almanya'daki ilk maç 0-0 sona ermişti. galatasaray bu maçın ardından tarihinde ilk kez uefa kupasında 3. tura adını yazdırma başarısını gösterdi. aynı zamanda 1991-92 sezonunda uefa kupası 3. turuna çıkan ilk türk takımı olan trabzonspor'un ardından 3. tura çıkan ikinci türk takımı olmuştur. maçın tek golü 6. dakikada uğur tütüneker'den gelmiştir.
ilk basımı 1993 olan, futbol ve kültürü kitabında yer alan tanıl bora ve necmi erdoğan'ın "dur tarih, vur türkiye: türk milletinin milli sporu olarak futbol"
her ülke futbolunun 'milli' özelliklerin damgasını taşıdığından sözetmiştik. bunu tersten de ifade edebiliriz: milliyetçiliğin kalıpları, örüntüleri veya millet hakkındaki telâkkiler, 'milli' futbola da uyarlanır. bu uyarlamanın çarpıcı örneklerine, milli maçların veya kulüp takımlarının oynadığı dış maçların spor basınındaki yorumlarında rastlayabiliriz. etrafın düşmanlarla çevrili olduğu tespitleriyle beslenen abartılı bir tehdit algılaması, dünyanın ve batı'nın komplosuna maruz olma sendromu, özellikle hakemlerin 'değerlendirilmesinde' kendini gösterir. kötü sonuçlar hakem kararlarına, hakem kararları cümle âlemin türk düşmanlığına bağlanır. türk futbolcuları dış maçlarda hakemlerle çok konuşarak (daha doğrusu çoğu kez işaretleşerek), uluslararası standartların çok ötesinde itiraz ederek bu 'mağdur millet' motifini zenginleştirirler.
başka ülkelerde olduğu gibi türkiye'de de medyatik futbol söylemi, milli kimliğin yeniden kuruluşunda ihmal edilemez bir paya sahiptir. oyun hakkında basitçe haber veriyormuş, sadece sahada olan biteni aktarıyormuş gibi yapan medya, aslında, bunu yapılaşmış bir ideolojik-söylemsel kompleksin içine yerleştirerek sunar. bunu en güzel örneklerinden biri, uluslararası maçların milliyet bir bağlamda yeniden kurulmasıdır. lig maçlarına ilişkin haber, yorum ve yayınlarda, spikerin tarafgirliğini elevermesi yorumcunun "takımından" sözetmesi, spor basınında büyük takımlara ayrılan sayfalarda doğrudan ya da örtük bir şekilde o takımların taraftarlarına hitap edilmesi gibi söylemsel öğeler bir yana bırakılırsa, takımlar ilke olarak "nesnel" ve "tarafsız" bir dille ve sadece "adlarıyla" anılırlar. oysa aynı takımlar uluslararası maçlarında millet olarak "bizim" temsilcimiz olarak sunulurlar. "bütün türkiye'nin gözü" onlardadır; "milletçe" kalbimiz onlarla beraber atar. yaşadığımız "wembley faciaları"ndan birini televizyonda naklen anlatan spikerin "nihayet özlediğimiz ofsayt bayrağı kalktı" gibi laflar edebilmesi, milli kimliğimizin kuruluşunda (ve yeniden kuruluşunda) ne tür sancılar çektiğimiz, nasıl çeresizliğe düşebildiğimizi eleverir - "bu millet", bir haklı ofsayt bayrağını bile özlemiştir!
medyatik futbol söyleminin milliyetçi momentinin önemli tezahürlerinden biri, "bu takımı da yenemezsek hangi takımı yeneceğiz" yerinmesiyle "üçüncü viyana kuşatması" hevesi arasındaki yüksek gerilim hattında ortaya çıkar. medyada yeniden kurulan bu batı hayranlığı ve batı revanşizmi ikiliğini, izleyen bölümde ele alacağız. türk milliyetçiliğinin futbol bağlamındaki medyatik tezahürünün bir başka karakteristiği, "milli mağlubiyetlerimiz"in tercihen "dış güçler" merkezli bir 'etkililik indeksi' ekseninde açıklanarak "milletimizin üstün vasıflarından şüpheye düşülmemesini sağlama eğilimidir. 'mağdur millet' sendromu, milli takımın "otuz bin nüfuslu" san marino karşısında bile kendine bir yer bulur; "arap hakem iki penaltımızı verme"miştir. yenilginin sorumluluğunu ki şiselleştiren "ruhsuzlar", "kansızlar" gibi 'iç faktörler', son yıllarda kullanımı azalsa da, daima el altında tutulan malzemedir. "haysiyetli yenilgi", "ezilmeden yenilmek", "şerefli beraberlik" gibi icatlar, hin-i hacette, türk milletinin haysiyetine halel gelmediğini vurgulamak içindir. "dış faktör" etkeninin görece masum bir uzantısı, tabiatın cilvelerine yapılan göndermelerdir: "yağmurun yağması", "gece maçlarına uyum sağlanamaması" gibi... zihniyet dünyamızda, elbette onun kadar yer kaplamasa da, batı'yla ilişkimizdeki gibi kahretmekle hayranlık arasında binamaz bir yer tutan "şark kurnazlığı", kimi zaman bu dış faktörlerle başetmeye dönük bir 'milli haslet' olarak devreye girer: sıcak havada oynayamayacakları sanılan finliler ile yapılacak maç antalya'ya alınır (2-1 yeniliriz!); gece maçına alışkın avrupa takımlarıyla "uğurlu" izmir atatürk stadı'nda öğlen 12'de maç 'ayarlanır', vs.. bir takımımızın avrupa kupası maçını yönetmeye gelen yabancı hakemlerin kulüp yöneticilerimizce boğaz'da felekten bir gece geçirmeye götürülmesi veya hakemlere deri takım hediye edilmesi, basında takdirle karşılanır. dürüst ve saf milletimizin ayak oyunlarına mağlup olmamasının gereği ne ise, yapılmalıdır; "dış faktör"ü altetmek için 'her yola' başvurulacaktır. osmanlı'nın çözülüş sürecinden beri batı'ya ve genel olarak diğer milletlere güvenmekle kaybeden yücegönüllü türk milleti, artık "bu işleri öğrenmektedir". galatasaray'ın 1988'de neuchatel xamax'ı (3-0'ın revanşında) 5-0 yendiği maçın uefa tarafından iptal edilmesi "türk'ün başarısına tahammül edemeyen" dış güçlerin komplolarının müstesna bir örneği telâkki edildi ise; akabinde uefa'nın bu kararının iptal edilmesi için seferber olan ve yetkilileri ikna etmek için epey "fedakârlık" yaptığı ima edilen türk lobisinin başarısı da, "türk'ün artık bu işleri öğrendiği"nin müjdesi olarak algılanmıştır!
medyatik futbol söylemi, uluslararası maçları türk milleti açısından "ölüm-kalım meselesi" (beka davası) havasında sunarken, lig maçlarında da kullandığı askeri söyleme özgü lügâtçeye daha sık başvurarak milletler arası "savaş" efektini pekiştirir: "dinamit gibiyiz, frankfurt'u parçalayacağız", "sonuna kadar savaşacağız", "öldüren taktik! sarı-lacivertli futbolcular 'sigma'yı kontrataklarla vuracağız' diyorlar"... galatasaray ile roma'nn karşılaşması "osmanlı'nın çocuklarının roma imparatorluğu ile çarpışması" diye sunulur; kurada galatasaray ile eşleştiklerini öğrenen romalı haessler'e "anneciğim türkler geliyor!", 'dedirttirilir'. avrupa kupası maçları gündeme geldiğinde türk takımlarının yabancı futbolcularına gösterilen muamele, türkiye'de milliyetçi söylemdeki 'kaymalar' hakkında fikir vericidir. galatasaray'ın alman oyuncusu falco götz'ün eintracht frankfurt maçı öncesinde söylediği, "o gün ben alman olduğumu unutacağım, futbolun milliyeti olmaz" sözleri, "helal sana be falco" yollu yorumlarla milliyetçi bir bağlama yerleştirilerek selamlanır. "futbolun milliyeti olmaz" lâfını bazen türk spor basını da sarfeder, "işte sporun millet farkı tanımayan güzelliği" gibi romantik çıkışlar ara sıra yapılır; ama bu sözlere ancak, türklüğü vatandaşlık temelinde tanımladığını, etnik-kültürel kökeni önemsemediğini vaz'eden ama kolaylıkla etnisistkültürel vurgulara açılabilen resmi (kemalist) türk milliyetçiliğinin lâfzına güvenilebileceği kadar güvenilebilir. frankfurt maçından sonra taraftarların eline tutuşturduğu türk bayrağıyla koşan stumpf (galatasaray'ın diğer alman futbolcusu), futbol basını nezdinde, tabii ki "futbolun milliyeti olmaz" diyen falco'dan daha makbuldür. böylesi fotoğrafların altına, "stumpf türk gibi!", yazılır. aynı ay, fenerbahçe'nin bulgaristan'ın botev takımıyla yapacağı maç öncesinde, fenerbahçe'nin bulgar futbolcusu stoilov hakkında "bulgar, satacak" şaibesi ortaya atılmıştır. "bizden biri" olmakla "hıyanet" arasındaki mesafe yok denecek kadar azdır. futbolun milliyeti olmaz - ama yine de takımlarımızdaki yabancı futbolcuların "türk gibi" olması iyidir!
ilk basımı 1993 olan, futbol ve kültürü kitabında yer alan tanıl bora ve necmi erdoğan'ın "dur tarih, vur türkiye: türk milletinin milli sporu olarak futbol"
1991-92 sezonundan bu yana tribün edebiyatında kendini gösteren başlıca milliyetçi moment, anti-pkk hissiyat oldu. futbol sloganlarını pkk'yı rakip takım konumuna oturtarak uyarlayan, "aboneyiz abone, pkk'yi s**meye!" türünden tezahüratın maçlardan önce 'eda edilmesi', âdet haline geldi. 1992 sonlarında, bu tezahüratın stad dışına da taştığı görüldü. kasım başında galatasaray'ın eintracht frankfurt'u elediği maçtan çıkan muzaffer taraftarlar, mecidiyeköy'den taksim'e "almanya-pkk omuz omuza, türkiye koysun iki domuza!" sloganıyla yürüdüler (o günlerde türk milli politikası, almanya'ya pkk'yı himaye ettiği suçlamasını yöneltiyordu). aynı ay içinde ankara'da türkiye'nin 4-1 kazandığı san marino maçından sonra sokaklara dökülen seyirciler, askeri bir binanın önünden geçerken "mehmetçik, apo'nun anasını s*k!" diye bağırdılar. anti-pkk tezahürat, kimi taşra kentlerinde 'askeri ve mülki erkân' tarafından teşvik edildiği gibi, yukarıda değindiğimiz gibi tribünlerdeki ülkücü 'hücrelerce' de sürekli kılınmaya çalışılıyor. ancak bu tezahüratın tribündeki 'kitle desteğinin' ülkücülere bağlı ve muhtaç olmadığını teslim etmek gerekir. anti-pkk tezahüratın hem yayılma potansiyeline hem de 'çok amaçlı kullanımına' ilişkin, tanık olduğumuz bir örnek aktaralım: 1992-93 sezonunun ilk haftasında ankara'da gençlerbirliği ile galatasaray arasında oynanan maç öncesinde, tribünlerde kahhar ekseriyeti oluşturan galatasaray taraftarlarıyla başedemeyeceğini anlayan "bir avuç" gençlerbirliği taraftarı, ustaca bir manevrayla "türkiye! türkiye!" ve "aboneyiz abone, pkk'yı s**meye" sloganlarını atmaya başlar. bu, belki 'samimi' bir "milli refleks" olduğu kadar, tribüne hakim olan rakip takım taraftar kitlesini zayıf bir noktadan vurmaya dönük bir girişimdir de. nitekim, bazı galatasaraylıların sloganlara katılması ve sonunda "hep beraber" istiklâl marşı'nın okunmasıyla girişim başarıya ulaşır. stadyum-içi biz-onlar ayrımı, yerini kısa bir süre için de olsa, stadyum ile bekaa arasındaki bir biz-onlar ayrımına bırakmıştır...
maçın sonlarına doğru okocha oyuna girmiştir.. kapalı tribünler önünde taça çıkan topu tugay a kullanması için vermeye çalışmış ama tugay laz gülüşü ve ellerini arkasına doğru götürerek topu almamıştır.. top tekrardan yere düşmüştür..
galatasaray'ın 0-0'ın rövanşında güzel bir havada frankfurt'u 5. dakikada uğur tütüneker'in golüyle yenip tur atladığımız maç.
o yıllarda ali sami yen stadında ışıklandırma olmadığı için, maç 14:00 veya 15:00 gibi alakasız bir saatte oynanmıştı.
fedkampf ilk maçın aksine boliç'e ilk 11'de yer vermiş, golün geldiği korner atışınıda elvir boliç yapıp galatasaray'a nadir faydalarından birini dokundurmuştur.
kornerin akabinde gelen galatasaray golünden sonra tribünler inanılmaz bir biçimde kendinden geçmiş ve kapalı tribünler üst tarafından rastgele bir davul tokmaksız olarak aşağıya fırlatılmıştır.
ilk turda polonya takımı widzev lodz'u 9-0 yenen frankfurt istanbul'da ne olduğunu şaşırmış ne yeboah ne krause top görememişlerdir.
maçın diğer önemli bir noktası da stumpf'un, frankfurt'un önemli kozu, herşeyi yeboah'a adım attırmaması ve maç sonunda türk bayrağı ile stadı turlayarak türk milletinin sevgisini ve saygısını kazanması olmuştur.
mehmet ali gökaçtı'nın "bizim için oyna": türkiye'de futbol ve siyaset kitabından;
futbol ve milliyetçilik
(...)
futbol, türkiye'nin seksenli yıllardan itibaren bir kitle ve medya toplumuna dönüşmesine paralel olarak, kimi politik ve toplumsal kampanyalarda daha belirgin bir rol üstlenmeye başlayacaktı. arak futbol pop kültür mekanizmaları aracılığıyla fanatize de ediliyordu. yükselen, yükseltilen milliyetçilik dalgası içinde, uluslararası futbol karşılaşmalarında alınacak galibiyetler, kimi zaman "zor günler yaşayan milletimizin acılarını hafifletmekte" kullanılır olacak, kimi zaman da "hainlere vurulan bir darbe ve intikam alma" misyonu üstlenecekti. örneğin 1992 yılında, hibe ettiği silahları türk ordusunun güneydoğu'da yaptığı ve sivilleri de hedef aldığı söylenen operasyonlarda kullanmasına karşı çıkan almanya, o günlerde oynanan galatasaray-eintracht frankfurt karşılaşmasında şu tezahüratla protesto edilecekti: "almanya-pkk omuz omuza/ türkiye koysun iki domuza."
galatasaray: hayrettin demirbaş, bülent korkmaz, reinhard stumpf, yusuf altıntaş, okan buruk (dk. 88 ismail demiriz), tugay kerimoğlu, muhammet altıntaş, falko götz, uğur tütüneker, elvir bolic (dk. 80 mert korkmaz), hakan şükür
teknik direktör: karl-heinz feldkamp (almanya)
eintracht frankfurt: uli stein, michael klein, dietmar roth, manfred binz, uwe bindewald, jay jay okocha, stefan studer (dk. 78 edgar schmitt), rudi bommer, uwe bein (dk. 70 jörn andersen), axel kruse, tony yeboah