beşiktaş: mehmet ali tanman, yavuz üreten, halil köksalan, rıfat atakanı, ibrahim tusder, şükrü gülesin, şeref görkey, şakir uluatlı, hüseyin saygun, hakkı yeten, sabri gençsoy
teknik direktör:refik osman top
gol: dk. 2 namık (1-0) dk. 8 şakir uluatlı (1-1) dk. 20 sait altınordu (2-1) dk. 34 hamdi (3-1) dk. 54 hakkı yeten (3-2) dk. 64 hakkı yeten (3-3) dk. 79 hakkı yeten (3-4) dk. 81 hakkı yeten (3-5)
kırmızı kart: dk. 74 ali (altınordu) dk. 74 halil köksalan (beşiktaş)
bir zamanlar golleri atan da attıran da baba hakkıydı
şükrü gülesin
heey koca hakkı, hey!... şimdi tribünde başkalarının attığı goller üzerine beyanat veriyorsun. bizim zamanımızda ise golleri atan da, attıran da sendin.
hattâ öyle ki, hakemi bile attırdın bir gün sahadan.. hiç unutmam onu: izmirdeki bir maçta, hakemin hatâları seni çileden çıkarmış, hakem sana «çık!» diyeceğine sen hakeme «çık!» demiştin. koca vali sahaya kadar girmiş, seninle konuştuktan sonra hakemin çakmasına karar vermişti. yan hakemi hakem yapıp maça devam ettiren, gene sendin kaptan..
bir defasında da, izmir'de mağlûbiyetten nasıl kurtarmıştın takımı... onu da hiç unutmam: sıcak bir havada altınordu ile oynuyorduk. ilk devreyi 3-1 mağlûp bitirmiştik. altınordu tozumuzu atmıştı sahada. «maç kurtulmaz» diye soyunma odasında dövünüyorduk ki... ne «soyunma odası!..» merdiven altıydı aslında... orada başımız önünde, üzülürken, birden kapıdan baba hakkı girdi. «çabuk bana tosyalı'yı bulun!» dedi. remzi tosyalı geldi. ceketini ilikledi. «buyur hakla kaptan» dedi. hakkı baba «ver şu dönüş biletlerini» diye bir gürleyiş gürledi... ben kapının yanına kaçtım. bize döndü yeten: «ruhsuz veletler!.. bu maçı kaybedin, istanbul’a yaya döneceksiniz... sizin gibi renksiz yobazlara ihtiyacı yok bu takımın... siz bilirsiniz!..» ikinci devre oyuna bu atmosfer içinde girmiştik.
daha beşinci dakikada hakem, santrahafımız halil'i (kasap halis'i) de oyundan atmaz mı? halil «hakkı ağabeye sormadan çıkmam» diye dayattı. hakem «yahy, dedi, hakem ben miyim, hakkı mı?» halil, hakkı kaptan'a sordu. baba hakkı durakladı, şöyle bir baktı. halil’e «çık» dedi. şerefe de «santrhafa geç!» dedi. ondan sonran mı? baba hakkı «metro goldwyn mayer aslanı» gibi şahlanmış, hiç konuşmuyor, kükrüyordu. bütün topları robot gibi ona atıyorduk. kaleci ve yedi altınordulu kaleye yığılmış, etten duvar örmüşlerdi. fakat baba hakkı, bu büyük futbolcu, tek başına altınordu'ya dört gol atmış, 3-1 mağlûp durumda olduğumuz maçı 5-3 kazanmamızı sağlamıştı. fakat maç gece de bitmemiş. baba hakkı, yanında izmir'in meşhur yıldızı sait altınordu olduğu halde, kordon’da paytona binmişti. arabacıyı indiren baba hakkı, paytonu öyle sürmeğe başlamıştı ki, biz ardından otomobille yetişemiyorduk... hey gidi hey!.. ne günlerdi... işte beşiktaş'ı, kara kartallar'ı hep böyle, baba hakkı'nın şahlandığı günlerin beşiktaş'ı olarak görmek istiyor gözlerim...
hakkı yeten'in takımı beşiktaş’a transfer etmiştim. ne demekti bu, dile kolay! hakkı kaptanla ve beşiktaş'ın o devirdeki şöhretleriyle aynı takımda oynayacağını düşünmek bile 17 yaşında bir genci bitirir, yatağı düşürürdü... öylesine büyük heyecandı, öylesine zor şeydi ...
bir cuma günü adaya ismime bir telgraf geldi. bütün ada halkı beraber okuduk telgrafı. şöyle diyordu: «kendine iyi bak. pazara galatasaray maçında oynuyorsun.»
dizlerimin bağı çözülmüştü, dilsize dönmüştüm. sonra, sonrası, sonraları devam etti gitti işte...
ama, o ilk heyecan kasırgasını hatırladıkça hâlâ ürperirim.
* * *
sene 1940
mağlûbiyet şöyle dursun, berabere dahi kalmadan şampiyon oluyor, rakip kalelere tam 108 gol atarak rekor üstüne rekorlar kırıyorduk...
* * *
1940-1941
«sabri - hakkı - kemal - şeref - şükrü» beşlisi diye bir dev silindirin, canavar bir forvetin hegemonyasına giriyordu türk futbolu.
yoktu bunun daha ötesi. dost, düşman hepsi aynı görüş, aynı fikirdeydi; «gelmez böyle bir forvet bir daha türkiye'ye.»
... ve gelemedi de...
* * *
1941-1942
baba kartal yenmesini öğretmişti bizlere.. hele bir kazâya uğramayalım, zindan ediyordu dünyayı hepimize... dalma iyiyi, dalma doğruyu öğretmişti. buna uymayanlar çarpılırdı. birbirimize kenetlenmiş, azim ve irade duvarı olmuştuk âdeta, bizi kimse yıkamazdı. yıkamadılar da senelerce... tâ ki biz yıkana kadar, daha iyi bir deyimle tabiat nimetlerine esir olana kadar...
* * *
1942-1943
hep birer örnek elbise ve palto yaptırmışlardı hepimize. antrenmanlardan sonra karıştırırdık paltoları. kırılırdık gülmekten.
benim maaşım; antrenmanlarda birer gümüş lira, maçlarda ise iki gümüş liraydı. bu parayı zaruri masraf olarak imza mukabilinde dağıtırlardı. o gümüş liralardaki sihirli gücü, italya'ya transfer ettiğim sene önüme dökülen milyonlarca lirette bulamadım.
* * *
1943 -1944 -1945 - 1946
maaşlara zam olmuş, maç primleri konmuştu ilk defa. en yakın rakibi altı, yedi puan aştın mı, prim almak zorlaşıyordu. bugün gibi hatırlarım. vedii, çengel hüseyin ve kemal'e gizli bir toplantı yapmış, primleri daha kolay almak için maç kaybetmeyi dahi düşünmüştük. hayaldi bunu yapabilmek tabii. delikanlılık devremizdi. böyleşey yapsak, kartal bizi yükselttiği yerden bırakıverir, tavuk ölüsü gibi yerde kalırdık...
* * *
1947 - 1948 - 1949 - 1950
seneler birbirini kovaladı... eskiler yerlerini yenilere bıraktı. takım yeni yeni galibiyetlere koşuyordu. bu son dört yıl içersinde ölünceye kadar unutamayacağım şeyler oldu.
harbiye'yi 6-3 mağlûp edişimiz. ( http://www.macanilari.com...iktas-194319444733--.html) ve hakkı yeten’in zafer tacıydı bu maç. dünya tarihinde bir daha rastlanmaz böylesine. ilk devrede enerjik harbiye 3-0 galipti. ikinci yarıda herkes bizim bozguna uğrayacağımızı tahmin ederken, beşiktaş altı gol atıyordu. maçı 6-3 almıştık. hayır hayır hakkı kaptan almıştı tek başına. biri ayağa kaldırarak. sonra 30.000 kişinin, beşiktaş'ı ayakta alkışladığını görecektik...
beşiktaş dergisi ağustos 2019 sayısındaki "tarihimizden enteresan maçlar" başlıklı yazıdan;
ilk hikayemiz 1941 yılından... 26 mayıs günü izmir alsancak stadı’nda oynanmakta olan milli küme maçında beşiktaş, altınordu karşısında 3-0 yenik durumda. siyah-beyazlılar kötü mü oynuyorlar? hayır... gayet yerinde paslarla ve göze çok hoş gelen kombinezonlarla altınordu’nun ceza sahasına giriyorlar ama yan hakemler hemen hemen her pozisyona bayrak kaldırarak ofsayt kararı veriyorlar. bu nedenle morali sıfıra inen takım, biri haksızca verilen penaltıdan olmak üzere 3 gol yiyor altınordu’dan...
kaptan hakkı yeten, takımı toparlamak için çırpınıyor. işte yine topu almış, rakip ceza sahasına koşuyor... ama nafile, yan hakemlerin bayrakları havaya kalkmış “ofsayt” diyorlar... “hakem bey, hakem bey, bu adamların kolları hürriyet heykeli gibi hiç yere inmeyecek mi?” diyerek adeta kükrüyor baba hakkı birden... hakemin cevabı ise ilginç oluyor: “hakkı kaptan, hiç sinirlenme. bu iş bitmiş artık. sizi bu durumdan hiçbir kuvvet kurtaramaz. bir tedbir almazsan ikinci yarıda 3 gol daha yersiniz.” sözü biter bitmez de hakem düdüğünü öttürerek kırk beş dakikanın bittiğini ilan etmişti.
hakem: “beni de yendiniz”
on beş dakikalık mola sırasında altınordu soyunma odasından sevinç çığlıkları yükselirken, baba hakkı, şu konuşmayı yapıyordu takım arkadaşlarına:
“çocuklar, normal oyunumuzla ve kombine akınlarla bu maçı kurtaramayacağız. görüyorsunuz, yan hakemler bizi yıkmak için söz birliği etmişler. ikinci yarı başlar başlamaz, en az on dakika bilhassa forvet olanlar, şahsi kabiliyetlerini ortaya koyup bol bol çalım atacaklar. altınordulular, çalım yedikçe eminim sinirlenecekler ve dağılacaklar. 3-4 rakibi çalımlayarak gole gideceğiz. eğer ilk on beş dakika içinde bu şekilde beraberliği sağlarsak, tekrar normal oyunumuza dönerek galip bile gelebiliriz. haydi bakalım gösterin kendinizi!”
netice malum... yalnız beşiktaş’ın değil, türk futbol tarihinin en büyük forveti, süper yıldız hakkı kaptan’ın dediğini yapan futbolcular, doksan dakika sonunda karşılaşmayı 5-3 galip bitirmiştir. oyunun sonunda hakkı kaptan, orta hakeme “hakem bey, bir dakika” demiş ve bu defa şu enteresan cevabı almıştı kendisinden: “hakkı bey, söyleyeceğinizi sahada söylediniz. sizi hakikaten tebrik ederim. yalnız altınordu’yu değil, beni de yendiniz.”