türkiye a milli futbol takımımızın ilk uluslararası futbol karşılaşması olarak tarih sayfasında yerini alan maç.
federasyon başkanı yusuf ziya öniş, milli takım teknik direktörü ali sami yen, a milli futbol takımımızın takım kaptanı fenerbahçeli hasan kamil sporel, maçın hakemi çekoslavak a.cratky idi. türkiye'nin gollerini 32 ve 50. dakikalarda zeki rıza sporel kaydetmişti.
a milli futbol takımımızın bilançosu hep negatif çıkar.mağlubiyeti galibiyetinden fazla,yediği attığından fazladır. bu ilk maçta attığımız gol yediğimiz goller eşit olmuş.bu konu ile ilgili diğer istatistikler şöyle:
galibiyet sayısı ,mağlubiyeti ile eşitlenmiş ve bir daha hiç o mesut günlere dönememiş,hep mağlubiyet sayımız galibiyet sayımızdan fazla olmaya başladığı maç için bkz: http://www.macanilari.com...fid=192319499511&aid=4097
not : ismin yanındaki rakkam o oyuncunun millî takımda kaçıncı oyunu olduğunu gösterir.
oyunun ilk golünü 25. ci dakikada romen takımının santrforveti ganzel yaptı. 32. ci dakikada sol açığımız bedri rakip kaleye doğru tehlikeli bir akın sırasında ağır surette yaralandı ve bir daha girmemek üzere oyunu terketti. yerine baron feyzi, onun yerine de kelle ibrahim geçti. verilen frikikten zeki millî takımımızın ilk ve oyunun beraberlik golünü attı. devre (1-1) bitti.
ikinci devrenin 5. ci dakikasında sabihin çektiği şutu romen kalecisi tutamadı. topa yetişen sabih takımımızın ikinci golünü çıkardı. 22. ci dakikada cafer'in sebebiyet verdiği bir frikikten romen sağiçi büyük triç beraberlik sayısını çıkardı ve maç (2-2) berabere bitti.
romanyalılarla berabere kaldığımız bu maçta büyük fırsat kaçırmış olduk. takımımız daha iyi teşkil edilebilirdi. hafbek hattı akınları kesmekle beraber forveti besleyemiyordu. takımın sağ açığı forvetin umumî gidişine uyabilecek bir oyuncu değildi. takımımızın nefesi romenlerden aşağı idi. hâkim tarafımız galip gelmek azmi ile zaman zaman oynadığımız canlı oyundu. hakem vasattı. kendisinden daha bilgili ve bitaraf bir idare beklenirdi.
dip not: maç anlatımları 1949 yılına ait olduğundan kitaptaki anlatım aynen buraya aktarılmıştır.
dip not2: kadrolarda bazen 11den fazla futbolcu ya da aynı futbolcunun 2 kere yazıldığını görebilirsiniz. aynı oyuncular maç içinde mevki değiştirdiklerini, 11den fazla oyuncularda oyuna sonradan girdiklerini göstermektedir.
türkiye: nedim kaleci (altınordu), hasan kamil sporel (fenerbahçe, kaptan), cafer çağatay (fenerbahçe), ismet uluğ (fenerbahçe), nihat bekdik (galatasaray), feyzi baron (altınordu)(dk.32 ibrahim kelle (altınordu)), emin (altınordu), alaeddin baydar (fenerbahçe), zeki rıza sporel (fenerbahçe), sabih arca (fenerbahçe), bedri gürsoy (fenerbahçe)
teknik direktör: ali sami yen
romanya: hans paulini, dumitru vetianu (kaptan), atanasie protopopescu, leopold tritsch ii, tudor florian, mircea teclu, adalbert nuridschany, oscar robert tritsch i., isidor gansl, iosif klein, samuel deutsch
ilk basımı 1975 yılında olan "altay spor tarihi" kitabından;
baron lâkabını temiz giyinişi ve kibarlığı yüzünden almıştı. varlıklı bir ailenin çocuğu olmamasına rağmen onun giyimine herkes hayran olurdu. itfaiye idaresinde memurluk yaptı.
baron fevzi altay'a 1928 yılında istanbul altınordu klübünden geldi. o devirde klüp değiştirenlere, lehte de olsa şüpheli gözle bakılırdı. fakat baron fevzi'nin açık yürekliliği, uysal mizacı, teşebbüs kabiliyeti kısa zamanda takdir edildi, kendisi en güvenilir arkadaşlar arasına alındı ve altay camiasında günden güne sevilmeğe başlandı. üstelik onda bir futbolcunun bütün meziyetleri vardı. bir kere cesurdu, favulsuz, fakat sert bir oyun tarzını severdi. maç süresince bütün enerjisini ortaya koyardı. disipline riayeti, çalışma düzeni ile kendisine olan hayranlığı arttırdı. takım mağlup duruma düştüğü zaman gözyaşlarını tutamaz, hıçkıra hıçkıra ağlardı.
baron fevzi, çok uzun yıllar altay takımında yerini değiştirmeden oynadı ve saf amatör olarak sporculuk tarihini kapadı. baron fevzi türk futbol tarihinde unutulmayacak bir sahifedir.
baron fevzi, 26 ekim 1923 tarihinde romanya ile oynadığımız ilk milli maçta yer alan futbolcudur. baron fevzi o yıllarda istanbul altınordu formasını giymekteydi. 2-2 biten maçta baron fevzi sol haf oynuyordu, 2 ci yarıda solaçığa geçti. taksim stadındaki maçta takımımızın gollerini zeki rıza attı.
baron fevzi 1928 amsterdam olimpiyatlarına milli futbol takımımızla beraber gitti. fakat sakat olduğu için milli takımda yer alamadı.
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
sait çelebi (hazırlayan: m. sabri koz)'un "ilk yıldızlar ilk hatıralar" başlıklı yazısından;
fenerbahçe solaçığı bedri bey...
islavya-istanbul muhtelit takımı maçında futbol hayatımın parlak bir yıldızı saydığım fevkalâde bir oyun oynadım. o gün karşımda enternasyonal bir muavin olan -bu defa olimpiyatta bize karşı oynatılmayıp daha kuvvetli bir hasma saklanılan- meşhur zayfiret tamamiyle acz göstermiş ve futbolun bütün hilelerine müracaat etmişti. arkamdan tekme vuruyor, çelme takıyor, eteğimi çekiyordu. lâkin bütün bunlara rağmen ben bir lastik top gibi sıçrıyor, yıldırım gibi onun kalesine akıyordum.
o günkü gollerin ikisinde de büyük hissem vardır.
islavya'yı romanya millî takımı takip etti. o gün fevkalâde bir surette hazırlandığım maçı mateessüf feci bir surette sakatlanarak başlangıcında terk etmeye mecbur kaldım. hastahanede iki aya yakın yattım. futbolun apansız geliveren bu menhus [uğursuz] hediyesi beni bu uğurdaki aşkımla hayatıma veda ettirecek diye çok korktum. lâkin çok şükür iyileştim ve maşukuma [sevgilime] yine kavuştum. sakatlandıktan sonra yaptığım ilk maçlarda bacağımda ufak bir arıza kaldığından tabiî olarak muvaffak olamadım. lâkin birkaç ay sonra eski oyunumu yeniden iktisâb ettim [kazandım].
26.10.1923 te ay-yıldızlı formayı ilk defa giyen futbolcular unutanlara kendilerini hatırlattılar
ilk millîlerimizden hayatta kalan nedim kaleci, ismet uluğ, cafer çağatay, salih arca, alâettin baydar, milliyet aracılığı ile türk sporseverlerine seslendiler: «ay-yıldızın futbol sahasındaki 50. yıldönümünü unutmayınız!»
yazan: kahraman bapçum
siz, futbol oynarken yere yıkılmanın utanılacak bir şey oldupu bir çağı düşünebilir misiniz ne o? anlamadınız galiba...
açıkça soruyorum işte: sahada koşuşan futbolcular düşününüz ki, tekme yer, çelmeye takılır ya da sert bir sarj alırsa ilk düşündüğü şey yere yıkılmamaktır. çünkü ayıptır yere düşmek. çünkü, futbolcu demek yiğit kişi demektir. sağlam adam demektir. düşünebilir misiniz?
işte bu yazıda kendisinden bahsedilecek olanlar öyle bir adamlardır.
* * *
en genci 19, en yaşlısı 23 yaşında idi. dün oynadıkları önemli bir futbol maçının tartışmasını yapıyorlardı. oyunda geçmiş bâzı ayrıntıları şüphesiz maç heyecanı içinde unutmuş olmalıydılar. biri bu ayrıntılardan bahsedince ötekiler hemen hatırlıyor, onaylıyordu.
aynı heyecanı yaşadıkları belliydi. dinlerken biraz hayale kapılsanız maçtan sonra yaptıkları duşun sıcaklığını vücutlarında taşıdıklarını, alınlarından boncuk boncuk terlerin damladığını düşünebilirdiniz.
ikinci devrede sakatlanarak çıkan solaçık, karşısındaki bekin ayağına nasıl yan taraftan basarak ezdiğini anlatırken, hemen gözlerimiz kemiği çatlayan bacağa kayıyordu. ikinci golü bütün inceliklerin ekadar hatırlayarak anlatıyordu...
biz o maçı görmemiştik. ama bir iki sakatlık konuşmadan sonra maçı sizlere anlatabilecek kadar bilgi sahibi olmuştuk o maç hakkında. şaka değil o maçı oynayan, heyecanını yaşayan futbolcular anlatıyordu bunları.
en genci 19, en yaşlısı 23 yaşında idi...
...ve hepsi dört kişiydiler. biri geçirdiği grip nedeniyle randevuya gelememişti, biri de ağır bir hastalıktan henüz kurtulduğu için evinden çıkmıyordu.
oysa anıları çok taze olan bu maçta yer alan futbolcular oniki kişiydi. ta öteki altısı neredeydi?
ohoooo.. en gencinin 19, en yaşlısının 23 yaşında olduğu günden, yani o maçın yapıldığı günden bu yana geçen 49 yıl içinde kahramanlarımızdan sadece altısını kaybetmişsek kedimizi mutlu saymalıydık.
* * *
cumhuriyetimizin ilân edildiği günden tam üç gün önce 26 ekim 1923 cuma günü, şimdi yerinde bir parktan başka şey kalmamuş olan taksim stadında türk milli futbol takımı ilk defa sahaya çıkıyordu. ay - yıldızlı formanın futbol sahasıyla tanışmasıydı bu. o gün milli formamızı giymiş olanlardan sadece altısı hayatta idi: nedim kaleci, cafer çağatay, ismet uluğ, alaeddin baydar, sabih arca ve bedri gürsoy...
takım kaptanı hasan kâmil sporel, galtasaray'ın arslan nihat'ı, fenerbahçe'nin zeki rıza sporel'i, altınordulu baron feyzi, gene altınordulu emin, bedri'nin sakatlamasıyla ikinci devrede takıma giren kelle ibrahim şimdi aramızda değiller. 49 yıl önce şerefle taşıdıkları ay - yıldızlı forma da bugün yaşamayanları bizim gibi saygı ile anıyordu şimdi...
* * *
tarihin ilk ay-yıldızlı futbolcularından şimdi altısı hayatta idi ve sabih'in gribi, alâ'nın geçirdiği ve inşallah atlattığı ağırca rahatsızlık onları buluşma yerimize göndermemişti.
«ay-yıldız'ın futbol sahasındaki ilk temsilcileri» işte bunlardı. gözlerinizi kapasanız en gencinin 19, en yaşlısının 23 yaşında olduğuna ve o maçı dün oynadıklarına inanırdınız. öylesine canlı, öylesine yakın bir geçmişti ki bu...
ama arada bir (kırkdokuz yıl) vardı. kırkdokuz yıl öncesinin ay-yıldızlı futbolcularına bakıyorum. ismet uluğ'un deyimiyle «futbol oynarken yere yıkılmanın utanılacak bir şey olduğu devrin futbolcuları» bunlar...
ve üzgündüler, alabildiğine...
üzgündüler ama, kendileri için değil... hâlâ göğüslerinde taşıdıklarını hissettikleri ay-yıldızlı forma için üzgündürler. ne yenilgiler, ne başka başarısızlıklar, ne futbolun ve ay-yıldızın hakkını vermek için yeteri kadar ter dökmeyen yeni kuşaklar, ne başka şey... bambaşka bir üzüntünün içindedirler.
cumhuriyetin ellinci yılını kutlama programı 26 ekim 1973 günü başlayacaktır. ve 26 ekim 1973 ay-yıldızlı fornanın futbol sahası ike tanıştığı günün ellinci yıldönümüdür.
ellinci yılda herşey hatırlanmakta, atatürk'ün, cumhuriyet'in, ay-yıldızın şan ve şerefi için ne yapılacağı belli değildi.
o ilk millî maçın heyecanı ve gururu ile dopdolu olan bu delikanlı adamlar, şimdi kendilerini hatırlatmaya mecbur olmanın da üzüntüsünü taşıyorlar.
12 temmuz 1989 tarihli gelişim spor dergisinin 49. sayısındaki ergun hiçyılmaz’la bu hafta köşesinden alıntıdır;
haftanın öyküsü / ilk milli maçın eleştirisi
“skor” değil, “spor” yazarı
kaleci ve beklerden gayrisi, bilhassa hafbek hattı ekseri def’i kabiliyeti fazla, yırtıcı oyunculardan mürekkep olmakla beraber ileri hat ile irtibat mümkün olmamıştır.”
rahmetli burhan felek hocamız, ilk milli maçımız olan romanya (2-2) karşılaşmasında savunma ile forvet arasındaki koordine eksikliğini böyle vurgulamıştı.
felek, taksim stadı’nda 3 bin gibi rekor bir seyirci önünde oynanan (26 ekim 1923 cuma) maçta şu noktalara dikkat çekiyordu.
1- haf hattı bütün takıma amudu (bel kemiği) olacak mahiyette kuvvetli teşekkül edilmemiştir.
2- pek azı müstesna olarak oyuncularımız mukavemette romenlerden yukarı değildir. bu nokta muntazam idman yapılmamasından ileri gelmiştir.
çekoslavak hakem cratki’nin yönettiği bu maçta gollerimizi zeki rıza sporel atacak (dk. 32 ve 50) ve ilk ulusal maçımız beraberlikle bitecekti. burhan felek’in “spor alemi” dergisinde yayınlanan maç eleştirisi şu olumlu görüşlere de yer veriyordu:
a- oyuncularımızın ekserisi romenlerden daha iyi çalım yapmışlardır.
b- orta muhacim maç tevziinde ve şut atmada maharet göstermiştir.
c- takımın haleti ruhiyesinde galebe azmi mevcuttur. (yani bizim takım inançlı)
d- misafir takımın boyları bizden yüksekti ama bizim şutlarımız daha doğru ve kuvvetliydi.
e- maçta biz daha üstündük ama bizim çocuklarda son 20 dakikada şişme (yorulma) alametleri (belirtileri) görüldü.
oyuncularımızın her birine takdir hissimiz bakidir. ancak maçlara idmanlar yaparak hazırlanılmalıdır…
66 yıl önceki bu spor yazısı nice “skor” yazılarından iyi değil mi? ne dersiniz?
türk millî takımının her iki golünü de santrfor oynayan zeki rıza atmıştı.
türkiye, ilk milli futbol maçını 26/10/1923'de istanbul'da, romanya'ya karşı oynamış ve 2-2 berabere kalmıştır. aşağıda bu maçı, o günün diliyle anlatan bir yazıdan pasajlar bulacaksınız. bu tarihi yazı «vatan gazetesinde» yayınlanmıştır.
"şimdiye kadar isminden başka stadyuma benzer bir ciheti olmayan taksim stadyomu dün yeni bir kisveye bürünmüştür. kırmızı - beyaz parmaklıklarıyla nazarları okşayan bir futbol sahası kıyafetine girmişti. bir kalenin arkasına türk bayrağı, diğerinin arkasına da romen bayrağı reksolunmuş ve bu suretle müsabakanın beynelmilel mahiyeti işaretlerle tespit olunmuştur, öğledenberi akın akın gelen seyirciler, saat 3'e doğru 4-5 bini geçmiş, hattâ moda kayık yarışlarında yıkılan balkonun yegâne kurbanı olan türkiye idman cemiyetleri ittifakı resisi-sânisi cevdet bey bile henüz alçıda olan ayağını bir iskemleye itka ederek futbolcularımızın bu büyük bayramına iştirak etmiştir.
saat 3'ü geçiyordu ki büyük kapı civarında bir alkış başladı... muzika, romanya marşını çalmaya başladı. halk numu kalmen (ayakta) dinlerken, romen gençleri de askerce bir vaziyet aldılar. marşın hitamında etraftan kopan alkışları binlerce göüğüsten çıkan «yaşa» avareleri erafında bitip tükenmek bilmeyen bir alkış tufanı daha takip etti. türk futbolcularının en güzide onbirleri, istiktlal marşının büyük zaferleri ihzar eden ahengi arasında sahaya giriyorlardı.
ilk düdük, saat 3'ü 25 geçe çalındı ve ilk hücum tarafımızdan yapıldı. tarafeyn 10 dakika kadar yekdiğerini denediler. hâkimiyetin bizde olduğu ilk 25 inci dakikada önünde bir boşluk bulan romen solaçığı merkez muharimine güzel bir pas verdi. bu da önündeki müdafiin bir çalımla soluna geçerek kuvvetli bir şut çekti: ilk gol romenler tarafından yapılmıştı. rakibi mütemadiyen sıkıştırmakta iken böyle mağlûp vaziyetine girişimiz halka da, oyunculara da soğuk bir duş tesiri yaptı. bu esnada ayağı üzerine hücum eden iki romen oyuncusunun arasında kalan solaçğımız bedri bey, bir lr daha avdet etmemek üzere sahayaı terketti. hücum hattımız şimdi dört kişiden mürekkepti. mamafili teşehbüs daima bizde idi... 35 inci dakikada romen kale sahasının önüne gelmiş olan topu müdafilerin biri eli ile tuttu ve hakemin verdiği ceza vuruşu üzerine zeki beyin çektiği müthiş bir şutla (gol) sahiyesinin (sesinin) etrafı çınlatması bir oldu. 10 dakika sonra müsabakanın birinci faslı hitama erdi.
ikinci haftaym, romenlerin hemen kırılan ve topu bizim bir hücumcumuzun önüne katıp ikinci golümüzün olması ile neticelenen bir hücumu ile başladı... oyun bu veçhile devam ederken ilk golümüzün olduğu aynı mahalde müdafilerimizden birine çarpan bir romen muhacimi yere düştü ve kıvranmaya başladı. hakem, romanyalıyı tecziye edecek yerde aleyhimize bir ceza vuruşu yaptı ve hakemin hatâsı yüzünden müsavat tekrar teessüs etti...
türk takımı âzâsı arasında fena oynayan bir kişi bile yoktu..."
fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
kaleciler ve lakapları
(...)
onlar gibi hem lakapları hem de soyadlarıyla anılan futbolcu sayısı bir elin parmak sayısını geçmiyordu zaten. lakapların isme tercih edildiği yıllarda kalecilerin bundan etkilenmemesi elbette mümkün değildi. 26 ekim 1923 yılında türk milli takımı'nın romanya ile 2-2 berabere kaldığı maçta kaleyi koruyan altınordulu nedim -o maçın ardından 4 kez daha milli formayı giymiş ve 1926'da fenerbahçe'ye transfer olmuştu- soyadı kanunu çıkar çıkmaz kendine en uygun soyadını alacaktı: "kaleci"
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
milli takım ilk kez sahada
1922 yılının istanbul'unda kurulan idman cemiyetleri ittifakı'nın ilk başkanı olan ali sami bey'in girişimleriyle ilk federasyonlar oluşturulmuş ve futbol federasyonu'nun başına, bir başka galatasaraylı, yusuf ziya (öniş) bey getirilmişti. futbol encümeni adıyla faaliyete geçen federasyonun ilk icraatı türkiye'nin uluslararası futbol organizasyonlarına üyeliğini sağlamak olmuştu. hem milli takım oluşturup uluslararası maç yapabilmek hem de 1924 paris olimpiyatları'na katılabilmek için uluslararası futbol federasyonu'na (fifa) üyelik kararı alınmıştı, idman cemiyetleri ittifakı ve futbol encümeni henüz bu tarz organizasyonlar için hazır olmamalarına rağmen, daha 1922 yılında bir milli takım oluşturulması için çaba sarf etmeye başlamışlardı. dönemin olağanüstü koşullarındaki hâlet-i ruhîyeyi de yansıtan bu hareketlilik sonucunda istanbul'un büyük kulüpleri, aralarındaki rekabeti bir yana bırakarak milli takım için seçme maçları oynamışlardı. aynı günlerde akşam gazetesi, "türk milli takımı kimlerden müteşekkil olmalıdır?" başlığı altında bir anket başlatmıştı. halk ankete yoğun bir ilgi göstermişti.
kamuoyunda oluşan bu heyecanla, türkiye'nin fıfa üyeliğinin bile henüz onaylanmadığı o günlerde ilan edilen ilk milli takım kadrosuna, çoğunluğu teşkil eden fenerbahçe'nin yanında galatasaray, altınordu, hilal ve süleymaniye kulüplerinden toplam 17 oyuncu çağrılmıştı. 21 mayıs 1923 günü, cumhuriyet'in ilanından aylar önce, türkiye'nin fifa üyeliği de kurumun cenevre'deki merkezinde yapılan bir toplantıda onaylanmıştı.
"yeni türkiye"yi, bir an önce modern zamanların en önemli sportif etkinliği olan futbolla dünya kamuoyunun gündemine getirmeyi ve türk ulusunun çağdaş dünyadan hiçbir anlamda geri kalmadığı ispatlamayı amaçlayan milli maç oynama girişimi, zor şartlarda yürütülmüştü. her şeyden önce büyük bir maddi imkânsızlık söz konusuydu. örneğin, bir teknik direktör bulmak mümkün olmadığından, bu görevi ali sami bey bizzat üstlenmek zorunda kalmıştı.
milli takımın ilk forması, beyaz üzerine göğüs bölgesinde kırmızı bir bant ve bu bandın üstünde beyaz ay-yıldız şeklinde tasarlanmıştı. dönemin gazetelerinin de büyük ilgi gösterdiği ilk milli maç için taksim stadı özel olarak hazırlanmış ve karşılaşmayı sekiz bin kişiyi bulduğu tahmin edilen oldukça heyecanlı bir taraftar kitlesi izlemişti. 26 ekim 1923 günü romanya ile oynanan bu ilk maç, 2-2'lik beraberlikle sonuçlanmıştı.
cumhuriyetin ilanından üç gün önce oynanan bu maç, herhangi bir spor müsübakası olmanın çok daha ötesinde anlamlar ifade etmekteydi. batı karşısında uzun süredir geri adım atan bir toplumun batı'nın karşısına onun "usta" olduğu bir alanda bizzat onun yöntemleriyle çıkması ve hepsinden önemlisi batı karşısında duyduğu ezikliğin geride kaldığını göstermesi açısından bu maça büyük önem atfedilmişti. yirmi yıl kadar öncesinde moda çayırı'nda adına futbol denilen bir oyunu oynayan ingilizler ile rum ve ermeni gençlere ancak uzaktan gıptayla bakabilen türk gençlerinin, şimdi bu oyunda yabancılara karşı mücadele edebilmelerine yüklenen anlam büyüktü. futbol alanında ülke genelinde başka gelişmeler de yaşanmaktaydı, idman cemiyetleri ittifakı'nın hedeflerinden birisi meydanı sadece futbola bırakmamak olsa da, futbol ön planda kalmaya devam ediyordu. 1923 yılı, yeni türkiye cumhuriyeti'nin başkenti ankara'da ilk futbol sahasının açılmasına ve kulüplerin kurulmasına sahne olmuştu. muhafız alayı kumandanı ismail hakkı (tekçe) bey'in girişimleri ile alay bünyesinde bir spor kulübü oluşturulmuş ve adı muhafızgücü konmuştu. sonraki yıllarda değişik spor branşlarında da mücadelesini sürdürecek olan muhafızgücü, şehre sosyal bir canlılık getirmişti. yine ismail hakkı bey'in girişimleri ile ankara'daki ilk futbol sahası da hizmete sokulmuştu. bugünkü tandoğan meydanı ile mebus evleri arasındaki bir bölgede yer alan bir arazi, ismail hakkı bey'in gayretleri ile bir futbol sahasına dönüştürülmüş, adı da istiklal sahası konmuştu.
böylece ankara'daki ilk futbol kulübü ve ilk futbol tesisi askerlerin girişimi ve çabaları ile hayata geçirilmiş oluyordu. ankara'daki ilk sivil futbol takımı ise, yine aynı yıl, ankara sultanîsi öğrencilerinin çabaları sayesinde oluşacaktı. renk olarak kendisine kırmızı-siyahı seçen bu kulübün adı gençlerbirliği'ydi.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
yabancı takımlarla siyasal konjonktüre göre yapılan maçlar
1930'lu yıllarda çok daha belirgin hâle gelecek olmakla birlikte, 1920'li yıllarda da futboldaki dış temasların o andaki dış politikayla paralellik arz edecek şekilde organize edilmesi dikkat çekici bir gelişmeydi. ister milli takımın oynadığı maçlar, isterse kulüp takımlarının özel maçları olsun, rakip seçiminde türkiye'nin ilişkilerinin iyi olduğu ülkelerin kesin önceliği vardı. 1923 yılında ilk milli maçın romanya ile oynanmasının tek gerekçesi türkiye'nin dış politikası değildi elbette; ancak romanya, ilişkilerin iyi düzeyde seyrettiği bir ülke olması yanında, türkiye ile maç yapmayı kabul edebilecek az sayıdaki ülkeden biriydi, coğrafi olarak da yakındı.
olimpiyat oyunları sonrasında türkiye, kuzey avrupa ülkelerini kapsayan bir turneye çıkmış; finlandiya, estonya, litvanya ve polonya gibi sovyetler birliği'ne hem coğrafi hem de siyasal anlamda yakın ülkeleri kapsayan bir dizi maç oynamıştı. bu maçların hemen arkasından, fifa'dan özel izin alınarak, sovyetler birliği ile bir maç yapılmıştı. daha önce değinildiği gibi bu maç, kurtuluş savaşı yıllarında türkiye'ye maddi yardımda bulunan ve uluslararası kamuoyu nezdindeki desteğini esirgemeyen sovyetler birliği'yle yakın işbirliği ve dostluğu gösterme amacını taşıyordu.
hemen bir yıl sonra, 1925 yılında, bu kez sovyetler birliği milli takımı türkiye'ye gelmiş ve türk milli takımı ile oynamıştı. sovyetler birliği ile yapılan bu maçın önemli bir özelliği, ankara'daki istiklal sahası'nda oynanması olmuştu. o güne değin hep futbolun başkenti durumundaki istanbul'da oynanan maçlardan farklı olarak, sovyet misafirler bu kez başkent ankara'da ağırlanmıştı. bu tercih, konuk takıma verilen değerin sergilenmesi açısından önem arz etmekteydi. maçın ankara'da oynanması, cumhuriyetçilerin gözünde istanbul'un, futbol konusunda da, alternatifsiz olmadığını ima eden bir mesaj sayılabilirdi.
iki maçı da sovyetlerin kazandığı bu dış teması, sonraki yıllarda polonya, yugoslavya, bulgaristan ve romanya ile yapılan milli maçlar takip edecekti. o dönemde yükselişte olan orta avrupa futbol ekolünden gelen bu takımlardan başka-lanyla maç organize etmek, ekonomik koşullar nedeniyle de zordu. sonraki yıllarda, balkan ülkeleri ile ilişkileri yakınlaştırmak adına da maçlar organize edilecekti. dikkat çeken bir başka durum, gerek milli takımın gerek kulüp takımlarının o yıllarda futbolda söz sahibi olan ingiltere, almanya, italya ya da fransa gibi ülke takımlarıyla hiç maç yapmamasıydı.
ilk basımı 2012 yılında cem zamur'un "onun gibisi gelmedi: memleket futbolundan portreler" kitabından;
gökler hakimi ibrahim kelle
(...)
erken cumhuriyet dönemi, türkiye'de başka birçok alanda oldu gibi futbolda da ilk önemli hamlelerin atıldığı bir dönüşüm süreci olmuştur. kazanılan zaferin getirdiği rüzgârla yeni bir ulusun temelleri atılırken, modernleşme ve dünyanın ileri medeniyetleri seviyesine erişme emeli bu yeni ulusun ilk hedefi olmuştu. bilim, sanat ve spor olmak üzere her alanda yeni bir yapılanma ve oluşum söz konusuydu. bunun sonucunda futbolda da ilk önemli hamleler bu dönemde atıldı. yusuf ziya öniş önderliğinde ilk türk futbol federasyonu 1923 yılında şehzadebaşı'ndaki letafet apartmanı salonunda yapılan toplantıda "futbol hey'et-i müttehidesi" adıyla kuruldu. ardından fifa'ya başvuruldu. 21 mayıs 1923 tarihinde türkiye fifa'nın 26. üyesi oldu.
ve fifa üyesi türkiye'nin ilk milli maçı cumhuriyetin ilanından üç gün önce yapıldı.
26 ekim 1923 tarihinde taksim stadında çekoslovak hakem cratky'nin yönettiği maçta ilk rakip romanya'ydı. milliler, rumen ganzel'in attığı golle 1-0 mağlup duruma düştü. zeki rıza sporel'in iki golü millileri öne geçirse de beraberlik golüne engel olunamadı ve ilk milli maç 2-2 sonuçlandı. maçta tüm kafa toplarına vuran, bitmek bilmeyen enerjisi ve tekniğiyle sahada basılmadık yer bırakmayan genç bir adam vardı. türk futbol tarihinde bambaşka bir yeri bulunan bir efsane adam: ibrahim, ya da herkesin bildiği ismiyle "kelle" ibrahim...
tarihimizin ilk milli futbol müsabakası taksim’de topçu kışlası’nda yapıldı. beyaz gömleklerinin üzerini hilâl ve yıldız süsleyen milli oyuncularımız ile romanyalı misafirlerimizin çetin müsabakasını izleyenler tarihe tanıklık ettiler.
bundan tam seksen dokuz sene evvel bugün milli futbol takımımız ilk beynelmilel müsabakasını icra etti. yirmili senelerin hemen başında stadyuma çevrilen tarihi taksim topçu kışlası'nın avlusuna (taksim stadyumu)’na toplanan binler milli takımızın ilk müsabakasını heyecanla takip etti.
daha bir ay öncesine kadar şehirlerindeki düşman işgali, ingilizlerin son balolarını verip son futbol müsabakalarını da yaptıktan sonra şehri terk etmelerinden sonra fiili olarak sona ermişti. sultan vâhidüddîn han hazretleri, ingiliz hms malaya zırhlısına binip gideli nerdeyse bir sene olmuştu. halife hazretleri abdülmecid efendi mevkii olan son osmanlı idi. ankara’da yeni bir hükümet vardı. memleket düşmandan temizlenmiş, mudanya da, lozan’da antlaşmalar imzalanmıştı. artık herkes yeni kurulacak cumhuriyet’in ilanını bekliyordu.
işte böyle bir havaya geldi romenler istanbul’a, yeni kurulacak milli devletin milli takımıyla müsabaka yapmaya. bükreş’in en iyi futbolcularından oluşan on iki kişilik bir milli takım ile yine bükreş muhteliti’ni oluşturan ilave yedi oyuncu gelmişti istanbul’a... aslına bakarsanız gelen romen takımı en güçlü romanya milli takımı değildi. profesyonel oyuncular ve bükreş dışındakiler getirilmemişti. romanya kafile başkanı bay mario kebauer getirilen oyuncuların hepsinin amatör olduklarını söylüyordu:
“istanbul’a gelmek mevzu bahis olunca, hemen spor kulüplerine bir tamim göndererek tazminat falan gibi namlarla para istemeyen oyuncuların seyahate iştirak edebileceklerini bildirdim. davete bu gençler icabet etti. ve nihayet buraya yalnız zevki için futbol oynayanları getirmiş olmakla bahtiyarım.”
her gazetenin bir milli takım yaptığı ‘o dönem böyle deniyordu’ yapılan her milli takımın yerden yere vurulduğu, neredeyse herkesin futbol mütehassısı kesildiği bir vadide, kimselere çok da kulak asmadan ve kimselerin kolay kolay ‘lafının üzerine laf’ söyleyemeyeceği ali sami bey kuruyordu milli takımı. ortalık kulüpçüden geçilmezken, galatasaray, fenerbahçe ve altınordu birbirleriyle kavgalıyken; beşiktaş, 1923 -24 istanbul ligi’ni de protesto etmekle kalmayıp, bir de darrüşşafaka ve idman yurdu’nu da müttefik tutup ligden çekilmişken kuruyordu ali sami bey milli takımı.
o kulüpçülük yapmıyor, sadece bir oyuncu alıyordu kendi kulübünden milli takıma. kalanı fenerbahçe ve altınordu’dan en iyi oyunculardı. o zamanki şartlar içinde yapılacak en iyi milli takımlardan birini yapıyordu.
müsbaka heyecanlı oldu. biz de kazanabilirdik onlar da. mağlup duruma da düştük, galip vaziyete de yükseldik. bizim de merkez muhacimimiz iki tane attı, onların da...müsabakayı 6 teşrinevvel’de şehre kolordusuyla giren şükrü naili paşa ile birlikte izleyen spor âlemi baş muharriri üstat burhanettin (felek) bey’e göre romenleri elimizden kaçırmıştık. yapılacak herhangi bir muhtelit takım bile bunları kolaylıkla yenebilirdi.
türkiye idman mecmuası ise sonucun kritiğinden ziyade oyuncuların teknik yönlerine değinmişti. âlâaddin ve sabih’in oyununu takdire şayan bulurken nedense iki gol birden yapan zeki’yi pek beğenmemişti.
mâmafih üzerinde haftalardır konuşulan, onlarca değişik takım tertip edilen, hiç biri de beğenilmeyen türkiye – romanya beynelmilel futbol müsabakası istanbul taksim stadyumu’nda, yirmi altı teşrinevvel bin üç yüz otuz dokuz cuma öğleden sonra, istanbul çekoslovak cemaatinden bay antonin kratky’nin hakemliğinde icra edildi. müsabakanın yirmi beşinci dakikasında romen merkez muhacimi gansl sert bir şut ile ‘kaleci nedim’in topa dokunmasına rağmen’ takımını öne geçirdi.golü yiyen millilerimiz maneviyat kırıklığını üzerinden çabuk atarak topyekün saldırdılar romen kalesine. nihayetinde 32.dakikada bir frikik kazandılar. cafer geçti topun başına. atış kullanıldı top döndü dolaştı, ayaktan ayağa ve sonunda zeki bey’in önüne düştü. zeki de sert ve isabetli bir şut ile türk futbol tarihine geçti.
oyuncularımızın göğüslerinde taşıdıkları hilal ve yıldızın golden sonra sanki daha da parıldadığını gördü müsabakayı izleyen yedi sekiz bin istanbullu. “yaşa bravo” sesleriyle yüreklendiriyorlardı milli takımı. onlar da hakimiyeti ele almışlardı yavaştan. tam bu esnada top fenerbahçeli bedri’ye geldi. bedri ilerlemek istedi ama romen müdafisi çok sert durdurdu onu. kıvranıyordu garibim yerde. çıkarttılar oyundan bedri’yi... ilk devrenin sonu gelmişti. bay kratky düdüğü sertçe öttürdü ve “tamam, ilk parti bitti” dedi.
ikinci parti ibrahim girdi oyuna. romanya kaptanı itiraz etti. ancak romanya kafile başkanı centilmen bir zattı. müdahale etti. ibrahim’in oyuna dahil olmasını kabul etti. yeniden on bir kişi oldular. o devirde sakatlanıp müsbakayı terk eden oyuncunun yerine başkası giremezdi.
devre başladıktan hemen sonra bir romen atağını durduran merkez muavin galatasaraylı nihat bey topu kapıp fenerbahçeli sabih bey’e kadar gönderdi. sabih kıvrak bir çalımdan sonra zeki bey’e yolladı. zeki bey çok zeki bir oyuncu. baktı önü kalabalık yeniden verdi sabih bey’e. sabih de topu alıp sürdü. iyice yaklaştı kaleye. seyirciler bağırıyor: “haydi sabih vur şu topa.” vurdu sabih. döndü kaleciden ve zeki bey’in önüne geldi top. eh sonrası mâlum...
mağlup durumdan galip duruma yükselen millilerimiz devam etseler cesur oyunlarına belki daha da atacaklardı romenlere. ama yapamadılar. korumak istediler vaziyeti. öyle olunca da bu sefer bastıran romenler oldu. bir ara hasan kâmil bey öyle bunaldı ki; topa elle müdahale etmek mecburiyetinde kaldı. çekoslovak hakem hafifçe öttürdü düdüğünü... topun başına nedim’in belalısı gansl geçti ve nedim’i yine alt etti...
golden sonra milli takım yine bastırdı lâkin nafile. bay antonin kratky önce saatine gözünün ucuyla baktı, sonra da kaptanlara. sonra da düdüğü dudağına götürdü.
milli takımımız ilk müsabakasına çıktığı o gün galip gelmeyi herkesten çok istemişti. lâkin muvaffak olmadı. ama oynadığı güzel oyun ve gösterdiği fedakarlıkla seyircilerden kuvvetli bir alkış aldı. o gün sahada oynayan türk ve romen oyunculardan hiçbiri şimdi aramızda değil. hepsini teker teker saygı, hürmet ve rahmetle anıyoruz efendim...
tarihte ilkler her zaman anlamlıdır. millî takımımız açısından ilk golün anlamı da büyük elbette. ve o ilk golün altında efsane bir oyuncunun, zeki rıza sporel'in imzası var. millî takımımız, tarihindeki ilk maça 26 ekim 1923 günü, taksim stadı'nda romanya karşısında çıktı. rumenler, 25. dakikada ganze ile ilk gollerini attı. millî takımımızın bu gole cevabı gecikmedi. 32. dakikada zeki rıza sporel müthiş bir şutla skoru eşitlerken, aynı zamanda millî takımımızın tarihteki ilk golünün altına da imzasını koydu. bununla da kalmayan zeki rıza, 2-2 sona eren karşılaşmada takımımızın ikinci golünü de kaydeden adam oldu. 28 şubat 1898 doğumlu sporel, ilk maçtaki ilk golümüzü attığında 25 yaşındaydı. 17 yaşından itibaren fenerbahçe'de oynadı. ay-yıldızlı formayla 16 maça çıktı, 10 kez kaptanlık bandını taşıdı ve 14 gol attı. ülkemizi teniste de temsil etti. su sporları federasyonu ve fenerbahçe başkanlıkları da yaptı. millî takımımızın ilk golcüsünü 3 kasım 1969 günü kaybettik.