fenerbahçe'nin christoph daum yönetiminde çıktığı ilk maç. kalede, rüştü'nün yerine barcelona'dan kiralanan robert enke oynamıştır. fatura bir bakıma enke'ye kesilmiş, kendisi aceleyle geldiği gibi gönderilmiştir.
maçtaki ilk 11'ler şöyleydi: fenerbahçe: enke, luciano, ümit özat, erhan albayrak, hakan bayraktar (rebrov), kemal, aurelio, selçuk, van hooijdonk, serhat, tuncay istanbulspor: oğuz, cem can, uche, faruk bayar (musa kuş), petkov, saffet akbaş, yordanov, saidou, aytekin, mehmet yozgatlı, balili (boliç)
maçı fenerbahçeli arkadaşlarla kadıköyde bir birahanede seyretmiştik. sanırım o gün staddan ve çevre mekanlardan maç sonunda dağılan kişiler arasında yüzü gülen tek kişi bendim.
ne yazık ki olan enke'ye olmuştu o gün. fatura ona kesilmiş takımdan gönderilmişti.
1990-91'de tony schumacher'den 18 yıl içinde fenerbahçe'de oynayan tek yabancı kaleci 1 maç ile enke olmuştur. son 18 yıl içinde yabancı kaleci oynatmayan bir kulüp olduğunu sanmıyorum.
temmuz 2003’te fenerbahçe’ye imza atan ardından ilk çıktığı istanbul maçında yediği hatalı goller sonrası gönderilen alman milli takımı’nın kalecisi enke bir trenin çarpması sonucu öldü. polis ilk belirlemelere göre olayın intihar olduğunu bildirdi
almanya milli takımı ve hannover 96 takımının kalecisi robert enke’nin, dün akşam bir trenin çarpması sonucu öldüğü bildirildi. polisin ilk belirlemelerine göre 32 yaşındaki robert enke’nin, intihar ettiği kaydedildi. hannover 96 kulübü başkanı martin kind de enke’nin öldüğü haberini doğrulayarak, kalecilerinin son zamanlarda durumunun iyi olmadığını söyledi. enke’ye, birkaç hafta önce bakteriyel mide rahatsızlığı tanısı konmuş, ancak deneyimli file bekçisi, hafta sonunda takımının kalesini korumuştu. 8 kez almanya milli takımı’nın formasını giyen talihsiz file bekçisi almanya milli takımı’nın 14 kasım cumartesi günü şili, 18 kasım çarşamba günü de fildişi kıyısı ile yapacağı özel maçların aday kadrosuna ise çağrılmamıştı.
kızı da ölmüştü enke, 2006 yılında kalbinden hasta olan 2 yaşındaki kızını da yitirmişti. 2003-2004 sezonunda fenerbahçe ile sözleşme imzalayan enke’nin türkiye macerası da sadece 13 gün sürmüştü. ligde en az oynayan yabancı oyuncu olarak sarı-lacivertli kulübün tarihine geçen enke, 31 temmuz 2003’te sözleşme imzalamasının ardından fenerbahçe’nin 10 ağustos 2003’te istanbulspor ile yaptığı sezonun ilk lig maçında hatalı goller yemesi üzerine yoğun eleştiri almış, uyum sağlayamadığı gerekçesiyle sözleşmesi karşılıklı olarak feshedilmişti.
aslında her şey güzel bir gala gecesi için planlanmış gibiydi. kadıköy'deki tribünlere 52 bin seyirci yerleşmiş, rakip "orta şekerli" ve başında efsane bir fenerbahçeli aykut kocaman'ın olduğu istanbulspor'du. maçta 53 dakika geride kaldığında fenerbahçe kalesine iki top girmiş, bir tane direkten dönmüş, bir tane de çizgiden çıkartılmıştı. maç sonundaysa bir üçüncü gol daha istanbulspor lehine yazılırken, ilk iki golde hatalı olan enke tribünler tarafından yuhalanacakti. olsun, enke bir maçlık türkiye ve fenerbahçe serüveninden sonra ülkesi almanya'ya dönüp yılın kalecisi seçilsin, ama fenerbahçe'nin kalesini koruyacak kapasitede değildi işte. en azından fenerbahçeli taraftarlar ve yorumcuların görüşü o gün böyleydi.
fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
yugoslav istilası
(...)
şurayı unutmayalım ki, türk kaleciler artık uçmadan da kalecilik yapılabileceğini rumen datcu'dan, karşı karşıya pozisyonlarda yere düşülmemesi gerektiğini schumacher'den, gerçek anlamda libero kaleciliğini taffarel'den ve yine kaleci degajının önemini ve doğru tekniğini cordoba'dan izleyerek öğrenmiştir. yabancı kalecilere duyulan ve ifade edilen hayranlık eskiden daha fazlaydı. yerli eldivenlerden esirgenen "sabır, hoşgörü, anlayış" gibi kavramlar onlara limitsizce sunulurdu. sonra nasıl olduysa artık, tolerans sözcüğü yabancılar için de sanki tedavülden kaldırıldı. bu duruma en çarpıcı örnek olarak enke'yi verebiliriz. fenerbahçe formasıyla çıktığı ilk maçta takımı istanbulspor'dan 3 gol yiyince tribünlerin protestosuyla karşılaşan ve haliyle bu abartılı tepkiyi kabullenmeyerek ertesi gün mukavelesini feshettikten hemen sonra istanbul'dan ayrılan enke hakkında gerçekten öylesine acımasız ve aşağılayıcı yorumlar yapıldı ki, utanç verici! bir golü, o da görece olarak hatalı yediğini öne sürebiliriz sadece. neyse ki, nasıl bir gayya kuyusuna düşmek üzere olduğunun farkına erkenden vanp ülkesine kaçabildi de futbolun içinde kalabildi. bu sayede zirve yansına ortak olabildi. gerçi onun yeniden var oluş mücadelesi epeyce çetin geçmedi değil. enke gibi bir kaleci bile tam 6 ay boyunca kulüp aradı, bulamayınca 2. lig'e gitmeye razı oldu. buna rağmen yine de varlık göstererek çabuk toparlandı ve milli formayı sırtına geçirmeyi başardı. çünkü o her yönüyle iyi bir file bekçisiydi.
fatih uraz'ın "adamın abdalı kaleci olur" kitabından;
enke, depresyon, intihar
hayat her yönüyle ilginç bir süreç, hatta hepimizi kendisi hakkında farklı beklentilere sürükleyecek kadar ilginç. belli bir yüzey üzerinde yol almak, inişleri ve çıkışları olan hisler içindeki insanoğlu için bazen dayanılmaz oluyor ve her şeyin anlamı aniden kaybolabiliyor. enke hakkında yazdığım satırların henüz mürekkebi kuramamışken ( http://www.macanilari.com...id=200320040109&aid=91297) almanya'daki bir dosttan aldım onun intihar haberini... evet, galiba sözün bittiği yer burası oluyor.
enke karşı karşıya kaldığı pozisyonlarda açıyı iyi kapatıp topa doğru kendisini iyi atardı; belli ki, bu kez karşısındaki tren olunca da bir şey değişmemiş. kendisini raylara atacak zamanlamayı iyi yapmış yine, lakin bu kez makinist azrailmiş ve plonjon topu kurtarmak için değil son golü yemek içinmiş. ruhu huzur bulsun.
talihsiz olayın hemen ardından eşinin gözyaşlan içinde yaptığı bazı açıklamalar bize bu kaçınılmaz sonun uzun zamandan beri geliyorum diye bas bas bağırdığını anlatıyor ama gerek doktoru olsun gerekse de hanımı "temenniyle gerçeğin arasında ki ince çizgiyi" ne yazık ki, ayırt edememiş. psikolojik sorunları olan bir kaleci düşünün, kaybettiği biricik evladının yasını henüz üzerinden atamamışken bir çocuğu evlatlık olarak alıyor ve bu kez yeniden "ya onu da kaybedersem?" korkusuyla yaşamaya başlıyor. bu patolojik problemlerin çok dar bir çerçeve içerisinde halledilmesi çok zor ne yazık ki...
belli ki o noktada enke'nin yine kalecilik damarı tutmuş! bilindiği üzere kaleciler maç içinde önemli bir hata yaparlarsa eğer, kalan zamanda o hatayı unutturmak adına tuhaf, anlaşılmaz işler yapmaya kalkışırlar. genellikle de ne hatayı unutturabilirler ne de yeni hataların önünü alabilirler. oysa o makus olaya takılıp kalmamayı bir başarabilseler ve kendilerini kaybetmeseler; ah hiç değilse yeni hata yapma ihtimalleri ortadan kalkacak ama ne mümkün!
birçok aydınlanmamış soru var enke'nin ölümüyle ilgili, benim için biri var ki, diğerlerine nazaran daha çok kurcalıyor kafamı. joachim low, hastalığı dolayısıyla iki aydır formasına hasret kalan bir kaleciyi, onu oynatmayacak dahi olsa milli takım kampına davet ederek taltif etseydi acaba enke yine intihan düşünür müydü? cevabı ne yazık ki, öğrenemeyeceğiz.
sporcular arasında özgüven eksikliği demir eksikliğinden daha trajik sonuçlar doğurur. güven duygusuna en çok ihtiyaç duyanların başında da kaleciler gelir. onlar bu durumu belli etmemek için özel bir çaba sarf ederler ve dışarıdan duyarsız, gamsız, kedersiz gibi isnatlar işitirler. çünkü küçük yaşlarından itibaren "ser verip sır vermemeleri, her koşulda ketum görünmeleri" telkin edilmiştir onlara. yetenekli bir kaleciden, sakat olmadığı ve iyi çalıştığı halde bile istenen randıman alınamıyorsa bilin ki, bunun sebebi güven eksikliğidir, evet kendine güvenemediği için başkalarının ona duyduğu güvensizlik de böylece pekişir ve kaleci için katlanılmaz bir hal alabilir. gülen bir yüz, iki tatlı muhabbet, azıcık iltifat ve müsamaha dolu bir jest inanın bir kaleci için nelere kadirdir ama nedense esirgenir.
enke'nin intiharının arka planında sadece barcelona talihsizliği yoktur, çocuğunun ölümü, onun ardından evlatlık edindiği çocuğu yitirme korkusu, yakasına yapışan hastalık, alman milli takımı'nda oynamasının tehlikeye girişi gibi dertler aysbergin görünen kısmında yer alır ama biz o buz kütlesinin gözükmeyen kısımlarında da nelerin gizlendiğini bilmek isteriz. acımaşız bir çark halini alan futbol endüstrisinin bu elim olaydaki suçluluk yüzdesi kaçtır mesela? randıman sürekliliği isteyen unsurların, acımasızca performansa odaklanan hocaların, bazen insana nefes alacak bir an bile bırakmayan rekabet ateşinin, kazanmaya; sürekli kazanmaya koşullandıran zihniyetin bu intihar vakasında hiç mi suçu yoktur?
uluslararası spor kamuoyu ünlü kalecinin 2003 yılından beri tedavi gördüğünü, barcelona'da forma şansı bulamadığı dönemlerde çeşitli endişeler edindiğini ve başarısızlık korkusunun artarak patolojik bir durum arz ettiğini ancak onu kaybettikten sonra öğrenebildi maalesef.
günümüzün en iyi kalecisi buffon'un söylediklerine kulak verelim isterseniz: "benim de çok kötü zamanlar geçirdiğim oldu. öyle anlarda kontrolünüzü ve nişlerinizi kaybediyorsunuz. yardım istemekten korkmamalı ve sizi seven insanlar arasında olmalısınız."
inter'den alacağı milyonlarca euroyu elinin tersiyle iterek kaçarcasına ülkesine dönen ve arkadaşlarının şefkatine sığınan brezilyalı santrfor adriano da bu konuda buffon'dan farklı şeyler söylemiyor: "bana da aynı şey olmuştu. babamı kaybettikten sonra sürekli alkol almaya başladım çünkü çok içtiğim zamanlar problemlerimi unutuyordum. sahip olduğum bütün sorumlulukları unutmuştum neredeyse, sonum enke gibi olabilirdi."
bir insanın başına gelebilecek en korkunç şeylerden birisidir çocuğunu kaybetmesi. kaynağından oluk oluk akan bir üzüntü içinde boğulur gibi olursunuz. enke de tek evladını kaybettiği günden intiharına kadar geçen süre içinde kızının mezarını sürekli ziyaret edip durmuş; yani kendisine o kesif acıyı bir nebze olsun hafifletecek şans tanımamış hiç. istatistikler dünya genelinde her üç saniyede bir intihar girişimi yaşandığını ve kırk saniye arayla da bir insanın kendini öldürmeyi başardığını söylüyor. yeryüzünde intihar eğilimlerinin arttığı gözlenirken ağır baskı altında kalan sporculann, bilhassa da file bekçiliği gibi oyun içinde aşın sorumluluk yüklenen futbolcuların bu gerçeklikten etkilenmemesi işten bile değil.
enke'nin kimi açıkta, kimi karanlıkta olan sorunları olduğu aşikâr. biz sadece bu sorunların onun içinde yaşadığı fırtınalarla birleşince ne kadar ağırlaştığı hakkında bir tahmin yürütebiliyoruz, sorunların bu denli ağır olabileceğim öngöremeyen genç bir insan, çevresinden de yeterli desteği göremeyince olsa olsa her şeyi içine atar ve ölüme koşar diye düşünüyoruz.
onu tasvip etmesek bile bu talihsiz ve yanlış yola her an benzeri yeni isimlerin sapabileceği gerçeği asla unutulmamalı bence. özellikle de sporcuların yakın çevresi gözlerim dört açmalı. evet, enke olayı kesinlikle gösterdi ki belirli safhalar geçildikten sonra istediğiniz kadar çırpının, yardımcı olmak için ne yaparsanız yapın nafile; muhatabınıza ulaşamıyorsunuz!
cem can'ın "fair play yemin istemez: fan-etik yazıları" kitabından;
futbolun garip maliyesi
türk futbolunun 3 büyükler sayesinde hayat bulduğu görüşü öyle ısrarlı bir şekilde savunuldu ki; 3 büyüklerin lig başarılan türk futbolunun kaderi, başarısızlıkları da türk futbolunun önündeki tehlike olarak kabul edilmeye başlandı...
kimse 3 büyüklerin önünde durmasın: özellikle siyasi iktidarlar ve federasyon öncelikle 3 büyüklerin isteklerini yerine getirmekten sorumlu oldular.
borçlarıyla birlikte 210 trilyonluk vergi borcu bir hamleyle 10 trilyona indirilip 18 takside ufalandı ama tabii 3 büyüklerden kimse de kulüplerinin ayakta kalmasını s ağlayacak bir finansman sağladığı için topluma teşekkür etmeyi aklına bile getirmedi...
fan-etik'in vizyonuna göre sporun varlığı şampiyonların değil sonuncu olmayı göze alan isimsizlerin varlığına bağlıdır.
3 büyüklerin vergi borçlarının silinmesi türk futbolunu da iktidarı da kurtarmayacaktır.
madalyonun diğer tarafindakilerden yeni salihlispor, hep atılım arayışında, aydın fikirli insanların ilgilendiği ilginç ama talihsiz bir kulüp... her girişimleri yarım kaldı, hep birkaç adım kısa sıçrayıp 2. ligden amatör kümeye kadar döştüler.
dert değil, çalışır, futboldan yemden zevk almaya başlar, belki yemden çıkarlar. sistem adil davranırsa...
3 büyükler gibi yapmamışlar, sisteme saygılı davranmışlar hiç vergi borçlan yok!
ama 3 büyüklere alabildiğine şefkat ile davranan sistem, salihlispor'un üzerine şahin gibi çöküyor...
topu topu 90 milyar borçlan var ve bu borç aralarında memurların, emeklilerin, finncıların, kırtasiyecilerin ve hatta öğrencilerin bulunduğu eski-yeni yöneticilerden isteniyor. arada birkaç zengin de var, bazıları paylarına düşen borcu ödeyecekler ama kimilerinin tek kuruş ödeyecek takati yok, kimi de "ödemem" deyip kenara çekiliyor...
yersiz bir gerilim tırmanıyor: kasabalının birbirine olan güveni sarsılıyor, salihli'nin ürettiği bütün futbol adamları futbola küsüyor...
futbol adamlarını kaybediyor. bu gidiş, salihli'yi futbolun oynanmadığı, istendiği üzere yalnızca televizyondan izlendiği bir kasaba haline getiriyor...
türkiye'de salihli gibi kaç tane kulüp var acaba? bilen var mı?
maliye bakanlığı 3 büyüklere yaptığı uygulamayı bütün kulüpleri içerecek şekilde yaygınlaştırmadıkça, yaptığına ayrımcılık denir, kollamacılık denir, eşitsizlik denir, haksızlık denir. denir de denir...
yaptığına çözüm denmez, yönetim denmez... denmez de denmez...
yeni sezona büyük umutlarla başlayan f.bahçe, kendi sahasındaki ilk maçında büyük şok yaşadı. şükrü saraçoğlu stadı'nda istanbulspor'u konuk eden sarı lacivertliler balil ve yordanov'un golleriyle ilk yarıyı 2-0 yenik kapadı. ikinci yarıda maçı lehine çevirme hesapları yapan kanarya, yordanov'un ikinci, istanbulspor'un üçüncü golüyle 3-0 geriye düştü ve maç bu skorla sona erdi. geçen sezon büyük hayal kırıklığı yaşayan f.bahçe, yeni sezona da kötü bir başlangıç yapmış oldu.
ilk yarı
5. dakikada sağ kanattan balili'nin ortasında aurelio, ceza alanı içinde faruk'tan önce topa dokunup kornere gönderdi ve tehlikeyi önledi.
10. dakikada aurelio'nun kontrol etmek istediği topla ceza alanı dışında buluşan selçuk'un sert şutunda, meşin yuvarlak az farkla yandan auta gitti.
13. dakikada hakan'ın sağdan ortasında, savunmadan seken topu cezaalanı dışında önünde bulan tuncay'ın sert şutunda, kaleci oğuz son anda uzanarak meşin yuvarlağı kornere çeldi.
13. dakikada mehmet'in sağdan ortasında, balili'nin ceza alanı içinden vuruşunda, top üstten auta çıktı.
20. dakikada selçuk'un kaptırdığı topu yordanov bekletmeden balili'ye aktardı. savunmanın arkasında topla buluşan balili, kaleci enke'nin öne çıkmasından yararlanarak, aşırtma bir vuruşla meşin yuvarlağı ağlara göndererek takımını 1-0 öne geçirdi.
22. dakikada ceza alanının sol çaprazından erhan'ın ortasında, kemal'in arka direkte kafa vuruşunda, meşin yuvarlak yan ağlarda kaldı.
23. dakikada erhan'ın pasında, ceza alanı içinde boş pozisyonda topla buluşan tuncay, meşin yuvarlağa kötü vurunca, takımını bir golden etti.
26. dakikada aurelio'nun pasıyla ceza alanının sol çaprazında hareketlenen serhat'ın altıpas içine ortasında, uche topu kornere atarak tehlikeyi önledi.
27. dakikada kemal'in sağdan kullandığı köşe atışında, hooijdonk'un kafa vuruşunda, meşin yuvarlak kaleci oğuz'da kaldı.
29. dakikada kemal'ın sağdan ceza alanına yaptığı ortada, tuncay'ın kafa vuruşunda, meşin yuvarlak üstten auta gitti.
32. dakikada mehmet'in sağdan ortasında, yordanov altıpas içinde mükemmel bir kafa vuruşuyla meşin yuvarlağı filelere göndererek, farkı 2'ye çıkardı: 2-0.
41. dakikada kemal'in sağdan ortasında, aurelio'nun ceza alanı içinden kafa şutunda, top az farkla yandan auta çıktı.
42. dakikada tuncay'ın pasıyla soldan ceza alanına giren serhat'ınaltı pas içine gönderdiği ve kaleci oğuz'u geçen topu, uche araya girerek uzaklaştırdı.
43. dakikada erhan'ın soldan ortasında, van hooijdonk'un kafa vuruşunda top yandan auta gitti.
karşılaşmanın ilk yarısı istanbulspor'un 2-0 üstünlüğüyle sona erdi.
ikinci yarı
karşılaşmanın ikinci yarısına fenerbahçe, hakan'ın yerine rebrov (*), istanbulspor ise faruk'un yerine musa kuş'u (**) alarak başladı.
49. dakikada kaleci enke'nin büyük hatasında topu kapan balili, meşin yuvarlağı ayağında çok tutunca, pozisyonunu yitirdi ve takımını mutlak bir golden etti.
aynı dakika içinde balili'nin ceza alanı içine aşırdığı topa yordanov'un yatarak kafa vuruşunda, meşin yuvarlak yan direkten döndü.
50. dakikada rakibine sert giren erhan albayrak, ikinci sarı kartı görüp kırmızı kartla oyun dışında kaldı.
53. dakikada yordanov'un sağdan ortasında, saidou ceza alanı içinde topa gelişine vurdu. kaleci enke'yi geçen topu ümit, gol çizgisi üzerinden çıkardı.
58. dakikada mehmet'in sağdan ortasında, ceza alanı içinde yordanov yatarak ayağıyla meşin yuvarlağı kaleci enke'nin sağından filelere göndererek kendisinin 2., takımının 3. golünü attı: 3-0
65. dakikada istanbulspor'da, balili'nin yerine boliç (**) oyuna girdi.
73. dakikada selçuk'un sağdan kullandığı köşe atışında, luciano'nun kafa vuruşunda, top kaleci oğuz'da kaldı.
74. dakikada hooijdonk'un ceza alanı içinden kafa vuruşunda, kaleci oğuz topu kornere çeldi.
aynı dakikada istanbulspor'da yordanov, yerini emre'ye (**) bıraktı.
82. dakikada oğuz'un tokatladığı top, ceza alanının sağ çaprazında serhat'ın önünde kaldı. bu futbolcunun şutunda, kaleci oğuz'u geçen topu uche uzaklaştırdı.
85. dakikada boliç'in sağdan ortasında, petkov'un penaltı noktası üzerinden şutunda, top üstten auta çıktı.
89. dakikada ani gelişen istanbulspor atağında, petkov topu uygun durumdaki boliç'in önüne bıraktı. bu futbolcunun şutunda, meşin yuvarlak yan direğe çarparak auta gitti.
karşılaşma, istanbulspor'un 3-0 üstünlüğüyle sona erdi.
stat: fb şükrü saracoğlu
hakemler: muhittin boşat **, bülent gökçü **, bahettin duran **
fenerbahçe: robert enke, fabio luciano, ümit özat, hakan bayraktar (dk. 46 sergiy rebrov), erhan albayrak, niyazi serhat akın, tuncay şanlı, mehmet aurelıo, pierre van hooijdonk, selçuk şahin, kemal aslan
yedekler: ismail güldüren, recep biler, mahmut hanefi erdoğdu, yusuf şimşek, semih şentürk, olcan adın
teknik direktör: ?
istanbulspor a.ş.: ivaylo rumenov petkov, deniz uygar, cem can, aleksandar yordanov aleksandrov (dk. 73 emre hamzaoğlu), pini felix balali (dk. 65 elvir boliç), aytekin viduşlu, alioum saidou, oğuz dağlaroğlu, faruk bayar (dk. 46 musa kuş), mehmet yozgatlı, saffet akbaş
yedekler: gökhan caba, musa büyük, ferdi yanık, behram zülaloğlu
teknik direktör: ?
goller: (0-1) dk. 19 pini felix balali (ayakla) (0-2) dk. 32 aleksandar yordanov aleksandrov (kafa) (0-3) dk. 57 aleksandar yordanov aleksandrov (ayakla)
1977 yılının ağustos ayında, hannover’e yakın neustadt am rübenberge yerleşim yerinde bir çocuk dünyaya gelir. robert ismi verilen bu çocuğun, doğumun anından başlayan ‘hayata tutunma’ misyonu, yaşamı boyunca peşini hiç bırakmayacaktır. okuyacağınız bu kariyer sıradan bir futbolcu kariyeri değil, bir yaşam trajedisidir.
gelişimi sırasında gerek okul hayatında gerekse de sosyal yaşantısında özgüven eksiliği yaşadığını fark eden babası, robert’in sorumluluk alma duygusuna sahip olması isteğinden dolayı onu futbol okuluna göndermeye karar verir. ölümünden sonra karısı teresa’nın ‘futbol onun iksiriydi, hayata tutunmasının tek amacıydı’ şeklinde belirttiği futbol ile 11 yaşında doğduğu şehrin takımı olan bsg jenapharm jena’da tanıştı. daha sonra bundesliga 2’de mücadele eden carl zeiss jena’nın alt yapısına geçen ‘genç’ robert, gösterdiği performans ile hem takım basamaklarını birer birer tırmanıyor hem de içinden bir türlü söküp atamadığı ‘kaybetme’ duygusunun hızla tükendiğini görüyordu. bu durum her geçen sezon performansına yansıyor ve 95-96 sezonunda daha sonra yıllarca kalesini koruyacağı hannover 96 ile karşılaşılan maçta ilk defa a takım forması ile kaleyi koruyordu. hem babasının hem de kendi hayatının en gururlu günlerinden biriydi. robert enke bir ekonomi eğrisi gibi gidecek olan ilk hayat kırılmasını belki de bu anda yaşıyordu. içinde hiçbir korku olmadan yaşadığı bu kırılma ile muazzam bir yükselişe geçiyordu.
borussia mönchengladbach
96 yılında borussia mönchengladbach takımına transfer olan robert, ilk sezonunda takımın as kalecisi uwe kamps’tan formayı kapamadı ve hiç forma şansı bulamadı. sonraki sezon da aynı şekilde oldu ama çok çalışkandı, u-23 maçlarında oynuyor ve kendini bir şekilde gösteriyordu. a takımda forma bulamamayı kafasına takmamıştı ve nitekim hırsla çalışıp forma giymek için can attığı bundesliga’ya 98-99 sezonunda kavuştu. 15 ağustos 1998’de schalke 04 karşısında alınacak olan galibiyette takımın kalesini robert enke koruyacaktı.
her ne kadar o sezon lige lider başlayıp ,34 maçın 32’sinde kaleyi korusa da ligi sonuncu olarak bitiren ‘gladbach bundesliga 2’ye düşüyordu. sezon boyunca yakaladığı istikrar ve genç yaşına rağmen ilk sezonunda gösterdiği performans ile transfer teklifleri yağıyordu. o dönemlerde en ilginç teklif, benfica ile anlaşan jupp heynckes tarafından gelmişti. başka bir kültür, başka maceralara atılmak gençliğin verdiği heyecanla çok zor olmamıştı. üstelik psikolojik anlamda da işler iyi gidiyor, kendine güven konusunda hiç bir sıkıntı yaşamıyordu. 1999-2000 sezonu öncesi benfica’nın teklifini kabul edip sıcak denizlere doğru yelken açıyordu.
benfica ve barcelona
portekiz, enke gibi içine kapanık bir insan için fazla ‘cana yakın’ bir ülkeydi. alışmak zor olacaktı ve bunu hocası heynckes de biliyordu. ona tutunması gereken bir sorumluluk verdi; takım kaptanlığı… enke, bu sorumluluğu iyi bir şekilde taşıdı. ligde işler fena gitmiyordu lakin ilk defa forma giydiği avrupa arenasında celta vigo karşısında alınan 7-0’lık mağlubiyette kalede olması enke’nin uzun zaman sonra aldığı ilk psikolojik darbe oldu. çok kırıcı, kariyerinin inişine etki eden bir darbe olmadı ama şüphesiz bir kıvılcım çaktığı söylenebilir. 3. sırada bitirilen o sezonun ardından benfica ve heynckes için işler pek iyi gitmiyordu. zira o sezon heynckes’in kovulmasının ardından takımın başına getirilen jose mourinho -ki teknik direktörlük yaşantısına ilk defa bu görevlendirme ile başlamıştır- ve yaşanan ekonomik sıkıntılar yüzünden 2001-02 sezonunda kulüp tarihinin en başarısız sezonu olarak 6. bitirilen sezonda enke yine takımda en dikkat çeken oyunculardan biri oluyor ve istikrarı ile göz kamaştırıyordu.
o sezon sonunda avrupa’nın sayılı kulüplerinin neredeyse hepsinden teklif geldi ama o louis van gaal ile çalışıp dünya’nın en iyisi olma yolunda büyük bir adım atmak için barcelona ile anlaşacaktı. lakin işler enke için beklediği kadar iyi gitmiyordu, barcelona kariyeri, 11 eylül 2002 tarihinde ispanya kupasında 3. lig takımlarından novelda fc karşısında alınan 3-2 mağlubiyetle başlamış; maç sonunda frank de boer’un, louis van gaal’e alınan yenilginin sorumlusunun tamamen enke olduğunu belirttiği anda da neredeyse bitmişti.
çok isteyerek geldiği yerde böyle bir durumla karşılaşan enke, ‘avrupa’nın en zor kalesi‘ni kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyaydı. şüphesiz ki bu enke’nin hayatında karşılaşmayı isteyeceği son duyguydu çünkü bir şeylerin elinden kayıp gitmesi onda normalden daha fazla ruhsal çöküntü oluşturuyor, depresyona adım adım sürükleniyordu. o sezon osasuna karşısında son 20 dakika oynayarak la liga kariyerinin ilk ve son maçını oynadı. kariyerinde yine ilk şampiyonlar ligi maçlarını da gruplarda club brugge ve galatasaray’a karşısında alınan galibiyetlerle oynadı. kariyerini kaybetme duygusu iyiden iyiye enke’yi etkiliyordu ve 2003 yılında psikiyatr dr. valentin merkser’e başvurdu. doktorun ilk teşhisi, enke’nin ağır bir depresyon dönemi geçirdiği yönündeydi. bu kırılgan ve içe dönük adam tekrar esir almıştı enke’nin ruhunu.
fenerbahçe
2003 yılında barcelona’nın başına getirilen frank rijkaard, göreve gelir gelmez 2002 dünya kupası’nın yıldızlarından rüştü reçber’e barcelona kalesini emanet etmek için transfer eder. bu transferin ardından takımdaki pozisyon sırası 4. kaleciliğe kadar inen enke’nin imdadına istanbul’dan gelen tanıdık bir telefon yetişir. arayan dönemin fenerbahçe teknik direktörü daum’dur. enke gelen bu kiralık oynama teklifi hiç düşünmeden kabul eder, ruhsal çöküntüleri ve depresyon dengesizlikleri her ne kadar devam etse de ağır ilaçlar kullanmak pahasına dahi olsa istanbul’a gelir
enke’nin fenerbahçe kariyeri, sosyal sıkıntıları ile paralel olarak kötü gider. ilk maçında istanbulspor karşısında alınan 3-0 yenilginin faturasını,fenerbahçeli taraftarlar ‘top tuttuğunda şiddetli bir alkış tufanı’ kopartarak daha maç bitmeden enke’ye kesmişlerdi. o anda olmayacağını, düşüşün devam ettiğini anlamıştı ve maç sonunda daum ile konuşarak ayrılmak için izni almıştı.
13 gün sonra ispanya’ya geri döndüğünde tenerife’ye kiralanır,yine olmaz. kurduğu hayaller elinden kayıp gitmektedir yediği her goldeki toplar gibi… artık bildiği tanıdığı topraklara dönmeyi düşündüğü sırada ‘memleket takımı’ hannover 96’dan teklif gelir ve 1 saniye bile düşünmeden kendisini almanya’ya atar. artık hiç bir şey enke için eskisi gibi olmayacaktır… kısmen.
hannover 96
hannover onun hayata tekrar bağlanması için önemli bir fırsattı. bu fırsatı iyi bir psikolojik tedavi ile destekliyor, eski formuna ulaşmak için elinden geleni yapıyordu. enke’yi hayata bağlayacak tek etken hannover değildi, eşi teresa hamileydi ve 24 ağustos 2004’te ‘hayatının akışına yön verecek‘ kızı lara dünyaya geliyordu. ancak minik lara’nın bir problemi vardı. yeni yeni hayatını yoluna koyan enke’nin doktorlardan aldığı ‘kızının kalbinin delik olduğu haberi‘ onu tekrar bir yıkıma sürüklüyordu. ayakta durmasını sağlayan tek şey ise kızıydı.
bir yandan kalecilik performansı açısından almanya’nın en başarılı performansını sergilerken bir yandan katlanılması çok zor hadiselerle uğraşıyor, küçük kızının iyileşmesi için hastanelerde sabahlıyordu. kızını maçlara getiriyor, stadın atmosferinden etkilenmesini sağlıyor onu hem kendisini hem kızını hayata bağlayacak sebepler arıyordu ve bu şartlar altında 2004-2005 sezonunda almanya’nın en iyi kalecisi seçilmişti. kızı 18 aylık bir hastane rehabilitasyonundaydı ve hastane-antrenman arasında mekik dokuyordu.
2006-2007 sezonu hem hannover hem de enke için pek iyi başlamadı. bir yandan da minik lara için umutlar tükeniyordu. nitekim 17 eylül sabahı kızının gözlerinin bir daha hiç açılmayacağını öğrendi.enke’nin yaptığı ilk iş eşyalarını toplayıp 3 saat sonraki antrenmana yetişmek oldu. gerek kulüp yetkililerinin gerek arkadaşlarının uyarılarına kulak asmayan enke, son çare olarak ‘hayat iksirine’ bağlanmıştı. bu esnada iki farklı hayat yaşıyor gibiydi. bir yanda 2008-2009 sezonunda 3 ödül birden almış, performans olarak milli takıma kadar yükselen, ikinci sefer almanya’nın en iyi kalecisi payesine layık görülmüş enke; diğer yanda neredeyse kızının mezarında sabahlayan, kimseyle konuşmayan, karısını kaybetmekten korkan ‘hasta ruhlu enke’.
2009-2010 sezonu enke için sonun başlangıcı gibiydi. ilk 4 maçta oynadıktan sonra bir virüs kaptı. yaklaşık 2 ay boyunca sahalardan uzak kalacak olması ‘buluttan nem kapan psikolojisi‘nin bozulması için yeterli bir sebepti. hastalıktan dönüşten hemen sonra löw’ün tedbir amaçlı onu hazırlık maçı kadrosuna almaması tuz biber olmuştu.
10 kasım 2009 günü önce antrenmana gitti, daha sonra psikiyatr merkser ile neşeli bir sohbette bulundu. oradan çıktığında doktorun dahi şaşırdığı kadar neşeli ve pozitifti. karısını aradı, arabasına bindi, istikameti arkadaşlarına ‘lara’nın mezarına gittiğimde onu yanımda gibi hissediyorum, inanılmaz rahatlıyorum ama bazen de bir anda inanılmaz bir acı duyuyorum.‘ şeklinde aktardığı kızının mezarına gidiyordu. cebinde karısından büyük bir pişmanlıkla özür dileyen ama kızına kavuşmak zorunda olduğunu açıklayan bir veda mektubu vardı. mezarlığa yaklaşık 200 metre uzaklıktaki rayların üstünde durdu. gelen trenin durmasının imkanı olmadığı biliyordu…
sonrası
robert enke hayata gözlerini yumalı tam 5 yıl oluyor. belki ne izlediğimiz en iyi, ne de en gösterişli kaleciydi, ancak en dramatik portre olduğunu söylemek gerek. psikolojik sorunları sebebiyle kendi canını almasa, muhtemelen temmuz ayında dünya kupası’nı kaldıran alman milli takımı’nın da bir parçası olacaktı.
15 kasım 2009’da kendisi için awd-arena’da düzenlenilen törenden sonra hannover’in hemen dışında olan neustadt’daki mezarlığa, kızının yanına gömülen robert enke’nin ardından alman yazar ronald reng “a life too short: the tragedy of robert enke” isimli kitabı yazarken, almanya futbol federasyonu’nun da katkılarıyla enke anısına oluşturulan robert enke vakfı da, oyuncuların ruh sağlığı üzerine çalışmalar yapan bir vakıf olarak bugün hâlâ çalışmalarını sürdürüyor.