vefa'nın efsanelerinden galip haktanır ile yapılan röportajdan..
vefa formasıyla istanbul ligi'nde 1943 yılında forma giymeye başlayan galip haktanır'a, vefa'yla hangi şartlarda anlaştığını sorduğumuzda gülerek yanıtlıyor bizi: "şart namına hiçbir şey konuşmadık, 'tahsiline yardım ederiz' dediler, 'tamam' deyip gittim. yoksa şu kadar para veririz gibi bir konuşma geçmedi hiç."
burada aklımıza başka bir soru takılıyor haliyle, peki geçimini nasıl sağlıyordu galip haktanır? zaten başka türlüsü olamazmış gibi bir samimiyete yanıtlıyor bu soruyu: "okulun son sınıfındayken jimnastik hocalığı imtihanına girdim ve jimnastik hocası oldum. nişantaşı ve kasımpaşa ortaokullarında uzun müddet görev yaptım. geçimimi de öğretmenlik yaparak sağladım."
o sırada yüksek ticaret mektebi'ne devam etse de futbol ve hayat arasındaki git-gel onun okulunu bitirmesine engel olmuş. ama galip haktanır'ın uğraşıları ve emeği hiç bitmemiş. vefa'da oynarken vefa haftalık spor gazetesi'ni çıkarmış. bunu bile "evet, zorlu lâkin zevkli bir uğraştı" diyerek basite indirgiyor.
vefa'nın efsanelerinden galip haktanır ile yapılan röportajdan..
o dönemdeki yöneticileri merak ettiğimizi söylüyoruz, "nasıl insanlardı?" diye sorup özellikle vefa'da remzi tatari'nin isminin ön plana çıktığını belirtiyoruz.
"eskiden de kulüplerin başkanları paralı insanlardı. parayı veren düdüğü çalar misali. özellikle remzi tatari ileri görüşlü ve çok bonkör bir insandı. futbolcularla diyaloğu çok iyiydi. herkesin derdini dinler ona göre çözümler üretirdi. hatta idarecilerin de derdine çare arardı" diyor. merhum islam çupi'nin bir yazısını hatırlatmak istiyoruz sevgili galip haktanır'a. islam çupi çocukluğunun en büyük vecd halinin evinden çıkarak gittiği çukurbostan'daki vefa'nın idmanları olduğunu belirterek, kaleci abdülkadir'in japone kol atletle yaptığı plonjonlarını, topkapılı haydar ve eyüplü şükrü'nün frikiklerini, muhteşem'in hızını ve galip'in valse benzeyen müthiş tekniğini anlatır. biz de bu yazıya istinaden "neydi, sizin antrenmanlarınızı bu kadar özel yapan şey?" diyoruz. yine gülerek cevap veriyor galip ağabey:
"hepimiz çok istekliydik, belki ana etken budur. kendimden yola çıkarsam, antrenmanlara en erken gidenlerden biri bendim. antrenmanı aksatmak gibi bir şey aklımıza gelmezdi. antrenman bittikten sonra da çalışırdık çünkü mecburduk. on kişiye bir top düşerdi o dönemde, onun için herkes gittikten sonra ben çalışmaya devam ederdim. top sürerdim, kafayla topu bir kaleden diğerine götürmeye çalışırdım, frikik atardım, şut atardım, bilhassa daha eksik olan yönlerimin üzerine giderek çalışırdım."
o dönemin yetenekli oyuncularıyla yan yana veya karşı karşıya oynamanın verdiği zevki soruyoruz bu kez. hepsiyle oynamaktan büyük bir zevk aldığını belirtiyor hiç duraksamadan ve özellikle "üç büyük" diye tabir edilen kulüplerdeki isimlere dikkat çekiyor: "hakkı yeten benim için çok yetenekli bir oyuncudur. bizim oynadığımız zaman onun son dönemlerine denk gelse de gerçekten inanılmaz bir oyuncuydu. yani o tarihte çok büyük yetenekler vardı. bir gündüz kılıç galatasaray'da, bir cihat arman fenerbahçe'de çok büyük ve önemli isimlerdi."
vefa’da resmi maçlarda oynayabilmem için lisansımın çıkması lazımdı. beşiktaş, galatasaray ve fenerbahçe kulüpleri benim lisansımı alabilmek için müracaat etmişler, bu yüzden istanbul bölgesi’nde bu işlere bakan rahmetli kemal halim gürgen vefalı idarecilere, “bu çocuğu buraya getirin, hangi kulüpte oynayacağını benim yanımda söylesin, onun beyanına göre lisansını verelim,” demiş. ertesi gün vefalı idarecilerle beraber bölge müdürlüğüne gittik. ben kemal halim bey’e vefa’da futbol oynamak istediğimi söyledim ve böylece 1942 yılında vefalı oldum. vefa’da ilk resmi maçımı 4 ocak 1943’te, kadıköy fenerbahçe stadı’nda kasımpaşa’ya karşı oynadım. bu maçı 3-1 kazandık. o sezon istanbul ligi’ni dördüncü olarak tamamlayıp maarif mükâfatı maçlarında oynama hakkını kazandık. milli küme adıyla bilinen bu organizasyon, yaklaşık on beş yıl sonra başlayacak olan türkiye ligi’nin ilk örneği gibiydi. istanbul’dan dört, ankara ve izmir’den ikişer takım olmak üzere toplam sekiz takım deplasmanlı iki devre üzerinden maç yapıyordu. istanbul ligi’nin son maçlarında ayaklarımda şişmeler olduğundan koşmakta zorluk çekiyor, bu yüzden oynamak istemiyordum. idareciler, “sen sahada dursan yeter,” diyorlar, ben de dediklerini yaparak sahada hayali bir fener gibi dolaşıyordum.