orhan berent'in altay: alsancak'ın sakini kitabından;
yurtdışına ilk gidiş
yunanistan’a ilk giden türk takımı ayvalık idman yurdu’ydu. 16 kasım 1930’da midilli ikincisi playobakos ile 2-2 berabere kalmıştı. fakat atina’ya daha doğrusu kıta yunanistanı’na giden ilk türk takımı altay’dı. altay ilklerin takımıydı. diğer izmir takımları daha sonra altay’ın açtığı yoldan geçecekti. karşıyaka 28 ocak 1931’de midilli’de mahalli şampiyon aris’i 6-1 yenmişti. istanbullular ise ilk defa 1932 ocak ayında atina’ya gitmiş, orada galatasaray-fenerbahçe karması yunan karmasına 4-1 yenilmiş, sonraki maçta 2-2 berabere kalınmıştı. atina’da ilk defa galip gelen türk takımı ise 1932 eylülü’nde eno-sis’i 4-3 yenen göztepe olacaktı. altay’m bu yolculuğu şu açıdan önemliydi. 4 aralık 1930 tarihli cumhuriyet gazetesinin yazdığına göre başlangıçta iki maç için anlaşma yapılmış ve al-taylı oyunculara bu iki maç için 1.500 dolar para ödenmişti. yine gazetenin yazdığına göre altaylı sporcular kişisel masraflarını kendisi karşılayacaktı. bundan şu anlaşılmaktadır ki 1930 yılında yunanlılar altay’ı önemsiyor ve atina yolculuğunun konaklama bedelleri, maç masrafları çıkarıldığında o zamana göre iyi bir para futbolculara kalıyordu. o yıl altınordu, göztepe, karşıyaka ve izmirspor’un da faal olduğu ve izmir liginde mücadele ettiği düşünülürse bu yurtdışı maç teklifinin izmir’i temsil etmek adına altay için ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. şüphesiz bu durum altay’m diğerlerinden hem isim hem de tanınırlık açısından birkaç adım önde olduğunu göstermektedir.
atina ve hayal kırıklığı
altay 30 aralık 1930’da atina seyahatine çıktı. kafilede 59 kişi bulunuyordu ve kafile başkanı nuri sıtkı erboy ve doktor kemal’di. altay ilk maçı yunan lig şampiyonu panathinaikosla ve maçı 6-3 kaybetti. daha sonraki günlerde izmir’de çıkan yeni asır gazetesi muhabirinin uzun uzun anlattığına göre altay’ın atina seyahati ufak bir terslikle başlamıştı. vapur pire limanı’na yanaştıktan ancak üç saat sonra türkçeyi çok iyi konuşan iki apollon idarecisi gemiye gelmiş ve kafileyi kalacakları otele götürmüştü. bu süre zarfında futbolcular gemide mahsur kalmıştı.
gazetenin 7 ocak 1931 tarihli nüshasında ise atina, muhabir tarafından hayranlıkla şöyle tasvir edilmektedir:
“paris bulvarları gibi bulvarlar.” ... “buradaki ümranın terakkisini anlamak için benim gibi birçok defalar buraya gelmiş olmak lazımdır.” ... “şehir günden güne büyüyor ve kalabalıklaşıyor.” ... “yunanlı dostlarımız hakikaten çok çalışkan adamlar.” ... “caddelerde otomobillerden, kalabalıktan fazla nazarı dikkati celbeden mağaza vitrinleri var. insan bir mağaza hatta bir dükkan önünde beş, on dakika kakmadan geçemiyor.”...
anlaşılan atina’daki refah türkleri çok etkilemiş ve kendine hayran bırakmıştı. takım otele varınca kafile reisi sporcuları toplamış ve onlara uyulması gerek kuralları hatırlatmıştı. kesinlikle ahlâk dışı hareketler yapılmayacak, kafile başkam, genel kaptan, takım kaptanı ve maçın hakemlerine itiraz edilmeyecektir. maçtan bir gece önce dokuzda, diğer geceler on buçukta yatılacaktır. otelden çıkarken kafile başkanı ya da genel kaptanın izni alınacaktır. kumar oynamak ve içki içmek kesinlikle yasaktır. fakat uyulması istenen kurallar arasından bir tanesi çok ilginçti. umumhanelere de gitmek yasaktır! kafile başkanı endişeliydi. sporcuların kendisini dinlememesinden ve rezil olmaktan çok korkuyordu.
fakat atina’daki altay’ın büyük dertleri vardı. maç günü birinci kaleci fehmi eriş hastalanmış yatıyordu. takım sahaya çıktığında altay’la beraber takviye olarak gelmiş dört izmirsporludan üçü kadrodaydı: ihsan türemen, nazmi ve hakkı. diğer futbolcular ise kalede orhan, hilmi, haşan, ismail, hakkı, domeniko, vahap ve sezai’ydi. statta 15.000 kişi vardı. tören sırasında kafile başkanı nuri sıtkı fransızca bir konuşma yaptı. 15:15’te oyun başladı. muhabirin anlattığına göre yunan takımı oyuncuları aynı zamanda iyi birer atletti! bu yüzden oyun altay’ın yarı sahasında geçiyordu. yine muhabirin anlattığına göre siyahi tenli vahap sinirden bembeyaz kesilmişti. yirminci dakikada rakip takım bir penaltı kazandı, kaleci orhan kurtardı. muhabirin aktardığına göre son derece yanlı hakem altay aleyhine verdiği kararla atmalıları bile kızdırmış ve yunanlılar “hakem dışarı” anlamına gelen “okso referi” diye tempo tutuyordu (!)
garip bir maçtı. hakemin altay aleyhine bir penaltı daha vermesi panathinaikosluları bile gücendirmiş olmalı ki ikinci penaltıyı yunan futbolcu kasten dışarı atmıştı (!) yeni asır muhabiri olayı okuyucularına aktarırken ermeni ve rumlardan sonra yahudilere yönelen olumsuz bakışı da özetliyordu: “bu kibar jest umumi alkış ile karşılandı. on beş bin kişiden yalnız bir kişi memnun değildi. kim diye mi soruyorsunuz? musevi isimli ortodoks hakem.”
maçın ayrıntılarına dönersek eğer, ilk golü altay’dan ihsan attı. fakat ondan sonra yunan takımının art arda altı golü geldi. bu gollerden sonra altay ismail hakkı ve vahap’la cevap vererek skoru 6-3’e getirdi. muhabire göre halk maçtan sonra hakemi dövmüştü (!)
altay ikinci maçını atina ikincisi enosis konstantinopolis ile oynadı. oyunun ilk dakikalarında vahap sakatlanıp çıktı, yerine baron fevzi girdi. takım kalede rıza, hilmi, nazmi, lütfü, ihsan, hakkı, haşan, vahap, domeniko, hakkı parker, sezai kadrosuyla maça çıkmıştı. kaleci fehmi eriş’in yerine iyi bir yedek olmaması nedeniyle maçı 3-0 kaybetmişti. muhabire göre takımın en başarılıları ihsan, hilmi, lütfü, ismail hakkı ve biraz da nazmi ile hakkı olmuştu.
altay üçüncü maçında eski hemşehrisi apollon ile karşılaştı. apollon takımındaki mavramatis 10 yıl önce kulüp izmir’deyken de 1921’de sağ açık oynuyordu. yunan takımının izmirli döneminden miras tek oyuncusuydu. sonuç 5-1’lik bir yenilgiydi. vahap’ın enosis maçındaki talihsiz sakatlığı ve çok iyi bir kaleci olan fehmi eriş’in maçlarda olmayışı bu sonuçta etkendi. ama atina gazetelerinin söylediğine göre panathinaikos maçındaki altay’ın mücadeleciliği diğer maçlarda vuku bulmamışa. aynca ilk maçta üstün bir oyun çıkaran altaylı dominic sonraki maçlarda ilk maç kadar iyi oynamamıştı. türk gazetecilerine göre ise altay’ın iyi oyuncuları vahap, ismail hakkı, hilmi ve izmirsporlu ihsan, atina’da düşük bir form göstermişti. şüphesiz bunlar futbolla ilgili ve olağan karşılanan vakalardı. fakat normal olmayan sonraki günlerde türk gazetelerinde yazılanlardı. yenilgilerin kaynağı disiplinsizlikti!
söylenenlere göre bir oyuncu otel asansörlü olduğu halde odasının üst katta olmasından şikâyet etmiş, bir diğeri kafile başkanı ve genel kaptana ortada geçerli bir sebep yokken isyan etmiş, başka bir oyuncu maçta görev verilen mevkiyi beğenmeyip maça çıkmamış, yerine oynayacak olan futbolcu da onu taklit etmişti. ayrıca verilen tüm öğütlere karşın futbolcular gece geç yatmış, hatta eğlence yerlerinde sabah dörde kadar barlarda dans edip içki içmişlerdi. bir diğer kötü alışkanlık ise kumardı. oyuncular maça birkaç saat kala bile kumar masasından kalkmıyordu. maçı analiz eden türk muhabirlerin öne sürdüğü bir de şu gerçek vardı: her üç maçın ilk devresinde altay gol yememiş, yenilen goller ikinci yanda gelmişti. bunun sebebi formsuzluk, düşük kondisyon ve uykusuzluk yüzünden her üç maçın ilk devresinde rakibiyle başa baş oynayan altay’ın ikinci devre ipe un sermesiydi. kumar masasından kalkmayan ve geç yatan sporcu nasıl başarılı olabilirdi ki? maçı takip eden gazetecilerin defalarca andığı en önemli nokta ise yunanlıların spora ve futbola olan düşkünlüğüydü.
yunanlı gazeteciler ve spor adamları ise altay’ı iyi oyunculardan kurulu ama teknik ve taktik açıdan oldukça zayıf bir takım olarak tanımlamıştı. yunanlılara göre yunan takımlarının üstün olmasının nedeni sıkça yapılan dış temaslar ve yunanistan’da görev yapan yabancı antrenörlerdi. fakat altay’ın bir özelliği hoşlarına gitmişti. takım mağlup durumdayken bile altaylılar oyunu bırakmayıp gayretli bir şekilde müsabakaya devam ediyorlardı. yunanlılar en çok vahap ve izmirsporlu ihsan’ı beğenmişti. ayrıca altaylı ismail hakkı ve altay’ın levanten kökenli oyuncusu dominic’ten de öygüyle söz ediyor, takımın forvet hattının iyi olduğundan ama orta sahasının kötü olduğundan bahsediyorlardı.
anlaşılan yunanistan’la türkiye arasında futbol ve sporun algılanması konusunda derin ayrılıklar bulunuyordu. altaylıların yunanistan’da türkiye’de olduğundan daha disiplinsiz davranmaları da şüphesiz onların yunanistan’da batılı bir hayatla karşılaşmalarının verdiği şaşkınlıktı. gece geç yatma ve kumar oynama gibi spor dışı faaliyetler de spora ve batılı hayata yeni yeni alışan ve adapte olmaya çalışan türklerin acemiliğini yansıtıyordu. birçok bakımdan türkiye küçük komşusundan henüz gerideydi
altay izmir’e döndüğünde kalecisi fehmi’yi iyileşmiş olarak buldu ve çıktığı ilk lig maçında göztepe’yi 6-1 yendi. ismail hakkı bu maçta üç gol atmıştı, diğer sayılar ise sakatlıktan yeni yeni kurtulan vahap ve ruşen’e (2) aitti. altay yoluna devam ediyordu.
orhan berent'in altay: alsancak'ın sakini kitabından;
1930’lu yıllarda izmir futbolu
altay’ın atina yolculuğu ve yunanistan’da bir haftaya yakın zaman geçirip üç maça çıkması izmir’de etkileri sonradan hissedilecek yankılara neden olmuştu. çünkü o zamana kadar herhangi bir ciddi dış temas yoktu ve kentin spor kulüplerindeki yöneticiler en yakın ülke olan yunanistan’daki durumu merak ediyordu. bu bakımdan altay’ın dönüşünden sonra bölge gazetelerinde bizzat yunanistan’a gidip oraları görmüş muhabirlerin yazdıkları epey tartışmaya sebep olacaktı. 23 ocak 1931’de yeni asır gazetesinde sarf edilen şu cümle ilginçtir: “bizde sporun pek düşkün (geri) olduğunu anlayabilmemiz için izmir’den 15 saat mesafede olan atina’ya gelmek kafidir.” altay’ın maçlarını atina’da seyreden muhabir şöyle devam eder: “bizde disiplin yok, intizam yok, egsersiz yok, idareci yok... laf dinlememek, büyüğe itaat etmemek, kibir, gurur pek çok.” yeni asır muhabiri bunları söyledikten sonra yunanistan’da futbolun türkiye’den daha ileri olmasının sebebini hükümetin teşviki, halkın ve basının ilgisiyle açıklıyordu. muhabirin yunanistan’ı daha önce ne kadar gördüğü ya da eski yıllarda orada ne kadar süre yaşayıp yaşamadığı belirsizdir. bu yönüyle bakılınca yunan futbolu hakkındaki söylediklerinin ne derece doğru olduğu, ne derece dıştan bir bakışın eseri olduğu meçhuldür. ancak yazısının sonunda türkiye ve izmir’deki zamanın spor manzarası hakkında söyledikleri büyük ipuçları vermektedir. çünkü muhabirin de bildirdiği üzere izmir’de 1930’lu yılların başında henüz her kulüpte kadrolu bir futbol antrenörü bulunmamaktadır! diğer aksaklıklar ise şunlardır: halkın ve hükümetin teşviki, sahaların bakımı, antrenör bulundurma, spordan anlayan yöneticilerin iş başına gelmesi, disiplin ve kurallara uymak. fakat muhabirin söyledikleri bununla kalmaz. ona göre izmir’de çok sayıda kulüp vardır ve bunların sayısının en fazla dörde indirilmesi gereklidir. 1937’de izmir valisi fazlı güleç’in izmir kulüplerini birbiriyle birleştirip ortaya sentetik takımlar çıkarmasını göz önüne alırsak bu fikrin 30’lann başında yavaş yavaş filizlendiğini rahatlıkla görebiliriz.