hayatımda gittiğim ilk avrupa kupası maçıydı. maçtan bir süre sonra oynanacak olan türkiye-ingiltere milli maçının gerginliği tüm ülkeye sinmişken gençlerimize rakip ingiliz blackburn rovers oldu. gençlerbirliği, bu gerilimli ortamda blackburn rovers'ı çok iyi ağırladı. taraftarlar arasında bir dostluk maçı düzenlendi. belirtmek gerek ki, bu maç organizasyonunu alkaralar yapmıştı.
blackburn rovers'ın teknik direktörü, greame souness, kaleci brad friedel ve tugay kerimoğlu eskiden galayasaray'da bulunmuşlardı. özellikle tugay'ı blackburn formasıyla izlemek güzeldi.
saatli kale arkasında maçı izlemiştik ve o sezon kombinesi olanlara 1 defaya mahsus olarak kombineyi delgeçle delerek bilet vermişlerdi.
gençler maça biraz tedirgin başlasa da önce 42'de josip skoko ve hemen 1 dk sonra 43'de souleymane youla stadı bayram yerine çevirdi. 2. yarıda maç kontrollü giderken gözlerimizin önünde blackburnlu futbolcu -adını hatırlayamıyorum- ceza sahası ile korner direği arasında kaleye arkası dönük ve arkasında 2 savunma oyuncumuz varken topuğu ile topu savunma oyuncusunun beşiğinden geçirip arkalarna geçip topu almış ve sanırım asist yapmıştı. 57'de brett emerton 2-1 yaptı skoru. ama hemen 3 dk sonra youla tekrar stadı bayram yerine çevirdi ve maç 3-1 sona erdi. tribünde en çok eğlendiğim maçlardan ilkiydi ki o sezon çok daha fazla eğlendiğimiz maçlar oldu...
maçta ilk yarının son dakikasında kaleci gökhan tokgöz bir hava topu pozisyonunda omzunun üstüne düşüp sakatlanmış ve yerine hepimizin "korktuğu" damir botonjic geçmişti. ama hiç de korktuğumuz gibi olmadı damir o sezon inanılmaz maçlar çıkarttı.
o yıllar da antalya'da türkiye’nin en önemli ve en büyük otellerinden birinde çalışıyordum, otelde bırakın yabancıların gençlerbirliği’ni tanıması, türk çalışanların bile gençlerbirliği’ni tutan bir tanıdıkları dahi yoktu. bana "gençlerbirliği neden tutulur ki, şampiyon olamıyorsunuz?" diyorlardı. avrupalı, futbolu seven, dünya liglerini takip eden turistlerin dahi bir çoğu gençlerbirliği’ni tanımıyor adını beceriksizce söyleyemiyor ve tekrar tekrar bana sorup gülüyorlardı.
bir hafta önce iş arkadaşlarımdan biri işten ayrıldığı için maça, ankara’ya gelme hayallerim suya düşmüştü. madem öyle başka bir şeyler yapmalıydım.
maçtan bir iki gün önce bu maçın, sadece bazı şampiyonlar ligi ve çok önemli milli maçların gösterilmesine müsaade edilen, otelin de merkezi sayılabilecek, bowling salonunda yayınlanması konusunda yürüttüğüm lobi çalışmaları olumlu sonuç verdi ve maç bowling salonuna alındı. bu benim için hep bir hayaldi "benim takımımın maçını da bir gün burada izleyeceğim" diyordum hep hırsla ve işte olmuştu.
maçla ilgili afişler hazırlandı yazılar asıldı her yere otel içinde, her şey tam istediğim gibi gidiyordu. ingilizler bir gün önce bütün ön sıraları rezerve ettirmişlerdi bile, mutlak galibiyetin keyfini sürecek sabaha kadar yine içeceklerdi, iddia ya giriyorlardı 3 mü 5 mi atarız diye….
her maçta olduğu gibi bu maçın sabahı da ingilizler bayraklarını otelin balkonlarından sarkıtmışlardı gururla. çok heyecanlıydım daha 5 saat vardı başlamasına….
maç saatine yakın atkımı blackburn ve ingiliz bayraklarının karşısına, salonun girişine astım, otelde bulunan az sayıda türk misafir hayatlarında ilk defa bir gençlerbirliği atkısı görmüşlerdi. çoğu biiraz utangaçlıktan birazda gençlerbirliğine güvenemediklerinden maçı çok da umursamaz görünüyordu, nasıl olsa 3-5 yerdi gençler, durduk yere ingilizlerin maskarası olmaya ne gerek vardı…
ingilizlerin alkışlarıyla bağırışlarıyla maç başladı… daha önce anlaştığım 15 kadar “filiph’in” hemşerisiyle biz beraber oturduk. klasik ingiliz terbiyesizliği maçın ilk yarım saatinde kendini hissettirmeye başlamış, 19 mayıs stadını mahalle sahasına, oyuncularımızı köylülere falan benzetmeye başlamışlardı. hatta 42. dk gelen gole “heeyyy goolll bravooo” diye sevinmişlerdi, ama youla’nın 1 dk sonraki golü ile belçikalı, ukraynalı ve rus arkadaşlarım beni öyle şaşırttılar ki kendimi 19 mayıs stadında hissetim. türkler inanamıyordu olanlara, herkes, adını bile söyleyemedikleri takımın gölüyle havalara sıçrıyor, birbirlerine sarılıyor sanki nefretlerini kusuyorlardı ingilizlere karşı, ingilizler çoktan buz gibi olmuşlardı... belki hayatlarında ilk defa bu kadar çok ürkmüşlerdi başka bir takımın taraftarından.
gs, fb, bjk taraftarı olan türkler sonunda salona teşrif etmişler ancak yer bulamamışlardı…. ilk yarı bitti…
maçın geri kalan kısmını inanın hatırlayamıyorum… maç sonucu, 3-1… rüya gibiydi…
ama bu maçı o gün orada o salonda olanlar, stadyumda izleyenler, blackburn’de bir pub da veya evinin oturma odasında seyredenler hayatları boyunca unutamayacaklar.
9. dakikada filip'in soldan ortaladığı top, defanstan sekerek mustafa özkan'ın önüne düştü. bu futbolcunun altıpas içinde yaptığı kafa vuruşunda meşin yuvarlak, kaleci fridel'ın elinde kaldı.
16. dakikada serkan'ın blackburn rovers ceza alanına havalandırdığı topla buluşan mustafa özkan, sert vurdu. meşin yuvarlak, yan ağlarda kaldı.
22. dakikada blackburn rovers'ın kazandığı serbest atışı gresko kullandı. gençlerbirliği barajını geçen top, direğin dibinden auta çıktı.
34. dakikada sukoko'nun sağ taraftan yaptığı ortada topa uzak direk dibinde serkan kafayı vurdu. üst direğe çıkan top, auta çıktı.
42. dakikada deniz'in uzun pasında topu youla'dan önce kaleci fridel kafayla uzaklaştırdı. meşin yuvarlak sukoko'nun önüne düştü. bufutbolcunun bekletmeden yaptığı aşırtma vuruşta üst direğe çarpan top,ağlarlarla buluştu: 1-0
43. dakikada youla'nın pasında topla buluşan mustafa özkan, tekraryoula'yı gördü. kaleciyle karşı karşıya kalan youla, çok sert vurdu. meşin yuvarlak friedal'ın solunda ağlarla buluştu: 2-0.
45. dakikada sakatlanan kaleci gökhan'ın yerine damir botanic, oyuna girdi.
53. dakikada neill'in gençlerbirliği ceza alanının sağ tarafından yaptığı ortada topa rakip forvet oyuncularından önce ümit vurdu. kaleci damir'i geçen top, yan ağlarda kaldı.
57. dakikada gresko'nun pasında gençlerbirliği ceza alanında topla buluşan cole, el saka'dan sıyrıldıktan sonra topu emerton'a çıkardı. bu futbolcu, topun gelişine dokunarak, meşin yuvarlağı ağlara gönderdive skoru 2-1 yaptı.
60. dakikada serkan'ın kendi yarı alanından attığı uzun topla buluşan youla, rakip defans oyuncularının 2'sinin arasından sıyrılarakkaleci fridel'la karşı karşıya kaldı. vuruşunda top, friedel'ın solundan filelere gitti ve fark tekrar 2'ye çıkarak 3-1 oldu.
67. dakikada blackburn rovers'ın sol taraftan kazandığı ceza atışını thompson kullandı. bu futbolcunun direk kaleye gönderdiği sertşutu kaleci damir, güçlükle 2 hamlede önledi.
86. dakikada ani gelişen bir blackburn rovers atağında bir anda uzak direk dibinde topla buluşan uygun durumdaki grabbi'nin vuruşunda top, yandan auta çıktı.
karşılaşmada başka gol olmayınca gençlerbirliği, uefa kupası ilk tur maçından 3-1 galip ayrıldı.
gençlerbirliği taraftarı güzel bir organizasyon yaparak maç günü blackburn taraftarı ile gençlerbirliği tesislerinde halı saha maçı yapmıştı.bu maçıda gençler fark atarak kazanmıştı.
hakemler: paolo bertini, silvio gemignani, ciro camerota (italya)
gençlerbirliği: gökhan tokgöz (dk.45 damir botonjic), filip daems, baki mercimek, ümit bozkurt, abd el-zaher el-saka, ali tandoğan (dk.79 marcel kibemba m'bayo), josip skoko, deniz barış, serkan balcı, mustafa özkan (dk.88 bülent akın), souleymane youla
teknik direktör : ersun yanal
blackburn rovers: brad friedel, lucas neill, vratislav gresko, lorenzo amoruso, tugay kerimoğlu, matthew jansen (dk.46 andy cole), markus babbel, dwight yorke (dk.68 corrado grabbi), david thompson, dino baggio (dk.68 steven reid), brett emerton
bir galatasaraylı olarak "ulubatlı souness" teknik direktörlüğünde ve tugay kerimoğlu kaptanlığındaki blacburn rovers'ı türkiye'nin keyif veren takımlarından gençlerbirliği karşısında seyretmek güzeldi. tabii ki bir premier lig takımını stattan seyretmek de... maçı maraton tribününde seyrettim. maçtan önce ısınma hareketleri sırasında arkamızdan birinin bizim tribünün önüne gelen york'a "andy" diye bağırması maçın daha da keyifli olacağının göstergesiydi :)
mesut odman'ın "futbolu neden sevmeli? / futbolu neden sevmemeli?" kitabında yer alan "futbolu neden sevmeli?" başlıklı yazısından;
sadece bir oyun olmaktan çoktan çıkarılmış futbolun gözü dönmüş, ülkelerin düpedüz savaşa tutuşmasına yol açabilen bir delilik olduğunu söyleyenlere, ankara'nın kendi halinde bir gençlerbirliği takımının taraftarlarının avrupa kupası için kendileriyle kapışmaya gelmiş yabancı bir takımın taraftarlarıyla bir gün önce gazozuna dostluk maçı yaptıktan sonra asıl karşılaşmayı hep birlikte seyrettiklerinden söz etmek, çok mu naif bir hatırlatma sayılacak?
"bir gençlerbirliği taraftarı olarak, şu 24 eylül perşembe günü olanların hayalimdeki hatırasıyla ben epey bir yaşarım!
öğlen gençler taraftarlarının blackburn rovers taraftarlarıyla oynadığı maçta gördüklerimi hafızamda tekrar yaşatmaya, daha maçın üzerinden bir saat geçmeden başlatmıştım zaten. orada futbolseverlik ve taraftarlık neşesi etrafında kurulan ahbaplık ortamı... birbirinin dilini bilenlerin de bilmeyenlerin de bu neşeyi paylaşması... maç sırasında "havuç" abinin kendisini marke eden blackburn'lüye "çok uzunsun, top alamıyorum" diye şikâyette bulunması, bunun üzerine gülüşerek kucaklaşmaları... bu manzaraları türkiye'de başka bir kulübün taraftarlarının yaratmasının çok zor olduğuna inanıyorum ve bundan gurur duyuyorum. bu işi yaptık ya, a takım maçının skoru ne olursa olsun, "turu geçmiş" saydım kendimizi. mağlubu blackburn rovers olmayan bir galibiyetti o. mağlup varsa, iki ülkenin kışkırtıcıları idi...
o sahneleri, oradaki samimiyeti ve ısrarla bu kelimeyi kullanıyorum, neşeyi, çok zevkli anlar olarak hep hatırlayacağım, hep hayalleyeceğim. bir final maçı kadar güzel bir hatıra kazandım! bu organizasyonda emeği geçen herkese, iki taraftar grubu arasındaki buluşmayı kotaran sevgili barış karacasu'ya, taraftarlar derneğimizin başkanı doğan akpınar'a, halı sahada top tepen herkese şükran duyuyorum bunun için.
akşamki "esas" maç da hâlâ kafamın içinde oynanıp duruyor. skoko'nun sağiçten arka direğe kestiği o müthiş ortayı ve serkan'ın kafa vuruşunun direkten sekişini... skoko'nun gökten kaleye inen aşırtmasını... 2. golümüzde müthiş sür'atle gelişen o kombinasyonu... youla'nın gol olan ve olmayan öldürücü sprint'lerini... yine skoko'nun (bence maçın yıldızı youla'yla beraber oydu!) maçın son dakikalarında yerde seken bir topu rakibinin üzerinden aşırtıp açığa aldıktan sonra 25 metreden şutlayışını... oyuncularımızın her golde birbirleriyle, kenardakilerle sarmaş dolaş olup takımcak sevinişini... takımın oyun içindeki dayanışmasını ve kollektif uyumunu... nereye baksam bunları görüyorum. gece uyurken hayalimde bu sahneler vardı, sabah bunlarla uyandım, her boşluk ânımda bunlar "oynuyor" zihnimdeki sinemada.
blackburn rovers gibi kalburüstü bir ingiliz takımı karşısında 3-1 galibiyet, çok iyi bir skor. umarım bu güzel oyunun hakkını rövanşta da alırız, tarihimizde ilk defa avrupa kupalarında bir tur atlarız! ama bir kaza olursa da ne gam... 24 eylül'ün güzel anları benim hayal hanemden hiç çıkmayacak. "
maçtan önce taraftarlar arasında barış karacasu'nun girişimiyle bir dostluk köprüsü kurulmuş ve tesislerde saat 10'da iki takım taraftarları arasında dostluk maçı düzenlenmişti. maçı 4-2 kazanırken ilk golü ceza sahası dışından rövaşota ile atıp ikinci golün de asistini yapmıştım (ehem, tebrikleri duyalım).
maçtan hemen sonra yapılabilecek en doğru şeyi yapıp the pub'a gittik ve içmeye başladık. ingiliz arkadaşlarımız gelmeden önce bahse tutuşmuştuk. ben bizi sahada yenebileceklerini ancak barda hiç şanslarının olmadığını iddia etmiştim. sağolsun arkadaşlar bana bir blackburn forması hediye ettiler ve "bugün bunu giyeceksin" dediler. bol bol bira tükettikten ve iyice kaynaştıktan sonra kızılay'a geçip orada içmeye devam ettik. maç saati yaklaştığında ise stada doğru yola çıktık.
dikkatinizi çektiyse bu maçta hem tribünde hem de deplasmanda olduğumu yazdım. hepimiz zurna gibi olduğumuz için ben blackburn'lüleri kapalı girişine götürdüğüm vakit aramızdaki kanka muhabbeti iyice artmıştı. tutturdular bu maçı bizimle izleyeceksin diye. eh ben de çok direnemedim. gittiler polislere 10 dakka dil döktüler bizim rehberimiz, o da bizle girecek ille de vs. polis baktı bunlar sarhoş, daha fazla kasmadan çıkış kapısını açtırdı ve ben biletim olmadan blackburn tribününe girmiş oldum.
önce tezahüratları öğrenmeye çalıştım. tribünde gezerken de merdivenlerden yuvarlanma tehlikesi geçirdim (dedim ya biraz alkol almıştık). cep telefonum da susmuyor bu arada, neredesin diye gecekondu'dan arayıp duruyorlar. dedim kapalı'dayım. nasıl dediler, misafir ağırlıyorum rakip tribündeyim dedim. bayaa bir alay konusu oldum tabii sonradan bizim takım maçı alınca. maç 3-1 olduğunda bütün kapalı sustu. ben de uyuz oldum, kafaya çıktım, bu kadar yol geldiniz ne biçim destekliyorsunuz takımınızı bağırsanıza ulan diye verdim gazı tribünlere, biraz canlandılar. maç 3-1 bitti.
maç çıkışında bizimkiler kondu'dan geldiler. taksi çevirdik birkaç tane. polis geldi yanıma nereye gidiyorsunuz diye sordu, içmeye dedim. tamam mekan ver dedi newcastle, the pub falan dedim. bir yandan da kanal d muhabiri ve kameramanı da takıldı peşimize. newcastle'a gittik, içmeye devam ettik.
Kanal d ekibi haber değeri taşıyan bir görüntü yakalayamadığı için (kavga yok ya, gelin görün ki ingiltere'ye gittiğimizde 3 kere tv, bir kere de radyo röportajı verdim, futbol sevgimizin bizi blackburn'lülerle nasıl dost yaptığı üzerine) bir süre takılıp gitti. hemen sonrasında bir anda birileri beni alıp barın üst kattaki ofisine çıkardı. orada amirler beni sorguya çektiler. evet polisler. kim olduğumu zaten biliyorlardı, derslerine çalışmışlar, ancak blackburn'lülerle neden gezdiğimizi anlayamamışlar. oraya buraya gitmeyin ankaragücü taraftarları var kavga arıyorlar dediler. ben de tabii evet vs kısa kesip aşağı indim.
kısa bir yemek molasından sonra ekibin kalanı ile buluşmak üzere the pub'a geçtik. terası kapatmıştık tamamen. ara vermeden biralarımızı söyledik. bardak kesmediğinden sürahiden içmeye başlamıştım ben. bol bol tezahürat yaptık beraber, birbirimize de öğrettik. güldük eğlendik.
saat gece 2 civarında yaklaşık 10 litre bira tüketmiş vücudum pes etmek üzereydi. akıllı olayım dedim, sahada sizi yendik ama barda benden bu kadar pes ediyorum dedim, hala evimin yolunu bulabiliyorken eve gideyim diye düşündüm. ingiltere'de buluşmak üzere vedalaştık.
rakipte tanıdık 3 tane sima vardı.friedel,tugay ve souness.maçın favorisi tabi ki ingiliz ekibi blackburn'dü ama gençler "nothing to lose" modundaydı ve teknik direktörü pres futbolu ve hücum varyasyonlarını en iyi yönetenlerden ersun yanaldı.maça fırtına gibi giren gençler rakibini gole boğdu.ve maçı 3-1 kazandı.youla şov yaptı.kale arkasındaydım.rakipte andy cole vardı.ve etkiliydi.efsane roberto baggio'nun kardeşi dino baggio'da maçtaydı.hemen yanımızda ingiliz seyirciler vardı.kapalı solda.açıkcası leeds taraftarı gibi değillerdi.ve centilmen gençler taraftarıyla iyi uyum sağladılar.
ilköğretim hayatımın son zamanıydı, 8. sınıftaydım. sınıfımda beni yeterince gıcık eden istanbul takımlı arkadaşlara inat gençlerbirliği sevgimin en ateşlendiği dönemdir belkide. hani taraftarlığın bir üst modu sayılabilecek fanatizme doğru geçiş dönemimdir.
babama maça götürmesi için dil döktüm baya. öğlenci olduğumdan ders saatimle çakışıyordu. tamam peki tamam deyip son dersleri asmama müsaade etti. bilet aramaya koyulduk ancak yok. annemin iş yerinden bir arkadaşının vasıtasıyla fazla iki bilet bulduk sağolsun karaborsa yapmadan normal fiyatı üzerinden satmıştı bize. ne kadar olduğunu hatırlamıyorum.
bilet saatli kale arkasındandı. bütün stad tıklım tıklım hayatımda bu kadar hoş bir manzara hiç bir maçta görmedim. ayrıca 19 mayısta yıllarca deplasman tribünü olmuş saatli kale arkasından hayatımda ilk kez bir maç izledim ve bu maç hayatımın il avrupa kupası maçıydı dolayısıyla ilk kez yabancı bir takım izleyecektim.
maçtan umutsuzdum açıkçası ancak youla'nın oyunu, skoko'nun orta sahayı domine etmesiyle 3-1 i bulduk. yediğimiz gol manchester united'ın efsanevi forveti andy cole'dan geldi. açıkçası kariyerinin son dönemleride olsa böyle efsane bir ismi canlı izlemek nasip oldu çok büyük hatıradır çocuk yaşımda yaşadığım.
maçta unutamadıklarım ise maç öncesi futbolculara oley çektirmemiz ingiliz taraftarların garibine gitmişti sanırım biraz. sonra onlarda oyuncularını tek tek çağırdı ancak alkışlamakla yetindi. friedel maç öncesi ısınırken antrenörünün attığı topu uçarak her kurtardığında bizi tribünlerin oley diyerek tempo tutmasını ve friedel'ın da bu dalgayı anlamayıp her tuttuğu topu elleriyle sarsarak bize "işte başardım" gibi hareketle gösterip şovu bozmaması unutulmazdı.
en önemlisiyse yanlış hatırlamıyorsam tugay kerimoğlu ligden sonra ilk kez blackburn takımında bir avrupa kupası maçında sahaya kaptan olarak çıkacaktı. maç öncesi, önce gecekondu sonra sırasıyla sağ kapalı, maraton ve en son benimde olduğum saatli tribün tugay'ı çağırıp alkışladıktan sonra bütün stad "türkiye seninle gurur duyuyor" diye inlemişti
2003-04 sezonu uefa kupası 1. turu: blackburn rovers mehmet ali çetinkaya 01/04/2013 mehmetalicetinkaya.com
ersun yanal’ın gençlerbirliği, dar kadrosuna rağmen, 2002-03 sezonunda bir yandan şampiyonluk mücadelesi verip, bir yandan da türkiye kupası’nda finaline yükselmişti.
futbolseverlerin sadece 3 dakikalık özetlerinden takip edebildiği kırmızı-siyahlılar, özellikle sezonun ilk yarısının son maçlarından itibaren ligde oynadıkları tüm maçlarda, birilerinin emri ile hakemler tarafından tırpanlanıyorlardı. buna rağmen, uzun soluklu (ortalama 20-30 dakika) “toplu ve baskılı hücum” taktiği sayesinde peş peşe gelen goller, takımın hedefine doğru yoluna devam etmesini sağlıyordu. sezonun ikinci yarısında işin içine bir de “pervasızca çıkan” kartlar eklendi. işin ilginç yanı ise; 17 ya da 18. haftadan sonra erman toroğlu, maraton’da şansal büyüka’ya : “gençlerbirliği’nin önüne kesmek kolay. ver sarıları, kırmızıları bakalım oynatacak oyuncu bulabilecekler mi?” diyordu…
yedek oyuncularla da bir şekilde yoluna devam eden gençlerbirlikliler, 29. haftada izmir’de altay karşısına çıktılar. 14 ve 18. dakikalarda ahmet hassan’ın golleriyle 2-0’ı yakaladılar. 27’de saçma sapan bir penaltı kararı ile altay farkı bire indirse de, 46’da filip farkı yeniden ikiye çıkartan golü attı. ama iş burada bitmedi. hamza mısır ve arkadaşları, gençlerbirliği’nin kale çizgisi üzerinde elle kesilen topunu görmedi. 88’de durum 3-2 oldu ve 3-4 dakika fazladan uzatılan maç 3-3 sona erdi.
bu maçtan 4 gün önce türkiye kupası’nı trabzonspor’a kaptıran alkaralar, bu maçtan sonra ligde de havlu attılar. birkaç yıl sonra ersun yanal, milli takım teknik direktörüyken, (yanılmıyorsam) aktüel dergisinde “maçtan sonra soyunma odasında futbolcularım, ‘ne yaparsak yapalım bizi şampiyon yapmayacaklar!’ diye ağlıyorlardı! inançları tamamen kırılmıştı” diyerek durumu özetliyordu.
2 yıl aradan sonra yeniden uefa kupası
ligi 3. sırada tamamlayan gençlerbirlikliler, 2003-04 sezonuna, süper lig ve türkiye kupası dışında bir de uefa kupası’nda mücadele etme heyecanıyla başladılar. kuraların ardından ilk turda rakip ingiltere’den blackburn rovers olmuştu. mavi-beyazlılar, 2002-03 sezonunda ingiltere premier league'ini 6. olarak tamamlamış ve uefa kupası biletini kazanmışlardı.
o günlerde ingiltere premier league maçlarını ntv veriyordu. biz de abim ve amcaoğlu süleymanla birlikte rakibimizi tanımak için canlı yayınlanan maçlarını izliyorduk. blackburn’ün bizim için en garip özelliği, takımın başında eski galatasaray teknik direktörü graeme souness’un ve eski galatasaray futbolcularından tugay kerimoğlu ve kaleci brad friedel’ın kadrosunda yer almasıydı.
o günlerde, ankara’da oynanacak ilk maçtan 2,5 hafta sonra ingiltere ile oynanacak olan 2004 avrupa şampiyonası grup eleme maçının gerginliği tüm ülkeyi sarmıştı. gençlerbirliği spor kulübü bu gergin ortamda blackburn rovers takımını ve taraftarlarını hava alanında ankara seymenleriyle karşıladı ve en iyi şekilde ağırladı.
gençlerbirlikli barış karacasu ise, kura çekiminden sonra blackburn rovers’lı taraftarla irtibat kurup 24 eylül 2003’deki maçtan önce gençlerbirliği tesislerinde bir dostluk maçı ayarlamıştı. orcan’ın röveşata attığı maçı alkaralar 4-2 kazanarak tebrikleri kabul ediyorlardı…
gariban ölümlü bir çalışan olan ben ise, 17:55 gibi oldukça garip bir saatte başlayacak olan maçı tribünde izleyebilmek için, işten palavralarla erken çıkıp 19 mayıs’ın yolunu tutmuştum. kulüp bu maçta kombinesi olanlara bedava bilet uygulaması yapmış ve normalde deplasman tribünü olan saatli kale arkasını kombine sahiplerine ayırmıştı. stada vardığımda mahşeri bir kalabalık beni karşılıyordu. uzunca bir süre bekledikten sonra içeri girip kuzenleri buldum.
tribüne girerken kulübün ingiltere'deki maçlardan önce satılan ve karşılaşma ile ilgili bilgiler içeren "maç programı" hazırladığını ve ücretsiz olarak dağıttığını görüp hem şaşırmıştım hem de mutlu olmuştum. bu uygulamayı bir önceki sezon birkaç maçta daha yapmışlardı ama bu sezon (bir yanlışım yoksa) ilkti...
tribünlerde ilk dikkatimi çeken hemen sağımızda (şeref tribünün solu) yer alan blackburn rovers’lı taraftarlardı. biraz dikkatli bakınca aralarında orcan’ın da olması nedense hiç garibime gitmemişti
hayatımda ilk kez avrupa kupası maçı izleyecek olmanın verdiği heyecanı da yenmek için bir önceki sezon (2002-03) bolca şahit olduğumuz tıklım tıklım dolu tribünleri ve sahada ısınan oyuncuları kesiyordum. blackburn’ün kadrosu da izlenmeyecek gibi değildi hani. lucas neill, amoruso, markus babbel, dwight yorke, dino baggio, brett emerton, tugay kerimoğlu…
itiraf etmem gerekir ki, ben de dahil, o gün tribünde bulunan çoğu insanın maçtan hiçbir beklentisi yoktu. çünkü hem rakip ingiltere premier league’dendi, hem de en son 2 yıl önce uefa kupası’nda mücadele etmiş olsak da, takımdaki futbolcuların bu kulvarda çok az tecrübeleri vardı. işte bu yüzden çoğumuz için, bu maç, 2003-04 sezonu uefa kupası’nda ankara’da izleyeceğimiz ilk ve tek maçımız olacaktı…
tribünlerdeki coşku ve heyecan görülmeye değerdi. amcaoğlu serdar’ın ise önümüzde ısınmakta olan blackburn’lü lorenzo amoruso’ya durup dururken avazı çıktığı kadar “amorusooooo!” diye bağırmasına uzun süre kahkahalarla gülmüştük.
maçın başlarında baskılı oynayan taraf bizdik. ilk 20 dakikada mustafa özkan ile yakaladığımız 2 pozisyon bizi gaza getirmeye yetmişti. ama sonrasında durulduk ve mavi-beyazlıların ataklarını izlemeye başladık. sonrasında oyuna denge geldi ve ilk yarı 0-0 bitecek derken blackburn kalesine doğru ortalanan bir topu fridel kafasıyla uzaklaştırdı. skoko ise topun gelişine nefis bir aşırtma vuruş yaptı ve 1-0 öne geçtik. tribünler yıkılıyordu haliyle!
daha bu golün sevincini tamamlamamıştık ki, youla ikinci gole imzasını attı ve ne yapacağımızı şaşırdık. inanılmazdı!
devre arasında bir sürü arkadaşım arayarak, “neler oluyor olm orada?” diye şaşkınlıklarını belirtiyorlardı.
devre arasında, “blackburn’de iş yokmuş” ile “olm adamları bence bundan sonra izleyin. kesin ağırlıklarını koyacaklar” arasında gidip gelen yorumlar yapıyorduk. ikinci yarıya başlamadan önce aklımızdaki en büyük soru işareti ise, ilk yarının son dakikasında kalecimiz gökhan tokgöz’ün sakatlanması ve yerine yedek kalecimiz (ilerleyen günlerde “uçan balina” diye anılacak olan) damir botonjic’in sahada neler yapıp, neler yapamayacağıydı.
ikinci yarı ile birlikte baskı yemeye başladık. blackburn’lüler önümüzdeki kaleye saldırıyorlardı. 57’ye kadar dayandık ama o dakikada john cole’ün emerton’a verdiği pasın gol olması morallerimizi altüst ediyordu!
ama 3 dakika sonra youla’nın iki defans oyuncusunu geçerek fridel’in solundan attığı gol hepimizi hayata döndürüyordu!
sonrasında maç 3-1 sona erdi ve 2 hafta sonraki rövanş için bir adım önde olduğumuzu düşünerek tribünleri boşaltıyorduk.
bu maçta aklımda kalan en ilginç sahne ise şu: andy cole, önümüzdeki kalenin ceza alanı sağ çizgisinde, kaleye arkası dönük bir pozisyondaydı. hemen arkasında onu kademli olarak tutmaya çalışan el saka ve ümit bozkurt bulunuyordu. cole, bir yandan hızlı bir topuk hareketi ile ümit’in beşikleri arasından topu geçirirken, bir yandan da hızlı bir deparla iki futbolcunun birden arkasına geçip topu kontrol ediyordu…
rövanş maçı ve uçan balina’nın sahneye çıkışı
15 ekim 2003’deki ikinci maç için ankara’dan ingiltere’ye giden takımımızı ve taraftarlarımızı, blackburn rovers kulübü ve taraftarları çok iyi bir şekilde karşılayarak ankara’daki dostluğu pekiştirmişlerdi. hatta, ewood park’ta antrenman yapan kırmızı-siyahlı futbolcuları, kocaman bir gençlerbirliği arması üstünde “welcome to our visitors from turkey” altında ise “türkiye’den gelen misafirlerimize hoş geldiniz” yazan bir skorboardla karşılamışlardı.
maç günü, taraftar arasında ankara’da oynanan maçın rövanşı yapılmış ve blackburn’lüler “biz de evimizde güçlüyüz” dercesine maçı 5-3 kazanmışlardı.
maçtan önce ewood park’da taraftarlarımızı güzel bir sürpriz bekliyordu. blackburn rovers kulübü taraftarlarımıza “dostluk plaketi” veriyorlardı! tabi biz bunların çoğunu günler sonra bizimkilerden öğrenecektik. çünkü maçı show tv yayınlamış ama canlı yayında verilen plaket törenini 1-2 saniye gösterip reklama gitmiş ve hakkında hiçbir açıklamada bulunmamıştı.
o sırada ben ise, 3-1’e rağmen hem rakibin futbolcu kalitesi hem de deplasmanda oynayacak olmamızın verdiği umutsuzlukla televizyonun başında maçı takip etmeye başlamıştım. ilk dakikalardan itibaren umutsuzluğum iyice artmaya başlamıştı. çünkü, blackburn’lüler son 1,5 sezondur (yenildiğimiz takımlar dahil) hiçbir takımın kuramadığı inanılmaz bir baskıyı üzerimizde kurmuş ve adeta takımımızı sahasına hapsetmiş, sağlı sollu geliyordu. inanılmaz pozisyonlar veriyorduk. ama şükür! ya rakip futbolcular pozisyonu harcıyor, ya direk yardıma koşuyor, ya da damir botonjic kalesinde devleşerek gole izni vermiyordu. ilk yarı bittiğinde skorun hala 0-0 olmasına şaşıyordum. hala 1 gollük averajımız vardı ama sergilenen oyuna bakarak golü yediğimiz an düşeceğimizin de farkındaydım.
ikinci yarı başlar başlamaz ilk yarıya benzer bir baskı yemeye başladık. ha yedik, ha yiyeceğiz diye dert yanarken, 64’de beklenen gol geldi. sağdan gelen ortaya jansen vurdu, ama (artık nasıl ballıysak alıştığımız üzere doğrudan gol olmadı) savunmadan döndü. jansen ikinci kez vurdu ve skor 1-0 oldu. golden sonra televizyon başında gardım düşmüştü. dakikaya baktım, daha 26 dakika vardı. yani tura elveda demenin vakti gelmişti…
ama tıpkı ankara’da olduğu gibi, golden hemen sonra karşılık verdik. bu sefer gole adlarını yazdıran adamlar skoko ve mustafa özkan idi. bu beklenmedik gol bir anda yerimden fırlamamama sebep oluyordu! 2 dakika önce attıkları golden sonra muhtemelen “artık şansızlığımızı kırdık” diyen blackburn’lüler bizim golden sonra adeta yıkılmışlardı. maçın son 24 dakikasında başka gol olmadı ve 1-1’lik skorla tur atlayarak yolumuza devam ediyorduk…
24.09.2003 dostluk maçı gençler'in gençlerbirliği ile blackburn rovers arasında bu akşam oynanacak uefa kupası 1. tur ilk maçı öncesi her iki takım taraftarları arasında yapılan halı saha dostluk maçını, kırmızı-siyahlıların taraftarları 4-2 kazandı.
uefa kupası 1. tur ilk maçı için ankara'ya gelen ingiliz ekibinin taraftarları ile gençlerbirliği taraftarları, 2 ülkenin taraftarları arasında milli maç öncesi gerilen ortamı yumuşatmak için, gençlerbirliği'nin beştepe'deki tesislerinde bir halı saha maçı organize ettiler.
başlama vuruşunu çankaya belediye başkanı ve kulüp yönetim kurulu üyesi haydar yılmaz'ın yaptığı karşılaşmanın 2. yarısında ise gençlerbirliği kulübü başkanı ilhan cavcav ve haydar yılmaz birlikte maçı başlattılar.
başkan cavcav, düzenlenen bu halı saha maçının 2 ülke arasında oynanacak milli maç öncesi gerginleşen havayı yumuşatmak açısından çok iyi olduğunu belirterek, ''iki ülke arasındaki maçı sanki savaşa gidiliyormuş gibi germeye çalışıyorlar. bu halı saha maçıyla ingiliz dostlarımıza türk misafirperverliğini ve centilmenliğini bir kez daha göstermiş olduk'' dedi.
karşılaşma sonrasında ingiltere büyükelçiliği müsteşarı david fitton, gençlerbirliği taraftarları takımının kaptanına kristal bir şampanya bardağı ile oyunculara rozet hediye etti.
1987-1999 yılları arasında 282 kez galatasaray forması giyen ve 31 gol atan tugay kerimoğlu, 1999-2001 yılları arasında42 kez (4 gol) glasgow rangers, 2001-2009 yılları arasında ise 233 kez (11 gol) blackburn rovers forması giydi. bu süre zarfında 4 kez avrupa kupalarında türkiye'den bir takıma karşı oynadı. bu maçlarda yer aldığı takımlar 2 kez berabere kaldı 2 kez ise mağlup oldu. bu maçlar şunlar;
anadolu ateşi, avrupa'yı tutuşturdu, cengiz alpman 30.09.2003 | radikal futbol
bu mevsim uefa kupası'na istanbul limanı'ndan vapur kalkmadı. temsilcilerimiz, güneydoğu anadolu ağırlıklı olmak üzere başkent ve karadeniz formaları giydi. mücadelelerin ilk ayağı iki galibiyet, bir beraberlik ve bir mağlubiyetle kapandı
beşiktaş ve galatasaray ‘üç büyükler' efsanesinin ilk ayağı olarak devler ligi’ndeki rotalarına yeniden talim ederken, avrupa futbolunun ikinci kupası sayılan uefa’da bu sezon istanbul temsilcisi boy gösteremedi. bizans hegemonyasının alışılmışın dışında etkisini kaybetmesi karşısında anadolu ateşi, avrupa’ya kramponlarım gösterdi. küçük asya dikdörtgeninin batısı, daha yakın sayıldığı avrupa sınırlan içinde boy gösteremezken, gaziantep ve malatya ile güneydoğu uefa’dan aldığı biletlerin ilk ayağım kullandı.
karadeniz fırtınası trabzon’un yanı sıra başkentin ‘golkolik’ gençler’i de avrupa karesini tamamlayan temsilcilerimiz oldu. tabeladan bakıldığında en afili manzara da ersun yanal’ın öğrencilerinin tribününden göründü. ex-galatasaraylıların ağırlıklı olduğu blackburn da kenarda menajer graeme souness kadar; kalede brad friedel ve ön liberoda tugay kerimoğlu beklenen performansı sağlayamadı. iyi ki de sağlayamadı. 3-1'e rağmen alkaraların rövanşta başları ciddi biçimde dertte sayılır. zira, pekbilindiği gibi yanal ekolü savunmayı önemsemeyen kramponlardan oluşuyor. gol yemek gençler için rutin sayılıyor. yediklerinden fazla atabilirlerse amenna.
değil blackburn, gerçek devlerden sayılan real madrid ya da manchester önünde bile 'güzeller içinde hep golü seçtim’ türküsünü söyleye söyleye rakip kaleye sürekli saldırıyorlar. ilk yarıyı eşitlikle bitireceğini umarken iki dakikada yediği iki gol souness’in kimyasını da coğrafyasını da kafasını da gayet fena bozmuş. maçtan sonra eve döndüğünde medyaya “tüm sorumluluk benim” demiş.
souness: ‘sefilleri oynadık’
öte yandan bizim hocaların da sık sık ifade ettikleri 'vakit tanımak’ dileğini souness de dile getirdi: “türkiye’de özellikle savunmada tam anlamıyla sefilleri oynadık” diye skorun kaynağını izah ettikten sonra ‘geride yeni isimler var. bunların birbirine alışmaları için zaman tanımak gerek’ yaftasını açtı iskoç hoca. yine tıpkı bizimkilerde de sık sık görülegeldiği üzere...
devamındaysa fazla duyamadığımız endüstriyel gerçekleri ifade ederken “ne var ki futbol sanayii insana hiçbir zaman yeterince zaman vermez' biçimindeki açıklaması ise insanın aklına ister istemez elvis presley'in 'ya şimdi, ya asla' türküsünü getiriyordu. gerçekten de genelde, bir teknik direktöre dilediğince vakit tanıyın o yine ekstra zamanlar peşindedir. çünkü elindekini hovardaca kullanma şansı hiç yoktur. hem oynayacak, hem de 'zaman tanıyın' diye tutturacaktır. işte bizim osmanlı'nın 'göç yolda düzülür’ deyişinin sıklıkla haklı çıkması bu çelişkili üretim biçiminden kaynaklanır.
galatasaray’la kupayı aldıktan sonra fenerbahçe stadı’nın santra noktasına bayrak dikerek damarlarında dolaşan iskoç viskisinin ateşini ifade eden graeme’in açıklamasının son paragrafı da ilginçti: “daha matrağı, portsmouth deplasmanındaki çok iyi oyundan sonra ankara seyahatinde rezil kepaze olmamızdı. bizim piyasada şaşmaz doğru olarak bilinen tek şey vardır. son maçında oynadığın kadar iyisindir. gerisi fasafiso.” souness’in bu ayaküstü, belki de oturarak, yaptığı basın toplantısı ya da içini döküp açılma seansında ortaya koyduğu bir iki nokta bana gerçekten ilginç geldi. uzaktan bakıldığında sosyo-feylesofik gibi görünen bu basit açıklamalar, gerçekte futbol endüstrisinin, benzerleri gibi, nice acımasız olduğunu adamın kafasına kakıyor resmen.
127 yaşında bir kulüp: blackburn rovers
blacburn rovers, çoğu adalı akranı gibi 1800’lerin ikinci yansından sonra kurulan, şöyle böyle 127 yaşında bir kulüp. adı önce sadece blackburn’müş. bir mektep takımı olan delikanlılar daha kuruldukları ilk sezonda tüm maçlarını deplasmanda oynadıkları için ‘rovers’ lakabına hak kazanmışlar. bir tür 'gezgin’, hat‘başıbozuk’ dahası ‘korsan’ gibisinden yol imgelerini barındırıyor. taraftarları da bu özgürlükçü aromasından ötürü takımlarına ‘rovers’ demeyi yeğliyor.
bu arada spor barışı adına, maçtan önce ingilizlerle türklerin yaptığı halı saha maçı, 11 ekim alarmı öncesinde insanlığın o kadar da ölmediğini gösterdi. bu maçı ingiltere'de kanal 5 yayımlamış dediklerine göre. adalılar, rovers'a karşı gösterdikleri sert tepkide 'takımın ankara'da sarhoş turistler gibi yalpaladığını, premiere lig'den herhangi bir takımın o maçta en az yarım düzine gol atacağını, 30'lu yaşlarını çoktan aşmış olgun savunmanın ağır kaldığını, dino baggio ile karşılaşmayı 10 kişi oynadıklarını' bağırıp duruyorlar. duff ve dunn'un ayrılmasından sonra blackurn bir türlü istenen kıvamı tutturamadı. anka hesaplarında olduğnu iftiharla açıkladıkları 10 milyon pound ise ne işe yarıyacağını bilmeden döviz büfesindeki panganotlar gibi 'el kiri' oalrak duruyor.
bir ankara hatırası, barış karacasu 30.09.2003 | radikal futbol
karşılaşma başlayalı pek fazla olmamıştı. sert oynanıyordu, kemik sesleri geliyordu aslına bakarsanız ama kimse kimseye çıkışmıyordu. ona buna bağıran çığıran da yoktu, kararlara karşı çıkan da! anlaşılan o ki gerçekten keyif alıyorlardı. bir topun peşinde esrik bir halde köşuşuyorlardı. sekizerli başlamıştı maç ama öyle mi devam ediyordu bilemiyorum. giren de çıkan da belli değildi. herkes u şenlikli ortamdan, bu mutluluktan pay almanın peşindeydi anlaşılan. biri atağa kalkan rakibinin şortunu aşağıya çekiyordu önce, sonra da ballandıra ballandıra arkadaşlarına anlatıyordu.
beriki topsuz alanda omuz atıyordu iş olsun diye. bir alkara’nın kendisini marke eden "rover’a çok uzumsun, top alamıyorum” diye şikayette bulunması, bunun üzerine gülüşerek kucâklâşmaları geliyordu insanın gözlerinin önüne dönüp düşününce bir kere daha. hakem de satın alınmıştı, oyuncuların birkaçı da ama oyun almış başını gidiyordu, sanırım işin keyfi, neşesi öne çıkmıştı, doğrusu bu ya oyun denetimden çıkmıştı.
kenarda ise yedekler oyuna girmek için bekleşiyor, oyundan çıkanlar, ya da hiç oynamamış olanlar forma değiştiriyor, kucaklaşıyor; kimileyin dilleri döndüğünce el kol sallayarak söyleşiyordu. sanırım oradaki onca basın mensubu, kamera, kulüp yetkilisi, güvenlik görevlisi, elçilik temsilcisi, siyasi ya da her kim varsa kimsenin gözünde değildi. oyunun büyüsü sarmıştı herkesi. bir gün öncesinde hiçbir tedirginlik yaşamadan, yalnızca 5 (beş) saniyede kaynaşan bu insanlar şimdi de içtenlikle aynı topun peşinden koşuyorlardı. nasıl ki birkaç hafta önce birbirlerini sitelerinde hoş karşıladılarsa şimdi de beraberce futol oynamak dışında başka bir şeyi önemsemiyorlardı. 24 eylül günü ankara’da beklenmedik bir şey oluyordu; oluyordu olmasına ama biraz da onları da aşıyordu. kanıtlamaları gereken bir şey olmadığı halde ortada 'centilmenlik' bir nişan gibi iliştiriliyordu göğüslerine. her şey uefa kupası kuralarının çekildiği gün başladı aslında. ‘kendini bilmez’ gençlerbirliği ve blackburn rovers taraftarlârı birbirlerinin sitelerine konuk oldular aynı gün. (bilmeyenlere anımsatalım: www;alkaralar.com ile www.brfcs.biz) o gün başlayan ev gezmeleri bugün, siz bu satırları okurken de devam ediyor. belki çok daha uzun zaman devam edecek. üstelik bu kadar kısa bir zamanda başka bir hal aldı bu ilişki. bu ev gezmeleri “resmi" ev gezmelerinden, önceden oğlanı yollayıp da “akşama müsaitseniz annemler gelecek" türünden gezmelerden değil: bildiğiniz 'çat kapı' uğrâmalardan, iki site bu taraftarlar için içeri girip ‘karnım aç, yiyeçek ne var’ diyebilecekleri kadar kendilerinden oldu gibi. üstelik bir külubün ne bir yetkilinin dayatması, girişimi olmuştu; hâtta az biraz mecbur da kalmışlardı sonradan müdahil olmaya. işte sıradan, belki tuttukları takımların her maçına bile gidemeyen, olsa olsa topun sevdasına düşmüş taraftarların başının altından çıktı bu ‘doştluk maçı’: oyunun sevdasına kenetlendi iki takımın taraftarları. işin doğrusu şimdi dönüp yeniden okuyorum iki takımın taraftarları arasındaki yazışmaları anımsıyorum yapılan konuşmaları ve gözümün önünde canlandırıyorum da sahada topun peşinden koşan adamları, bu satırların yazarı da dahil birçoğumuzun önemli bir yanlışa düştüğünü görüyorum. evet, belki yaşamlarımızın güzel günlerinden birini yaşadık, çok güzel şeyler paylaştık; ama bu insanların futbolla kurdukları ilişkiye de az biraz haksızlık ettik
asla, asla deme
“futbol asla sâdece futbol değildir.” tamam belki futbolu; futbol topunu ve etrafında dönenleri okumanın başka yolları vardır. kuşkusuz göründüğünden başka anlamlara da geliyordur bütün bunlar ve bu oyunu anlamak için de, kurduğumuz ilişkiyi sorgulamak için de yeni ufuklar açmaktadır böylesi bir yaklaşım. iyi de ‘asla' demek biraz fazla ileri gitmek olmuyor mu beri yandan! işte bu masumane taraftar maçı da bu sözden payına düşeni istese de istemese de aldı. evet; ‘futbol asla sadece futbol değildir’ demek kolay, kolay ama insan durup düşününce sormadan da edemiyor: ya bazen futbol sadece futbolsa!
blackburn rovers’lılar ile gençlerbirlikliler maç yaparken hepimiz başka başka işlerin peşine düşmüştük. bu maçı başka başka şeylerle ilişkilendirmeyi, bir biçimde çıkarlarımıza uygun kullanmayı yeğlemiştik, oysa, bu taraftarlar önemli bir bölümü belli ki yalnızca futbol oynamaktaydılar. yalnızca futbol! tıpkı yedi yaşında bir çocuğun sokak arasında topun peşinden koşması gibi. böylesi güzel bir işin parçası olduğum için gurur duymuyorum desem yalan olur, biliyorum ki bu maç için emek harcayan onlarca kişi de benim kadar gurur duyuyor. biliyorum ki ölene kadar anımsayacaklar ve anlatacaklar o gün olanları. ama ben fazladan bir şey daha yapacağım, futbolla kurduğum ilişkiyi gözden geçireceğim, belki her zaman değil ama ara sıra da olsa yalnızca futbol oynayacağım. ya da bir ‘rover'ın dediği gibi:.“yaşamımda ilk olarak rovers, yenildiğinde üzülmedim. ben de üzülmeyeceğim...
gençlerbirliği tarihinde taraftar için yapılan güzel ve nadir işlerden biri olarak 2002-03 sezonundaki bazı maç ve avrupa kupası maçlarında maça giren taraftarlara ücretsiz olarak "maç programı" dağıtılmıştı. maçı beklerken maçla, rakiple alakalı bilgilerin yer aldığı programı okumak oldukça keyifliydi...