitemiz: «sizler de bir şampiyonaya böyle çalışınız. neticeye varmak için maddi va manevi bakımdan, en baştaki şahıstan, dümen neferinize kadar böyle seferber olunuz.»
göreceksiniz. pek çok kimsenin kabul etmediği ve «şans» la vasıflandırdığı parlak neticeler sizlere de gülecektir.
dile kolay bu! galatasaray kulübü, şu anda türkiyeyi dış memleketlerde beş branşta temsil etmek hakkına sahip bulunuyor. şans bu mu? tesadüf bu mu? «ah, 500.000'lik o penaltıyı, hakem vermeseydi». «ah, basri'nin geri pası olmasaydı» ve dün geceki maçta «hakem o düdüğü çalmasaydı. sonra da oyuna devam ettirmeseydi...» şeydi, şeydi. şeydi.
bunlar teselli edebiyatının tipik örneklendir. bir fenerbahçe'yi ikinci yarıda hallaç pamuğu gibi sahdan atan galatasaray'ı, çifte şampiyonluğundan dolayı candan tebrik ediyoruz.
yılları yılı, spor sahalarında mücadele etmiş bir kimse olarak, galatasarayın bir haftalık zaman içerisinde oynadığı iki şampiyonluk finalinde gösterdiği enerjiyi ve gayreti, takdir etmememe imkân yok.
düşünün bir defa. bir puan geriden geldiği beşiktaş'ın elinden milli lig şampiyonluğunu koparmak. bu, arslanın ağzından lokma almağa benzer. ve akabinde, 24 saat içersiinde ezeli rakibi fenerbahçe'yi aynı skorla üstü üste iki defa mağlûp etmek.
hava şartları da gözönüne alınacak olursa, sarı - kırmızılı futbolcuların insanüstü bir gayret sarfederek bu büyük başarıa ulaştıkları hakikati ortaya çıkar.
teknik bakımdan söyleyeceğim söz, yıllarca sırtımda taşıdığım sarı - lâcivertli renkleri temsil edenlerin, ezeli rakiplerimizden iki karşılamada da hafif kaldıklarıdır.
hele, müsabakanın ikinci yarısında fenerbahçe defansının bir tek uğur'la dahi başa çıkamamış olması, bu büyük zaafa bir misâl teşkil etmektedir.
galatasarayın haklı galibiyetini ve çifte şampiyonluğunu tebrik ederken, kendi takımım fenerbahçeyi de önümüzdeki sezonda derlenmiş, toparlanmış olarak görmek en büyük arzum olacaktır.
dün mithatpaşa stadında şampiyonluğu kendi renklerine mal etmek için varları yokları ile mücadele eden iki takımın meydana getirdikleri zevkli, heyecanlı ve zaman zaman kaliteli futbol seyrettik.
bu futbol, önceleri başa baş bir seyir takip etti. sonra ve bilhassa ikinci devreden itibaren galatasarayın rakibini önce çözen, sonra acze düşüren üstünlüğü şekline döndü ve böylece devam ederek bitti.
netice, şayet bu ifâdeti teyid eden bir üstünlük mahiyeti arzetmiyorsa, bunu galatasaraylıların sayılmayacak kadar çok gol fırsatı kaçırmış olmalarıyla izah gerekmektedir.
galatasaray'ın dünkü müstesna oyunu içinde suat ile uğur'un isimlerinden ayrıca bahsetmeyi, zarurui görüyorum.
biri müdafaanın beyni, diğeri hücum hattının, bütün fenerbahçe müdafaasını darma dağınık eden adamı olarak 90 dakika pırıl pırıl parladılar.
bu vesile ile galatasaray'ı başta gündüz ve coşkun'un ismini zikrederek hakem, idareci, taraftar, teknik ilgililileri ile bir kere daha yürekten tebrik ederim.
daha az tekmeli, daha çok futbola benzeyen bir son perde seyrettik, dün akşam.
bu maraton finalin son yarım saatinde çifte şampiyonluğun sırrını açıkladılar, sarı - kırmızılılar...
aklımda bu bir sır değildi. artık bilmeyen, kabul etmeyen kalmamış olsa gerekir... «galatasaray gemisinde kömür bitti sanıldığı an, bilinmez bir kuvvet buhar kazanlarında istim yaratıyor.» ve yeniyorlar, tabii.
iyi futbol oynayarak mı bu zaferlere erişti, bu takım?
bu önemli bir sorudur. ama bugün ne zamanıdır bu sorunun.. ne de verilecek cevabın değeri vardır.
galatasaray şampiyonluk tahtlarına rakiplerini yenerek geldi, mesele budur. har maçı bir final olarak ele alıp, yer maçın her dakikasında buhar kazanlarında daima islim fazlası bulundurdu, bu takım.
fenerbahçeye gelince sezon içinde gösterdiği formu ve bütün faktörler karşısında kupa finalisti olmayı bile başarı saymalıdır.
ve şunu bir kere daha ilan etmekte fayda vardır ki, ligi de kupayı da hak eden takım kazandı. 1963 türkiyesinde gerisi boş lâftır.
fenerbahçe soyunma odası terkedilmiş bir gemiye benziyordu. ne antrenör ve ne de idareci. sadece umumi kaptan reşat nayır, gazetecilere ve spor efkârına şu açıklamada bulunuyordu : «dünkü güzel oyunu ile bir kıstas kabul etmeyecek derecede kötü bir
maç çıkaran takımımız, galatasaray'ı canlı ve şuurlu oyununa mahkûm oldu. rakiplerimizi galibiyetleri ve şampiyonluklarını için tebrik ederim.»
futbolculara gelince, bir gün önceki üzüntüleri yoktu. hemen hemen hepsi rakiplerinin kendilerinden güzel oynadıklarını kabul ediyor ve «takım halinde bizden iyiler» diyordu.
ve fenerbahçeli futbolcular da beşiktaşlılar gibi sınıfda kalmış çocuklar edası ile bir aylık tatillerine evlerinin yolunu tutarak başlıyorlardı.
maçın fifa kokartlı avusturya'lı hakemi stoll, oyunun düne nazaran daha iyi olduğunu belirtmiş ve galatasaray'ın şampiyonluğu hakeden bir maç çıkardığını işâret etmiştir.
fenerbahçe'nin yediği ikinci golde oyunu durdurmak için düdük çalmadığını açıklıyan hakem «ben futbolculara oyuna devam etmeleri için işarette bulundum, bana bakmaları gerekirdi» demiştir.
kupaları su ile doldurular ve kana kana içtiler...
nurhan aydın
«10 numaralı formayı bana ver. olmaz onu ben alacağım, sen kendine başkasını seç...»
dünkü maçtan sonra galatasaray soyunma odasını dolduran taraftarlar, futbolcuları tebrik etmeğe bir yana bırakmış, şampiyon takımın formalarını paylaşmakla meşguldü. kimi 7 numarayı kapıyor, kimi 4 numarayı almağa çalışıyordu. bazı formalar ise taraftarların en çekişmesi sonunda iki veya üç kişinin elinde kalıyordu.
bu gürültünün arasında sarı - kırmızılı takımın odasını ziyaret eden orhan şeref apak'a, reis ulvi yenal «görüyorsunuz orhan bey, galatasaray, türkiyenin en kuvvetli takımı olduğunu ispat etti. gelecek sene çok daha kuvvetli bir galatasaray seyredeceksiniz.» diyor, muhatabı ise «şüphesiz başarınızdan dolayı tebrik ederim. fakat bu sene diğer takımların durumu pek o kadar iyi değildi.» şeklinde konuşuyordu.
tebrik halkasından geçen her futbolcu yavaş yavaş duşların yolunu tutarken.. şampiyonluk kupalarından birini kapan bahri, içine doldurduğu suyu yudumluyor, etrafındakilere «kupayı ıslatıyorum» diye takılıyordu.
çifte şampiyonlukla büyük rolü olan genç antrenör coşkun özarı, «çok ender takıma nasip olan zafer kazandığımızdan dolayı memnunum.» diyor ve sözlerini şöyle bitiriyordu: «futbolcularının bu kadar ağır bir yükün altından başarı ile sıyrıldılar. bu üstün futbol kabiliyetlerinin yanında galatasaraylılık sevgisidir.»