general harrington kupası, birleşik krallık işgal kuvvetleri komutanı general harrington'ın istanbul'dan ayrılırken kendi adına düzenlediği kupadır.
29 haziran 1923 günü taksim stadı’nda çok büyük bir seyirci topluluğu önünde ingiliz başkumandanın oluşturduğu karma ingiliz takımına karşı fenerbahçe kendi kadrosu ile karşı karşıya gelmiştir. fenerbahçe bu maçı zeki rıza sporel'in iki golüyle 2-1 kazanmıştır.
fenerbahçeli futbolcular seyircilerin omuzları üzerinde stattan çıkarılmışlar ve beyoğlu caddelerinde büyük sevgi gösterileri arasında dolaştırılmışlardır.
fenerbahçe’nin işgal kuvvetlerine karşı en büyük zaferlerinden biri de “general harington kupası” maçıdır. maç 29 haziran 1923 günü, taksim stadı’nda çok büyük bir seyirci topluluğu önünde oynanmıştı.
istanbul işgal altındayken fenerbahçeliler, kurbağalıdere kenarında kulüp binasının önündeki iskeleye yanaşan motorlarla anadolu’ya silah kaçırmaktaydılar. fenerbahçe kulübünün kayıkhanesi bir silah ve cephane deposu haline getirilmişti. geceleri gizlice bu kayıkhanenin önündeki ahşap iskeleye yanaşan motorlar buradan yüklenip, gizlice moda koyuna açılıyor, oradan izmit’e geçerek anadolu’ya silah ve cephane götürüyorlardı. fenerbahçe kulübünün bu “zararlı(!) faaliyeti” işgal orduları başkomutanlığı tarafından haber alınmış, ancak bunun farkına varan fenerbahçeliler kayıkhaneyi derhal boşaltarak cephaneyi çevredeki üye ve sporcu evlerine taşımışlardı. kulübü basan işgal kuvvetleri birlikleri ortada delil bulamamışlardı. ancak yine de başkomutanlık tarafından fenerbahçe kulübüne süngülü bir müfreze bırakılmış ve fenerbahçe kulüp binası haftalarca işgal altında tutulmuştu.
tüm çabalara rağmen bir şey elde edememiş olmak, işgal ordularının ingiliz başkomutanı general harrington’u oldukça öfkelendirmekteydi. fenerbahçe’ye; hiç olmazsa futbol sahasında acı bir darbe indirebilmek için elinden geleni yapmaktan geri kalmamıştı. başkomutan harrington amacına ulaşabilmek için ortaya altın madalyalar konulmuş bir turnuva düzenlenmiş ve turnuva sonunda üç takım ön plana çıkmıştı: ırish guards, grenadiers guards ve goldstream guards...
bu üç takımın en seçkin elemanları sıkı bir çalışmaya tabi tutulmuştu. bu arada cebelitarık ve mısır’daki ingiliz askeri kuvvetlerinden, hepsi de profesyonel birer futbolcu olan dört önemli oyuncu getirtmiş ve adeta bir “ingiltere milli takımı” oluşturmuştu. hedef o kadar büyüktü ki, ortaya konan bir metreye yakın, gümüş işlemeli kupa başkomutan “general harrington” adını taşıyordu. “goldstream guards” adı altında oluşan bu takım özel şekilde kampa alınarak sıkı bir çalışmaya tabi tutulmuştu. ve bundan sonra general harrington tarafından istanbul gazetelerine şöyle bir ilan verilmişti:
“gardler muhteliti türk kulüplerine meydan okuyor. galibine, başkumandanın adını taşıyan büyük bir kupa verilecek bu maça türk kulüpleri diledikleri gibi takviye de alabilirler.”
fenerbahçeliler bu meydan okumanın direkt olarak kendilerini hedef aldığını hemen anlamışlardı. ve yine gazeteler aracılığı ile hemen gereken cevabı vermişlerdi:
“fenerbahçe kulübü yalnız kendi kadrosuyla bu maçı şartsız olarak kabul eder.”
istanbul’da büyük bir heyecan uyandıran bu maç 29 haziran 1923 günü, taksim stadı’nda çok büyük bir seyirci topluluğu önünde oynanmıştı. bu maçı izlemek üzere “ıron duck zırhlısı” ile özel olarak gelen malta valisi lord plummer’de işgal orduları başkomutanı general harrington’la birlikte şeref köşesindeki yerini almıştı. şeref köşesinin önündeki masanın üzerinde de maçın galibine verilecek olan “general harrington kupası” duruyordu.
fenerbahçe bu tarihi maça, hiç gol yemeden istanbul şampiyonluğunu kazanan şu ünlü kadrosuyla çıktı:
şekip kulaksızoğlu - hasan kamil sporel (kaptan), cafer çağatay - kadri, yavuz ismet (uluğ), fahir - sabih, alaeddin baydar, zeki rıza sporel, ömer tanyeri, bedri gürsoy.
büyük bir çekişme içinde başlayan ve hep aynı çekişmeyle geçen maçın ilk yarısını 1-0 yenik kapatan fenerbahçe, ikinci yarıda coşmuş ve klasik futbolunu ortaya koymaya başlamıştı. 60. dakikada zeki rıza’nın golüyle beraberliği yakalayan sarı-lacivertli takım bundan sonra daha da açılmıştı. 74. dakikada yine zeki rıza (sporel) çok sert bir şutla fenerbahçe’yi galip duruma yükseltmiş ve bundan sonra oyunda sarı-lacivertli takımın baskısı daha da artmıştı ve fenerbahçe, güçlü rakibini eze eze yenmişti bu tarihi maçta. maçtan sonra işgal orduları başkomutanı general harrington, adını taşıyan bu büyük gümüş kupayı fenerbahçe takımı kaptanı hasan kamil sporel’e verirken taksim stadı’nda fesler havada uçuşuyor ve yer yerinden oynuyordu adeta.
fenerbahçeli futbolcular, ellerinde general harrington kupası olduğu halde seyircilerin omuzları üzerinde stattan çıkarılmışlar ve beyoğlu caddelerinde, büyük sevgi gösterileri arasında dolaştırılmışlardı.
bu galibiyet, milli bir zafer etkisi uyandırmıştı. nitekim maç gecesi lozan konferansı’nda bulunan türk heyetine de bu galibiyet haberi ulaştığında heyet başkanı ismet paşa tarafından fenerbahçe kulübüne; “heyetimiz namına hepinizi meserretle tebrik eder, gözlerinizden öperim.” diye bir kutlama telgrafı gönderilmişti.
fenerbahçe var olduğu sürece fenerbahçe'nin en büyük başarısı olarak kalacak olan kupa.
fenerbahçe şampiyonlar ligi şampiyonu olsa, bir futbol takımının alabileceği tüm kupaları müzesine götürse bile o müzedeki en değerli parça her zaman general harrington kupası olacaktır her zaman. kazanılması daha onurlu olacak bir turnuva düzenlenmedi çünkü, düzenlenmesi de imkansız.
not: ekşisözlük’de yer alan ilginç yorumlardan biri
this huge trophy is considered as the most important trophy that fenerbahçe won in its 101 years of history. ıt is made of silver and is 1 meter tall (approximately 3 feet, 4 inches).
the trophy, the game that brought this tall trophy to fenerbahçe's museum, the course of time are still heavily discussed among turkish fans too, depending on the colors that they sympathise of course. galatasaray and besiktas fans have a lot to say about the trophy but ı do not intend to include those in this article right now (briefly, our rivals' fans defend that, playing a game with invading nation's team is betrayal, treachery, that the players should have been on the fronts, battling etc. historians of fenerbahçe definitely have answers to those, including the names of fenerbahçe players who both played for the team and was killed on the war fronts, so ı am not uncomfortable with our rivals' unfair thoughts).
at the end of world war ı, the ottoman empire were considered defeated and its lands have been invaded by ıtalian, french, greek and british troops. on november 13th, 1918 british troops entered ıstanbul and invasion was official.
during the course of invasion british troops arranged football matches with local teams. ıt still is a policy conducted by troops in foreign lands, considered as a p.r. thing. fenerbahçe took place in many games and won 41 of 50 games played and lost only 5, 4 games ended with a draw.
fenerbahçe was secretly moving guns to the anatolia meanwhile from its club building near kurbagalidere (can be translated as froggy creek) by small boats. also the club's players were going to fronts, fighting against the invading troops, returning to ıstanbul to play games and moving more guns and ammo.
the british forces realized this as well so they raided the club building but club members got early information about the raid so the guns and ammo were moved and hidden in club members' houses or warehouses. the invasion forces were not able to find anything but they stayed in the club building for days to prevent further action.
the head commander of british troops was general harrington and he was quite upset with this progress. he was looking for victory on the pitch as well as the war itself, while turkish people were fighting with incredible manner all over the country.
ıt so happened that the turk's resistance was finally paying off, invasion forces was strongly pushed back, victories in many fronts by sacrifices of turkish people were taking place.
as it happens, the invasion started to fade, at the same time te treaty of lausanne was on the horizon, and the brits were getting ready to leave ıstanbul. then came the ultimate final game, initiated by general harrington.
general harrington wanted to leave the turks with a memory of a heavy defeat whilst the british left, so he called in the best players of the ırish guards, grenadier guards and goldstream guards along with 4 professional players called in from the homelands. the team was collected under the name of the goldstream guards and the british general issued an announcement in the newspapers. the announcement read like this:
"gardler muhteliti türk kulüplerine meydan okuyor. galibine, başkumandanın adını taşıyan büyük bir kupa verilecek bu maça türk kulüpleri diledikleri gibi takviye de alabilirler."
translation: "guards joint is challenging the turkish clubs. the turkish clubs can gather any reinforcements to their clubs for this game whose winner will be awarded a trophy which will be named after the head commander."
fenerbahçe replied briefly, with another announcement which was printed in the newspapers the following days:
"fenerbahçe kulübü yalnız kendi kadrosuyla bu maçı şartsız olarak kabul eder."
translation: "fenerbahçe club accepts this proposal with only its own squad, unconditionally."
the game took place in the taksim stadium on june 23rd, 1923. the governor of malta, lord plummer took his seat in the vıp along with general harrington.
fenerbahçe's line-up was like this:
sekip kulaksizoglu - hasan kamil sporel, cafer çagatay - kadri, ismet, fahir - sabih, alaeddin baydar, zeki riza sporel, ömer tanyeri, bedri gürsoy.
the game was quite a close encounter in which the guards joint took the lead in the first half. fenerbahçe took control of the game in the second half, zeki riza's equaliser came on the 61st minute.
the same striker scored the winner in the 74th minute and fenerbahçe continued to push forward in the remaining time but was unable to score another goal. 2-1 was enough to secure the win and the huge trophy.
the victory was of course celebrated crazily (of course according to the definition of the word "crazy" on those days conditions!), the team was carried on shoulders down all the way to the tunnel (still functions as one of the world's oldest tube train, ancestor of the subways of today). the information of the victory was given to the turkish generals discussing treaty conditions in lausanne, ısmet ınönü (who is the second president of republic of turkey, after atatürk) replied with a telegram saying:
translation: "on behalf of our committee ı congratulate all of you with joy and kiss your eyes."
ı have seen the trophy with my own two eyes in our museum, which lacks in a major european or intercontinental trophy but it really didn't matter, it still gave me the creeps and brought tears to my eyes. ı clearly understand the claims pushed forward by galatasaray and besiktas fans upon this trophy, upon fenerbahçe's role in the war of ındependence etc. because fans are fans and they interpret almost everything through glasses of their own colors. we do the same too, find faults in them for the same era or later on. does not really matter.
that 1-meter tall silver trophy is one of the most meaningful trophies of all from my point of view.
1923 haziranının ortalarına doğru beyoğlu’nun yabancı ve azınlık gazetelerinde yayınlanan şu haber ve ilan şimşek gibi çaktı:
“ingiliz gardler karması türk kulüplerine meydan okuyor. galibine işgal orduları başkumandanının ismini taşıyan büyük bir kupa konmuş bulunan maçı kabul edecek türk kulübü, dışarıdan dilediği kadar takviye almakta da serbesttir”
bu cüretkarane ilan bir gün sonra türk gazetelerinde de okununca etki daha büyük oldu. şehrin müslüman ve türk semtlerine, en izbe köşelere kadar, ağır ve sinirli bir hava çöktü. nasıl çökmesin ki, hemen hiçbir türk ailesi yoktu ki, henüz 2 – 3 yıl önce, çanakkale veya arap çöllerinde bir veya daha fazla evladını ingilizler karşısında şehit vermiş olmasın. türk ailelerinin içini burkan bu taptaze şehit acıları o yıllarda ancak fenerbahçe’nin ingilizler karşısındaki zaferleriyle dinmekte idi. şimdi ise, aynı düşmanın bu derece ağır bir meydan okumasını hangi türk kulübü kabul edebilecekti? ya fenerbahçe de aldırmaz, yan çizerse... ne olacaktı? zaten ingilizlerin hedefinin fenerbahçe olduğunu herkes biliyordu. çünkü yenemedikleri türk kulübü o idi. davalarını fenerbahçe ile halletmek istiyorlardı.
aradan sadece 3 gün geçti. bir cumartesi sabahı istanbul’un her dilde bütün gazetelerinde türkler için iç açıcı, yürekleri ferahlatan şu haber okundu: “ingiliz gardler muhtelitinin defisini fenerbahçe kulübü kendi öz kadrosuyla ve şartsız olarak kabul etti.”
gerçekten 15 haziran 1923 günü kuşdili çayırı kenarındaki o beyaz ve tertemiz binada, türk sporunun kara günlerindeki bu kabesinde her zamankinden değişik bir hava esmişti. sabah 10’da yukarı kattaki küçük idare heyeti odasında başbaşa veren nasuhi (baydar), galip (kulaksızoğlu) ve tevfik (taşçı) beylerden kurulu 3 kişilik fenerbahçe idare heyeti, takım kaptanı zeki (sporel) ile bir saat süren bir görüşmeden sonra, tarihi kararı almıştı. meydan okuyanlara, çok iyi ingilizce bilen tevfik beyin kalemiyle, şu mektubu hazırlamış ve hemen göndermişti:
“istanbul ve havalisi müttefik işgal orduları başkumandanlığı spor amirliği canibi ailelerine – harbiye / istanbul
fenerbahçe spor kulübü, bütün türk kulüplerine yaptığınız çağrıyı okumuş ve öğrenmiştir. kulübümüz, arzu buyurulan karşılaşmayı, yine arzu buyurulan gün ve sahada, yalnız kendi kadrosuyla yapmaya ve cevabınıza muntazır olduğunu yüksek makamınıza bildirmekle sonsuz şerefler duyar.”
ingilizler maç günü olarak, hemen 10 gün sonra, 29 haziran 1923’ü, saha olarak taksim stadını ve hakem olarak da avusturya milli takımının istanbul’da yerleşen meşhur santrhaf ve kaptanı çek antonin kratky’i ileri sürdüler. fenerbahçe, bunların hiç birine itiraz etmedi. kabul edip maç günü ve saatini bekledi.
29 haziran 1923’ün maç saati boğazları sıkan, kalpleri durduran heyecanlar arasında yaklaştı. beyoğlu caddeleri tarihi topçu kışlası meydanını doldurmaya akın eden fesli, şapkalı, üniformalı binlerce insanla bir geçit töreni manzarası yaşıyordu. stadın demir kapı ve geçidinden, birbirlerini adeta çiğneyerek, içeri girebilen halkın bir kısmının yüzleri soluktu. bir kısmı da artık muhakkak gördükleri bir fenerbahçe mağlubiyetinin neşe ve zevkini, nihayet ve mutlaka, duyar etkisini veren bir sevince boğulmuştu.
bu kalabalık içinde neler ve kimler yoktu... yalnız fesli ve şapkalı siviller değil, fakat, ingiltere imparatorluğunun dört kıtaya mensup her renk, kılık ve rütbede üniformalıları da vardı ve binlerce idi:
kısacık ekose etek ve çıplak bacaklı iskoç askerlerinden başları kalın ve geniş tubanlı hindulara, sarışın delikanlılardan, bellerindeki keskin satırları pırıl pırıl parıldayan, kuzguni suratlı afrika yarı vahşilerine kadar...
saha kenarındaki yüzlerce koltuk ve iskemlede işgal orduları general, amiral ve yüksek rütbeli subayları, renk renk ve çeşit çeşit üniformaları ve eşleriyle yer almışlardı. bu arada, sırf bu maç için ıron duck diretnotiyle gelen malta valisi lord plummer da göze çarpıyordu. yakınlarında avusturalya ve yeni zelandalı muhafız askerler dolaşmakta, bir arada çok nadir görülebilir bu topluluk neşe ve gurur içinde bulunmakta idi.
ortada beyaz örtülü bir masanın üzerinde o çok muhteşem general harrington kupası da duruyor, etrafı ve sahayı çevreleyen kışlanın damlarını ve yüzlerce penceresini dolduran yığın yığın halk kitleleri ve düşman orduları mensupları taksim stadının bu fevkalade dekorunu türlü düşünüşler içinde seyrediyorlardı. o derecede ki, sahada fenerbahçe b takımının, ezeli rakibi galatasaray b takımını canlı bir oyun ve nevzat usberg’in demir gibi şutlarıyla 3-1 yenmekte oluşu en koyu taraftarları bile ilgilendirmemekte idi. bütün türkler namus maçını bekliyorlardı.
tam 5 yıldır düşman işgali altında inleyen gamlı istanbul’un bu garip ve hüzünlü haziran akşamının bu olağanüstü manzarasını heyecan, fakat sessizlik içinde temaşa çok sürmedi. şiddetli bir alkış taksim stadını yeridnen oynattı. gardler muhteliti koşarak, adeta tepine tepine sahaya çıkıyordu. yepyeni gıcır formalar giymişler, kalp üzerinde beyaz yuvarlak içindeki g işaretiyle, fenerbahçe’yi yenmek için bütün güçlerini birleştirdiklerini ilan etmekten çekinmemişlerdi. şapkalar havalarda, hurra...lar ve türlü dillerde bağrışmalar etrafı inletiyordu. hepsi iri yarı, boylu boslu idiler... topa uzun uzun vuruyor, taksim tarafındaki gölgelik kalenin ağlarını delik deşik ediyorlardı. görünüş, fenerbahçe ve türk seyircisi için, çok korkunçtu.
işte, bu arada feenrbahçeliler de sahaya çıkıyorlardı. en önde kaptan zeki olarak, her zamanki gibi başları öne eğik, ağır ağır ve gösterişsiz harbiye tarafındaki güneşli kaleye doğru yürüyorlardı. halleri ve sahaya çıkışlarındaki bu tevazu o gerçek hüviyet ve şöhretleriyle taban tabana zıttı.
koca bir lig süresince hiç yenilmeden, hatta hiç de gol yemeden, 58 – 0 gibi, belki dünya futbol tarihinde eşi görülmemiş bir şampiyonluğun taptaze yaratıcı ve kahramanları sanki bunlar değildiler.
hele, tam 5 yıl, 50 maçta düşman takımlarını perişan edenler, tam 193 golle düşman kalelerini delik deşik eyleyen ve ümitsiz milletine güven aşılayıp candan sevilenler de sanki bunlar değildiler. o kadar mütevazi idiler ve milletin kabini fetheden o tevazularıyla, gösterişsiz, başları öne eğik olarak sahaya girmiş, avusturalya ve yeni zelandalı düşman tüfekliklerinin aralarından geçip ağır ağır harbiye istikametindeki kaleye doğru yürüyorlardı.
fakat, taksim stadı bugün artık bir başka alemdi. bu sefer, yıllardır ilk defa olarak, bir türk takımını alkışlamaktan ve tezahürattan sanki gökler gürlemekte idi. canları gibi sevdikleri takımı tam 5 yıl alkışlamak hak ve zevkinden mahrum kalmış türk seyircisi, istiklal savaşı’nın kazanılmış olmasından doğan bir cesaretle, artık çekinmiyor, bütün gücü ve o birikmiş bütün sevgi hasretiyle doya doya fenerbahçe’yi alkışlıyordu... haydi fenerbahçe... bugün de gösterin türk’ün gücünü... feryatları beyoğlu göklerini inletmekte idi.
kratky’nin düdüğü ile ingiliz takımının karşısında yer alan fenerbahçe takımı her zamanki o meşhur tertibini muhafaza ediyordu:
forlar: sabih (arca), alaeddin (baydar), zeki rıza (sporel), ömer (tanyeri), bedri(gürsoy)
mevsim sonu oldukça yıpranmış, bu yorgun kadroda futbolcuların bir kısmı yara bere içinde idi. soliç ömer de sakat sahaya çıkmıştı.
mücadele sıkı ve sert başladı. ingiliz karması çok şarjlı ve görülmemiş bir ahenk içinde, son derecede çabuk bir oyunla fenerbahçe kalesine yükleniyordu. bu durum gürültülü tezahüratla teşvik edilirken, türk seyircisiyle beraber fenerbahçe takımında da aşikar bir sinirlilik göze çarpmakta idi.
o kadar ki, fenerbahçe’nin o dillere destan olmuş ahenginden ve türk futbolunun ilk beraberlik örneği zeki – alaeddin kombinezonundan bir eser görülmüyordu. soliç ömer de sakattı. sadece, devre ortalarında, kaptan zeki’nin bir şutu ingiliz direklerinden geri dönmüştü.
dakikalar ingiliz baskısı altında ilerlerken 34. dakikada, santrforun kurşun gibi bir şutunun fenerbahçe direğinin yan direğini sarsmasından bir dakika sonra, malta’dan getirilen chelsea’li soliç, 15 adımdan sert bir şut savurdu. şekip’e kımıldama imkanı vermeyen bu vuruş topu bir anda fenerbahçe ağlarına taktı. şapkalar havalarda uçmuş, az sonra da, fenerbahçe ilk devreden 1-0 yenik ayrılmıştı.
devre arasında, o zamanki tüzük gereğince, nasuhi, galip ve tevfik beylerden kurulu, 3 kişilik fenerbahçe idare heyeti ile, ilk türk futbolcusu fuat hüsnü (kayacan) ve kuruculardan sami (coşar) beyler taksim stadının giriş kapısının sağ tarafındaki o loş ve harap soyunma odasına girdiler. ingilizlerin çok hırslı ve sert oyunundan yara bere içinde kalmış ve asabiyet içinde adeta titreyip kıvranan takıma sükunet ve itidal tavsiyesinde bulundular. normal oyunlarıyla hasımlarını mutlaka yeneceklerini, bimlerce taraftar ve yüzbinlerce türk’ün bugünde kendilerinden mutlaka zafer beklediklerini, bu mutlu sonuca ise yalnız gayretle değil, aynı zamanda, serinkanlılık ve şuurla erişebileceklerini onlara hatırlattılar.
bugün içlerinde yalnız tevfik beyin hayatta olduğu bu beş en eski ve tanınmış fenerbahçeli, hakem kratky’nin tiz düdük seslerinden sonra, o loş ve rutubetli soyunma odasından çıkan 11 sarı – lacivertli futbolcuyu teker teker alınlarından öperken hepsinin rengi sapsarı ve gözleri de nemli idi.
feenrbahçeli futboclular ikinci devrede asabiyeti üzerlerinden atmış ve etkili hücumlarla ingiliz defansını sarsmaya başlamışlardı. sağlı sollu ve ortadan hücumlarla o beton müdafaayı zorluyor, gardlar muhtelitinde artık bir bocalama seziliyordu.
iki hasım tarafından yakından marke edilen zeki, 60 ncı dakikada, cansiperane bir saldırışla ileri atıldı. ceza çizgisine geldi ve o tutulması imkansız müthiş sol şutlarından birini savurdu. top, sağ üst köşeden meşhur gardler muhteliti ağlarında. şimdi de fesler havalarda uçuyor, alkış ve sevinç feryatları, yaşşalar, haydi sesleri beyoğlu semalarını inletiyordu.
bu beraberlik golü fenerbahçe’yi şahlandırmıştı. o her zamanki canlı ve soğukkanlı oyununu daha mükemmel bir ahenk içinde uyguluyor ve kuvvetli hasmı ile gayret ve enerki yarışına girişmiş bulunuyordu.
türk futbol tarihinin yabancı maçlar bölümünün bu en iddialı karşılaşması iki taraf olmuş muazzam kalabalığı heyecanlara boğuyordu. taksim stadı hayatında böyle bir maç görmemiş, bu derece manevi bir heyecanla sarsılmamıştı. bu, bir futbol maçı değildi. türk sporcu gençliğinin namus ve şeref mücadelesi idi.
dakikalar ilerledikçe halk yığınları sağa sola dalgalanıyor, tel örgüler arkasındakiler ise birbirlerini çiğniyorlardı. saha kenarındaki yüzlerce koltuk ve sandalyedeki renk renk kıyafetli işgal ordular mensupları ve eşleri de artık yerlerinde oturamaz olmuşlar, başta malta valisi lord plummer olarak, onlar da mücadeleyi, heyecan ve asabiyet içinde, ayakta izlemeye başlamışlardı.
işte; 74. dakikaya gelinmişti. kaptan zeki, santrhaf ismet’in uzattığı topla müdafaayı yine yardı. sağ ve solundaki iki yapışkan markajcısıyla beraber, yine 18 üzerine gelmişti ki, bütün gücüyle, yine bir sol şut savurdu. blackpool’un o namlı kalecisinin ok gibi plonjonu beyhude idi. çünkü, türk futbol tarihinin o kıymettar ve eşsiz santraforunun sol bacağından o şiddetli darbeyi yiyen meşin yuvarlak, kaleciden çok daha çabuk uçmuş ve bu sefer sol üst köşeden ağlarla kucaklaşmıştı.
bu öyle bir goldu ki bu, öyle bir goldü ki; kurtarılamazdı. bu, öyle bir goldü ki; hiçbir benzeri bu derece içten ve göünlden alkışlanmamıştı. ve nihayet; bu, öyle bir goldu ki; türk’ün zaferini ve fenerbahçe’nin düşman karşısında yenilmezliğini ilan etmişti.
dağhan ırak'ın "hükmen yenik!: türkiye'de ve ingiltere'de futbolun sosyo-politiği" kitabından;
işgal maçları üzerine...
diğer taraftan, fenerbahçe istanbul’daki .rakiplerine kıyasla türk milliyetçiliğinin gelişmesine çok daha fazla katkı yapmıştı. özellikle istanbul’un işgali sırasında bu rol epeyce ön plana çıktı. takım işgal kuvvetlerinin takımlarıyla elli maç yaptı ve bunların 41’ini kazandı. bu, beşiktaş ve galatasaray’ın benzer rakiplere karşı yaptığı maçların toplamından daha fazlaydı. türk spor tarihi yazıcılığında, bu maçların sportif değeri genelde pek incelenmez. mesela türkiye futbol federasyonnu'nun çıkardığı tarih kitabında bu maçlar şöyle annlatılmaktadır: "özellikle istanbulda, işgal kuvvetlerine mensup askeri takımlarla yapılan maçlarda türk takımlarının kazandıkları galibiyetler futbolu bir “millî dava" hâline getirmiş ve milletin kırık gururunu okşayan olaylar olmuştur. işte bu yüzden futbol ülkemizde çok geniş kitleler tarafından sevilmiş; fenerbahçe, galatasaray, beşiktaş gibi kulüplerimizin futbol takımları, işgal kuvvetleri takımları karşısında elde ettikleri zaferlere milletin gönlünde unutulmaz yerler işgal etmişler ve bugün tüm yurdu kaplayan o büyük sevginin ilk tohumlarını işte mütarekenin o karanlık genlerinde atmışlardır."
bu tarz bir milliyetçi dil, türk spor tarihi yazıcılığında bir istisna değildir. hatta bu tarz bir dili kullanmayan kaynak bulmak imkânsıza yakındır. bu milliyetçi anlatı kendisini en çok meşhur general harrington kupası’nın aktarılmasında gösterir. 1923 haziranında işgal orduları kumandanı sir charles harrington tarafından istanbul'da düzenlenen bu kupa, tek maç üzerinden fenerbahçe ile işgal ordularından oluşturulan bir karma arasında oynanmıştır. maçı fenerbahçe, dönemin en iyi oyuncularından zeki rıza sporel’in tek golüyle kazanmıştır. rakip takımda dört oyuncu dışında hiç kimse aslen futbolcu değildir.
general harrington kupasının ve diğer benzer maçların şehirde yarattığı milliyetçi heyecan göz ardı edilemez. ancak bu maçlar günümüze aktarılırken kullanılan milliyetçi anlatı ve maçlara yüklenen değer sorgulanmalıdır. zira işgal kuvvetlerine karşı oynanan maçların, yerel etnik rekabetlerden ya da diğer yabancı takımlara karşı oynanan maçlardan farklı bir anlamı vardır. türk takımları işgal ordularından gelen maç tekliflerini kabul ederken, bir taraftan onların ülkedeki varlıklarını meşrulaştırma çabalarına yardım etmektedir. örneğin general harrington kupasında oynamak, aslında işgal kumandanının şehirdeki yönetici olma iddiasını kabul etmek anlamına da gelir. bu tür maçların istanbuldaki türk ulusçuluğuna yaptığı katkı anlatılırken, aynı zamanda meşruiyeti olmayan işgal kurumlarının kulüpler tarafindan sürekli muhatap alındığının da unutulmaması gerekir. sonuçta meşruiyetini tanımadığınız birinin adına düzenlenmiş bir kupayı bizzat o insanın elinden almak, siyasi açıdan pek bir mantık içermemektedir.
işe sportif açıdan bakarsak, bu maçlar genelde normal futbol maçları olarak algılanır. meselâ, halen fenerbahçe hakkında yazılmış en detaylı tarih kitaplarından biri olan rüştü dağlaroğlu'nun fenerbahçe spor kulübü tarihi’nde bu maçlar, tıpkı sıradan yabancı takımlarla oynanan özel maçlar gibi “yabancı takımlara karşı oynanan maçlar" kategorisinde listelenir. ancak, işgal kuvvetleri takımlarındaki oyuncuların pek çoğu aslında futbolcu olmayıp yâlnızca bu sporu seven hevesli askerlerdir. mesela general harrington kupası, haziran 1923’te, lozan görüşmeleri sırasında oynanmıştır. fenerbahçe'nin karşısına rakip olarak çıkardan takım, beş yıldır ailelerinden ve normal hayatlarından uzak ve terhise birkaç haftası kalmış askerlerden oluşmaktaydı. fenerbahçe ise 1922-23 cuma ligi sezonunu 12 maçın 11'ini kazanarak daha yeni şampiyon bitirmiş, aylardır antrenman ve maç yapan futbolculardan kuruluydu. dolayısıyla sportif anlamda bu iki takımı eşit koşullardaymış gibi görmek ve bunu normal bir futbol maçı olarak kabul etmek aslında hiçbir şekilde mümkün değil. ancak ulusçu tarih anlatısının temel görevlerinden birinin bu tarz aidi iflasların üstünü hamasetle sıvamak olduğunu unutmamak gerekir.
5-6 haziran 1932 gecesi meydana gelen ''kuşdili yangını'' sonucu fenerbahçe kulüp binası ciddi ölçüde zarar gördü ve kupalar, üye kayıt ve maç defterlerini de içeren belgeler dahil olmak üzere çoğu maddi ve manevi, eser ve belge yok oldu.
bu maçta kazanılan general c. harrington kupası, - aynı maçın oynandığı top da bu yangında kül olmuştur.
fenerbahçe’nin en güçlü ingiliz takımlarını ard arda yenmesi, müşterek turnuvalarda onları tasfiyeye uğratıp şampiyonlukları kazanması işgal orduları başkomutanını yeniden telaşa düşürdü. bu (müthiş) türk takımının mutlaka mağlup edilmesi emrini veren general harrington, bu amaçla yapılacak maç için kendi adına kupa da koydu. bu tarihsel maç ayrıca sunulmuştur.
işgal yıllarında goldstream adlı ingiliz takımı bütün türk kulüplerini ve bu arada fırsat kollayıp, 4 asından yoksun bir günde fenerbahçe’yi de yenmişti. düşman takımlara 4 yıl ve 3 ay yenilmeyen fenerbahçe bu rakibi sürekli rövanş maçına çağırmış fakat ingilizler her defasında bir mazeret ileri sürüp, nihayet 8 ay sonra, 30 eylül 1923 pazar günü taksim stadında oynamayı kabul etmişlerdir.
fenerbahçe 2 ve 3. takımlarının 2 ermeni takımını yenmelerinden sonra, general harrington, büyük m.m.hükümetinin temsilcileri olan rafet ve salahaddin adil paşalarla birçok askeri ve politik şahsiyetlerin izledikleri bu çetin maçı fenerbahçe:
şekip-h. kamil, cafer-kadri, ismet, fahir-sabih, alaaddin, zeki, ömer ve bedri’den kurulu her zamanki kadrosuyla oynadı… zeki’nin 10. dakikadaki golüne manchester city’li ünlü sağiç vebb, fevkalade bir vole ile cevap verdi ve ömer’in golünden sonra ilk devre 2-1 kapandı. 2. devre cafer, zeki ve alaaddin’in golleriyle sonuç 5-1 olmuş ve fenerbahçe sahadan coşku içnde ayrılmıştır.
başkomutan harrington kupası veya türk’ün “namus maçı”
istanbul ve havalisi müttefik işgal güçleri ve ingiliz işgal orduları başkomutanı general charles harrington:
1-aşırı milliyetçilik, 2-anadoludaki asi güçlere silah, cephane ve adam şevki, 3-müttefik güçlere karşı düşmanca tutum içinde olma, suçlamalarıyla, 70 gün kapatıp, kapısına süngülü nöbetçiler dikilen fenerbahçe kulübünden, aslında, yukarıdaki 3 nedenle beraber, kendilerini sürekli yenip prestijlerini berbat eden futbol takımından şikayetçi idi..
ufuklarında güneş batmayan, 5 kıt’aya yayılmış o büyük ingiltere imparatorluğunun her yanından getirilen seçme futbolcuların fenerbehçe’-den her hafta dayak yemek ve bu türk takımını bir türlü yenememek hırs ve telaşı, bütün işgal kuvvetleri mekanizmasını huzursuzluğa boğmakta idi. tarihin en büyük savaşından muzaffer çıkanlar, nasıl olur da, hem de milli sporlarında, 11 türk gencinden kurulu ve (fenerbahçe) adlı bir takım önünde üstüste baş eğerlerdi!…
bu çok ağır durum, 1923 şubat başlarında, yüksek rütbeli bir çok ingiliz subayını büyük bir masa etrafında topladı. bunlar, başkumandanları general harrington’dan aldıkları emrin yerine getirilmesi, çarelerini aramaya koyuldular: • — ne yapmak gerekiyorsa yapılacak ve fenerbahçe artık mutlaka mağlup edilerek 4 yılı aşan bir süreden beri, devamlı zedelenen prestij, giderayak, mutlaka kurtarılacaktı!….
amaca ulaşmak için, taksim stadında tertipledikleri turnuvada derece alan ve futbolcuları altın madalyalarla ödüllendirilen şu en güçlü 3 takım seçildi: irish guardes (irlanda muhafızları), grenadiers guardes (bombacı muhafızlar) ve goldstream guardes (goldstream muhafızları).
bunların seçme elemanları, büyük davayı başarabilmek için, sıkı bir çalışmaya tabi tutuldular. haftalar yoğun çalışmalar arasında geçiyor, başkumandanın kesin emri gözönünde tutularak, hedefe tam bir güvenle ulaşmak için, malta’dan 2, cebelitarık ve mısır’dan da birer olarak, ayrıca 4 yeni takviye getiriliyordu.
kupa da londra’dan geliyor dava o derece önemli idi ki; ortaya, hem de kendileri tarafından, bir kupa konmakta idi. öyle bir kupa ki, amaç ve anlam bakımlarından, hiç kuşkusuz, bir benzeri yoktu. dünyanın en görkemli imparatorluğunun fenerbahçe adlı müteva-zi bir türk kulübünce zedelenen prestifini kurtarmanın simgesi bir kupa idi ve işgal güçleri kumandan ve ingiltere işgal orduları başkomutanı general charles harrington ismini taşıyacaktı.
böyle, önemi eşsiz bir kupanın, taşıdığı anlam ve isme yaraşır bir ihtişamda olması da gerekirdi. bu bakımdan, londra’ya yazıldı ve kupa oradan getirildi. boyu 80 santim, gümüş işlemeli ve gerçekten de büyük bir sanat eseri idi (istanbul gümrükleri o sıralarda bir emrivaki ile türk gümrükçülerin kontrolüne geçmişti. londra’dan gelen bu kupayı türk gümrükçüler ingilizlere vermek istememişler ve kupa uzun formalitelerden sonra gümrükten çıkarılmıştı.bu olayı, işgal yıllarında istanbul ingiliz fevkalade komiserliği yardımcısı h. armstrong, ömer rıza doğrul tarafından 1928 de türkçe’ye çevrilen, (türkiye nasıl doğdu?.) adlı kitabının 204. sayfasında nakleder.).
hedefin fenerbahçe olduğu gizleniyor çalışma 3 ay sürdü. takım hazır, herşey tamamdı. plan mükemmel şekilde yürütülmüş, hatta gafil avlamak için, rakibin fenerbahçe oluşunun gizlenmesi de titizlikle başarılmıştı. türk kulüplerine son anda meydan okunacak ve bunların en şöhretlisi ve hedef fenerbahçe, bu (defi) nin altında kalmayı hazmedemeyeceği için, mevsim sonunda yorgun ve şampiyonluk rehaveti içinde yakalanıp, hallaç pamuğuna çevrilecekti. böylece, tam 5 yıldır tistüste yığılan utandırıcı yenilgilerin öcü bir çırpıda toptan alınmış ve canlı hatırası olan o çok muhteşem kupa da ingiltere’ye götürülmüş olacaktı!….
(defi)yi yabancı basın ile yayınlıyorlar… nitekim, 1923 haziran ortalarında beyoğlu’nun yabancı ve azınlık gazetelerinde yayınlanan şu haber ve ilan şimşek gibi çaktı:
(ingiliz gartlar (muhafızlar) karması türk kulüplerine meydan okuyor. kazanana işgal orduları başkomutanının ismini taşıyan büyük bir kupa konan maçı kabul edecek türk kulübü, dilediği kadar, takviye almakta da serbesttir.)
türk ailelerinin yüreklerini dağlayan bu taptaze şehit acıları o yıllarda ancak fenerbahçe’nin ingilizler karşısındaki galibiyetleri ile dinmekte idi. şimdi ise, aynı düşmanın bu ağır meydan okumasını hangi türk kulübü kabul edebilecekti?., ya fenerbahçe de aldırmaz ise ne olacaktı?.. zaten, ingilizlerin hedeflerinin fenerbahçe olduğu herkesçe biliniyordu.
günler; aylar kadar uzuyor, kahr içinde geçiyordu. evet, fenerbahçe ne yapacaktı?. türk futbolünün, hatta gerçekte, artık türk ulusunun malı olan, bu (namus maçı) nı kabul edebilecekmi idi?..
fenerbahçe altta kalmıyor!.... aradan sadece 3 gün geçti. bir cumartesi sabahı, istanbul’un her dilden gazetelerinde, türk’ler için iç açıcı, yürekler ferahlatan şu haber okundu:
“ingiliz gardlar karmasının defisini fenerbahçe kulübü kendi öz kadrosu ile ve şartsız kabul etti!..”
gerçekten, 15 haziran 1923 cuma günü, kuşdili çayırı kenarındaki o beyaz ve tertemiz binada, türk sporunun kara günlerdeki bu kâbe’sinde, her zamankinden değişik bir hava esmişti. sabah 10 da, 2 inci kattaki küçük yönetim kurulu odasında başbaşa veren, genel sekreter nasuhi (baydar), genel kaptan galip (kulaksızoğlu) ve muhasip üye tevfik (taşçı) beylerden oluşan fenerbahçe yönetim kurulu, takım kaptanı zeki (sporel) beyle bir saat süren bir görüşmeden sonra, tarihsel kararı aldı ve meydan okuyanlara, tevfik beyin mükemmel tngilizcesi ile yazılan şu mektup hemen yollandı:
istanbul ve havalisi müttefik işgal orduları başkumandanlığı spor âmirliği canibi alilerine
harbiye-istanbul
(— fenerbahçe spor kulübü, bütün türk kulüplerine yaptığınız çağrıyı okumuş ve öğrenmiştir. kulübümüz, arzu buyurulan karşılaşmayı, yine arzu buyurulacak gün ve sahada, yalnız kendi kadrosu ile, yapmaya hazır ve cevabınızı beklediğini yüksek makamınıza bildirmekle şerefler duyar.)
maçın günü: 29 haziran 1923 ingilizler maç günü olarak, hemen 10 gün sonra, 29 haziran 1923 ü, saha olarak taksim stadını ve hakem olarak da avusturya milli takımının istanbul’da yerleşen meşhur santrhaf ve kaptanı antonin kratky’yi ileri sürdüler. fenerbahçe, bunların hiç birine itiraz etmedi. kabul edip maç gün ve saatini bekledi.
taksim stadının o günkü manzarası….. 29 haziran 1923 ün maç saati boğazları sıkan, kalpleri durduran heyecanlar arasında yaklaştı. beyoğlu caddeleri, tarihi topçu kışlası meydanını duldurmaya akın eden fesli, şapkalı, üniformalı binlerce insanla bir geçit töreni görünümü yaşıyordu. stadın demirkapı ve uzun geçitinden, birbirlerini adeta çiğneyerek girebilen halkın bir kısmının yüzleri soluktu. bir kısmı da, artık muhakkak gördükleri bir (fenerbahçe yenilgisi)nin neş’e ve zevkini nihayet ve kesinlikle duyar havası içinde, sevince kapılmışlardı.
bu kalabalık içinde neler ve kimler yoktu. yalnız fesli ve şapkalı siviller değil, fakat ingiltere imparatorluğu’nun 5 kıtaya mensup her renk, kılık ve rütbede üniformalıları da vardı ve binlerce idi:
kısacık ekose etek ve çıplak bacaklı iskoç askerlerinden, başları kalın ve geniş türbanlı hindu’lara, kızılca ve sarışın delikanlılardan, bellerinde yarım daire şeklindeki keskin satırları parıldayan kuzguni suratlı afrika yarı vahşilerine kadar!…
saha kenarındaki yüzlerce koltuk ve iskemle de işgal orduları general, amiral ve yüksek rütbeli subayları, renk renk ve çeşit çeşit üniformaları ve eşleriyle, yer almışlardı. bu arada, sırf bu maç için lnon duck diretnotıyle gelen malta valisi lord plummer de göze çarpıyordu. saha kenarında her 25 metrede bir avustralya ve yeni zelandalı süngülü askerler çifter çifter dolaşmakta, bu çok değişik toplulukta yegâne müşterek olan neş’e, az sonraki kesin zafere olan inancın derecesini göstermekte idi.
ortada beyaz örtülü bir masanın üzerinde o çok muhteşem, (general harrington kupası) da duruyor, etraf ve sahayı dolduran seyircilerle düşman orduları mensupları, taksim stadının bu günkü fevkalade dekorunu türlü düşünceler içinde seyrediyorlardı. o dercede ki, sahada fenerbahçe b takımının, ezeli rakibi galatasaray b takamını, canlı oyun ve navzat (usberğ) ın demir gibi şutlarıyla, 3-1 yenmekte oluşu en koyu taraftarları bile ilgilendirmemekte idi. bütün türkler (namus maçı) nı bekliyorlardı…
ingilizler sahaya çıkıyor,.. tam 5 yıl düşman işgali altında inleyen gamlı istanbul’un tarihsel stadının bu garip ve hüzünlü haziran akşamındaki bu olağanüstü manzarasını sonsuz heyecan, fakat sessizlik içinde seyrederek bekleyiş çok sürmedi. şiddetli ve sürekli bir alkış stadı yerinden oynattı: gardlar karması koşarak ve sanki tepine tepine sahaya çıkıyordu. yepyeni, gıcır gıcır formalar giymişler, kalp üzerinde, beyaz yuvarlak içindeki (g) harfi ile, fenerbahçe’yi yenmek için bütün güçlerini birleştirdiklerini ilan etmişlerdi. şapkalar havalara fırlatılıyor. hurra!. 1ar ve türlü dillerde bağırışmalar etrafı inletiyordu. hepsi fizikman güçlü, boylu boslu idiler. topa uzun uzun vuruyor, taksim tarafındaki gölgeli kalenin ağlarını delik deşik ediyorlardı. görünüş fenerbahçe ve türkler için korkunçtu!…
fenerbahçe de sahada!… bu müthiş gürültüler arasında, fenerbahçeliler de sahaya çıkıyorlardı. en önde, kaptan; üstat zeki olarak, yine başlar öne eğik, yine ağır ağır ve yine gösterişsiz harbiye yönündeki güneşli kaleye doğru yürüyorlardı. görünüşleri ve sahaya çıkışlarındaki bu tevazu o gerçek hüviyet ve şöhretleriyle taban tabana zıttı:
iki devreli koca bir lig süresince, hiç yenilmeden, hatta hiç de gol yemeden 58/0 skorlu ve 1862 de başlayan dûnla lig maçları tarihinde örneği yaşanmamış ve daha kaç yıllar yaşanamayacak bir şampiyonluğu yaratıp dünya futboluna armağan edenler sanki bunlar değildiler!…
hele, 5 yıl ve 50 maçta düşman takımlarını pe-şpeşe yenip kalelerini de delik deşik eden ve yaralı, yaslı ve ümitsiz bir ulusa güven aşılayıp gönüllerde taht kuranlar da sanki bunlar değildiler…. o kadar mütevazi idiler ve süngülü düşman muhafızları arasından ağır ağır geçip kalelerine yürüdüler!..
ancak, taksim stadı bugün artık bir başka âlemdi. bu kez, yıllardır ilk olarak, bir türk takımını alkışlamak ve tezahüratta bulunmaktan sanki gökler gürlemekte idi. canları gibi sevdikleri takımı tam 5 yıl alkışlamak hak ve zevkinden mahrum bırakılmış türk seyircisi, kurtuluş savaşının kazanılmasından doğan bir cesaretle, artık çekinmiyor, bütün gücü ve o birikmiş bütün sevgi hasretiyle, doya doya fenerbahçe’sini alkışlıyordu. haydi fenerbahçe!.. haydi arslanlar!… bugün de gösterin türk’ün gücünü!… feryatları beyoğlu göklerini inletmekte idi….
fenerbahçe her zamanki kadrosuyla.. kratky’nin düdüğü ile muhafızlar karmasının karşısında yer alan sarı-larcivertli takım her zamanki ünlü ve klasik tertibini koruyordu: kaleci : şekip (kulaksızoğlu) bekler : hasan kâmil (sporel), cafer (çağatay) haflar : kadri (göktulga), ismet (uluğ), fâhir (yeniçay) forlar : sabih (arca), aladdin (baydar), zekî (sporel), ömer (tanyeri) ve bedri (gürsoy). mevsim sonu oldukça yıpranmış bu yorgun kadroda futbolculardan bir bölümü yara bere içinde idi. soliç ömer de sahaya sakat çıkmıştı. ilk devre ingilizler üstün… maç sıkı ve sert başladı. ingiliz karması çok şarjlı ve görülmemiş bir ahenk içinde, son derecede çabuk oyunla fenerbahçe kalesine yükleniyordu. bu durum gürültülü tezahüratla desteklenirken, türk seyirci ile beraber, fenerbahçe takımında da aşikâr bir sinirlilik göze çarpmakta idi. o kadar ki, fenerbahçe’nin son bir-iki yıldır dillerde destan olan ahenginden ve türk futbolunun ilk beraberlik örneği, “zeki-alaaddin kombinezonu”ndan bir iz bile görülmüyordu. sadece devre ortalarında kaptan zeki’nin bir şutu ingiliz kalesi üst direğinden dönmüştü, o kadar…
dakikalar ingiliz baskısı altında ilerlerken, 34. dakikada, santrforun kurşun gibi bir şutunun fenerbahçe yan direğini sarsmasından bir dakika sonra, malta’dan getirilen chelsea’li soliç, 15 adımdan sert bir şut savurdu. şekip’e kımıldama imkânı vermeyen bu vuruş, topu bir anda fenerbahçe ağlarına taktı. şapkalar havalarda uçmuş, az sonra da, fenerbahçe ilk devreden 1-0 yenik ayrılmıştır. hazin bir devre arası…. iki devre arasında, nasuhi, gâlip ve tevfik beylerden kurulu 3 kişilik fenerbahçe yönetim kurulu ile, ilk türk futbolcusu, kurucu üye fuat hüsnü (kayacan) ve sami (coşar) beyler, taksim stadı giriş kapısının sağ tarafındaki o loş ve harap soyunma odasına girdiler. ingilizlerin çok hırslı ve sert oyunundan yara-bere içinde kalan ve asabiyet içinde adeta titreyip kıvranan takıma sükunet ve soğukkanlılık aşılamaya çalıştılar. normal oyunlarıyla hasımlarını mutlaka yeneceklerini, binlerce taraftar ve yüzbinlerce türkün bugün de kendilerinden kesin olarak galibiyet beklediklerini, bu mutlu sonuca ise sadece gayretle değil, aynı zamanda serinkanlılık ve şuurla erişebileceklerini onlara telkine çalıştılar.
bu 5 en eski fenerbahçeli, hakem kratky’nin tiz düdük seslerinden sonra, o loş ve rutubetli soyunma odasından çıkan 11 sarı-lacivertli futbolcuyu teker teker alınlarından üperlerken, hepsinin renkleri sapsarı ve gözleri de nemli idi!…
fenerbahçe hasmını sarsıyor… fenerbahçeli futbolcular 2. devrede asabiyeti üzerlerinden atmış ve etkili hücumlarla ingiliz defansını sarsmaya başlamışlardı. sağlı sollu ve ortadan hücumlarla o beton müdafaayı zorluyor, gardlar karmasında artık bir bocalama seziliyordu.
zeki’nin unutulmaz gollerinden ilki….. iki hasım tarafından yakından marke edilen zeki, 60. dakikada, ileri atıldı. ceza çizgisine geldi ve o tutulması imkansız müthiş sol şutlarından birini savurdu. top, sağüst köşeden gardlar karması ağlarında… şimdi de fesler havalarda uçuyor, alkış ve sevinç feryatları, yaşşaa!. ıar, haydi arslanlar!… sesleri beyoğlu semalarını inletiyordu….
bu beraberlik golü fenerbahçe’yi şahlandırmıştı. o her zamanki canlı ve soğukkanlı oyununu daha mükemmel bir uyum içinde uyguluyor ve güçlü hasmı ile bir gayret ve enerji yarışına girişmiş bulunuyordu.
türk futbol tarihi’nin yabancı maçlar bölümünün bu en iddialı karşılaşması, iki taraf olmuş kalabalığı heyecanlara boğuyordu. taksim stadı, hayatında böyle bir maç görmemiş, bu derece manevi bir heyecanlasarsılmamıştı. bu, bir futbol maçı değildi. türk sporcu gençliğinin namus ve şeref mücadelesi idi!…
dakikalar ilerledikçe halk yığınları sağa-sola dalgalanıyor, tel örgüler arkasındakiler ise birbirlerini çiğniyorlardı. saha kenarındaki yüzlerce koltuk ve sandalyedeki renk renk kıyafetli işgal orduları mensupları ve eşleri de artık yerlerinde oturamaz olmuşlar, başta malta valisi lord plommer olarak, onlar da mücadeleyi, heyecan ve asabiyet içinde, ayakta izlemeye başlamışlardı.
….ve işte galibiyet gölü…. işte, 74 üncü dakikaya gelinmişti. kaptan zeki, santrhaf ismet’in uzattığı topla defansı yine yardı. sağ ve solundaki iki yapışkan markajcısıyla beraber, yine 18 üzerine gelmişti ki, bütün gücüyle yeni bir sol şut savurdu. blackpool’un ünlü kalecisinin ok gibi planjonu faydasızdı. çünkü, türk futbol tarihinin o kıymettar ve eşsiz santrforunun sol bacağından o sert darbeyi yiyen meşin yuvarlak, kaleciden çok daha çabuk uçmuş ve bu sefer solüst köşeden ingiliz ağlarıyla kucaklaşmıştı.
bu öyle bir goldü ki!… bu, öyle bir goldü ki; kurtarılamazdı!.. bu, öyle bir goldü ki, hiçbir benzeri bu derece içten ve gönülden alkışlanmamıştı!… ve nihayet; bu, öyle bir goldü ki; türk’ün zaferini ve fenerbahçe’nin düşman karşısında yenilmezliğini kanıtlamıştı…..
ingilizler bütün varlık ve aylar boyu bütün emeklerini seferber ettikleri bu meydan okumada da yenilmişlerdi. çabalar boşa gitmiş, prestij, fenerbahçe azmi karşısında yine kurtarılamamıştı. sarı-lacivertli ocağın muzaffer çocukları taksim ufuklarını sarsan şiddetli alkış ve coşkular arasında hâki üniformalı ve göğsü renk renk şerit ve madalyalarla kaplı bir generalden tarihi kupayı aldılar. ingiliz generali o çok muhteşem, “har-rington kupası”nı galip fenerbahçe’nin kıymettar kaptanı zeki (sporel)e verirken çene ve elleri sinirden tir tir titriyordu!….
fenerbahçeliler el üstünde!…. tel örgüleri bir anda aşan binlerce türk, ka’n-ter içindeki 11 fenerbahçeliyi, harrington kupa-sıyla beraber, havalara kaldırdılar. coşkun tezahürat, etrafı dakikalarca uğultulara boğdu. tam 5 yıl süren karanlık mütareke ve işgal döneminin bu son imtihanı da yüz akıyla sonuçlanmış ve düşman karşısında 4 yıl ve 3 ay yenilmeyen fenerbahçe, ingilizlerin milli sporlarında türkün şeref ve onurunu, en güç koşullar altında bile, yine göklerde tutmuştu.
beyoğlu caddelerinde… aradan yarım saat geçti, geçmedi. mutlu sonuç, “fenerbahçe ingilizleri yendi!..:’, haberi bir kez daha, şehre yayılmıştı. taksim caddeleri onları görmek, ve sinelerine basmak isteyen ve her dakika artan binlerce türk tarafından tıkanmıştı.
bir heyet, halkın fenerbahçelileri görmek istediğini stada iletti. futbolcular stat balkonuna çıktılar. yer yerinden oynadı….
şoförler cemiyeti otomobiller göndermişti. ama, binebilmeleri ne mümkündü. ancak yüzlerce metre ötede, parmakkapı’da birbirlerini çiğneyen binlerce taktirkârlarının omuzlarından alınıp otomobillere bindirildiler ve her boyda renk renk düşman bayrakları asılı beyoğlu caddelerinde iki sıra olmuş onbinlerce insan içindeki türklerin coşkulu alkış ve yaşşşaaa!.. sesleri arasında geçip uğurlandılar.
aynı akşam lozan’da… türk sulh heyeti o günlerde lozanda idi. savaş meydanlarında kazanılan (istiklâl)in, (bir husumet cihanına karşı), sulh masasında da kazanılması ve korunması gerekiyordu.
düşman murahhasları pek hasis ve inatçı idiler. türk heyetine dayatıyorlardı. 8 aylık pazarlıkların sonuçsuz kalmasından ve tekrar başlamasından sonra, düşmanlık yine alevlenmiş, sakarya ve dumlupınarlar, bu kez adeta isviçre topraklarında yaşanmaya başlamıştı.
bu çetin pazarlık sıralarında, (harrington kupası maçı) türk heyetini de ilgilendiren önemli bir yurt olayı olmuştu. bu maçın pekiyi bildikleri anlam ve özelliği onları bu 29 haziran 1923 gününün akşamında büyük heyecan ve meraka düşürmüştü. geceleri de devam edilen müzakerelerin saati gelmiş, ancak, tarihi maçın sonucunu bildirecek telgraf henüz gelmemişti. lord gürzon’un halefi rombold, general pelli, marki gorani, venizelos ve diğerleri ouchy şatosunda türk murahhaslarını beklerken, onlar da lausan-ne palace’da bu telgrafı bekliyorlardı.
telgraf hihayet geldi. yüzlere de neş’e getirdi. heyet başkanı ismet paşa, gazeteci ali naci (karacan) beye:
(— heyetimiz adına meserretli tebriklerimi fenerbahçe kulübüne hemen telleyiniz. hepsinin ayrı ayrı ayrı gözlerinden öperim…)» dedi. sonra da ouchy şatosuna doğruldu. sulh müzakere salonuna girerken, bu kez mutlu bir tavır ve gurur içinde idi. her zaman soğuk şekilde selamladığı rombold’a bu defa manalı bir tebessüm gönderdi. alışık olmadığı bu iltifat’ın lord rombold üzerindeki tepkisi şaşkınlık olmuş ve türk murahhasları o geceki pazarlıklarda ülkelerinin menfaatini her zamandan daha kesinlik ve azimle korumuşlardır.
övünmek f.b.nin hakkıdır…. bir spor kulübünün ulusunun kaderi üzerinde bu harrington kupası maçında yaşandığı derecede olumlu ve geniş bir rol oynayabilmesi yer yüzünde her halde eşsiz olsa gerektir. bu bakımdan, eşsizlikler kulübü fenerbahçe, erişilmez ve silinmez bir milli şeref ve övünme mutluluğu ile de yoğrulmuş bulunmaktadır.
ingilizlerin f.b.den çekiniş nedeni?…. istanbul’un 16 mart 1920 deki fiili işgalinden önce ve sonraki 16 aylık bir dönemde ingilizler fenerbahçe ile maçlara ara vermişler, bu arada kulübü de 70 gün kapatmışlardı. nihayet, 13 ocak 1921 de sisli ve yağışlı bir havada yapılan maçla bu ara veriş sona erdi sanıldı. ancak, ikdam gazetesinin 16 ocak 1921 sayısında:
(…. ikinci nısıf zamanda, sis, fenerbahçe’nin bir çok sayılarına mani oldu. sis, yağmur, kar, tipi demeyip çalışan bu türk gençeleri 4., 5., 6., 7., 8. ve 9. sayıları yaparak muzafferane sahadan ayrıldılar….) şeklinde yansıttığı bu karşılaşmadan sonra, ingilizler bu sefer de yeni bir 19 aylık çekingenlik dönemine girdiler. fenerbahçe, 13.1.1921 den 13.8.1922 ye kadar tam 19 ayda, o da fransızlarla, yalnız bir maç yapmak imkanı bulabildi. askeri ve politik durum göz önüne alındığında, 2. inönü ve sakarya savaşlarının ve ingiltere ile en çetin anlaşmazlıklarını hep bu dönem içinde yaşandıkları hatırlanır. bu bakımdan, tarihin eşini yazmadığı bir zaferin o gururlu temsilcileri, böyle kritik bir dönemde milli sporlarında fenerbahçe’ye yenilmeyi ve dolayısıyla da prestijlerinin zedelenmekte devam etmesini göze alamıyorlardı.
işte, bu arada, 1922 yılı ilk baharında taksim stadının futbol maçlarına açılması, birçok ingiliz takımının bu sahada antrenman yapıp sık sık maçlar tertiplemeleri, onlara güç kazandırıp ümitlerini artırınca, fenerbahçe-ingiliz maçları da yeniden seri halinde yaşanmaya başlamıştır.
ingilizlerin en güçlü 10 takımı arasında tertiplenen meşhur (armistice coupe=mütareke kupası) maçları işgal kuvvetleri komutanlığına yeterince güven vermişti. bu nedenle, fenerbahçe, bu 10 takımdan ilk sıraları tutan 5 takımla maç isteğinde bulununca, artık buna hayır!… denmedi.
bu 5 güçlü takım, rövanşlar da dahil, sıfıra karşı 2, 3, 4 ve 5 er golle mağlup edildiler. bu parlak sonuçlar coşkun gösterilere neden oluyor ve fenerbahçeli futbolcular sık sık beyoğlu caddelerinde binlerce türk’ün elleri üstünde taşınıyorlardı. na mağlup anatolia, ligihtning ve granadiar guards 1ar da bu arada derslerini aldılar.
29.haziran.1923 - 94 sene önce bugün fenerbahçe, ingiliz gardler muhteliti'ni (karması) 2-1 yenerek, general harrington kupası'nı kazandı.
istanbul işgal altındayken fenerbahçeliler, kurbağalıdere kenarında kulüp binasının önündeki iskeleye yanaşan motorlarla anadolu’ya silah kaçırmaktaydılar. fenerbahçe kulübünün kayıkhanesi bir silah ve cephane deposu haline getirilmişti. geceleri gizlice bu kayıkhanenin önündeki ahşap iskeleye yanaşan motorlar buradan yüklenip, gizlice moda koyuna açılıyor, oradan izmit’e geçerek anadolu’ya silah ve cephane götürüyorlardı. fenerbahçe kulübünün bu “zararlı görülen faaliyeti” işgal orduları başkomutanlığı tarafından haber alınmış, ancak bunun farkına varan fenerbahçeliler kayıkhaneyi derhal boşaltarak cephaneyi çevredeki üye ve sporcu evlerine taşımışlardı. kulübü basan işgal kuvvetleri birlikleri ortada delil bulamamışlardı. ancak yine de başkomutanlık tarafından fenerbahçe kulübüne süngülü bir müfreze bırakılmış ve fenerbahçe kulüp binası haftalarca işgal altında tutulmuştu.
tüm çabalara rağmen bir şey elde edememiş olmak, işgal ordularının ingiliz başkomutanı general harrington’u oldukça öfkelendirmekteydi. fenerbahçe’ye; hiç olmazsa futbol sahasında acı bir darbe indirebilmek için elinden geleni yapmaktan geri kalmamıştı. başkomutan harrington amacına ulaşabilmek için ortaya altın madalyalar konulmuş bir turnuva düzenlenmiş ve turnuva sonunda üç takım ön plana çıkmıştı: irish guards, grenadiers guards ve goldstream guards...
bu üç takımın en seçkin elemanları sıkı bir çalışmaya tabi tutulmuştu. bu arada cebelitarık ve mısır’daki ingiliz askeri kuvvetlerinden, hepsi de profesyonel birer futbolcu olan dört önemli oyuncu getirtmiş ve adeta bir “ingiltere milli takımı” oluşturmuştu. hedef o kadar büyüktü ki, ortaya konan bir metreye yakın, gümüş işlemeli kupa başkomutan “general harrington” adını taşıyordu. “goldstream guards” adı altında oluşan bu takım özel şekilde kampa alınarak sıkı bir çalışmaya tabi tutulmuştu. ve bundan sonra general harrington tarafından istanbul gazetelerine şöyle bir ilan verilmişti:
“gardler muhteliti türk kulüplerine meydan okuyor. galibine, başkumandanın adını taşıyan büyük bir kupa verilecek bu maça türk kulüpleri diledikleri gibi takviye de alabilirler.”
fenerbahçeliler bu meydan okumanın direkt olarak kendilerini hedef aldığını hemen anlamışlardı. ve yine gazeteler aracılığı ile hemen gereken cevabı vermişlerdi:
“fenerbahçe kulübü yalnız kendi kadrosuyla bu maçı şartsız olarak kabul eder.”
istanbul’da büyük bir heyecan uyandıran bu maç 29 haziran 1923 günü, taksim stadı’nda çok büyük bir seyirci topluluğu önünde oynanmıştı. bu maçı izlemek üzere “ıron duck zırhlısı” ile özel olarak gelen malta valisi lord plummer’de işgal orduları başkomutanı general harrington’la birlikte şeref köşesindeki yerini almıştı. şeref köşesinin önündeki masanın üzerinde de maçın galibine verilecek olan “general harrington kupası” duruyordu.
fenerbahçe bu tarihi maça, hiç gol yemeden istanbul şampiyonluğunu kazanan şu ünlü kadrosuyla çıktı: şekip kulaksızoğlu - hasan kamil sporel, cafer çağatay - kadri göktulga, ismet uluğ, fahir yeniçay - sabih arca, alaeddin baydar, zeki rıza sporel, ömer tanyeri, bedri gürsoy. büyük bir çekişme içinde başlayan ve hep aynı çekişmeyle geçen maçın ilk yarısını 1-0 yenik kapatan fenerbahçe, ikinci yarıda coşmuş ve klasik futbolunu ortaya koymaya başlamıştı. 60. dakikada zeki rıza’nın golüyle beraberliği yakalayan sarı-lacivertli takım bundan sonra daha da açılmıştı. 74. dakikada yine zeki rıza (sporel) çok sert bir şutla fenerbahçe’yi galip duruma yükseltmiş ve bundan sonra oyunda sarı-lacivertli takımın baskısı daha da artmıştı ve fenerbahçe, güçlü rakibini eze eze yenmişti bu tarihi maçta. maçtan sonra işgal orduları başkomutanı general harrington, adını taşıyan bu büyük gümüş kupayı fenerbahçe takımı kaptanı hasan kamil sporel’e verirken taksim stadı’nda fesler havada uçuşuyor ve yer yerinden oynuyordu adeta. fenerbahçeli futbolcular, ellerinde general harrington kupası olduğu halde seyircilerin omuzları üzerinde stattan çıkarılmışlar ve beyoğlu caddelerinde, büyük sevgi gösterileri arasında dolaştırılmışlardı. bu galibiyet, milli bir zafer etkisi uyandırmıştı. nitekim maç gecesi lozan konferansı’nda bulunan türk heyetine de bu galibiyet haberi ulaştığında heyet başkanı ismet paşa tarafından fenerbahçe kulübüne; “heyetimiz namına hepinizi meserretle tebrik eder, gözlerinizden öperim.” diye bir kutlama telgrafı gönderilmişti.
fenerbahçe futbol takımı, ingiliz işgal kuvvetleri komutanı general harrington adına düzenlenen kupa maçında, şekip kulaksızoğlu, hasan kamil sporel, cafer çağatay, kadri bey, yavuz ismet uluğ,fahir ülgür, sabih arca, bedri gürsoy, alaaddin baydar, ömer tanyeri ve zeki rıza sporel’den oluşan kadrosuyla, taksim stadı’nda gordlar karması’nı 2-1 mağlup edip kupayı kazanırken gollerini zeki rıza sporel (dk.60 ve 74) attı.