dakikalar 87 yi gösterdiğinde bir korner sonrası son adam rahim topu ıskaladı, akabinde gelen kontraatakta alpay, goran vlaovice faul yapıp düşürmediğinden tarihe geçti :) ama rahim çabuk unutuldu... en az alpay kadar haketmişti bu ünvanı... alpay bu maçtan sonra fair-play ödülü aldı...
ayrıca turkiye'nin avrupa futbol şampiyonası finalleri tarihinde oynadığı ilk maç olmuştur. formdaki hırvatistana karşı iyi bir mücadele vermiştik.
alpayin bizi yaktigi mac ve ilerde yakip yikacaginin basladigi mactir. vlaovici düsürmedi, 2000 yilinda yumruk atti portekiz macinda onun yüzünden elendik avrupa sampiyonasindan, 2002de brezilya maci yine düsürmemekte israr ediyor ve beynine dank ediyor ulan ben bunu düsürüyüm diyor ama ceza sahasinda düsürüyor ve biz 2-1 yeniliyoruz 2006´ya katilacagiz ama alpay sagolsun dakika 1 gol 1 penalti, hentbolcü kimligini kullaniyor kolaylikla kafa vurabilecegi topa eliyle müdahele ediyor,.. ben alpayi sevmiyorum 96´dan 2006´ya kadar olan kisimda bize 10 senemize mal oldu,..
alpay hırvatistan maçında yaptığı bu hareketten sonra fair play ödülü almıştır. o güne kadar benim için çok büyük bir şey olan fair play o maçtan sonra bende anlamını yitirmiştir.
benjamin holland'ın takımdan ayrı düz koşu kitabında yayınlanan "bir 'futbol ülkesine' dışarıdan bakış - 'evet... maalesef...'" başlıklı yazısından;
türkiye'ye ilk gelişim 1994 dünya kupası finalinin ertesi gününe denk gelmişti. üç haftalık ziyaretimin her lokantada, barda, otelde ya da terminalde, türkiye'nin herhangi bir yerinde roberto baggio'nun o penaltıyı kaçırışını izledim. ayrılma zamanım geldiğinde futbol konusunda oldukça ciddi bir ülkede olduğumun bütün bütün ayırdına varmıştım. türkiye de katılmış olsaydı neler olurdu merak ettim.
merakımı iki yıl sonra türkiye ulusal takımı birçok insanın belleğinde ilk büyük turnuva olan euro 96'ya katılmaya hak ettiğinde giderdim. türkiye'nin finallerdeki yerini garantileyen 2-2'lik isveç karşılaşmasının ardından kızılay meydanın'nda "avrupa, avrupa duy sesimizi!" diye inliyordu kalabalık. türkiye'ye yeni gelen biri için bile yalnızca futboldan söz etmediklerini söylemek kolaydı.
finaller yaklaştıkça ulusal ruh hali, değerlendirebildiğim kadarıyla, yüzeydeki güven ile daha derinlerdeki büyük karamsarlığın bir karışımıydı. gazeteler iri başlıklarla türkiye'nin olası şampiyonlardan olduğunu öne sürdü, öteki takımların türkiye ile karşılaşmaktan çekindiklerini savundu ve çeyrek finallerdeki olası rakiplerinden söz ettiler. birçok insan bana türkiye'nin grubundaki avrupa'nın önde gelen futbol takımlarından olmayan öteki takımlarla hiçbir sorun yaşamayacağını söyledi. yine de ortada garip bir kuşku hissi de vardı, sanki insanlar yalnızca türkiye'nin yenilmesinden değil de bütün bütün boyunu aşmasından korkuyorlardı.
anımsıyorum da hırvatistan maçının yirminci dakikası gibi, henüz gol olmamışken, türkiye'nin görece daha az olan ataklarından biri anlatıcının şöyle demesine yol açmıştı: "belki biz de kazanmanın düşünü kurabiliriz." bu anlamlıydı. türkiye'nin gerçek düşü kazanmak değildi, yerini korumak, durumunu sağlamlaştırmak, yenilmemekti. maçın bitimine birkaç dakika kalmışken aldatıcı bir kazanma olanağı belirmişti - ne var ki, gerçekleşmeyecek bir düş olarak sunuluyordu bu da.
bu nedenledir ki türkiye'nin hırvatistan ve portekiz'e son dakika golleriyle 1-0'lık yenilgileri basında üzüntüyle karşılandı; aynı zamanda belirgin bir rahatlama da vardı. türkiye her iki maçta da iyi mücadele etmiş ve şansızlık sonucu yenilmiş gollerle kaybetmişti. yenilmişlerdi, ama ezilmemişlerdi, epeyce de iyi oynamışlardı. çeyrek final şansının yitirilmesinden sonraki son karşılaşma olan danimarka maçına kadar umutlar tükenmemişti. euro 96 sonunda ortaya çıkan istatistikler ise sarsıcıydı: üç maç, üç yenilgi ve sıfır gol. söz konusu olan futbol olunca atatürk'ün ülkesinin yüzünü batı'ya, avrupa'ya çevirme konusundaki tarihsel kararı bir yanlış gibi görünmeye başlamıştı.
...aradan 12 sene geçtiği halde türkiye'de hala vlaoviç olayı konuşuluyor. son hırvatistan maçında bu gündeme geliyorsa ayıptır, yazıktır. bu kafa ile bir adım öteye gidemeyiz. şu anki düşüncem ile söylüyorum, tabii ki benim gole giden vlaoviç'i indirmem gerekiyordu. buna karşılık türkiye'de hiç kimsenin sahip olamayacağı fair-play ödülü de benim en büyük onurum. çocuklarıma bırakacağım en önemli mirasım.
ali şen, fatih terim'e 1996 yılında milli takım'ın başında avrupa şampiyonası'na gittiği zaman fenerbahçe'ye gelmesi için teklifte bulunduğunu söyledi. şen, "ben fatih terim'e teklifimi yaptım. o bir sır, ilk defa söylüyorum." dedi. ali şen fatih terim'in teklife "galatasaray'la el sıkıştım" şeklinde yanıt verdiğini söyledi.
ilk basımı 2004 yılında olan halit kıvanç'ın "futbol! bir aşk..." kitabından;
bulamayacağız bir türlü... öyle ya, futbol ingiliz icadı... biz de onlardan öğrenmişiz. fakat "gol" denen sevgiliyi nereye saklamışlarsa, bir türlü bulamadan döneceğiz ingiltere'den. elemeleri başarıyla geçip " euro '96" finallerine katılmaya hak kazandığımızda, ulusça heyecanlı ve de umutluyduk. kolay mı, tam 42 yıl beklemiştik bu günü... çalıştığım tv kanalı ingiltere'ye giden ve büyük şampiyonayı izleyen benden haber, yorum, röportaj, şu bu o, hiçbir şey istemeyince, ben de keyifle maçları izleyecektim. ne yazık ki, o "keyif de pek kolay çıkmayacaktı karşıma... çünkü üç maçımızda da bir tek gol atamadan boynu bükük memlekete dönecekti milli takımımız.
ilk maçta hırvatistan'a yenilişimizi, böyle bir uluslararası turnuvada finallere başlama heyecanıyla yorumlamak akla gelebilirdi. genel bakışla takımımızın kötü bir oyun sergilediği söylenemezdi. ancak bu tür turnuva maçlannda her akında bir gol pozisyonu doğamayacağını bilmek ve ele geçen az sayıdaki fırsatı iyi değerlendirmek de şarttı... işte hırvatlara karşı bunu başaramamış ve savunmadaki bir anlık hata ile maçı vermiştik.
ilk basımı 2002 olan christian eichkler'in "futbolun beceriksizleri ansiklopedisi" kitabından;
özalan, alpay, 1996 avrupa şampiyonası'nda maçın en kritik anında ne topa ne de bir adama dokunmuştu. hırvat oyuncu vlaovic'i galibiyet golünü atmak üzere kaleye doğru giderken durdurmadığı için uefa tarafından fairplay ödülü'ne layık görüldüyse de, memleketinde çürük yumurtayla karşılandı. teknik direktör fatih terim, hırvat'ı durdurmuş olsaydı alpay'a prim verilirdi dedi; alpay ise kendisini başarısız olmakla suçladı: "ben bile kendimi affetmiyorum." yazık oldu! hırvat oyuncuyu durdurmuş olsaydı, türkiye 0 puan ve 0:5 golle grup sonuncusu değil, 1 puan ve 0:4 golle sonuncu olacaktı. bir sonraki avrupa şampiyonası'nda alpay bu kez yiğitce davrandı; çeyrek finalde portekiz maçında ve daha ilk yarıda oyundan atıldı; türkiye elendi...
1996'da lk kez katıldığımız avrupa şampiyonası'na büyük bir heyecanla gidiyoruz. bir grupta ingiltere-hollanda, bir grupta almanya-italya, bir gruptada fransa-ispanya varken bizim danimarka, portekiz ve hırvatistan'la aynı gruba düşmemiz çeyrek final beklentilerini de haliyle arttırıyor. tabii bu beklendilerin karşılanabilmesi için turnuvaya iyi bir başlangıç yapmak da çok önemli. bu düşüncelerle çıkıyoruz hırvatistan karşısına. maç boyunca da başa baş mücadele ediyoruz rakbimizle ama sonlarda gaza gelip cemaatakip kale önüe gittiğimiz bir esnada vlaovic gafil avlıyor bizi, kontratakta alpay ve rüştü'den sıyrılıp golü buluyor. maçtan sonra alpay vlaovic'i dşürmediği için ağır eleştirilere maruz kalıyor.
aradan birkaç ay geçiyor, alpay ile vlaovic'in yolları bu kez uefa kupası'nda valencia-beşiktaş eşleşmesinde kesiliyor. valencia'nın 3-1 ve 2-2'lik skorlarla tur atladığı bu eşleşmede hırvatgolcü iki maçta da boş geçmeyip takımının zaferide başrol oynuyor. alpay'ı ve türk futbolseverleri de bir kez daha üzüyor.
#6 alpay özalan "hakan şükür'ün burnu ve fair play!"
türkiye'nin avrupa şampiyonası tarihindeki ilk maçı olan euro 96'daki hırvatistan karşılaşmasına kadar çoğu zaman topu geçirmese de top onu her geçtiğinde rakibini indirmekle meşhurdu. alpay, o maçta goran vlaoviç'i hâlâ anlaşılmamış bir şekilde yere indirmeyip son dakikada milli takımımızın maçı kaybetmesine sebep olunca, fair play ödüllü alarak herkesin kafasını karıştırdı! biz tatlı tarafın ne olduğunu asla anlayamasak da stili "tatlı sert" olarak tanımlanan stoper ilk başladığında televole'nin en büyük yıldızlarındandı. milli takım kamplarında oda arkadaşı olan hakan şükür'e karşı olan sevgisini (!) arkadaşının burnunu iki farklı maçta kırarak göstermiştir. türk futbolunun en vukuatlı ismidir. ada kariyerinin bitmesine sebep olan ingiltere ve isviçre maçları, alpay özalan tarihinin en "şanlı sayfalarındır. kendisini sürekli vatan-millet-bayrak kavramlarının arkasına saklanarak savunması akıllara durgunluk vermiştir. makedonya'ya attığı 3 gol, kariyerinin bir başka zirvesi olurken yenilen 3 goldeki büyük hatalan da fazlasıyla akıllara durgunluk vermişti! yine de yiğidi öldürüp hakkını verirsek zamanının en iyi türk savunmacılarından birisi olduğunu da belirtmek lazım...
croatia leave it late against turkey published: monday 6 october 2003, 10.40cet
goran vlaović scored a splendid breakaway goal with four minutes left to send miroslav blaževic's team top of group d after the first round of fixtures.
goran vlaović struck four minutes from time to earn croatia a 1-0 victory against turkey in their opening fixture of the tournament.
group d rivals portugal had lit up the tournament with a vibrant display against denmark two days earlier, but were held to a 1-1 draw which meant croatia went top of the section thanks to this triumph. it looked unlikely to come for much of the game, with faith terim's team often appearing the more comfortable in possession. they were without anyone to provide a killer pass, however, and were made to pay late on when vlaović capped off a splendid breakaway goal.
buoyed by a hugely vociferous support, turkey were bereft of any semblance of cutting edge and failed to make a chance of note throughout. their opponents, also making their finals debut, were disappointing in their own right, with many of their stellar names failing to live up to their billing.
vlaović at least showed sufficient alertness to latch on to tolunay kafkas's lax back pass but was unable to find a way past the talented rüstü reçber. the croatia no19 did far better the next time he was in sight of the target, though, sprinting on to aljoša asanović's glorious reverse ball and past alpay özalan before rounding the turkey goalkeeper to score. it was a dramatic moment for a player who had undergone surgery to remove a blood clot from his brain just six months earlier.
euro 96’da türkiye’nin rakipleri hırvatistan, portekiz ve danimarka olmuştu.
nottingham’da hırvatistan’la oynanacak ilk maç öncesi ülkede heyecan doruktaydı. grupta avrupa’nın futbol devlerinden birinin olmaması “çeyrek final” düşüncesini taze tutuyordu. city ground’daki ilk düdükle birlikte ay-yıldızlılar da kuruluşundan sonra ilk kez bir turnuvada boy gösteren hırvatlar’la başa baş mücadele etmeye başladı.sergen maç boyunca varlık gösteremedi
yugoslavya’dan sadece bir kaç yıl önce ayrılarak bağımsızlığını ilan eden hırvat oyuncular türkler’e göre uluslararası arenada daha fazla tecrübeye sahip bir ekipti. bu farkı da sahaya yansıtmakta gecikmediler. maç boyunca hırvatlar hatırı sayılır derecede gol pozisyonuna girmelerine rağmen millilerimiz’in sadece bir net pozisyonu vardı. yine de başa baş oynanan oyun ve mücadele türk seyirciler için umut vericiydi.
ancak ne olduysa 86’ncı dakikada oldu. rakip sahada kullanılan kornerde hırvatlar topu kaptıkları gibi ileri oynadılar, stoper rahim adamını kaçırdı ve alpay oyuna yeni giren vlaovic’le karşı karşıya kaldı. bugün bile hala tartışılan pozisyonda alpay vlaovic’i düşürmedi ve hırvat oyuncu rüştü’yü mağlup ederek hırvatlar’a zaferi getiren golü attı. maç sonunda düşünceleri sorulan alpay “ben bile kendimi affedemiyorum” derken teknik direktör fatih terim adeta çılgına dönmüştü.işte maçın kırılma anı!
bu kötü başlangıçla birlikte türkiye grupta kalan iki maçını da kaybediyor, turnuvayı gol atamadan ve puan alamadan tamamlıyordu. maçın en kritik anında vlaovic’i düşürmeyen alpay fıfa tarafından fair-play ödülüyle onurlandırılıyor, alpay bu ödülü yıllar sonra “çocuklarıma bırakacağım en büyük miras olarak” anlatıyordu. türkiye’nin avrupa şampiyonaları tarihindeki ilk maçı hala akıllarda “ya düşürseydi?” soru işaretiyle hatırlanmaya devam ediyor.
80’li yıllarda türk futbolseverler için uluslararası turnuvalar sadece trt ekranlarından takip edilebilen ve herkesin farklı bir takımı tuttuğu organizasyonlardı. milli takım’ın eleme gruplarında malta, lüksemburg gibi ülkelerle aynı torbada yer aldığı yıllarda bir avrupa şampiyonası’na ya da dünya kupası’na katılmak uzak bir hayalden öteye gidemiyordu. kimi futbolseverler oyun tarzından dolayı brezilya’yı, kimileri ise renklerine olan sempatilerinden dolayı ispanya’yı veya isveç’i tutarlardı. ancak türk futbolunun bu makus talihi 90’lı yıllarda son bulacaktı.turnuvaya iyi bir başlangıç yapmak milli takım'ın ilk amacıydı
fatih terim önderliğindeki milli takım eleme grubunda son dünya kupası üçüncüsü isveç ve dönemin güçlü takımları isviçre’yle macaristan’ın da içinde bulunduğu gruptan çıkmayı başarmış ve tarihinde ilk defa avrupa şampiyonası’na katılmaya hak kazanmıştı. futbolun beşiği ingiltere’deki euro 96’da türkiye’nin rakipleri hırvatistan, portekiz ve danimarka olmuştu.
nottingham’da hırvatistan’la oynanacak ilk maç öncesi ülkede heyecan doruktaydı. grupta avrupa’nın futbol devlerinden birinin olmaması “çeyrek final” düşüncesini taze tutuyordu. city ground’daki ilk düdükle birlikte ay-yıldızlılar da kuruluşundan sonra ilk kez bir turnuvada boy gösteren hırvatlar’la başa baş mücadele etmeye başladı.sergen maç boyunca varlık gösteremedi
yugoslavya’dan sadece bir kaç yıl önce ayrılarak bağımsızlığını ilan eden hırvat oyuncular türkler’e göre uluslararası arenada daha fazla tecrübeye sahip bir ekipti. bu farkı da sahaya yansıtmakta gecikmediler. maç boyunca hırvatlar hatırı sayılır derecede gol pozisyonuna girmelerine rağmen millilerimiz’in sadece bir net pozisyonu vardı. yine de başa baş oynanan oyun ve mücadele türk seyirciler için umut vericiydi.
ancak ne olduysa 86’ncı dakikada oldu. rakip sahada kullanılan kornerde hırvatlar topu kaptıkları gibi ileri oynadılar, stoper rahim adamını kaçırdı ve alpay oyuna yeni giren vlaovic’le karşı karşıya kaldı. bugün bile hala tartışılan pozisyonda alpay vlaovic’i düşürmedi ve hırvat oyuncu rüştü’yü mağlup ederek hırvatlar’a zaferi getiren golü attı. maç sonunda düşünceleri sorulan alpay “ben bile kendimi affedemiyorum” derken teknik direktör fatih terim adeta çılgına dönmüştü.işte maçın kırılma anı!
bu kötü başlangıçla birlikte türkiye grupta kalan iki maçını da kaybediyor, turnuvayı gol atamadan ve puan alamadan tamamlıyordu. maçın en kritik anında vlaovic’i düşürmeyen alpay fıfa tarafından fair-play ödülüyle onurlandırılıyor, alpay bu ödülü yıllar sonra “çocuklarıma bırakacağım en büyük miras olarak” anlatıyordu. türkiye’nin avrupa şampiyonaları tarihindeki ilk maçı hala akıllarda “ya düşürseydi?” soru işaretiyle hatırlanmaya devam ediyor.