trabzonspor un uzun yillar sonra sampiyonluga bu kadar yaklasmisken elinden kacirdigi mac olmustur. abdullah ercan'in attigi golle 1-0 one gecen trabzonspor oguz cetin ve aykut kocaman in golleriyle maci 2-1 kaybetmis sampiyonlugu da kendi eliyle fenerbahce ye ikram etmistir. maci cine 5 yayinlamisti.
bu mac sonunda aykut kocaman'in "bütün sezon uğraşıyorsunuz, bütün emekleriniz tek maçla heba oluyor, kendi galibiyetimize seviniyorum ama trabzonlu arkadaşlarım için de üzülüyorum" açiklamasi türk spor tarihine gecmis sozlerdendir.
"haydi trabzon!" diye diye heyecanla dinlediğim, futbolla ilgilendiğim ilk sezonun dönüm maçı. o zamanlar cine 5'in görüntüsü şifreli, sesi ise şifresizdi. bir yandan dinliyordum, bir yandan da şifreli görüntüden bir şeyler anlamaya çalışıyordum.
82 doğumlu genç dimağın fenerbahçenin şampiyonluğunu aklı başındayken şahit olacağı ilk maçtır.maçtan 10dakka önce amcanın ewine gidilir.cine5 açılır ve maç başlar.ilk yarı 1-0 mağlup kapanır.koyu beşiktaşlı yenge tarafından sataşmalara maruz kalınır.2.yarı başlar fenerbahçe aykut oğuz ile skoru 2-1 yapar ve şampiyonluk gelir.eve kulak nahiyesi ağız sewiyesinde gidilir.ilerleyen günlerde oğuz aykut un takımda ayrılacağı haberleri alınır.şampiyonluk burnumuzdan gelinir.oğuz-aykut efsanesi o zaman başlar bu genç fenerbahçeli için
85. yada 86. dakikada fenerbahçe, aykut kocaman'ın golüyle öne geçince, trabzonsporlu bir taraftar kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. aykut kocaman tarihe geçecek açıklamasında bu konuya da ayrıca değinerek, 'hiçbir şampiyonluk bir insanın haytından önemli değildir' demiştir.
başlık yayınlarından mart 2008'de çıkan, "endirek serbest atışlar" kitabında maçla ilgili abdullah ercan, hami mandıralı ve aykut kocaman'ın şöyle yorumları ve kitabın yazarı/derleyeni utku yasavul'un şöyle değerlendirmeleri var;
"5 mayıs'taki maç zannedersem gece maçıyı herhalde öyle hatırlıyorum." abdullah ercan
(1996 yılındaki unutulmaz trabzonspor-fenerbahçe maçını pek hatırlamak istemiyor gibi...)
"sahanın her yerinden şut atıyorum. rüştü çıkartıyor. 90'a vuruyorum yine rüştü çeliyor. 80'e atıyorum yine rüştü..." hami mandıralı
(trabzonsporlu eski futbolcu 95-96 sezonunda oynanan trabzonspor-fenerbahçe maçında kaybetmelerinin bir çeşit kader olduğunu düşünüyor.)
"trabzonsporlular için üzüldüm. biz de onlar gibi yenilebilirdik bugün." aykut kocaman
(1996'daki meşhur trabzonspor maçında bir gol atıp şampiyonluğu fenerbahçe'ye getirdikten sonra, ali şen tarafından kovulmadan hemen önce.)
trabzonsporda şu ana kadar 32 senesini dolduran malzemecisi ömer seren, son dönemlerde şampiyonluğa en çok yaklaştıkları 1995-96 sezonundaki bu maçı ve bu maçta yaşadığı üzüntüyü unutamadığını söyledi.fenerbahçe'ye 2-1 yenilerek şampiyonluktan olduklarını ifade eden seren, ''o maçtaki üzüntümü unutamam. soyunma odasında futbolcuların ağzını bıçak açmadı. oda sanki ölüm sessizliğine büründü.
tesislere gelene kadar da otobüsün camları kalmamıştı. çay yüklü bir kamyon otobüsün hizasından gelerek, bizi atılan taşlardan korumaya çalıştı. o kamyon şoförü daha sonra kulüp tarafından ödüllendirildi. en üzüldüğüm maç, bu maç olmuştu. bu maç bize 10 yıl kaybettirdi'' diye konuştu.
atacağımzı gollerin dakidası maçı seyrederken içime doğmuştu. 60 ve 83 te atarız diyordum içimden hep. nitekim öyle oldu. bu maçtan sonra 2 trabzonspor taraftarı intihar etmişti.
bu maç büyük tramva yaratmıştı trabzon'da ve türk futbolunda.bütün karadeniz ayağa kalkmıştı.istanbul'dan gelen fenerbahçe taraftarı trabzon'a gelene kadar nerdeyse bütün karadeniz kasabalarınnda olay çıkarmıştı.trabzon şehri ali şen taraından can güvenliği olmayan bir yer olarak gösterilmiş şehir ve takım gerim gerim gerilmişti.ortamı anlayamayanlar için apo krizinde oynanamayan galatasaray-juventus,euro2004 elemelerindeki türkiye-ingiltere maçlarını hatırlamalarını tavsiye ederim.bu gergin ortam ligin 2.yarısından itibaren ilmik ilmik örülerek o hale getirilmişti.13 senelik şampiyonluk hasretine bu gerilim eklenince trabzonspor hiç istemediği bir skorla sahadan ayrıldı.faruk özak'ın başkanlığı tartışılmaya başlandı. işi bilen,masa başında iş bitirebilecek başkanımız olsaydı böyle olmazdı düşüncesiyle mehmet ali yılmaz başkanlığa geldi.13 senelik hasret yapılan yanlışlarla bugünlere kadar artarak sürdü.televole'lerin rüzgar gibi estiği döneme denk gelmişti bütün olaylar.biraz da onların raiting ateşi ileri körükledi.kaybeden türk futbolu ve trabzonspor oldu.
bu mactan önce evimizde vanla oyunucaz sınıf arakdsım fanatik fenerli geldi tebrik etti şampiyonsuz falan.. o hafta sonu van a yenildik dedim herhalde gitti bizm şamp. luk o dedi yenersiniz bizi .kahvede izliyorum bizm fanatik ts lularla gol oldu apo çakmıştıı..kahve yıkılıyorr dikmen de öyle..sonrdaan biz her maçta boş geçmeyen aykut atınca hayallerimiz yıkılmıştı unutamam o anı sonra kahve önundne geçen fenerlileri bizm abiler çok kötü dövmüştü ya yoldan bile araba geçirtmedilerrr.. ama neye yararrr.
söz aykut'a gelmişken yaygın bir hatayı düzeltmekte de fayda var. fenerbahçe, 1996 mayıs'ında trabzon'u yenerken kader golünü aykut atmış ve ardından, iki hafta boyunca, hem statlar hem sokaklar inlemişti: "nasıl koydu aykut kocaman, kocaman, kocaman o oo!" çoğu kişi bunu özgün eser zannetmişti. oysa ortada aykut'un soyadının kocaman olmasından gelen bir tesadüf vardı ve özgün yapım haftalar önce beşiktaş tribününden çıkmıştı: "ali şen'in g.tü kocaman, kocaman, kocaman o oo!"
ali şen'in yeniden sahne alması, fenerbahçe tribünleri için de, rakip tribünler içinde başlı başına bir malzemeydi zaten...
yazacak çok şey yok uzun bir aradan sonra şampıyon olacakken hemde 1-0 onde iken ne hıkmetse 2 gol yıyıp geriye düştük bu maçta bişiler oldu çünkü yenılen gollerde normal gol değildi ben daha 13 yaşındaydım ve çokmuştum çok üzülmüştüm sonrasında oynan van maçı ve yenılgı ayrı bi şike offf offf
maçı radyodan ankara'dan istanbul'a giderken dinliyordum. radyo bazen sinyal yetmediği için pürüzlü ya da anlaşılmaz oluyordu. 1-0 öne geçtiğimizi duyduktan sonra çok rahatlamış adeta uçuyorduk yolda. ancak benzin istasyonuna geldiğimizde 2-1 yenik olduğumuzu öğrendim ve yıkıldık. üzüntüden ağzımızı bıçak açmadı.
futbolla ilgilenmeye, takım tutmaya ilk o sene başlamıştım. bir gün bir maç izliyordu amcam; maç trabzonspor'un maçıydı. maç hangi maçtı hatırlamıyorum ama o maçtan sonra trabzonsporu tutmuştum. aslen kars'lıyım, istanbul'da yaşıyorum ama trabzonspor'u tutmuştum. ailemdeki tek trabzonspor'lu benim. 32. haftanın öncesindeki haftaiçi günlerinde akrabalarımız gelmişti. gündem tabiki o maç. birinin maç hakkındaki fikri aklımda kalmıştı o da şuydu; ilk golü atan kazanır. maç günü geldi. ara sıra cıne5'ten anlatımı dinliyordum ara sıra da kanallardan skoru takip ediyordum. 1-0 öne geçtiğimizde "işte bu kadar" dedim. yaşımdan dolayı olacak "ilk golü atan kazanır" sözüne çok inanmıştım. 1-2 yenildiğimizde şok olmuştum ama yaşım itibarıyla olacak çabuk atlattım. ama sezondan aklımda kalan sadece o maçtı. yani sezonu tam hatırlamıyorum. geçen gün amcam o sezondan bahsetti. 12 yıl sonra şampiyonluğun geleceğine inanmışlık, vanspor maçı, fb maçı, intihar edenler vs. inanın anladım ki; kaçan şampiyonluğun acısını o zaman hissetmemişim çünkü amcam bunlardan bahsettiğinde hem çok üzüldüm, sinirlendim, duygulandım. yalnız olsaydım kendimi tutmazdım gözlerim dolardı.
ilk basımı 2003 yılında olan özgür daşlı'nın "80 yıllık öykü: tarsus idman yurdu" kitabından;
nba (amerikan profesyonel basketbol ligi) nin slogan, "bu ovun, seviyorum'dur". basketbol da sevilesi bir spor organizasyonudur bütünlüklü bakıldığında, özellikle futbolun insan hayatında işgal ettiği ver göz önünde bulundurulursa nba için bu slogan pek naif kalıyor. inkar edilemez şekilde futbol, oyunların şahı payesini açık ara üstlenmiş durumda.
nedir futbolu bu kadar gerçekçi kılan, diğer bireysel ve kollektif sporlar karşısında üstünlüğünü ilan etmesinin sebebi? dünya üzerinde milyarlarca insan futbolu izliyor. insanlık tarihi boyunca ne sanatsal bir akım, ne bir siyasi oluşum, ne de herhangi bir marka böylesine nicel bir kitleye ulaşmayı başaramadı. futbol sevgisinin insanlar arasındaki sınırları ve farklılıkları kaldırarak birleştirici yönünü inkar etmek mümkün değil. futbol, içinde insanın bir şey olduğu ve kendisini olmak istediği şey gibi hissettiği bir dünyadır. o dünyaya dahil olduğunuzda, ayağının değeri trilyonlarla ölçülen yıldız sporcular artık sizden biridir. spor yazarları, düşünürleri bu sorulara kendi bakış açılarına göre yaklaşımlar geliştirmişlerdir. ama hemen hemen hepsinin ortak paydaları da bulunmakta.
öncelikle futbol son derece sade bir oyundur. gerçekleştirilmesinde fazla ekipmana gereksinim duyulmaz. basketbolda olduğu gibi bir potaya, voleybolda olduğu gibi bir fileye ihtiyaç duymazsınız. hangi futbolsever çocukluğunda top mahiyetinde kullanabildiği bir cismin arkasından koşmamıştır? mesela bir teneke kutu veya bir gazoz kapağı; çılgınca, kan ter içinde kalarak çocukluğumuzda bulabildiğimiz nadir arsa parçacıklarında, arabalardan kaçarak caddelerde simetrik olarak yerleştirilmiş iki taşın arasından hareket kabiliyeti olan bir nesneyi geçirme telaşı olmuştur.
futbol hayatın ta kendisi olması nedeniyle de kitleler nezdinde kabul görmektedir. futbolda bir taraf olmayı başarmışsanız, yaşama yeni anlamlar yükleyebilir, yeni kıtalar keşfetme şansına ulaşırsınız. gerilimli, çekişmeli bir maç esnasında ne hisseder bir futbolsever: bağırır, ağlar, panikler, rahatlar, tarifsiz bir endişe duyar, sevinçten çıldırır, içinden bir şeyler kopar, bir şeyler eklenir. insan yaşamı boyunca kaç defa bu kadar duygu yoğunluğunu veya boşalmasını bir arada yaşar? bir futbolsever her hafta sonu yaşar. kendinizi hayatınız boyunca kaç kez dünyanın merkezinde hissedersiniz? kaç kere tarifsiz mutluluk duyarsınız, kaç kere adrenalin salgınız kontrolden çıkar? kaç kere tarifsiz üzüntülere düşersiniz? on, yirmi, elli? evlendiğinizde, aşık olduğunuzda, bir yakınınızı kaybettiğinizde, çocuğunuz olduğunda. örneklendirmek gerekirse futbol tarihinden pek çok 'dakika ve skor' alabiliriz:
1983: türkiye 1. ligi'nde şampiyonluk düğümünü çözecek maç sezonun son haftalarına doğru galatasaray ve fenerbahçe arasında oynanmaktadır. maçın ilk yarısı 4-1 galatasaray'ın üstünlüğü ile sonuçlanır. artık herkes düğümün çözüldüğü konusunda hem fikir iken maçın ikinci yarısına 3 gol sığdıran fenerbahçe maçı 4-4'e getirir ve sezonu şampiyon bitrecek avantajı yakalar... rekabet!
1987: beşiktaş ile galatasaray arasında kıyasıya şampiyonluk mücadelesi yaşanıyor. beşiktaş bir adım önde. inönü stadı'ndaki denizli maçını kazanırsa şampiyonluğu kucaklayacak. siyah beyazlı takım 1-0 önde götürdüğü maçın 86. dakikasında bir gol yiyor ve galatasaray yıllar süren şampiyonluk hasretini sona erdiriyor... trajedi!
1994: galatasaray-göteborg şampiyonlar ligi maçı oynuyor. tüm maç galatasaray'ın yoğun baskısı altında geçiyor. o dakikaya kadar yirmi küsur korner kullanan sarı kırmızılılar maçı göteborg ceza sahası içerisinde oynuyorlar. 84. dakikada ilk defa yarı sahasından çıkan konuk takım ilk köşe atışında kornerden gelen topla golünü atıyor ve maç 1-0 göteborg lehine sonuçlanıyor... hüzün
1994: deportivo, ispanya ligi'nin son haftasında kendi evinde valencia'yı yendiği takdirde tarihinde ilk kez şampiyon olacak. ve 0-0 gitmekte olan maçın son dakikalarında deportivo bir penaltı kazanıyor. topun gerisine djukiç geçiyor ve bu tarihi penaltıyı kaçırıyor. şampiyonluğu barcelona'ya kaptıran deportivo ilk şampiyonluğu altı yıl daha beklemek zorunda kalıyordu... acı
1996: trabzonspor ile fenerbahçe trabzon'da karşılaşıyor. trabzonspor'un 11 yıllık şampiyonluk hasretini dindirmesine bir 90 dakika kalmıştır. beraberlik bile şampiyonluğu trabzon'a getirecektir. maçın ilk yarısını trabzonspor 1-0 önde tamamlıyor. maçın ikinci yarısında topu topu iki atak yapan fenerbahçe maçı 2-1 alıyor. trabzon'a kalan ise hüzün oluyor... ironi
1997: alman ligi bundesliga'nın son haftasında kaisersiautern ile bayerer leverkusen kaşı karşıya geliyor. her iki takımında ligde kalıp kalmayacağı bu maça bağlı. kaisersiaslautern'e galibiyet gerekiyor, leverkusen'e ise beraberlik yetiyor. maçın 83. dakikasına kadar kaiserslautern 1-0 önde oynuyor, leverkusen bu dakikada beraberliği sağlıyor ve ligde ka/ıyor. bir sonraki sezon leverkusen'in inanılmaz yükselişi yaşanıyor. lig ikinciliği, alman kupası finali, şampiyonlar ligi finalleriyle dolu yıllar başlıyor... zafer
1999: galatasaray ile milan, şampiyonlar ligi son maçında ali sami yen stadı'nda karşı karşıya geliyorlar. milan kazanırsa şampiyonlar ligi'ne ikinci tura yükselecek, galatasaray ise elenecek. beraberlik halinde milan, uefa kupası'na devam edecek, galatasaray yine elenecek. galatasaray galip gelir ise uefa kupası'na katılacak milan ise elenecek. anlaşılacağı üzere iki takımında kazanmaktan başka çaresi yok. milan, 86. dakikaya 2-1 önde giriyor, aynı dakikada hakan şükür'ün golü ile sarı kırmızılılar beraberliği yakalıyor. 89. dakikada kazanılan penaltıyı ümit davala gole çeviriyor, milan evine galatasaray uefa kupası'na gidiyor. bu sonuç bir devrin başlamasına sebep oluyor. uefa kupası'na devam eden galatasaray; bologna, borussia dortmund, real mallorca, leeds united, arsenal takımlarını namağlup aşarak kupanın sahibi oluyor... mutluluk
2001: bayern münih ile schalke 04, alman ligi şampiyonluğu için kıyasıya son haftaya giriyorlar. bayern, hamburg ile deplasmanda; shalke de kendi unterhacking ile oynuyor. maçın son dakikalarına 5-3 önde giren schalke, şampiyonluğunu ilan etmek için hamburg'dan lehlerine bir gol haberi bekliyor. ve 89. dakikada beklenen gol geliyor ve münih 1-0 yenik duruma düşüyor. schalkeli taraftarlar şampiyonluk kutlamalarına başlarken hamburg'dan bir gol haberi daha geliyor. uzatma dakikalarında beraberliği yakalayan bayern, schalke'nin kucağından şampiyonluğu geri alıyor ve 17. şampiyonluğuna ulaşıyordu... keder
ilk basımı 2002 yılında olan yapı kredi'nin "top bir dünyadır" adlı kitabından;
mehmet demirkol'un "aykut 'kocaman' saygı kaplten gelirse..." başlıklı yazısında;
trabzonspor'un bir fenerbahçe efsanesine teknik direktörlük teklif etmesinin ve bunun şehirde olumlu karşılanmasının türkiye'de rastlanacak en inanılmaz olay olduğunu düşünüyorum. rüyamda görsem aklıma gelmeyecek bir şey. bu, ancak bambaşka bir adama yapılacak bir tekliftir. rüyalara sığmayacak, kalplerden gelen bir saygınlık gerektirir. aykut kocaman işte o adamdır.
"hani tüm dünya, tüm türkiye derler ya. öyle değil. abartmadan. gerçekten tüm yol, trabzon-rize santim santim insan doluydu. küfür, taş... taciz altında ilerleyip gidebildik kampa gireceğimiz rize'deki otele. öyle de geri döndük maçtan önce. böyle bir baskı var trabzon'da, 1995/96 sezonunun son üç haftasına girerken avni aker'de fenerbahçe umutsuz maça, o ünlü maça çıkıyor. trabzonspor belki de son 10 yılın en iyi takımı, sonrasının da... fenerbahçe de parreira yönetiminde onları kovalıyor. başkan "şen" ali'nin binbir oyunuyla lig 'sirke dönüşmüş. stat yoldan farklı değil. inanılmaz bir baskı var. "maç başından sonuna kadar baskı altında, çok zor şartlarda oynadık. trabzon deliler gibi saldırıyordu. onlar iyi oynuyor, biz bakıyorduk. belki 5-0, 6-0 kaybedeceğimiz maçı 2-1 kazandık." aykut hâlâ inanamıyor o maçı nasıl kazandıklarına, ama daha inanılmaz olanı, maçın sonunda olup biten.
"maç boyunca bizi protesto eden tribünler, maçın bitimiyle birden alkışlamaya başladı, biz de karşılık verdik. birden ner şey değişti. inanılmazdı." sonra soyunma odasında güvenlik nedeniyle 4 saat bekledi fenerbahçe. aykut ve oğuz, diğer arkadaşlarını uyardı: "şimdi çıktığınızda size kameralar uzatılacak. kimseyi rencide edecek bir şey söylemeyin. sakin olun." çıktılar, ihtiyari bir mikrofon uzatıldı aykut'a, o gayri ihtiyari cevap verdi:. "birden ağzımdan döküldü her şey", diyor. "daha önceden planlamamıştım."
"türkiye'de başarının ölçüsü birinci olmak. bu yanlış. şu anda yenildikleri için trabzonsporlular aşağılanacak. ama biliyoruz ki onların yerinde biz de olabilirdik. kazandığımız için çok sevinçliyim, onlar adına da üzülüyorum." televizyonun karşısında öylece donup kaldığımı hatırlıyorum. bir dolu insanla maçı evde tv'de seyretmiştim. bir takım şampiyon olmuş, diğeri garip bir şekilde kaybetmişti. sevinç aşırı, üzüntü ölümcüldü. o hafta içinde trabzon'dan 2 gencin intihar haberi gelmişti, yoksa daha mı fazlaydı? ve maçı alan adamın dediklerine bakın. hangi boyutta acaba?
işte ancak bunu söyleyebilen, kurtlara başkaldırabilen, bu saygıyı, bu kalpten saygınlığı hak eder. ve bunları söylemek binlerce gol atıp onlarca şampiyonluk kazananlardan daha büyük efsane haline dönüştürür insanı. daha değerli yapan ise ihtiyari uzatılan mikrofona verilen cevabın gayri ihtiyari oluşudur. kalpten geleni söylemiştir, saygıyı kalpten hak eder.
o gün aykut, tüm kalplerden gelen bir saygı kazandı. ve aslında gerçek fenerbahçeliler, o gün şampiyonluktan çok bu sözler için gözyaşı döktü. kral birkaç saat önce ikinci golü attıktan sonra belki de ilk kez hayatında bir gole bu kadar seviniyordu. üç kişinin yapıştığı aykut yine de mutluluk koşusuna devam edebiliyordu, sevinç çığlıkları arasında. "ben hiç gollerime çok sevinmedim" demişti ya.
bu gol için geçerli değil bu, biliyorum. o gole çok sevinmişti. ve sonra çıkıp bunları da söylemişti.
bir camiayı, bir insan daha fazla nasıl gururlandırabilir ki? işte asla büyük bir tutkuyla bağlı olmadıkları aykut'a büyük saygı duyan tribünler bu maçtan sonra gurur duydular onunla.
aykut kendisine yakın insanlarla kapalı bir aile hayatı yaşadı. bunu yaptığı için "sakaryalı" grubunu oğuz'la birlikte yönetmekle suçlandı. arkadaşları, tecrübeli olduklarından paralarını almak için onlardan garanti istedi. gidip yönetime bu isteği iletince paragöz hainler oldular.
bilinen tanju portresi ve ali şen'le en büyük sorunları yaşamış olması, problemin kimde olduğunu göstermez mi zaten? bir tarafta türk sinemasında -isim-daşlıkları da garip bir tesadüf- ali şen'in oynadığı karakterlere benzeyen başkan, diğer tarafta kendi takımının efsanesi metin oktay'ın gol rekorunu kırmak için elinden geleni ardına koymayan, çizgi üzerindeki toplara vuran tanju çolak. dedik ya, bazen bazıları tarafından sevilmemek en büyük erdemdir.
sonra o 1996 krizi gelir tüm taşlar yerinden oynar. faruk özak-şenol güneş şablonu, kaçan şampiyonluğun depresyonunda bozulmak zorunda kalır. yeni bir şampiyonluk ve şampiyonlar ligi onuru ile büyük atılım yapması beklenen trabzonspor ani bir çöküşün içine düşer. onun yerini ise fatih terimli galatasaray alır.
* * *
trabzonspor'un avrupa serüveninde çok talihsiz maçlar oldu zaman zaman. oyun olarak yenik düşmediği takımlara hakem kararıyla elendiği görüldü. kolay değildi, türk futbolunun avrupa'da hiçbir ağırlığının olmadığı dönemde devlere kafa tutmaya kalkmak. ancak trabzonspor un avrupa'daki en büyük talihsizliği şampiyonlar ligi'ne katılamamasıydı, kesinlikle. altı şampiyonluk yaşadı, ama hepsi şampiyon kulüpler kupası dönemindeydi. 1995-96 sezonunda şampiyon olsaydı, bu onuru yaşayacak ve maddi manevi büyük kazanç sağlayacaktı. üstelik, ilk kez, iki maçlı eleme sistemi dışında bir mücadele verecek ve belki daha da başarılı olacaktı. ancak bu gerçekleşmedi. 1994-95 ve 1995-96 sezonlarını ikinci sırada tamamlayan trabzonspor şampiyonlar ligi'nin kapısından döndü. kaderin cilvelerinden biri ise bir sonraki sezondan itibaren lig ikincilerinin de şampiyonlar ligi şansı yakalamasıydı. trabzonspor, şampiyon olmayı başaramadığı gibi zamanlamayı da becerememiş ve çok önemli bir treni kaçırmıştı.
sonraki yıllar, trabzonspor avrupa'dan uzak kaldı. trabzonsporlulara çok uzun gelen bu dönemde türk futbolunun avrupa'daki kaderi de kökten değişiyordu. galatasaray'ın büyük çıkışı ve uefa şampiyonluğu ile başlayan yeni dönemde türk takımları için "başarı" yeniden tanımlanıyor, çıta epeyce yükseliyordu.
türk takımlarının, istanbul'un bildik firmaları dışındaki anadoluluların da avrupa'da çok başarılı sonuçlar alması, trabzonspor'un önüne ayrı bir yük, ayrı bir ödev koymuş oldu. türkiye liginde yeniden zirveye oynaması beklentisine, bir de avrupa'da çok daha üst turları zorlaması ve şampiyonlar ligi'ne katılması gerekliliği eklendi. zira, trabzonspor'un altın yıllarını takip edememiş genç nesil için artık eski zaferlerin çok şey ifade etmesi beklenemez. trabzonspor, ülke içinden ve yurtdışındaki vatandaşlarımızdan yeniden beğeni, kabul ve taraftarlık anlamında katılım bekliyorsa -ki buna ihtiyaç duyduğu açıktır- avrupa'da yeniden ve yeni dönemin normlarına göre başarılar yakalamak zorundadır. sadece "tarihi" ile yetinmemeli, işin "şimdiki" ve "ilerideki" boyutlarına acilen talip olmalıdır.
avrupa defterine bir önemli notu da düşmek gerekir ki, trabzonspor'un avrupa'daki cesur ve onurlu mücadelesi, unutulmaz galibiyetleri sadece kendisi için değil, diğer anadolu takımları için de bir ışık olmuştur. trabzonspor'un ilk avrupa kupası maçına kadar, istanbul, izmir, bursa ve eskişehir ile ülkenin sadece batısında kalan ve ankara'dan doğuya geçemeyen avrupa pasaportu, trabzonspor'un örnekliği ve önderliği ile ülkenin diğer illerine de ulaşmıştır. eskişehirspor'un büyük ve fakat sonuca ulaşamayan çıkışından sonra türkiye liginde diğer kent takımlarına uzirve"nin herkesin hakkı olduğunu hatırlatan trabzonspor'un avrupa yolundaki bu hizmeti de kesinlikle takdire şayandır.
birinci lig'teki 28 sezonunda 20 kez avrupa kupalarına katılma hakkı kazanan -bir keresinde cezalı olduğu için bu hakkını kullanamayan- trabzonspor'un bu alandaki karnesi gerçekten dikkat çekici olmuştur. ancak dikkatten kaçmaması gereken bir başka nokta da, trabzonspor'un, avrupa kupaları tarihindeki en uç yerleşimli kulüplerden biri olmasıdır. asya'dan gelip birçok avrupa takımını deviren "uçbeyi" trabzonspor, konumu nedeniyle o zamanın en uzak deplasmanlarına gitmek zorunda kalmıştır. avrupa serüveninin başında anlattığımız izlanda seyahati, işte bu uzak deplasmanların en ırak olanıdır; resmen bir rekordur.
mesut yılmaz'ın başbakanlığı döneminde de bazı rahatsızlıklar olmuştu. özellikle 1996 mayısı'ndaki fenerbahçe maçı sırasında, ali şen'in manipülasyonuna uyan yılmaz'ın trabzon insanını kendi evinde muhasara altında tutması ve potansiyel suçlu muamelesine maruz bırakması gibi bir şikâyet vardı trabzonspor cephesinde. bir de şampiyonluk kaçınca sinirler iyice bozulmuş, öfkenin dozu artmıştı. yılmaz'ın açık açık galatasaray'ı desteklemesi de trabzonsporluları rahatsız ediyordu ayrıca. ankaragücü oyuncusu hasan şaş'ın tam trabzonspor'a imza atmak üzereyken yılmaz'm müdahalesiyle galatasaray kadrosuna katıldığını düşünenlerin sayısı da az değildi hani.
her iki "taraftar başbakan" deneyiminde de gerçeklerin tam ne olduğunu kestirebilmek kolay değil. ancak, futbolseverlerin ve özellikle karadeniz insanının tepkiselliğinin, duygusallığının pay sahibi olduğunu söylemek mümkün bu olaylarda bir de, bu gibi olayları karşı siyasi propaganda malzemesi olarak kullanmayı âdet edinmiş yerel politikacılar var!..