büyükada'da kavurucu bir yaz günü... güneşin altında koşturmaktan iki gözü parlayan yaramaz mı yaramaz, laf anlamaz bir çocuk yine toplamış arkadaşlarını, eski gazetelerin üstüne bez sararak yaptığı avuç içi kadar topu tekmeliyor. birazdan top düşmanı annesine suçüstü yakalanacak ve günlük dayağını yiyecek! akşama bir posta da babasından fırça yiyecek ama o buna da hazır. babası kızmakta haklı; bu küçük yaramaza ayakkabı dayanmıyor! ondan başka dokuz çocuk daha var bakmakla yükümlü olduğu. balıkçılık yaparak on iki kişilik nüfusu geçindirmek hiç de kolay değil. paranın nasıl kazanıldığını bilmiyor ki çocuk aklıyla lefter! ayakkabıları eskimesin diye çıplak ayakla oynuyor, böyle bulmuş dayaktan kurtulmalım yolunu...
ağabeyleri kadar derslerinde başarılı değildi küçük haylaz. okuldan sonra nasıl ederim de top oynarım diye düşünmekten dersleri bile dinleyemez olmuştu. zaten önemi de yoktu, futbolda her geçen gün biraz daha başarılı olmak ona yetiyordu. okuldan aldığı notlardan çok mahallenin büyüklerinin takdiri önemliydi. her akşam annesinin top oynadığı için attığı dayaklardan bitap düştüğünde bile futbollu rüyalara dalıyordu. oysa 2. dünya savaşı yeni başlamıştı, dönemin gençlerine top oynamak haramdı. futbol da neydi ki! şimdi sırası mıydı?
ortaokul sıralarındayken mahallenin ağabeyleri onu elinden tutup büyükada'nın futbol takımma götürdüler. artık bez parçasının değil, meşin yuvarlağın peşinde koşacaktı, bu bile büyük bir lütuftu. her firsat değerlendirilmek içindi, öyle de yapn. büyükada'dan adalar takımına geçti, herkesin takdirini kazandı. ancak iki kişi vardı ki, onları memnun etmek mümkün değildi; annesi ve babası! ancak gün gelip de "altın madalya"yı alırken hak vermişlerdi lefter'e, oğullarıyla gurur duymuşlardı. bu da madalyaların en güzeliydi.
çıplak ayakla top oynadığı günler ona iki ayağım da kusursuz kullanma yeteneğini kazandırmıştı. lefter küçükandonyadis'in methi adalava sığmamış, istanbul'a kadar ulaşmıştı. taksim spor kulübü 1941'de, gol atmadan uyuduğu günü günden saymayan bu gence talip olmuştu. ancak aile engelini aşmak, büyükada'dan istanbul'a yüzerek geçmek kadar zordu. lefter iki yıl boyunca oyunuyla taksim stadı'nda isim yaptı. artık takımı değil, sadece lefter'i izlemeye gelenler bile oluyordu. 1943 yılında askerlik için çağırıldığındaysa uykuları kâbuslarla bölünmeye başlamıştı. ne düşman askerinden, ne de o sıra çıkması an meselesi olan savaştan korkuyordu. onun korkusu iğneyle kazdığı kuyunun askerlik döneminde dolmasıydı. futbola verdiği emeğin boşa gitme ihtimali bile ona ölümden zor geliyordu.
vatan vazifesi için, diyarbakır'a gitti. dört yılın sonunda elinde bir tahta bavulla birliğinden ayrılıyordu ama vatanı için yapması gereken daha çok iş vardı. milli formayla attığı gollerin yankısı, diyarbakır dağlarında attığı mermilerin yankısından çok daha büyük olacaktı... lefter, askerlik yaptığı sürede de futboldan kopmamış, tıpkı çocukluğunda yaptığı gibi arkadaşlarım başına toplamış, her fırsatta topu tekmelemeye devam etmişti. insan varoluş sebebinden nasıl kopabilirdi ki! asker arkadaşlarından kurduğu takımda, bütün gol yükünü çekme pahasına, diğer birliklerin takımlarnıı yıllarca alt etmişti. diyarbakır karması, mersin karması ile maç yapmaya giderken, tanınmasın diye her yerini kapatacak kıyafetler giydirdiler lefter'e. ancak maçta 25 metreden attığı golden sonra herkes pür dikkat bu kısa boylu adama bakıyordu. nüfus cüzdanını istediklerinde, oyunları anlaşılmış, diyarbakır hükmen yenik sayılmıştı. askerlik dönüşü aldığı haberle, uykusuz geçirdiği gecelerine yandı lefter! rüyaları gerçek olmuş, fenerbahçe'den teklif almıştı. türkiye'nin en büyük kulüplerinden biri 23 yaşındaki bu delikanlıya teklifi götürürken, 40 yaşında jübilesini yapana kadar birlikte olacaklarından habersizdi. lefter san lacivert renklere büyük bir aşkla bağlanmıştı. fenerbahçe'de her yeni gün ayrı bir mutluluk demekti. ne derdi annesi: "futboldan kim adam olmuş ki sen de olasın?" haksız da değillerdi hani. küçük oğulları meçhul bir yola sapmış, karanlıkta bir ışık arıyordu. işte bu genç adamın yolunu aydınlatan fenerbahçe olmuştu.
henüz gencecik bir delikanlıyken fenerbahçe idmanına çıktığı ilk gün, antrenman bitiminde kimseye görünmeden kaçıvermişti. ertesi gün yöneticilerin "neden haber vermeden gittin?" diye sormaları üzerine, "yıllarca hayallerini kurduğum ağabeylerimle yan yana antrenman yaptım. çok heyecanlandım. sonra onlarla aynı yerde soyunmaktan utandım" diye yanıt vermişti. fenerbahçe'de yıllarını geçirmesine rağmen bu saygısından hiçbir şey eksiltmedi ama kendisinin önünde saygıyla eğilenlerin arasına her gün bir yenisi eklendi. bunlardan biri de birlikte forma giydiği bir başka efsane can bartu'dur. sinyor onu "tek başına bir takımdı. iyi oynadığı zaman hiçbir rakip onu durduramazdı. frikikleri, penaltıları engellenemezdi. rakiple dalga geçerdi" diye anlatıyor ve ekliyor: "türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük futbolcusu hiç tereddütsüz lefter'tir."
sarı-lacivert çubuklu forma onu kısa süre sonra milli takıma çıkartmıştı. hep yükseğe, daha yükseğe çıkıyordu lefter. yunanistan'la 1948'de oynanacak maç için ilk defa ay-yıldızlı formayı giydiğinde, komşuyla siyasi gerginlik had safhadaydı. milli maça bin bir türlü anlam yüklenmişti. lefter milyonların kalp çarpıntısını içinde hissediyordu. bir millet, bütün ümidini 11 kişiye bağlamıştı, nasıl olur da heyecanlanmaz, iliklerinin donduğunu hissetmezdi.
atina'ya giderken etrafını çeviren gazeteciler ve meraklı kalabalık tek bir soru soruyordu: "maçın sonucu ne olur?" lefter'in cevabı ise herkesi güldürmeye yetmişti: "türk milli takımı 3-1 galip gelecek, golleri fikret, şükrü ve ben atacağım." anlam veremediği bir his söyletmişti bunu. söylediğine öylesine alışürırıştı ki kendini, maça adeta alınmış gözüyle bakıyordu. maça çıkmadan lefter'i dinleme fırsatı bulanlar ağızlan açık izlemişlerdi maçı. 90 dakika bittiği zaman skor 3-1, goller ise fikret, şükrü ve lefter imzalıydı! maç boyunca rum annesinden dolayı yunanlılardan yediği küfürler, onu durdurmak isteyen rakiplerinin savurduğu tekmeler, hiçbiri mutluluğunun önüne geçemezdi. çocukluğunda oynamak için her gece ağladığı futbol, artık mesleği olmuştu. daha ne isterdi ki?
lefter'in takım arkadaşı necdet çoruh dostunu anlata anlata bitiremiyor: "maçlarda şeref, can top isterlerdi, ben lefter'e verirdim. çünkü paslarım lefter'in ayağında kıymetlenirdi. 'ben istediğim zaman topu bana ver ama yerden ver' derdi. markajda olsa dahi topu ister ve adrese teslim ederdi." bir an vardır ki necdet çoruh da maçı tribünden izleyenler de unutamaz. sezon 1956-57, rakip galatasaray, stat mithatpaşa'dır: "galatasaraylı kamil'in görevi lefter'i oynatmamaktı. lefter topu istedi, ben de verdim. topun üstüne koştu, kamil'i önüne aldı. coşkun özarı da kamil'e yardım etmek için geldi. lefter bu sefer coşkun özan'nın üstüne doğru koştu. bir kamil'e, bir coşkun'a doğru yöneldi, iyice yaklaştılar. aralarında kalınca da topu bir çekti ki ikisi de ne olduğunu anlayamadılar. lefter kaleciyle karşı karşıya kaldığında birbirlerine sarılmış vaziyetteydiler! stat ayağa kalkmıştı. kamil'in futbol hayati o maçta bitti. coşkun özarı da sezon bitiminde futbolu bıraktı."
bir yandan milli takımın vazgeçilmezi, bir yandan fenerbahçe taraftarının sevgilisi... durmaksızın yükselen lefter'in bir sonraki hamlesi ne olacaktı? ne kaldı ki geriye? bir gün kendini italya'da bulduğunda yanıt kendiliğinden ortaya çıkmıştı: avrupa. bir zamanlar adalardan taşan lefter ismi, istanbul'a da sığmamış, avrupa'ya kadar varmıştı. bu türkiye için bir ilkti. italya'nın fiorentina takımına transferi gerçekleştiğinde, italyanlar lefter'in yapacaklarından bihaberdi. lefter, italya yolculuğuna çıkarken evlenmiş, mutlu bir yuva kurmuştu.
yıl 1951, torino'da ev sahibi juventus ile fiorentina lig maçı yapıyorlar. juventus defansında dinamik, sert, heybetli bir adam var: carlo parola. italyan futbolunun gelmiş geçmiş en iyi defans adamlarından biri bu parola. fiorentina'run sol içi, sahada parola'yı kepaze ediyor. topu her alışında parola'nın sağından solundan geçeceği yerde üstüne üstüne gidiyor. yatırıyor efsane adamı, öyle geçiyor. taraftarlar tek bir ses bağırmaya başlıyorlar: "turko! turko!" maçı izleyen eski fenerbahçeli yönetici rüştü dağlaroğlu, maçtan sonra bu küçük devin boynuna sarılıp ağlarken, lefter annesinden yediği dayakların sadece şu sahne için bile değeceğini düşünüyor...
aynı yıl son üç maça kadar yenilmeyen inter'le oynuyor fiorentina. maç 5-0'lık skorla bitiyor, fiorentina galip! lefter'in iki golü var inter kalesine, kalan üç golün asisti de yine ona ait hemen o akşam üç gün sonra oynanacak milli maç için seçilmiş italya'nın kadrosu değişiyor. ınter'li lorenzi çıkıyor, fiorentina'nın golcüsü pandolfini giriyor milli takıma. ertesi sabah bu değişikliği yapan vittorio pozzo açıklamasını şöyle yapıyor: "keşke takıma pandolfini ile birlikte şu turko'yu, avuç içinde bile rakibini çalımlayan sihirbazı da alabilsem!" her şey çok güzeldi de, bir de vatan hasreti olmasa. işte o hasret böylesine bir başan kazanan letfer'i tası tarağı toplattırdığı gibi türkiye'ye getirdi. istanbul'da onu bekleyen ikinci bir teklif olduğunu bilmeden, elinde iki torba altınla düştü yollara. büyükada'nın tamamını alacak kadar para kazanmıştı, çocukken yediği dayaklara inat! daha türkiye'ye doymadan fransa yolculuğuna çıktı. bir sene de nice'de oynadı. 1952 senesi; avrupa kupası maçında nice - kızılyıldız maçı. lefter yapacağım yapıyor ve müthiş bir vole ile topu ağlara gönderiyor. kızılyıldız'ın kalesinde 1950'ler avrupa'sının en büyük kalecisi beara var. golden sonra tribündekilerin anlam veremediği bir şey oluyor. beara golü atan kısa boylu futbolcuya doğru koşuyor. gol atan futbolcu şaşkın, biraz da korkarak bekliyor. beara, kucaklayıp alnından öptüğündeyse dünyalar lefter'in oluyor. ve bütün bu anıları sırtlanarak yine düşüyor yollara, 1953'te tekrar yurduna dönüyor.
artık ne para, şöhret, istediği tek bir şey var: fenerbahçe forması giydiği günlere geri dönmek. artık onu biç bir kuvvet istanbul'dan ayıramazdı. aile hayatı vardı artık, iki kız çocuğu olmuştu. zaman ilerliyor, her şey değişiyor, bir lefter inatla direniyordu! çıktığı maçların, attığı gollerin sayısı artıyordu sadece... 50 defa ay-yıldızlı formayı giymiş, 12 defa kaptanlık bandını takmış, 32 de gol atmış, verdiği bütün sözleri tutmuştu lefter. mısır milli maçına giderken devrin başbakanı adnan menderes "mısır maçını muhakkak kazanmalıyız" demişti iki ülke arasındaki siyasi gerginliğin acısı çıkarılmalıydı. maç bittiğinde skor 4-0'dı, üç gol de lefter imzalıydı.
görmezden gelinemeyen bu cevher, yanında sönük kalan başka bir cevherle ödüllendirildi. 50. milli maçından sonra boynuna "altın madalya"yı takmışlardı. heyecandan zorlanarak duygularını şöyle anlatıyordu: "bu madalyada etrafımı çeviren her yaştan insanın yüzlerini görür gibiyim. kulaklarımı sağır edercesine yapılan tezahüratları işitir gibiyim. işte, bir ömrün bütün acı tatlı hatıraları bu küçücük madalyada. futbolu bırakmaya karar verdiğim şu anlarda, beni senelerce el üstünde tutan sporseverlere minnet borcum o kadar büyük ki elime tutuşturulan bu madalyayı binlerce parçaya bölüp, onlara dağıtmak ve 'işte bu hepimizin hakkı, hep beraber çalıştık ve başarıya ulaştık' demeyi çok isterdim. onları hiçbir zaman unutmayacağım."
galatasaray efsanesi metin oktay, onun yeşil sahalardaki son yıllarında şöyle demişti: "lefter 40 yaşına gelmesine rağmen, benim için hâlâ büyük bir kıymettir. onunla bir takımda oynamam mümkün olsa, bir sezonda 50 gol atmam işten bile değil. lefter'in futboldaki ustalığı onun yanında oynayacak golcü bir forvet için bu büyük bir avantaj. lefter'de daha çok iş var. bunu böyle bilmeli ve kıymetini de ona göre biçmeliyiz."
zaman zaman artık devri geçti ve "lefter yaşlandı, futbolu bıraksın" diyenler çıkmıştı. fakat her seferinde o, bu şekilde konuşanları mahcup etmişti. fenerbahçe, astronomik rakamlarla peş peşe transferler yapmış ve kadrosunu genişletmişti. fakat fenerbahçe için sembolleşmiş bir isim olan lefter, kendisini tutanları hiç de mahcup etmeye niyetli görünmüyor, ışık saçan gözleri ve zamana meydan okuyan fiziğiyle yaşlılık eleştirilerine yanıt veriyordu: "büyük konuşmak hiç âdetim değildir. futbol bir azim işi olduğuna göre, azmedenlerin ve hak edenlerin san lacivert formayı giymeleri haklarıdır. ben azimliyim ve bu sene yine takımda yer alacağım. belki her maçta mutlaka oynamam ancak önemli olan fenerbahçe'nin kazanmasıdır. formasını her zaman severek taşıdığım takımıma yine faydalı olmak için oynayacağım."
fenerbahçe'nin tribünlerinin vazgeçilmezi manol bağırmıştı ilk defa "ordinaryüs" diye lefter'e, bu lakabın onun peşini hiçbir zaman bırakmayacağını bilmeden. oynadığı son sezonda bile tribünlerden tekbir ses yükseliyordu: "ver lefter'e, yaz deftere!" galatasaray'ın unutulmaz kalecisi turgay şeren " lefter karşıma geldiğinde ürkerdim, titrerdim, bütün takım arkadaşlarım onu engellemek için tekmeler savursa da o ne yapar eder yine karşıma dikilirdi" diyerek onu anlatıyor.
aynı takımda oynadığı arkadaşları bir bir futbolu bırakmış, lefter ise ilk günkü heyecanıyla aşkından vazgeçmemişti. hırsından bir şey eksilmemişti ama artık veda vakti gelmişti. oysa dün gibiydi, bezden topun peşinde koşuşturup annesinden yediği dayaklar. bir ilk daha gerçekleşecekti bu vedayla, türkiye'de ilk defa bir futbolcuya jübile düzenlenecekti. 3 haziran 1964 günü fenerbahçe-beşiktaş arasında oynanan ve 1-1 biten maçta sadece fenerbahçe taraftarının değil, maçı izleyen herkesin yüreğine koca bir taş oturmuştu; bu lefter'in veda maçıydı. ağlayan sadece lefter değildi ki, daha o günden özlemişti taraftarlar onun futbolunu.
jübilesini yaptıktan sonra yeni bir maceraya atıldı lefter, teknik direktörlüğe başladı. yunanistan'ın egaleo, güney afrika'nın johannesburg takımlarından sonra samsunspor, orduspor, mersin idman yurdu ve boluspor derken bu sevdadan vazgeçti. olmadı, teknik direktörlüğü futbolculu ğunun yanında sönük kaldı. şehir şehir dolaştı, kendisini aradı, bulamadı. çünkü başka kimse lefter olamazdı!
efsanenin bir başka tanığı gazeteci onur belge şöyle anlatıyor lefter'i: "lefter ağabey futboldaki bütün görevlerini bitirdikten sonra arkadaşlarıyla büyükada'da nostalji maçları yapmaya başladı. o istanbul'dan dönerken, biz çocuklar denize atlar, ayakkabılarını taşımak için yarışırdık. beni takıma alması da böyle olmuştu. bir gün yine maç yapıyoruz, 6-2 öndeyiz. lefter ağabey vapura yetişmek için maç yarım bıraktı. o takımdan çıktığı anda bir gol yedik ardından bir gol daha. maç bittiğinde skor 7-6'ydı. çünkü lefter ağabey bizi kurtarmak için geri dönmüş, vapuru kaçırmıştı. alt tarafı kendi aramızda yaptığımız bir maçtı ancak onu bile kaybetmek istemezdi. arkasında gözü varmış gibi oynardı, rakip ne yapacağını anlayamazdı. onu izleyenlerin şimdiki futbolcuları beğenmelerini istemek hata."
fenerbahçe de sarı-lacivert çubuklu formaya anlam kazandıran bu futbolcusunu, kadıköy'e diktiği heykeliyle ölümsüzleştirirken, şimdilerde büyükada'da yine arkadaşlarını etrafına topluyor lefter. bu sefer takımı kurmak, kaleyi seçmek için değil, geçen günlerin anısını taze tutmak için. oysa anılar hep taze kalacak. türkiye ilk defa yurt dışında kendisini gururlandıran bu efsaneyi 832 golünden önce mütevazi ve çekingen haliyle hatırlayacak. belki futbol başka profesörler yetiştirecek ama başka ordinaryüs gelmeyecek!
kahirede zamalek stadının kumlu sahasındaki bugünkü maçta mısırlılar galibiyetten emin
hususî surette giden bülent gençer'den
kahire, 4 — «akdeniz kupası» ndaki beşinci maçımızı yarın (bugün) mısırla oynuyoruz. bu, ayni zamanda mısır'la yaptığımız beşinci milli maç olacaktır.
30 bin kişilik zaınalek stadının bu maçla tamamen dolacağı, biletlerin hepsinin satıldığı bildirildi. stad iyi ama sahanın iyi bir futbole müsaade edeceği şüpheli... zira saha topraktan ziyade kum. hele kale önleri çöl gibi... bu vaziyette oyuncularımızın sahaya alışık rakipleri karşısında bir avantaj kaybetmeleri mümkün görülüyor ve bu hal endişe doğuruyor.
kadromuz değişmedi
takımımız bu maça dün bildirdiğim kadro ile çıkacaktır. her ne kadar lefter'in sakatlığının geçmediğinden korkuluyorsa da, bugünkü hafif denemede lefter oynıyabilecek halde olduğunu gösterdi. rahatsız bulunan mehmet ali de iyileşti. fakat tek seçici son dakikada tertipte bir değişiklik yaparsa, bu halde sağiçe hilmi alınacak.
bu sabalı önce yürüyüş yapıldı, sonra otelin holünde kültür fizik çalışmasında bulunuldu. antrenör szekelly oyuncuların «maç kıvamı» nda bulunduklarını söylüyor. bugün umumiyetle istirahatle geçirildi.
not: yazıda 5. milli maç diyor ama aslında a milli düzeydeki 3. maçımız.
mısırlılar emin konuşmağa daha doğru bir tabirle «büyük söylemeğe» devam ediyorlar. bugün görüştüğüm mısır'lı spor otoriterleri «türk futbolunun ilerlediğini biliyoruz» dediler. «fakat mısır milli takımı da mısır'da daima başarılı oyunlar çıkarır. buna güveniyor ve takımımızı favori olarak görüyoruz.»
bir spor gazetecisi daha ileri gitti ve aynen şu iekilde konuştu: «eğer maç berabere biterse bunu dahi süpriz sayarım. galibiyetin muhakkak mısır takımı tarafından elde edileceğine inanıyoruz.»
mısırla yapığımız dört millî maçta yer alan futbolcularımzdan şimdi futbolu bırakmış yahut antrenörlüğe geçmiş veya hâlen futbol oynadığı halde millî kadroda bulunmayan kıymetlerimizden o maçlara ait hâtıralarından birini nakletmelerini istedik. aşağıda bu maçlarda yer alanlardan beşinin hâtırasını bulacaksınız.
dr. ismet uluğ
29.5.1928 de amsterdam'da 7-1 kaybettiğimiz ilk mısır maçında solhaf oynayan fenerbahçeli yavuz ismet anlatıyor: «bu maçta spor hayatımın en hüzünlü günün yaşamıştım. acaısını elan içimde duyarım. takımımız isim olarak, o zaman çıkarabileceğimiz en iyi ve kuvvetli takımdı. lâkin bizi prag'a kırk kişi götürdüler. para temini için birbuçuk ay köy köy dolaştırdılar. bütün şöhretler sürantrene, demoralize olmuştu. ben zeki, nihat bu takımla amsterdam'da maç oynamayacağımızı bildirdik. «siz oynarsınız» dediler. sahada yürüyecek halimiz yoktu. almanya'dan bekir de gelip takımdaki yerini almıştı. çocuk, ellerini havaya kaldırıp «yahu ne oldu size?» diye bağırıp duruyordu. sonra aynı takımla mısır'da 3-1, istanbul'da 6-0 kazandık. ne yazık ki, bu iki maç millî temas değildi.»
bülent esel
«mısır'a karşı üç milli maç oynadım. atina'da bir gol atmıştım. ankara'da ise ili tane... ankara maçında sağiç erol'dan çok güzel bir pas aldım, onsekize daldım ve sıkı bir şutla ilk golü yaptım. lefter'in 2'nci golünden sonra turgay çok uzun bir degaj yapmıştı. onu da onsekiz dışında yakaladım. santrhafa çalım atıp ceza sahasına dalınca şutumu çektim. baktım üçüncü gol olmuştu.»
erol keskin
mısır'la yaptığımız dört maçtan son üçünde yer alan (eski fenerbahçeli) adaletli büyük erol anlatıyor: «bir maçta ilk golü umulmayan şekilde yemek takımı her bakımdan yıkar. kahirede de böyle oldu. mısır sağaçığının ortasını solaçıkları kaleye havale etti. turgay kalesinden çıkmıştı. kalede yalnız naci vardı. topu göğüsle veya kafa ile kesebildi. koltuğunun altından top geçince fena halde bozulduk. zaten maça çıkışta «b» kadroları yerine «a» takımını görünce bir hayli ürkmüştük. seyircileri futbolden anlar. o zaman futbolleri iyi idi.»
bülent eken
13.5.1949 da atina'da 3-2 galip geldiğimiz maçta oynayan galatasaraylı bülent eken anlatıyor: «maçı yunanistan gibi bir memlekette oynuyorduk. ne yapıp yapıp kazanmamız lazımdı. mısır santrforu, forvetleri'nin yegâne şut atanıydı. çok da çabuktu. kendisine güç yetişiliyordu. o zaman futbol federasyonu fahri reisimiz ulvi bey saha kenarından bana bazan bağırıyordu «seni hep geçiyor» diyordu. köşede bir fırsat düştü. biraz sertçe çıktım. o tehlikeli oyuncu sakatlanarak sahayı terk etti. 2-1 galip vaziyetteyken ölü bir topun üzerinden geçeyim dedim. dönüp bir de baktım ki top ağlarımızda 2-2 berabere olmuştuk. çok şükür ki, şükrü 3 üncü golü yaptı ve galip geldik.»
not: erol keskin'in anlattığı maç 8.12.1950'de akdeniz kupası u-21 milli maçıdır. mısır 3-0 kazanmıştır.
mükemmel bir oyun çıkaran millî takımımızın üç golünü lefter, birini de ilk defa millî olan hilmi attı
ilk devrede kadri'nin yerine hilmi alındı. metin sakat sakat oynadı
hususi suretle giden bülent gençer'den
kahire, 5 - akdeniz kupasındaki beşinci maçımızda mısırı fevkalâde bir oyundun sonra açık farkla (4-0) mağlûp ettik. üçüncü dakikadan itibaren sahada sanki bir tek takım vardı. ay - yıldızlı gençler mısır takımını kendi sahasonda, kendi seyircisi önünde kelimenin tam mânasiyle «hezimete uğratmış» lardı.
türk milli takımı sahaya büyük bir mısır bayrağı ile çıktı. bunu takiben dört tarafa yayılan futbolcularımız tribünlere çiçek attılar ve böylece halkın kalbini kazandılar. nitekim bütün maç boyunca mısırlı seyirciler gençlerimizi alkışladı, buna mukabil zaman zaman takımlarını ıslıkladılar. hattâ oyunun sonlarında kendi oyuncularına bağırırken, idarecilere de «bu ne biçin takım, paramızı geri verin!» diye feryat ettiler.
üçüncü dakikada galibiyet
mısır cumhurreisi nasırın mümessili başkumandan ve harbiye vekili general abdülhakim âmir'in şeref tribününde yer aldığı maç başlarken mısırlılar kendilerinden fazla emindiler. takımlarını teşçi ediyor, bağırıyorlardı. lâkin oyunun başlamasiyle beraber türk milli takımı da gayet mükemmel bir futbol göstermeğe başladı.
havanın bunaltıcı derecede sıcak olmasına rağmen çocuklarımız kısa zamanda, oy una intibak etmişlerdi. daha ikinci akınımızda lefter, mustafa'dan aldığı pasla topu meşhur hanefi'ye çarptırarak ilk golü attı. bu anda üçüncü dakika henüz doluyordu.
mısırın ofsaytten golü sayılmıyor
mısırlılar golü yer yemez canlandılar ve bilhassa sağdan yaptıkları akınlarla kalemize inmeğe başladılar. bu arada turgay yerinde iki müdahale ile tehlikeleri önledi. diğer hücumlar ise çok başarılı bir oyun çıkaran santrhafımız naci ile ilk milli maçı olmasına rağmen takımımızın en iyilerinden biri görünen solhaf nejat tarafından kesildi.
fakat 16 ncı dakikada mısır forvetleri bariz ofsayt vaziyetinde topu kalemize sokmağa muvaffak oldular. italyan hakem campanati isabetli görüşle bu ofsayt golü saymadı.
kadri çıkıyor hilmi giriyor
en güvenilen forvetlerden biri olan kadri'nin çok bozuk oynadığı görülünce 38 inci dakikada yerinde bir değişiklik yapıldı ve kadri çıkarılarak soliçe hilmi alındı. bu arada mısırlılar da aksayan hanefi'yi çıakrdılar.
hilmi oyuna girer girmez hiç yabancılık çekmedi ve ilk defa millî olmanın heyecanınından uzak bir şekilde oynamağa başladı. nitekim 41 inci dakikada topla kaleye dalan hilmi'yi mısır sağbeki favle durdurabildi. favl'ün ceza sahası içinde olduğunu gören hakem penaltıyı vermekte tereddüt etmedi. lefter gayer ustaca bir vuruşla mısır kalecisini ikinci defa mağlûp etti. böylece ilk devreyi 2-0 galip bitirdik.
ikinci devre ve 3. gol
ikinci devrenin ilk tehlikesini türk kalesi atlattı. daha ilk dakikada mısır sağaçığının sıkı şutu kale direğimize çarpıp kurtuldu. bundan sonra mısır forvetleri gene sağdan korkulu bir akın yaptılar.
türk takımı bu tehlikeleri atlatınca hücum insiyatifini tekrar aldı ve bilhassa soldan lefter vasıtasiyle inmeğe başladı. nitekim devrenin 20 (oyunun 65) inci dakikasında lefter ilk golde olduğu gibi mustafadan aldığı pasla daldı ve müdafilleri çalımlayarak topu mısır ağlarına yolladı: 3-0
metin sakatlanıyor
bu gole sevinmemizle beraber üç dakika sonra santrforumuz metinin tokatlanmasına üzüldük. metin ortada iyi bir oyun çıkarıyor, verdiği paslarla gayet faydalı oluyordu. yalnız ilk devrede bir oyuncu değişebileceği için metin çıkamadı ve ayak lifi koptuğu halde sakat sakat maça devama mecbur kaldı. solaçığa geçirilen mettinin yerine hilmi santrfora, lefter soliçe alındı.
devrenin 27 (maçın 72) nci dakikası oynanıyordu ki, hilmi isfendiyardan aldığı pasla ortadan kaydı ve dört mısırlıyı çalımla geçerek topu kaleye yolladı. hilmi'nin attığı bu dördüncü gol cidden nefisti.
maç 4-0 galibiyetimizle neticelendikten sonra türk kafilesi bir bayram sevincine boğuldu. bu arada metin dahi sakatlığını unutmuştu. üç gol atan lef ter «ben ne yaptım, hep beraber oynadık, kazandık» diyordu. çocuklar birbirine sarılıp öpüşüyorlardı. idareciler ve bilhassa tek seçici eşfak aykaç ile antrenör szekelly en çok sevinenlerin başında geliyordu.
mısırlılar ise maçtan önceki «büyük laf» larını unutmuş gibiydiler. şimdi türk ekibi için «gördüğümüz en iyi milli takım» diyorlardı.
takımımız bütün olarak fevkalade futbol oynamış, sanki bir antrenman yapmış daha doğrusu bir futbol dersi vermişti.
maçın muvaffak italyan hakemi campanati de «türkler mükemmeldi, hattâ daha çok gol bile atabilirlerdi» şeklinde konuşuyordu.
bugüne kadar yaptığımız millî futbol maçlarında en fazla gol atan oyuncu fenerbahçe'nin eski yıldızı, bugünkü başkanı zeki rıza sporel idi.
fakat lefter dün attığı üç golle başkanını geçmiştir. zeki rıza, millî maçlarda 15 gol atmıştı. lefter'in attığı gol adedi ise dünden sonra 17 olmuştur.
akdeniz kupası adında bir kupa düzenlenmiştir ve türkiye, ispanya, fransa, italya, yunanistan ve mısır milli takımları ile bir grup oluşturulmuştur. gruptaki her takım deplasmanlı olarak 2şer maç yapmıştır. yalnız ilginç olan fransa, ispanya ve italya bu kupaya b takımları ile katılırken türkiye dahil diğer takımlar a kadroları ile katılmışlardır.
italya ve fransa b takımları ile yapılan maçlar türkiye'de büyük tepki çekmiştir. onlar neden b çıkarken biz a takım ile oynuyoruz diye...
a milli takımımız kupada 4 maç yapmış ardından da kupaya b milli takımımız devam etmiştir. bu maç a milli takımımızın grupta yaptığı 4. ve son maçtır.
grupta a takımımızın yaptığı maçlar;
fransa [b] 3-1 türkiye türkiye 0-0 fransa [b] italya [b] 1-1 türkiye fransa [b] 3-1 türkiye mısır 0-4 türkiye
bugüne kadar oyandığı 48 millî maçta 21 gola tan türkiye'nin stanley matthews'ü "metin benim rekorumu kıracak" dedi
necmi tanyolaç
kendi ülkemizde bir adam futbol hayatının 20 nci yılını yaşıyor... yığınlar hâlindeki sosyal ve ekonomik hâdisenin baskısıyla kısalan insan ömründe 20 futbol yılı... hele, bu rekorun kırıldığı yer türkiye gibi, futbolcu ömrünün kahredicl devrelerle parçalandığı bir yer olursa?..
lefter'den bahsetmek istiyoruz. lefter tam 20 senedir futbol oynuyor... hâtıralarınızı karıştırırsanız şu gerçekle karşılaşacaksınız; 38 yaşındaki futbol delikanlısı futbola başladığı senelerde ne ise, bugün de odur. lefter, bir başka deyimle futbolun içindeki ve dışındaki «hâdisedir». ismi her kulüp maçına çıktığıda bir hâdise, her milli maçta bir başka hâdise olmuştur. hattâ, lefter, futbolun nankör tabiatına da mağlûp olmayan nadir futbolcudur. seneler geçse de lefter'in oynadığı futbolun unutulmayacağını iddia edenler için, çıkış noktası budur. ona; «büyük futbol zekâsı, futbol dehâsı» denilmiştir. bu kadar uzun bir yolu aynı başarı ile katetmesinin sebebi, hikmeti, fizik yapı bakımından şanslı oluşuna bağlanmıştır. halbuki lefter, bir lefter olabilmek için değil, evvelâ iyi bir futbolcu olabilmenin şartlarını yerine getirmiştir. bütün aksi ve kaprisli hareketlerine rağmen lefter amatörlük devrinde de, profesyonellik devrinde de nizamlara kendini uydurmasını bilmiştir.
seneler, lefter'in hayatında renkli ve uzun bir hikâye yazmaya devam etmektedir. lefter, fenerbahçelidir. fakat klâsını öördüğü takım milli takımdır. 1948 senesinde adımını attığı beynelmilel piyasa ona çok kısa zamanda fiatını vermiş ve lefter türk futbolunun «en uzun ömürlü ve en golcü adamı» olmuştur.
1948 - 1961 = 21 gol
lefter, 1948 - 1961 yılları arasında 48 defa milli takımda oynamış ve 21 gol atmıştır. fiorentina ve nice kulüplerinde yer aldığı seneler, lefter'i uzun bir müddet ay-yıldızlı formadan ayırmıştır. bu milli maçlı devrede de türkiyede olsa idi lefter gerek oynadığı milli maçların sayısı, gerekse attığı gollerin çok üstünde bir rekora erişecekti. bu ayrılığı kendisi şöyle ifade etmektedir: «fiorentina ve nice'e transfer edişim futbolun üzerinde büyük değişiklikler yapan hâdiselerdi. ama, ben o tarihlerde milli takıma öylesine hasret kalmışım ki?..»
48 milli maçta 21 gol küçümsenmeyecek bir rakamdır. lefter, başarısıyla yine bir fenerbahçe futbolcusu olan meşhur zeki rıza sporel'in 15 gollük milli takım rekorunu kıracağını tahmin etmemiştir, «vazifemi yerine getirdim. ben sadece gol attım. asıl başarı golleri hazırlayan arkadaşlarımındır» der.
lefter'i kendi ifadesiyle en fazla heyecanlandıran gol veya goller kahire'de mısır kalesine girmiştir: «- 1954 de kahire'ye gittik. mısırlılar bize karşı bir bileniş bilenmişler ki hava da sıcak. o maçı 4-0 kazandık. 3 gol kazandırdım takımımıza... hele bir ikinci gol vardı. çalımı yiyen bek topun filelere takılışını ancak yerden kalkarken gördü.»
lefter hayatında unutamadığı goller tabii bu üç tanesi değildir. isfendiyar'ın pasıyla macaristan'a mithatpaşa stadında attığı şahâne gol, 38 yaşındaki rekortmenin bir başka heyecanıdır. 1948'den bu yana oynadığı 48 milli maçta lefter'in ayağından gol yiyen takımlar: yunanistan (1), çin (1), suriye (1), israil (1), isveç (1), iran (2), güney kore (1), mısır (1), batı almanya (1), italya (1), portekiz (1), macaristan (2), rmanya (2), iskoçya (2)
«metin beni geçecek»
lefter «allah bir sakatlık vermezse» daha 5 sene futbol oynamakta kararlı... «21'in üzerine çıkacak mısın?» sualini şöyle cevaplandırıyor: «milli takıma girmek bir hizmettir. tekrar hizmete çağırılırsam, neden olmasın»
bir gün metin oktay'ın türkiye'nin milli takıma en fazla gol kazandıran futbolcu olacağına inanıyor. bu, bir nesil münasebeti... eskiler, yenilere yerlerini terkedecek, yeniler eski olacak...
yıl 1962 dir. ve lefter halâ krallığını devam ettirmektedir. son haftalarda lefter, futbola başladığı günlerin zindeliği, bu yıprandırıcı oyunun zirvelerinde gezindiği devrelerin deliciliği içinde işine devam etmektedir. bu sebeple lefter'in arasındaki farkı tesbit edemeyenler «işte bir futbolcu ki, futbolu ne zaman bırakacağını kestirmek güç» diyorlar.
ilk basımı 2012 yılında cem zamur'un "onun gibisi gelmedi: memleket futbolundan portreler" kitabından;
onun gibisi gelmedi... lefter küçükandonyadis
(...)
mısır'la deplasmanda oynanan ve 4-0 kazanılan maçta da durum değişmiyor, lefter üç gol atıyordu. kullanacağı penaltı öncesinde topun yeriyle sürekli oynayan ve bu yüzden hakemden ihtar alan mısır kalecisi parasko'ya yaklaşıp makus talihini haber veriyordu bu büyük futbol sihirbazı: "boşuna uğraşma, cebine de koysan o top o kaleye girecek." lefter'in bu maçtaki performansı mısırlı spikeri bile canından bezdiriyordu: maçın başında her mısır atağını "yallah, vallah" diye destekleyen spiker, lefter'in üç golünden sonra top lefter'e her geldiğinde "ayvvah, ayvvah," diye inlemeye başlıyordu.