hayatımda izlediğim en garip maçlardan biridir. ilk maçta kaleci gökhan tokgöz'ün sakatlanmasıyla kaleyi damir botonjic koruyordu. maçın başında blackburn rovers oyunu bizim sahaya yığdı. peş peşe o kadar çok pozisyon yakaladılar ki her birinde "gol yedik..." derken ya damir muhtesem bir kurtarış yapıyordu ya da b. roversli futbolcu cömertlik. maç 5-0 felan olması gerekirken hala 0-0'dı. beklenen gol 65'de matthew jansen'dan geldi. ilk maç 3-1 olmasına rağmen takım o kadar sakat oynuyordu ki, o golden sonra her şey bitti derken... mustafa özkan santradan sonra skoru 1-1'e getiren golü attı ve bizi inanılmaz sevindirdi. hala aklıma geldikce bu maçın nasıl 1-1 bittiğini düşünürüm :)
bir önceki maçda kolunu sakatlayan gökhan tokgöz yerine damir botangiç'in kaleyi koruduğu ve yaptığı kurtarışlar ile uçan balina lakabını aldığı maç....
blackburn taraftarlarının gençlerbirliği taraftarlarını o gergin ortamda süper ağarladığı, altyapı tesislerinde taraftarlar arası maç organize ettiği 1-1 berabere biten karşılaşma.
belçikalı sol kanat oyuncumuz flip deams bir röportajında bu maçla ilgili şunları söylemişti: "ilk turda blackburn'deki rovers maçında ilk 10 dakikada 3-0 yenik duruma düşsek kimsenin bir şey diyecek durumu olmazdı. biraz da şanslıydık. ama iyi de top oynadık."
gençlerbirliği, ingiltere'de tarih yazdı. tugay'ın forma giydiği blackburn rovers'ı uefa kupası'ndan eledi: 1-1. başkent ekibi 3-1'in rövanşında 90 dakika boyuncu çok zor anlar yaşadı. rakip takımın 2 şutu direkten döndü, toplar çizgi üzerinden çıktı, damir son dakikalarda pentern kesildi ve gençlerbirliği ölüp ölüp dirildiği maç sonrasında avrupa'da ilk kez ikinci tur gördü.
9. dakikada flitcroft'un çok sert şutunda, üst direkten dönen topujansen altıpas üzerinden auta attı.
13. dakikada enden gelişen gençlerbirliği ataklarından birinde el saka'nın pasında, topu rakibinin üzerinden aşırtarak önüne alan youla, kaleci friedel'le karşı karşıya kaldı. ancak youla topu yandan auta attı.
52. dakikada tomson'un vuruşu direkte kaldı.
64. dakikada jorke sağdan ortaladı. jansen vurdu, savunmadan döndü. dönen topu jansen filelere gönderdi: 1-0.
66. dakikada gençlerbirliği yediği gole hemen cevap verdi. mustafa özkan'la başlayan atakta, bu futbolcu altı pas içinde topu skoko ile buluşturdu. skoko, kalabalık savunma arasında pasını mustafa özkan'a bıraktı. mustafa da yerden plaseyle fileleri havalandırdı: 1-1. ve gençlerbirliği bu skorla tur atlayan takım oldu.
özgür gökmen'in 2004 yılında express'de yayınlanan "üç deplasman macerası: blackburn, lizbon, parma" yazısıda bu maçla ilgili anı şöyle;
ankaralıyım. gençlerbirlikliyim. hatırı sayılır bir süredir yurtdışında yaşıyorum. haliyle tribüne devam edemiyorum. ancak yaz sonları ankara’daysam. o da sezon başlarında birkaç maç… sizi temin ederim, çok zor zanaat. ankara’dan ayrıldıktan sonra haftasonları radyodan maç dinlemeye başladım. böyle bir alışkanlığım yoktu oysa. çocukluğumda kalmış, unutulmuş bir iş bu radyodan maç dinleme hali. istanbul’da otururduk. beşiktaş’da, mahallenin berberinde dinlenirdi maçlar. gençler olmazdı hiç dükkanda. sadece yaşlılar ve benim gibi çocuklar. tüm bunları buraya geldikten sonra hatırladım. fakat tribüne devam edemememe rağmen, bu sezon taraftarlık hayatımın en mutlu sezonu. (bundan bir evvelki, 1994-1995 sezonuydu.) zira bu sezon tam 3 (yazıyla, üç!) yurtdışı deplasmanında tribündeydim.
28 ağustos 2003, ankara 2002-2003 sezonunu (ne yazık ki!) 3. tamamlamışız. uefa kupası’nda oynacağız. daha önce 19 mayıs stadyumu’nda iki uluslararası maç seyretmişliğim var. 1994-1995 sezonunu 5. bitirdiğimiz için o yaz ınter-toto kupası’nda oynuyoruz. 4-0'lık hapoel ve 3-0'lık la valetta floriana maçlarında “gecekondu” tabir edilen kalearkasındayım. 19 mayıs’ı bilenler bilir, tabelanın olduğu değil öteki kalearkası, gençlik parkı’nı gören. ankara’nın o güzel yazında, hapoel maçının piknik havasında geçtiğini hatırlıyorum. ama uefa başka. 2000-2001'de kayseri’de kaldırdığımız türkiye kupası sayesinde ertesi sezon uefa kupası’na bir kez katılmışlığımız var gerçi. ama ilk turdan çıkmayı başaramıyoruz. o yüzden bu sene mühim.
kuralar çekilecek. yenişehir’deyiz. bir televizyon bulmalı. tribüne birlikte devam ettiğimiz arkadaşlarla beraber kızılırmak sokak’la olgunlar sokağı’nın köşesindeki kent kıraathanesi’ne gidiyoruz. biz vardığımızda sonuç belli olmuş: torbadan çıkan, blackburn rovers! tüh be, diye düşünüyorum. çıka çıka ingiliz takımı çıktı. zor olacak. ilk maç 24 eylül’de, ankara’da. ben 15 eylül’de hollanda’ya dönüyorum. bir on gün daha kalsam? hiç oluru yok. pekala, ben de blackburn’deki maça giderim öyleyse. tabii ya!.. blackburn’e gitmek, ankara’ya gitmekten daha kolay. bu beni biraz teselli ediyor. hoş, fırsat çıktığında kolay zor, çok fazla umurumda değil. 2001 ve 2003'te oynadığımız türkiye kupası finalleri için hollanda’da işi gücü bırakıp kayseri ve antalya’ya gitmişim. ama şimdi 24 eylül’ü bekleyemem. oluru yok. blackburn’e gideceğiz artık.
16 eylül 2003, leiden ilk iş alkaralar üzerinden arkadaşlara temas etmek. ingiltere’ye maça gideceğiz. acaba orada taraftarımız var mı? ankara’daki ilk maç öncesinde blackburn rovers taraftarlarıyla temasa geçerek bir taraftarlar arası dostluk maçı tertip edilmesine önayak olan, bunu başarabilmek için canla başla çalışan barış karacasu, asoe takmaadını kullanan üyemizin londra’da mukim olduğunu bildiriyor. nazik bir not yazıp kendimi tanıtıyorum, derdimi anlatıyorum. ikinci işim, blackburn rovers futbol kulübü taraftarlar derneği’nin sitesine, üye olmak. benden önce bir sürü taraftarımızın bunu yapmış olduğunu görüyorum. taraflar arası dostluk maçının nasıl tertip edileceğine dair bir tartışma başlamış bile. rovers taraftarlarına da kendimi tanıtıyorum. blackburn’de buluşmak üzere sözleşiyoruz. telefonlar alınıp veriliyor.
18 eylül 2003 bir telefon. iyi günler, ben akşit özkural. londra’dan arıyorum. asoe! 12 yıldan beri ingiltere’de yaşıyor. talebe olabileceğini düşünmüştüm. değil, ankara hukuk fakültesi’ni bitireli epey olmuş. bankacı. bu neredeyse yarım saatı bulan sayısız telefon konuşmalarımızdan ilki oluyor. akşit özkural, akşit özkural… isim hiç yabancı değil. hatırlıyamıyorum. ancak akşam eve dönünce farkedeceğim: akşit ağabeyin kitapta yeri var! hangi kitaptan bahsettiğim aşikardır herhalde. elbette ankara rüzgârı! babası eski kaptanlarımızdan. kendisi de vaktiyle kulübün basketbol takımında oynamış.
24 eylül 2003 ilk rovers maçını köylü’de seyrediyorum. yanımda taraftar desteği olarak benimle aynı üniversitede çalışan kıdemli ağabeyimiz mehmet emin var. futbolla arası pek yok gerçi. gene de heyecanımı ve maçtan sonra sevincimi paylaşıyor. kahveye gitmeden önce alkaralar‘a bakmışım. taraftarlar arası dostluk maçı ankara’da tam bir olay olmuş. laf aramızda, bizimkilerin galibiyetiyle bitmiş. 19 mayıs tribünlerinde, boyunlarında gençlerbirliği kaşkolu, rovers taraftarlarını seçiyorum. devre arası ankara’ya telefon: tribünlerin sesi geliyor. öyle coşkulu ki! maç 3-1 bitiyor. gece uyuyamıyorum. sürekli 3. gol geliyor gözümün önüne. tribünde olamadığım için içim biraz buruk. ziyanı yok, ikinci maçta tribünde olacağım. ertesi gün ilk işim, kısa bir tebrik mektubu yazıp kulübe fakslamak.
26 eylül 2003, amsterdam önceki britanya vizem 6 aylık ve süresi dolmuş. yenisini almak lazım. böyle bir şey talep etmememe rağmen yenisini 2 senelik veriyorlar. bu bir işaret olabilir mi? turu geçeceğiz ve britanya’da en az bir takımla daha oynayacağız? (hala celtic bekliyorum.)
4-5 ekim 2003, leiden cumartesi. ofisteyim. adanaspor maçını 6-0 almışız. keyfim yerinde. şehre yeni gelen arkadaşlardan biri arıyor: ben sokağa çıktım, birlikte bir şey yapabilir miyiz? içmeye gidiyoruz. ertesi sabah kalktığımda cüzdanım olması gereken yerde değil. hayatımda ilk defa! gece yolda düşürmüş olmalıyım. pekala, canımız sağolsun. fakat kimliğim, yani oturma iznim cüzdanda! ki bu da yasal olarak hollanda sınırları haricine çıkamamam demek. nasıl ya? ben deplasmana gidecektim! maça on gün var. bu sürede oturma iznimi yenilemem mümkün değil. ne yeni kimliği? yabancılar polisinden geri dönüş vizesi için randevu dahi alamayabilirim. pekala, sakin olalım… en kötü ihtimali hesap ediyorum: hiçbir şeyi yetiştiremem. pekala, yetişmesin. ben deplasmana giderim. pasaportum sağlamda. britanya’ya girerken bir sorun çıkmaz. dönüşü de hollanda sınır kapısında düşünürüz. bu muhasebe beni rahatlatıyor. karakola gidip cüzdanımın kaybolduğunu bildiriyorum. polis soruyor: cüzdanınızda neler vardı? sayıyorum: gençlerbirliği spor kulübü üyelik kartım, kimliğim, kredi ve banka kartlarım, kütüphane kartım… anlamsız gözlerle bakıyor. ben bankalara telefon edip kredi kartlarını iptal ettirirken, not aldığı listeyi daktilo ediyor. karakoldan çıkarken elime tutuşturdukları rapora bakıyorum. benim verdiğim sırayla yazmamışlar.
6-14 ekim 2003 düzenli olarak rovers taraflarıyla haberleşiyoruz. ankara haricinde londra ve leiden’dan da iki taraftar geleceğini biliyorlar. bilet benim için hala bir dert. elimde tutmadıkça içim rahat etmeyecek. rovers taraftarlarından paul, emin ol, dert değil; bir aksilik çıkarsa ben kendi biletimi sana vereceğim, diye yazıyor. daha fazla uzatmanın alemi yok. yola çıkmadan taraftarlar arası maçın rövanş saatini öğreniyorum. 14:00. biraz geç başlarlarsa yetişeceğiz.
14 ekim gecesi, leiden - 15 ekim 2003, londra-blackburn-londra mazallah uyur kalır, uçağa yetişemem diye yatmıyorum. belli mi olur? saat çalmaz; saat çalar, ben duymam… dünyanın bin bir türlü hali var. en temizi hiç yatmamak. sabah akşit ağabeyle sözleştiğimiz gibi londra’da, liverpool street tren istasyonunda buluşuyoruz. birbirimizi tanımak hiç güç olmuyor. kırmızı-siyah donanımımız kuvvetli.
yolumuz uzun. arabayla gideceğiz. ingiltere’nin, londra’nın batı tarafından kuzeye doğru çıkan ana arterinde 400 kilometre! londra’dan çıkarken ankara’yla telefonlaşıyoruz. maneviyatımız artıyor. biz yıllardan beri tanış gibiyiz. akşit ağabey bizim kulübün aile ya da yatılı okul hali diyebileceğim havasından bahsediyor. biz on kişiyiz, birbirimizi biliriz. fakat elbette her ikimizin de arzusu taraftar sayımızın artması! manchester ardımızda kalana dek birçok gençlerbirliği hikayesi dinliyorum. akşit ağabey yolda görmem gereken yerleri işaret etmekten de geri kalmıyor. birmingham’ı geçerken solda aston villa’nın mabedini mesela. cazibeli görünüyor!
yol arkadaşımın benim yaşım kadar taraftarlık hayatı var. askeri terminolojiye müracaat edeyim: o yüksek rütbeli, ben yıldızını yeni takmış teğmen. şöyle bir düşünüyorum: ankara’ya 1990'da yerleşmişim. fiili sempatizanlığım aşağı yukarı iki sene devam etmiş. fakat ciddi bir sempatizanlıktan bahsediyorum. kadıköy’de yatılı okurken okul formamın yakasında, inadına -nereden edindiysem-, altay rozeti taşımak gibi bir şey değil bu. sempatizanlıktan taraftarlığa terfi ettiğimden (1992-1993 sezonu) bu yana da düzenli tribün mesaim var. yani ankara’dayken vardı. uzun bir süre gecekondu; tek bir kere, zannederim 1995-1996 sezon açılışında -kulüp tören yapmıştı- kapalı; 1997-1998'de bir sezonluğuna maraton. (uğurlu gelmedi, o sezon neredeyse küme düşüyorduk. sürekli dipdeyiz, hep bunu konuşuyoruz. son laf sürekli murat gültekingil’den geliyor. hep aynı: tamam, seneye maçlarımızı cebeci stadı’nda paşa paşa seyrederiz! başımız ellerimizin arasında seyrettiğimiz 1-2'lik o vanspor maçını asla unutamayacağım. maraton kalabalığı vanspor’u alkışlıyor…) sonra elbette gene çekirdek taraftar kitlesinin mekanı gecekondu… 2002-2003'te resmi olarak hala gecekondudayız. kulüp o sezon ilk defa kombine bilet çıkardı. iki tane edinip hollanda’ya gelirken arkadaşlara bıraktım - bilete süs muamelesini reva görmemelerini söylemeyi de ihmal etmedim elbette. o sezon sonuna doğru ankara’dan tekrar maratona göçüleceği haberi ulaştı. ilkin muhalefet ettim. fakat hem tribün arkadaşlarım gerekçelerinde haklı gibiydi, hem de (kelimenin hakiki anlamıyla) hariçten gazel okumanın alemi yoktu. bu sefer maratonda kalıcı gibiyiz.
yolda dinlediğim hikayelerden aklımdan hiç çıkmayacak olanı, akşit ağabeyin 1979'da henüz flört ettiği kız arkadaşıyla birlikte gittiği kırıkkale maçı. (bu, dinlediğim “gel seni gezmeye götüreyim,” hikayelerinin sonuncusu olmayacak. hoş, bu konuda bizzat kendim de tecrübeliyim!) o gün bir avuç gençlerbirliği taraftarı staddan polis-jandarma koridorunda çıkıyor! akşit ağabey, maçtan sonra, yahu, kızı getirmekle hata ettik galiba, diye kendini yiyor. hikayeyi ertesi sabah kahvaltıda bir de akşit ağabeyin eşi sema abladan dinliyorum: hoş adam! bu taraftarlığını da artık olduğu gibi kabul etmek lazım, diye düşündüm, diyor.
manchester’dan sonra yolda daha dikkatliyiz artık. taraftarlar arası maçın yapılacağı rovers’ın idman sahası blackburn’un dışında bir köyde. ikimiz de evvelden coğrafya çalışmışız gerçi. haritalar-krokiler kucağımda, biraz dikkatli olursak elimizle koymuş gibi bulacağız. öyle oluyor. sahaya girdiğimizde uzaktan el sallıyorlar. maç kısa bir süre önce başlamış.televizyon kameraları var. taraftarlar arası maç ankara’da olduğu gibi blackburn’de de sükse yapmış. önceden haberleştiğimiz rovers taraftarlarıyla tokalaşıyoruz: paul, steve, john paul ve babası ve diğerleri… maçı bu sefer onlar alıyor. fakat, gene laf aramızda kalsın, ingilizler’in tabiriyle on the aggregate, biz galibiz. alkaralar.com’daki takma adıyla kaychii’yle tanışıyoruz. o da bizim gibi deplasmana deplasmandan gelenlerden…
maçtan sonra arabada koltuğumu bir rovers taraftarına bırakıyorum. stada gidene dek bize rehberlik edecek. ewood park’a vardığımızda arabayı bırakacak bir yer arıyoruz. john paul’le birlikte stadın ana kapısından girdiğimizde görevlilerden birinin yakasında bizim ve rovers’ın amblemlerini taşıyan bir yaka iğnesi, bir diğerinin boynunda bizim kaşkolu görüyorum. takımları getirecek otobüslerin gireceği, stadın özel park yerini işaret ediyorlar. hoş bir jest daha. çıkışta bir kaşkolcuya denk geliyorum. maç için bir memorabilia yaptırmışlar: bir tarafı rovers, diğer tarafı gençler, altında maçın tarihi yazıyor. kaça, diyorum. 5 pound. bir tane versene. john paul temkinli. nedir, diyorum, pahalı mı? yok, diyor, normal. bizim kulübün mağazasında da daha ucuza olmaz böyle şeyler. onun takıldığı şey başka: kaşkolun rovers tarafına işlenmiş union jack’i işaret ediyor: bu ne ya? biz britanyalı değiliz ki, ingiliziz!
bu kaşkolcuyla maç sonrası tekrar karşılaştığımızda takılacağım: selam bilader… ne o, malı bitirememişsin? önce tebrik edecek, sonra soracak: daha ister misin? kaça vereceksin? çifti 6 pound?.. hayatta olmaz, üçüne 5 pound veririm! hiç ikiletmiyor. zaten hali kalmamış, tanesine 1 pound vereyim, hepsini alayım desem, razı gelecek. kaşkollardan ikisini alkaralar.com’u vareden emekçilerden bülent atlas’la ankara’ya gönderiyorum. biri tanıl’a, diğeri barış’a! ben barış’a aldım zaten, diyor. iyi madem, sen bunları tanıl’a ver, biri zaten onun, diğerini o takdir etsin.
stadın altındaki rovers taraftarlar kulübü blues’a gidiyoruz topluca. oysa belki şehirde biraz dolaşırız diye konuşmuştuk. neyse, zaten maçtan başka hiçbir şey düşünemiyorum. biz darwen end tribününde olacağız. stada girmeden bilet gişesinin önünde okunan beste: stadlarda rüzgar, aklımda maç var… içeri girdiğimizde ilk ve tek hayalkırıklığını yaşıyorum. tribünün 3. katındayız! bu ne ya? aklımda o ana dek seyretmiş olduğum ingiliz maçları var. hani taraftarın kalenin hemen 10 metre arkasında olduğu maçlar. güvenlik, diyor akşit ağabey. henüz bilmiyorum ama sporting cp maçında hayal ettiğim o zaviyeden maç seyretme muradına ereceğim.
maçtan hemen önce gençlerbirliği taraftarlar derneği başkanımız doğan beyin de aralarında bulunduğu üç taraftarımız sahada. bizim tribünden seçilmiyor gerçi. elektirikli tabeladan seyrediyoruz. flamalar değişiliyor; rovers-gençlerbirliği arasındaki dostluk perçinleniyor. biz yukarıda organize oluyoruz; maç başladığı an bizim tribün inliyor: burası ankara, burdan çıkış yok! telefonlar geliyor. güzel, sesimizi ankara’ya duyurmuşuz. insanlar bir de akşit ağabeyle benim başımdaki mavi şapkaların ne olduğunu soruyorlar. bu da bizden küçük bir jest: blackburn rovers şapkası. bir ikinci tezahüratımız vaktiyle akşit ağabeylerin 19 mayıs’ta, maratonun sol göbeğinden bağırdıkları: gençlerbirliği!.. ileriiii! bunu 19 mayıs’ta tekrar tutturabilir miyiz acaba?
maç kabus gibi. nasıl anlatayım? şansımız yaver gitti, desem olur mu? o maçın nasıl tek gollü beraberlikle sonuçlandığını hala bilmiyorum.
gece yarısından evvel tekrar londra’ya doğru yola düzülüyoruz. gelirken 6 saatte aldığımız yol, bu sefer yaklaşık 3 buçuk saat çekiyor. biraz da mecburiyetten. akşit ağabey sabahın köründe bir iş toplantısı için rotterdam’a uçacak. eve varınca ben yatıyorum. amsterdam-londra arası havayolunu saymazsak, bir günde 800 kilometreden fazla yol yaptık. akşit ağabey taksiyi çoktan çağırmış, banyoya giriyor.
ertesi sabah 2 kilo gazete alıyorum. (eve dönünce tarttım. şaka değil, hakikat!) bir kısmını kesip ankara’ya gönderiyorum.
yaklaşık 22 yıldır kullanmakta olduğum gözlük denen eşyaya son noktayı koyduğum mutlu günün en mutsuz anısı. ameliyatın etkisiyle sular seller gibi akan gözyaşlarımı bir türlü dindiremediğim, en ufak bir ışık parçasında bile baş ağrılarımın inanılmaz arttığı, evin bütün ışıkları sönmüş olmasına rağmen, güneş gözlükleriyle ilk 10 dakikasını seyretmeye çalıştığım ama seyredemediğim maç. hayatım boyunca televizyondan dinlediğim tek maç.
hakemler: eric braamhaar, patrick gerritsen, rob meenhuis (hollanda)
blackburn rovers: brad friedel, vratislav gresko (dk. 3 dwight yorke), lorenzo amoruso, andrew todd (dk.77 martin taylor), steven reid, david thompson, tugay kerimoğlu, gary flitcroft, brett emerton, matthew jansen, corrado grabbi (dk.61 dino baggio)
teknik direktör: greame souness
gençlerbirliği: damir botonjic, filip daems, baki mercimek, ümit bozkurt, abd el-zaher el-saka, ali tandoğan, josip skoko (dk.89 bülent akın), deniz barış, serkan balcı, mustafa özkan (dk.76 erkan özbey), souleymane youla (dk.83 veysel cihan)
teknik direktör: ersun yanal
goller: dk.65 matthew jansen (blackburn rovers), dk.66 mustafa özkan (gençlerbirliği)
sarı kartlar: dk.2 david thompson, dk.18 brett emerton, dk.65 andrew todd (blackburn rovers), dk.73 baki mercimek (gençlerbirliği)
bu maçın son dakikalarına doğru damir botonjic harikalar yaratmaya başlamıştı.
tarihinde ilk defa uefa kupası'nda ikinci tura çıktığı bu maçtan sonra gençlerbirliği, son 16'ya kadar ilerleyecek, uzatma dakikalarına yiyeceği bir golle, o senenin şampiyonu valencia'ya elenerek, çeyrek finalin kapısından dönecekti.
lig radyo'dan bozkurt yılmaz'ın sayesinde yıllar sonra maçın özetini az önce tekrar izledim. inanın hala şoktayım! maçın oynandığı zaman bir gençlerbirliği taraftarı olarak kalp krizi felan geçirmediğim için kendimi çok ama çok şanslı hissediyorum...
maçı izlememiş olanlar bu cümleleri okurken şaşıracaklardır ama yaklaşık 5 dakikalık maç özetinde blackburn'ün 3 tane direkten dönen topu, 2 tane damir'in 90'dan çıkarttığı top, kale önünde blackburn'ün kaçırdığı 6-7 %1000 lik (yazı ile yüzde bin!) poziyonu var... ama skor 1-1 :)
hani kaleyi melekler korudu derler ya sanırım bu maçta kaleyi melekler, azizler, evliyalar korumuş :)
maçtan önceki malum ingiltere-türkiye milli maçının gerginliğinin bu maça yansımaması için gençlerbirliği taraftarları blackburn rovers taraftarları ile maç yapmıştır. ankara'daki misafirperverliğe hem şaşıran hem de gurur duyan blackburn rovers yönetimi gençlerbirliği'ne ingiltere'de son derece misafirperver davranmışlardır.
maçtan bir gün önce stadta antrenman yapan gençlerli futbolcular için skorboard'a "welcome to our visitors from turkey" ve "türkiye'den gelen misafirlerimiz hoş geldiniz" yazmışlardır...
ankara'dan maça giden arkadaşlar yanlarından yüzlerce alkaralar forması almışlar ve tribüne gelen türklere giymeleri için vermişlerdir. işin ilginç yanı ellerinde kalan alkaralar formalarını maçtan sonra blackburnlülerle atkı-forma vs karşılığı değiştirmişler ve bu işten karlı çıkmışlardır :)
maçtan sonra blackburn rovers taraftarlarının bizim taraftarların yanına kadar gelip tebrik etmeleride arkadaşlarımızın her muhabbette dillendirdikleri ve her dinleyişimizde "helal olsun" dediğimiz bir olaydır...
demek ki futbol medyanın ve "para kazananların" empoze ettiği gibi sadece savaş değilmiş... aynı zamanda dostluk kazanmakmış da... tıpkı eski yıllarda olduğu gibi...
teknik direktör ersun yanal, 1-1'lik beraberliğe rağmen kötü futbola tepki gösterip, soyunma odasında ve uçakta sevinç gösterilerini yasakladı
uefa kupası 1. tur rövanş maçında ingiliz temsilcisi blackburn rovers ile 1-1 berabere kalarak, tarihinde ilk kez ikinci tura yükselen g.birliği'nde, maçtan sonra beklenen sevincin aksine büyük bir sessizlik vardı. karşılaşmanın ardından soyunda odasında sevinç gösterilerini görüntülemek isteyen basın mensuplarına izin vermeyen teknik direktör ersun yanal, futbolcularına da oynanan kötü futboldan dolayı tepki gösterip, "turu geçtik ama sahada tel tel döküldük. ya rakibin 3 şutu direkten dönmese ne olacaktı? sonuçta kimsenin sevinmesini ve taşkınlık yapmasını istemiyorum. çünkü eğlenmeyi hakedecek bir futbol oynamadık" dedi.
uçakta da sessizlik
stadı terkedip, havaalanına giden kırmızı-siyahlı kafile uçağa geldiğinde, yanal'ın isteğiyle futbolcular en arka bölüme oturtuldular ve basınla görüştürülmediler. uçakta patlatmak için şampanya hazırlatan başkan ilhan cavcav da, yanal'ın isteği doğrultusunda bunu gerçekleştirmekten vazgeçince g.birliği tarihinde ilk kez yakaladığı bu başarının tadını tam olarak çıkaramadı. kırmızı-siyahlılar, sebat ile deplasmanda yapacakları maçın hazırlıklarına bugün başlıyorlar.
bonkör başkan cavcav
öte yandan turun geçilmesi halinde futbolcularına süper prim vereceğini açıklayan başkan ilhan cavcav da sözünü tutuyor. cavcav 50 bin $ olarak belirlenen primi, 75 bin $'a yükseltti. uefa kupası'nda 2.turdaki temsilcilerimiz g.antep ve g.birliği'nin rakipleri bugün belli oluyor.
ankara'dan kulüple birlikte yola çıktık. uçağın en önünde yöneticiler, orta sıralarda milletvekilleri, en arka 2 sırada gazeteciler, onların tam önünde de taraftarlar olarak biz vardık. toplam 13 taraftar maça götürülmüştük. kalan sıraların çoğu da milletvekilleri ile onların ve yöneticilerin aileleri tarafından doldurulmuştu.
uçak havalandı, içkiler açıldı, gazeteciler de kendi aralarında koridorda oyun oynamaya (birbirlerini dövmeye oyun diyorlar) başladılar. bir süre sonra arkama dönüp tam arkamdaki gazetecinin hangi kurumdan olduğunu sordum. "show tv" diye cevap verdi (zaten iki yanında da öztürk pekin oturuyordu). "yaaa" dedim, "televizyonlarda yayınlanan maç özet görüntülerini ankara'da kim hazırlıyor?". "ben" dedi, "o zaman sen şerefsizsin" dedim, donup kaldı.
bir sezon önce iç sahada maç kaçırmamışız, maçtan eve dönüp özetleri seyrediyoruz, o da nesi, ataklarımız yok, rakibin bulduğu (ki 2002-2003 sezonunda çok az pozisyon verirdik) tüm pozisyonlar var, attıysak gollerimizi görüyoruz, kalanın tamamı takımımızın yaptığı fauller.
"çok iyi yansıttınız geçen yıl nasıl futbol oynadığımızı, beşiktaş'ın şampiyonluğu için tebrik ederim" dedim ve önüme döndüm.
manchester havaalanına indik. kulüp kafilesinden ayrı olarak maça gitmeden 3 arkadaş kendimize ankara'da tanıştığımız bir blackburn taraftarının evini ayarlamıştık. sağolsunlar, gelip havaalanından aldılar bizi. "naapalım" dediler, "city of manchester" stadını havadan gördük, dünya gözüyle şu "old trafford"u da bir görelim dedik. gittik, gördük. büyükmüş. oradan kalacağımız blackburn'e doğru yola çıktık. "mevsimi değil ama size bir okyanus gösterelim" dediler, gece blackpool'a geçtik. şehir las vegas çakması ışıkları ve "çakma eyfel kulesi" diyebileceğimiz demir yığını bir anıtı ile meşhur. tabii ki dikkatimizi çeken şey o anda maç oynanmakta olan blackpool fc'nin "bloomfield" stadı oldu.
blackburn'e dönerken yolda bir de pub'a uğradık, orada ankara'da tanıştığımız birkaç taraftar daha bizi bekliyordu. ikişer guiness çakıp "bir de ewood park"ı görelim dedik. ayarlamışlar sağolsunlar, stada gittik ve sahaya çıktık. orada başka bir süpriz bizi bekliyordu, bbc radio lancashire'dan bir muhabir bizimle röportaj yaptı. arkadaşımız "gelin, görmeniz gereken bir şey daha var" dedi. stadın içine girip premier league kupasını gördük. akabinde de eve gittik ve yatıp uyuduk.
sabah klasik bir ingiliz kahvaltısı hazırlamış olan ev sahibimiz, "sizi nereye götürelim" dediğinde "bugün gösterebildiğiniz kadar stad gösterin bize" diye yanıtladık. ilk istikametimiz blackburn rovers'ın akademisi idi (yani alt yapı tesisleri). ankara'da oynadığımız maçın rövanşını oynadık. maçtan sonra bbc ve sky sport news televizyonlarına röportaj verdik. bbc spikerinin sürekli alpay ile ilgili sorular sormasına (meşhur türkiye - ingiltere maçı ve beckham alpay arasındaki hadise sebebiyle) kızıp "bize neden blackburn ve gençlerbirliği taraftarlarının dostluğunu sormuyorsun" diye tepki verince adam da şaşırdı, doğal olarak da röportajın seyri değişti. sonrasında burnley'e doğru yola çıktık.
burnley, blackburn'e 30-40 km uzaklıkta bir kasaba, iki takımın taraftarları birbirlerini pek sevmiyorlar ancak burnley taraftarı holiganlığı ile meşhur iken blackburn taraftarının o taraklarda hiç bezi yok. "turf moor"a vardığımızda "şu stadın önünde blackburn forması ile bir fotoğrafımız olsun" dedik, "delirmeyin" diye cevap verdiler. dinlemedik, stadın ana girişinin önünde paltoları çıkarıp formayla pozumuzu verip fotoğrafımızı çektirirken daha ilk geçen araba kornaya asılıp ani bir frenle durmaya kalktı, acilen arabaya binip orayı terk ettik. stadyumdan çıkan görevliler bizi göremeden uzamıştık.
dönüşte accrington'a uğradık. 1891'de kurulmuş olan accrington stanley'in "crowd ground" stadını ziyaret ettik. birbirlerine düşman olan blackburn ve burnley taraftarlarının tek ortak noktaları 5000 kişilik bu küçük stadyumdu ve burada accrington stanley'i beraber destekliyorlardı.
ziyaret edecek başka yer kalmadığı ve artık maç da yaklaştığı için ewood park'a geçtik. "blackburn end" tribününün altındaki "blues cafe bar"da birkaç içki içtikten sonra blackburn taraftarlarının toplandığı yer olan stadın yanındaki başka bir pub'a geçtik. projeksiyon perdesinde sky sport news gösteriliyordu ve orada röportajımıza da denk geldik, tabii bunu gören blackburn taraftarları da bizi de aralarına alıp tezahürata başladılar.
maça yaklaşık olarak yarım saat kala arkadaşlarımı pub'da bırakıp stada geçmem gerekti. iki kulübün taraftar dernekleri arasında bir plaket alış verişi için orta sahanın ortasına geçtik. seremoniyi tamamladıktan sonra da "darwen end" tribününün balkonundaki yerimizi aldık.
maçı anlatmanın çok gereği yok. bir şekilde turu geçtik ve maç çıkışında kapıda bizi blackburn taraftarlarının beklediğini görünce şaşırdık. herkesin elini sıkıp tebrik ediyorlar, diğer turlarda bize başarılar diliyorlardı. açıkçası bu kadarını da beklemiyorduk. bizi ikinci şaşırtan şey ise dışarda bekleyen otobüsler oldu. kulüp hiç vakit kaybetmeden geri dönüyordu ve bundan çok üzüntü duymuştuk. bir an "acaba dönmesek biraz daha kalsak burada" diye düşündük, ancak dönüş için uçak bileti almak gerekiyordu ve de bunun için paramız yoktu. blackburn'lu arkadaşlarımıza veda ettik ve 36 saatlik ingiltere ziyaretimizi sonlandırmak üzere havaalanının yolunu tuttuk.
havaalanında deniz barış ile biraz st pauli muhabbeti yaptık, skoko ile de iki lafladık. kafile sanki elenmişiz gibi çok sessizdi, anlam veremedik. uçağımıza binip ankara'ya döndük.
o gün maçta olan arkadaşların yanlarında getirmiş olduğu maça özel basım atkılarda kalmıştı aklım yıllarca. hele ki bir arkadaşın evinde o atkıyı çerçeveletmesi iyice can sıkmıştı ama neyse ki yine o gün orada olanların getirdiği bir atkı yıllar sonra dolapta yerini buldu.
özkan foils rovers' charge published: thursday 16 october 2003, 0.49cet
blackburn rovers fc 1-1 gençlerbirligi sk (agg: 2-4) a rapid equaliser ends blackburn's hopes.
gençlerbirligi sk deservedly made progress into the uefa cup second round when they drew 1-1 away at ewood park against blackburn rovers fc to earn a 4-2 aggregate victory.
stout defence having defended with stout resolution while riding their luck as the english premiership side twice hit the woodwork, gençlerbirligi then managed to stifle blackburn's cheers immediately after going behind on the night. within 60 seconds of matt jansen reducing the deficit, mustafa özkan had wiped it out at the other end and although rovers kept on pressing, hitting the bar for a third time, that blow put an end to their hopes.
three misses blackburn will reflect that they did not show quite enough quality in the penalty area when it mattered most and corrado grabbi will have to relive for some time his three misses in front of an inviting net.
also at fault apart from his goal jansen hit the bar on two occasions but was also at fault when shooting wide of the posts as early as the fourth minute. a goal then and the entire course of the evening might have been different.
sorry souness "how can i ask my players to give me more than they've given me tonight?" asked blackburn manager graeme souness. "the 3-1 result out there has killed us and we've paid the price. i know the supporters are frustrated but you can multiply that 20 times and that's how i feel right now."
four changes souness made four changes from the side that lost in ankara and also had to discount andy cole who was suffering from a neck injury. the visitors were without goalkeeper gökhan tokgöz who picked up a shoulder injury in the first game.
frantic start replacement keeper damir botonjic was immediately under siege in a whirlwind start in which jansen shot wide, brett emerton had strong appeals for a penalty turned down, jansen fired against the bar and grabbi missed poorly from the rebound. souleymane youla then missed from a rare gençlerbirligi raid but the two goals he delivered in the first game were to prove decisive as the visitors began to tighten up in defence.
thompson foiled early in the second half david thompson shot powerfully against the underside of the bar though hope emerged for blackburn in the 65th minute as substitute dwight yorke sent the ball across from the right. at the second attempt, jansen found a way through the thicket of red shirts.
immediate equaliser however gençlerbirligi immediately went to the other end where özkan got the better of steven reid and played the ball into the near post. özkan continued his run and as the ball came back to him once more he delivered.
2003-04 sezonu uefa kupası 1. turu: blackburn rovers mehmet ali çetinkaya 01/04/2013 mehmetalicetinkaya.com
(...)
rövanş maçı ve uçan balina’nın sahneye çıkışı
15 ekim 2003’deki ikinci maç için ankara’dan ingiltere’ye giden takımımızı ve taraftarlarımızı, blackburn rovers kulübü ve taraftarları çok iyi bir şekilde karşılayarak ankara’daki dostluğu pekiştirmişlerdi. hatta, ewood park’ta antrenman yapan kırmızı-siyahlı futbolcuları, kocaman bir gençlerbirliği arması üstünde “welcome to our visitors from turkey” altında ise “türkiye’den gelen misafirlerimize hoş geldiniz” yazan bir skorboardla karşılamışlardı.
maç günü, taraftar arasında ankara’da oynanan maçın rövanşı yapılmış ve blackburn’lüler “biz de evimizde güçlüyüz” dercesine maçı 5-3 kazanmışlardı.
maçtan önce ewood park’da taraftarlarımızı güzel bir sürpriz bekliyordu. blackburn rovers kulübü taraftarlarımıza “dostluk plaketi” veriyorlardı! tabi biz bunların çoğunu günler sonra bizimkilerden öğrenecektik. çünkü maçı show tv yayınlamış ama canlı yayında verilen plaket törenini 1-2 saniye gösterip reklama gitmiş ve hakkında hiçbir açıklamada bulunmamıştı.
o sırada ben ise, 3-1’e rağmen hem rakibin futbolcu kalitesi hem de deplasmanda oynayacak olmamızın verdiği umutsuzlukla televizyonun başında maçı takip etmeye başlamıştım. ilk dakikalardan itibaren umutsuzluğum iyice artmaya başlamıştı. çünkü, blackburn’lüler son 1,5 sezondur (yenildiğimiz takımlar dahil) hiçbir takımın kuramadığı inanılmaz bir baskıyı üzerimizde kurmuş ve adeta takımımızı sahasına hapsetmiş, sağlı sollu geliyordu. inanılmaz pozisyonlar veriyorduk. ama şükür! ya rakip futbolcular pozisyonu harcıyor, ya direk yardıma koşuyor, ya da damir botonjic kalesinde devleşerek gole izni vermiyordu. ilk yarı bittiğinde skorun hala 0-0 olmasına şaşıyordum. hala 1 gollük averajımız vardı ama sergilenen oyuna bakarak golü yediğimiz an düşeceğimizin de farkındaydım.
ikinci yarı başlar başlamaz ilk yarıya benzer bir baskı yemeye başladık. ha yedik, ha yiyeceğiz diye dert yanarken, 64’de beklenen gol geldi. sağdan gelen ortaya jansen vurdu, ama (artık nasıl ballıysak alıştığımız üzere doğrudan gol olmadı) savunmadan döndü. jansen ikinci kez vurdu ve skor 1-0 oldu. golden sonra televizyon başında gardım düşmüştü. dakikaya baktım, daha 26 dakika vardı. yani tura elveda demenin vakti gelmişti…
ama tıpkı ankara’da olduğu gibi, golden hemen sonra karşılık verdik. bu sefer gole adlarını yazdıran adamlar skoko ve mustafa özkan idi. bu beklenmedik gol bir anda yerimden fırlamamama sebep oluyordu! 2 dakika önce attıkları golden sonra muhtemelen “artık şansızlığımızı kırdık” diyen blackburn’lüler bizim golden sonra adeta yıkılmışlardı. maçın son 24 dakikasında başka gol olmadı ve 1-1’lik skorla tur atlayarak yolumuza devam ediyorduk…
1987-1999 yılları arasında 282 kez galatasaray forması giyen ve 31 gol atan tugay kerimoğlu, 1999-2001 yılları arasında42 kez (4 gol) glasgow rangers, 2001-2009 yılları arasında ise 233 kez (11 gol) blackburn rovers forması giydi. bu süre zarfında 4 kez avrupa kupalarında türkiye'den bir takıma karşı oynadı. bu maçlarda yer aldığı takımlar 2 kez berabere kaldı 2 kez ise mağlup oldu. bu maçlar şunlar;