türkiye - hollanda milli futbol takımları bugün saat 16 da mithatpaşa stadında karşılaşacaktır. geçen yıl amsterdam’da 2-1 galibiyetimizle biten maçın revanşı olan bugünkü müsabakayı üç italyan hakem idare edecektir.
hakemlerin isimleri şunlardır: c. lobella (orta hakemi), grignani, famulari.
taraflar sahaya şu kadrolariyle çıkacaklardır: türkiye: özcan- ismail, basri- mustafa, naci, ahmet- mustafa, can, metin, lefter, hilmi. hollanda: de munc- wiersma, kuys- notermans, van der hart, klaaşens- van der kuil, van der linden, canjels, rujvers, moilinj.
türk ve hollanda federasyonları hususi bir mahiyet taşıyan bugünkü maçta biri kaleci olmak üzere üç futbolcunun istenildiği zaman değiştirilmesi mevzuunda anlaşmaya varmışlardır. hollanda milli takim tek secicisi elek schawrz dün yine türk takımının favori olduğunu açıklamış ve sahanın toprak olusundan şikâyet etmiştir. federasyon başkanımız faik gökay ise «favori gözükmemizin futbolcuları atalete sevkedeceğini» söylemiş «bu maç en az romanya maçı kadar çetin geçmeye namzettir.» demiştir. saat 16 da başlayacak olan müsabakayı istanbul radyosu yayınlayacaktır.
amsterdam stadını dolduran ve hollanda milli marşını söyleyen 65 bin kişinin, az sonra kendi takımlarını değil de rakiplerini alkışlayacağını hiçbirimiz tahmin etmemiştik.
fakat hollandalılar, belki de dünyanın «en centilmen, en sportmen seyircisi» ünvanına hak kazanacak şekilde maç seyrediyor, his ve heyecanlarını takdir hükümleri ile karıştırmıyordu. bu sebeple haksız bir penaltıdan yediği gole rağmen, âhenginden, canlılığından bir şey kaybetmeyen, bilâkis kamçılanan türk milli takımı galip duruma geçtiği zaman, onu hararetle alkışlamaktan geri durmadılar. doğrusu, ay - yıldızlı formayı hakkiyle taşıyan gençlerimiz de alkışlanacak derecede mükemmel bir oyun çıkarmışlardı.»
yukarıdaki satırlar 2-1 galibiyetimizle biten amsterdam’daki maça aittir. yazıldığı tarih «4 mayıs 1958 pazar» dır. o günden bu yana aradan 369 gün geçmiş olmasına rağmen, olimpiyat stadından galibiyetin sevinci ile ayrılışımız ve hollandalı sporcuların ve seyircilerin efendice, centilmence hareketleri hâfızalarımızda tâzeliğini muhafaza etmektedir. denebilir ki bugüne kadar oynanan milli maçlarda, hiçbir millet, hollandalılar kadar bizlere yakınlık ve dostluk göstermemişlerdir. bugün bu efendi futbolcuları mithatpaşa stadında seyredeceğiz. şimdi takımların kuvvet derecesine, sistemlerine ve muhtemel neticeye ait fikirlerimizi kısaca açıklayalım:
hollanda takımı «wm» sistemi ile oynamaktadır. fakat bu «wm» i fizikman cüsseli olan hollandalılar havadan ve uzun paslı değil, bilâkis yerden kısa pası ve bol deplasmanlı bir şekilde tatbik etmektedirler. ancak saha şartları çok müsait olduğu için bu tarz oyunu tercih ettiklerini söyleyen baş antrenör elek schawrz’ın burada aynı oyun tarzına itibar edeceği tahmin edilmez. zira mithatpaşa stadı topraktır ve ârızalıdır. bunun dışında da milli takımımızın havadan oynayan rakipler karşısında, daha az müessir olduğu öğrenilmiştir. amsterdam’daki 2-1 lik maçtan bu yana hollanda milli takımı parlak neticeler almamıştır. takımda devamlı bir düşme müşahede edilmiştir. bilhassa wilkes, schuman ve lenstra’nın son derece formsuzlukları takımı kuvvet bakımından zaafa uğratmıştır. evvelce avrupada iyi bir ekip olarak tanınan hollanda, bugün için pek de mühimsenecek bir takım olmasa gerektir. fakat bir milli maçtan evvel rakibi küçümsemek doğru olmayacaktır. bu sebeple saha ve seyirci avantajına sahip milli takımımızın hollandaya romanya gibi gereken önemi vermesi icab etmektedir. milli takımımızın, kuruluş itibarı ile uzun boylu tenkid edilecek bir tarafı yoktur. esasen zayıf gözüken ve aksayan mevkileri istenilen zamanda takviye etmek imkânı da mevcuttur. amsterdamdaki karşılaşmayı görmüş ve hollanda futbolu hakkında pek mütevazı bir bilgiye sahip olmuş bulunarak şunu söyleyebiliriz:
normal netice kazanmamızdır, fakat en az futbolcuların romanya maçına verdikleri ehemmiyeti hollandaya da göstermeleri şartıyle…
milli namzetler son gün, bilet talebinden fırsat buldukça bol bol istirahat ettiler
lefter bağırdı: «- onu çiğ, çiğ yiyeceğim…»
hâdise, teknik komite üyeleri fikret kırcan ve gündüz kılıç’ın gözleri önünde cereyan ediyordu.
lefter’in yanında oturan suat’le karşısındaki ismail ve antrenör remondini şaşırmışlardı. dehşet, hayret ve korkudan büyümüş gözlerle leftere bakıyorlardı. kimi çiğ çiğ yiyecekti lefter? kendisini kızdıran bir arkadaşını mı? yoksa bugün sahada kendisini durdurmağa çalışacak hollandalı müdafileri mi? lefter tekrarlıyordu: «- onu çiğ çiğ yediğimi hepiniz göreceksiniz.»
evet, çok geçmeden lefter’in koca bir enginarı çiğ çiğ yediğini gördük. limon ve zeytinyağı, çiğ enginarı yenebilecek hâle getirmişti. bu, lefter’in hususî gıda rejiminin ancak bir kısmıydı. o, «büyük futbolcu» olmanın sırrına böyle, kendine müstesna şekilde bakarak erişmişti.
son günün notları
dün sabah «milliyet» ekibini, kapılarını vurarark can uyandırdı. can’ın bizlere gösterdiği büyük alâka, dikkatimizden kaçmamıştı. sebep neydi acaba? derhal kalktık, giyindik, kahvaltıya indik. can yanımızdan ayrılmıyordu. kahvaltıdan sonraki serbest saatte ne yapacaktık? can «üst kata çıkalım, ping-pong oynarız» diyordu. çocukcağızı tam maç arifesinde kırmak istemedik, yukarı çıktık. can teklifini değiştirmişti: «haydi, ping-pong topuyla bir futbol maçı yapalım» ve çok geçmeden takımlar kuruldu. can «iki taraf da aynı kuvvette olsun, ben bir takımda oynayayım, bedri ağabey de karşıdaki takımda» dedi. kabul ettik. az sonra «can - turgay» ekibiyle «naci - suat - bedri» takımı arasında heyecanlı bir maç başlamıştı. alkış ve takdirlerini esirgemeyen seyircilerin başında remondini, metin, aydın geliyordu. bir tarafın 2, diğerinin 3 kişi olmasını önlemek üzere, ben de can - tugay takımını takviye ettim. oyunu biz 4-2 kazanmıştık. turgay hiç gol atamamış, can ise sâdece bir tek sayı kaydedebilmişti. takımın 4 golünden 3 ünü ise… (yâni çok affedersiniz, hani kendimi methetmek gibi olacak ama) ben attım. evet, can, bedri’ye tekme atmaktan, bir golden fazlasını atmağa fırsat bulamamıştı. o zaman anladık ki, dünkü karikatürünün intikamını almak isteyen can, bütün gece düşünmüş ve sabah erkenden gelip bizi uyandırarak bedri’yi maçta «harcamış» tı.
öğle yemeğinde mustafa ertan’ın ankara’dan arandığı haber verildi. mustafa telefonda avazı çıktığı kadar bağırırken: «nasıl, diyordu, sesim çok yavaş mı geliyor?» telefon konuşması bittiğinde, mustafa masaya döndü ve can’a: «müjde, dedi, roma maçından sonra muhafızgücü ile kıbrıs’a gidiyorsun. şimdi ankara’dan bildirdiler.»
milli takım kampı dün ilk defa necdet erdem’siz kaldı. erdem, federasyon toplantısına katılmak üzere saat 9.30 da gitti, 14 te geldi. fakat ne dersiniz: bu 4,5 saatlik zamanda çocuklar gene talimatnâmeye harfiyen uydular. zira tam 4,5 saat, hepsinin gözü kapıdaydı: «aman dikkat, necdet ağabey şimdi geliverir.»
takımımızı bu maça bir italyan antrenör hazırladı. maçı italyan hakemler idare edecek. futbolcular kampta her akşam italyan müziği dinlemeden uyumadılar. italyan kuartetini teşkil eden sanatkârlar da bu noktaya işaret ediyor ve : «biz buradayken otelde kamp yapan türk milli takımı hiç yenilmedi. italyanlar türkiye’ye uğur getiriyor» diyorlar. orkestranın dört elemanından ikisine (şef paolo ile nello’ya) göre maçı biz 3-1 kazanacağız. diğer iki elemanı (tony ve giorgio’ya) göre de 4-0… piyanist tony ilâve ediyor: «eğer 4-0 galip gelirseniz bu kesin tahminimin mükâfatı olarak «milliyet» te resmimin çıkmasını isterim.»
dün akşam yemeğinden önce de eski ordu ve milli maçların maçların filmi gösterildi. amerikayı 19-0 yendiğimiz ordu maçını seyrederken, çocuklar hep «yaşa kadri, yaşa mustafa, yaşa mikro» diye bağırdılar. mikro dayanamadı: «bu, geçmiş hikâye, dedi, asıl marifet, yarın kendimize yaşa dedirtmek…»
bir sigorta şirketi milli takımı bu maç için sigorta etti. oyunda vukubulacak - allah göstermesin - bir kazâda malûl kalan olursa sigortadan 200 bin lira alacak. sigortanın yekûnu 2.200.000 lira tutuyor.
milli namzetler kampın son gününü daha ziyade dinlenerek geçirdiler. tabı bilet isteyenlerden fırsat buldukları nisbette… bir ara naci’nin telefonda şunları söylediği duyuldu: «ne olur, sizde bilet varsa, bana gönderin!...» herkes bilet için kampa koşarken, aldıgı biletler yakınlarına yetmeyen naci, dışardakilerden bilet istiyordu.
evvelki gün kendilerine «büyük teknik komite» adını vererek takım tesbit eden «mustafa ertan - b. ahmet - can - hilmi» ekibinde dün hiç hareket görülmedi. sordum: «artık vazifemiz bitti, şimdi oyuncu olarak maç heyecanına girdik» dediler.
dünkü hafif kültür fizik çalışması, otelin karşısındaki küçük sahada yapıldı. remondini antrenmanda bile düşünceli görünüyordu. «ne düşünüyorsun?» dedim… güldü: «bir antrenör maçtan bir gün önce sadece takıma vereceği taktiği düşünür» cevabını verdi.
ve nihayet…
hollanda maçı için kampa girileceği haberi çıktığı gün, bir okuyucumuz matbaaya kadar gelmiş, «rica ederim, milliyet ekibi de gene kampa girsi. takıma uğur getiriyor» demişti.
işte bir defa daha ay-yıldızlı formanın koruyucuları ile beraber kamp yaptık. amma bugünkü çetin maçta milli takımımızın başarı sağlamasını, ekibimizin uğuruna değil, doğrudan doğruya gençlerimizin ciddi, disiplinli, enerjik bir hazırlık devresi geçirmesine bağlıyacağız. evet, kendi uğurumuza değil, gençlerimizin kudret ve gayretine güveniyoruz.
bugün saat 16 da milli takımımızla geçen sene amsterdam’da 2-1 galibiyetimizle neticelenen karşılaşmanın revanşını oynayacak olan hollanda milli takımı dün mithatpaşa’da bir antrenman yapmıştır.
özcan : kendisinden «tecrübesiz» diye bahsedilen kalecimiz, büyük klâsını gösterdi. tutuşları, çıkışları ve her hali ile birinci sınıfın da üstünde idi. neticeyi ona borçluyuz.
ismail : tutunamadı… ama karşısındaki solaçık, rakip takımın en acar ve üstün futbolcusu idi. sadece bu bile bir şanssızlıktı.
basri : çok zaman yerini kaybetti. sahada her an deplâse olan rakibinin karşısında bocaladı durdu. iyi bir basri herhalde çok şey yapardı.
mustafa : takımımızın en güvenilen elemanı idi. bu maçta da pekâlâ çalıştı fakat muvaffak olduğu söylenemez.
naci : çok zaman sağ açık yerine deplâse olan santrforun peşine takılıp ortayı boş bıraktı. bu gediklerden açıklar ve insaytler sık sık kaçtı. muvaffak sayılamazdı.
ahmet : çalışkandı. defansta bir hayli top kesti. fakat bütün oyun müddetince forvetine istenilen topları aslâ veremedi.
mustafa : (mikro) : ilk defa milli olmanın heyecanı içindeydi. fizik yapısının kifayetsizliğine karşısındaki bekin de faulsüz fakat sert oyunu eklenince…
can : bu kadar inatla ve bu kadar top tutmanın takıma fayda vermesi beklenemezdi. onun bu israrı takımın muvaffak olamamasındaki en büyük âmillerden biriydi.
suat : ikinci devrede girmesine rağmen vazifesini yaptı denebilir. bir tek hatası açıklara doğru yaptığı deplâsmanlarla ortayı boş bırakması idi. forvetin en iyisi idi.
lefter : can’ın düştüğü hataya düştü… bu kadar lüzumsuz çalımın ve bu kadar top tutmanın neticesizliğini tecrübe ile öğrenmeye muhtaç değildi.
hilmi : galiba oyuna ısınamadı. ne olursa olsun hilmi de tıpkı metin gibi, bildiğimiz ve tanıdığımız adam değildi.
kadri : ikinci devrede oyuna girip forvetin ahengini değiştirmesi istenemezdi ama kendisi de tıpkı hilmi ve metin gibi oyuna ısınamadı gitti.
hollanda milli takımı oyuna güzel başlamış, aynı güzellikle devam ettirmişti… ama gollük fırsatları kullanamamış ve galibiyeti kaçırmıştı.
buna rağmen hollandalıların soyunma odasında herkesin yüzü gülüyordu. antrenör schwartz, bu memnuniyetin sebebini şöyle izah ediyordu: «memnunuz. çünkü türk takımının kuvvetini biliyoruz. buraya gelmeden önce de futbolünüzün methini çok işittik. hele bir de hollanda’daki mağlûbiyetimizi hatırlarsak, bugün aldığımız beraberlik elbet de bizi sevindirecektir. takımımız burada güzel oynadı, fakat şanssızdık. bilhassa ilk devrede… türk takımı da kötü değildi. ama hollanda’daki oyununu çıkaramadı. buna rağmen kaleciniz fevkalâde idi. türk takımını mağlubiyetten özcan kurtardı, diyebilirim.»
antrenörün verdiği izahata göre «pramit» sistemi ile - hücumda iki insayt daima ve süratle ileri kaçarak tatbik edilir - oynayan hollanda takımında herkes aynı fikirde idi. «galibiyeti kaçırdık, fakat memnunuz.»
milli takımımızın soyunma odasında ise üzüntü ve sükût hâkimdi. kimse konuşmuyor, konuşmak istemiyordu. sadece teknik komite azaları «takımımız iyi oynamadı. müdafaa markajı ihmâl etti, forvet çok top tuttu… başarı gösteren sadece özcandı. hollanda takımı çok güzel oynadı. galip gelebilirdi.» demekle iktifa ediyorlardı.
kalitesiz, zevksiz, heyecansız ve golsüz geçen bir maçtan sonra
hollanda ile berabere kaldık
fevkalâde oyunu ile özcan büyük bir hezimeti önledi
favori bizdik. maçı kazanmamız normaldi. fakat sahadan beraberliği güç temin ederek ayrıldık. hem de o kadar güç ki. kaleci özcan olmasaydı - maazallah diyelim - büyük rakiplere boyun eğdirdiğimiz mithatpaşa stadından, başımız önümüzde ağır bir mağlûbiyetle, yok haksızlık etmeyelim, hezimete uğrayarak ayrılacaktık.
milli takımımızı son senelerde bu derece bozuk, bu derece maksatsız ve kollektif oyundan uzak görmemiştik. sert rakibimize evvelâ çarptık, sarsamadık. hattâ biz sarsıldık ve bu sarsıntı da müsabakanın sonuna kadar devam etti. hollandada mağlûp ettiğimiz rakiplerimizin bizden her bakımdan üstün oldukları, dün şüphe götürmez bir hakikatti. kısaca çözüldük, dağıldık, bocaladık, fakat mağlûp olmadık. bize «fakat» sözünü söyleten, «mağlûp olmadık» dedirten tek âmil genç kalecimizin iyi gününde oluşu, tek başına hollanda akınlarına göğüs gerişi oldu. şimdi bu çetin müsabakayı dakikalara bölerek hikâye edelim.
saat 15.45 stad yükünü almış. tribünlerde yer yer kaynaşmalar göze çarpıyor. deniz tarafındaki tribünlerde türk - hollanda ve yunan bayrakları dalgalanıyor. yunan bayrağının şeref direğine çekilmiş olmasının sebebi malûm. şehrimizde misafir bulunan yunan başvekili karamanlis ve adnan menderes müsabakayı tâkip edecekler. bu dakikada şeref tribününde kendilerine ayrılan yerler boş…
saat 15.50 stadın dahili hoparlörü türkiye - hollanda milli maçının 15 dakika geç başlayacağını ilân ediyor ve spiker «hollandalı futbolcuların malzemelerini unuttuklarını» söylüyor.
saat 16.00. tribünlerdeki kaynaşma son haddini bulmuş. stad, maç havasına ve heyecanına bürünmüş. misafir yunan başvekili ve başvekil adnan menderes şeref tribününde gözüküyorlar. tezahürat ve mukabele.
saat 16.05 hollanda takımı sahaya çıkıyor. başlarında takım kaptanı «van der hart» var. hepsi boylu ve hepsi de cüsseli. az sonra türk milli takımı da sahada gözüküyor. alkış ve «milli takım çok yaşa» sesleri yükseliyor.
saat 16.15 milli marşlar çalınıyor. hollanda marşından sonra hepbir ağızdan, tek bir vücutmuş gibi bütün stad milli marşımızı söylüyor. maç başlıyor. rüzgâr altındayız. takımımız, deniz tarafındaki kalede. ilk dakika: k. mustafa lefter’den bir pas alıyor, sağa doğru kayıyor, karşısında iri cüsseli wiesma var. geçiyor, kaleye sokuluyor. ve şutunu atıyor. demunch yerde. top direğin dibinden avta çıkıyor. tribünlerden «mikro, mikro, çok yaşa» sesleri yükseliyor… bu tezahürat ilk beş dakikanın hitamına kadar devam ediyor. hırslı ve arzulu gözüküyoruz.
dakika 5 hollandalılar hücumda, soliç van der linden, beton mustafa’dan kurtuluyor, boş sahada ilerliyor, solaçığa doğru kayarak topu demarke vaziyette bulunan cüsseli santrafor ganjels’e aktarıyor. bereket versin basri yetişiyor, kesiyor ve uzaklaştırıyor. hücumlar karşılıklı. bir dakika sonra ayni pozisyonda lefter topu kapıyor. karşısında notermans var, kıvrak bir çalım sonra soğukkanlı bir hareketle canı görüyor. can iki kişiyi çalımlayarak aradan fırlıyor. kendisi atsa, daha iyi olacak… mikroya bırakıyor. mikro takımımızın ikinci şutunu atıyor.
dakika 9 bir şeyler yapacağımıza, maçı kazanacağımıza inananlar fazla. fakat hollandalılar da hiç de fena değiller. hücum hattımızı üzerlerine çekişleri ve rıjvers vasıtasiyle kontrataklara geçişleri kalemiz için tehlikeli oluyor.
dakika 14 kalemiz için ilk ciddi tehlike. mustafa adamı ile oynamamakta israr ediyor. hollanda soliçi rahat rahat ceza sahasına sokuluyor. top santrforda, santrfor üzerine hızla çıkan basriyi geçiyor. sağiç mevkinden çok sert bir şut: özcan fırlıyor, havada yay gibi geriliyor. ve topla birlikte yerde. doğrusu güzel bir kurtarış bu. ilk tehlike bertaraf edilmiştir. fakat ikincisi…
dakika 15 iki yan haf aksamaya devam ediyor. mustafanın geri pası. top yine santrforda. ganjels, naciyi de geçiyor. karşısında da özcandan başka kimse yok. müdafaamız mütereddit. ofsayt diye itirazda bulunuyorlar. hakem aynı kanaatte değil… özcan, evet gene şahâne bir kurtarış yapıyor. sakatlanmak bahasına santrforun ayaklarına atlıyor.
top onlarda. ilk dakikalardaki hızımız kayboldu. dağılmış vaziyetteyiz.
dakika 24 lefter şahsi gayreti ile bir dalış yapıyor. şut atsa birşeyler olacak. fakat çalım yapıyor ve topu kaptırıyor. bunu mikronun kalecinin elinde eriyen hafif şutu tâkip ediyor.
dakika 32 moulijn süratli, atak ve top hâkimiyeti kuvvetli oyuncu. ismaili yine gerilerde bırakıyor. markajsız oynayan müdafaamız şaşkın vaziyette. bir ok süratiyle kalemize ilerliyor. çapraz bir pasla van der lindeni görüyor. fakat özcan gol yememekte azimli. yine yerinde bir çıkış yaparak bir kedi çevikliğiyle yerden topu kapıyor. hollandalıların baskısı devam ediyor. stad sessiz, neticeden ümitsiz, endişe ile rakiplerin akınlarını tâkip ediyor. bu âna kadar alkışlanan tek adam üç muhakkak golü önleyen kaleci özcan. işte 36 ncı dakika yine mustafa ve ismail ileriye kaymışlar adamlarını unuttular. takımı idare eden rijvers ataklariyle kalemizi zorlayan soliçe çok müsait bir pas veriyor. son adam: naci. o da bu sefer geç kalmış. van der lindeln yine özcanla karşı karşıya kalıyor. bu mücadeleden de yine kalecimiz galip çıkıyor. herkes özcanın kurtardığı golleri saymaya başlıyor. bu dördüncü.
dakika 37 santrfor naciyi çok güzel bir çalımla geçiyor. sert şutu özcanın elinde. bir dakika sonra özcan solaçık moulijn’in ayağından mermi gibi çıkan topu iyi tâkip ederek yumrukluyor. bu beşinci kurtarış. devrenin son dakikaları hilmi yerini kadriye bırakıyor. keşke imkân olsa da özcan hariç bütün futbolcular değiştirilebilseler.
ikinci devre: metinin yerini suat almış. biraz iyi gibiyiz. rüzgâr bu sefer bizimle beraber.
dakika 47 kadri can’dan müsait bir pas alıyor. şut çekiyor. direğe çarpan topa mikro yetişiyor. göğsü ile stop etse. hayır. kafa vuruyor. bunu lefterin kafa şutu tâkip ediyor. van der hart yetişip tehlikeyi önlüyor.
dakika 49. moulijn yine sahnede. müdafaamız bu oyuncuyu durduramıyor. kalemize doğru sokuluyor. şut atıyor. özcan çeliyor. yetişen sağaçık topu yakın mesafeden ağlarımıza gönderiyor. fakat italyan hakem daha evvel ofsayta hükmetmiştir. artık maça tamamen misafir takım hâkim. forvette yalnız suat ve pek ender olarak da mustafa bir varlık olarak gözüküyorlar.
dakika 61. moulijn bir silindir gibi mustafa ve ismailin yanından sıyrılıyor çektiği şut basrinin koluna çarpıyor. yerli hakem olsa penaltı verebilir. fakat tehlike uzaklaşmamış. van der linden geliyor, bomba gibi bir şut atıyor. özcan uçuyor ve tahmin edildiği gibi bir yumruk darbesiyle topu kornere atıyor. şahâne bir kurtarış daha seyrediyoruz.
dakika 71. saman alevi gibi parlıyoruz. tesadüfi bir akın ve top tesadüfen suatın ayağında. suatın altı pastan attığı şut avtla neticeleniyor. hani biraz usturuplu vursa sahadan galip de çıkacağız.
dakika 82. hollandalıların sağdan inkişaf eden bir akını. bunu ancak kornerle kesebiliyoruz. kornerden gelen topa van der linden yine şaheser bir şut atıyor. özcan topu âni bir refleksle dışarı çıkarıyor. ikinci kornerden netice yok. son dakikalar gelip çatmış ve takımımız atlattığı büyük bâdirelerden sonra galibiyeti temin edecek bir gol peşinde koşmakta. işte bu arada suatın bir revaşatası kaleci de munch elinden kaçırıyor. karambol. lefter ve kadri orada. ama neticesiz. türkiye - hollanda milli maçı işte böyle berabere bitiyor.
favori ‘biziz, hâletiruhiyesi aleyhimize bir netice verdi‘
her nevi mücadele rakip ne kadar küçümsenirse, arzulanan iyi neticeden de o kadar uzaklaşılır.
bu bir kaidedir. hollanda maçından evvel ise biz rakiplerimizi küçümsememizi, onlarla aramızda klâs farkı olduğunu iddia edecek raddeye vardırmıştık. bilmem bu umumi kanaat nasıl, nereden ve hangi maksatla yaratıldı? halbuki 2-1 galibiyetimizle nihayetlenen hollanda’daki maçta oynayan futbolcular, o maçı tâkip eden idareciler ve gazeteciler, bu galibiyeti, şahlanmış bir türk takımının fevkalâde bir gününde elde ettiğini anlatıyorlardı. zâten bizden çok eski bir futbol mâzisine sahip bulunan, beynelmilel sahalarda daha tecrübeli olan rakiplerimizin, bizden aslâ düşük klâsta olmayacakları tabıidir.
hal böyle iken dün türkiye seyircisi rahat, çok gollü bir galibiyeti bekler hâle sokulmuştu. memlekette esen bu havayı misafirlerimiz de muhakkak ki teneffüs ettiler ve hırslandılar. futbolcular ise, işin vahametimi kavrayanların bütün ikazlarına rağmen maalesef lüzumu kadar bilenemediler. sahada çok istekli, kararlı, hırslı bir takımla karşılaşınca toparlanmak istediler, ama artık rakip çoktan kendine güvenini kazanmıştı bile…
hollandalılar gürbüz, sağlam ve oturmuş bir «wm» ile oyunun insiyatifini ellerine geçirirlerken, biz ise aksine burun buruna girmiş oyuncuların hiç bir zaman yapıcı ve mesafe katedici olmayan kısacık yan, geri paslariyla rakiplerimizin ekmeklerini yağlıyorduk. müdafaamız, vazifelerinin ilk olarak kalemizi emniyet altında bulundurmak, markaja gereken ehemmiyeti vermek olduğunu âdeta unutmuş; forvetin bir an evvel golleri sıralamasını seyre hazırlanırken, forvetimizdeki oyuncuların her biri de golü yapanın kendisi olması için orta yerde, kale önünde kümelenip, hasmın onları durdurmasını kolaylaştırıyorlardı. futbolcularımız normal olmıyan bir halet-i ruhiye gevşekliği içinde, anormal bir azimle oynayan hollandalılar karşısında gittikçe top’tan soğudular. oyuna ısınan, tabli oyununu oynayabilen, kendine güvenebilen futbolcumuz pek azdı. yalnız kalecimiz özcan, olağanüstü bir cesaret ve maharetle yaptığı kurtarışlarla, kül halinde iyi gününde olmayan takımımızı pek muhtemel bir mağlûbiyetten kurtarmağa muvaffak oldu.
muhakkak ki, dün takımın bekleneni vermeyişi, sadece maçtan evvelki gevşetici havaya bağlanamaz. takımın teşkilinin hatalı olduğu, oyuncu değiştirmelerde isabetsizlik bulunduğunu da münakaşa etmek mümkündür. oyun tarzımızın tatbik edilişi de tenkide müstehaktır. fakat ben, şahsen şuna inanıyorum ki, bütün bunlara rağmen daha fena teşkil edilmiş, oyun tarzı daha etrafsızca düşünülmüş bir türk takımı bile, etrafın gevşetici baskısına kapılmayıp sahada gereken direnişi yapabilseydi, muhakkak ki, karekteristik futbolumuzu daha iyi temsil edebilirdi.
kısacası dünü ucuz atlattık. yarın için de bu maç hepimize unutamıyacağımız bir ders olsun…