üniversiteyi ankara’da okuduğum için futbol sezonunun büyük bir kısmını ankara’da geçirir, bu nedenle balkes’in pekçok maçını kaçırırdım. yarıyıl tatilinde veya sınavların bitimindeki birkaç günü kendiliğimden kafa tatili ilan edip balıkesir’e kaçtığım zamanlarda maçlara gidebilirdim. genelde balkes hakkında olup bitenleri benim gibi balkes hastası olan balıkesir’deki arkadaşlarımdan –biraz da gecikmeli olarak- öğrenebilirdim. ben dahil 7 kişi olan bu grubumuzun benim haricindeki diğer tüm elemanları aynı zamanda hasta fenerbahçeli olduklarından sık sık fener’in maçlarına da giderlerdi.
1990'lı yılların başında; fener’in ankaragücü deplasmanının olduğu bir pazar günü dördü ankara’ya geldiler. maça gittik, fener güzel bir oyunla ankaragücü’ne 4 tane attı; zaten normal şartlarda bile yeterince belalı olan ankaragücü taraftarı bu skora çıldırdı. 19 mayıs stadı’ndan ulus’a giden meşhur rüzgarlı sokak vardır; ankara’nın önemli ticaret noktalarından biridir, hafta içi dolar taşar, pazar günleri ise tüm dükkanlar kapalı olduğu için diğer günlerin tam aksine in-cin top oynar. bu sokak özellikle istanbul takımları ankara’ya geldiğinde iki takımın kana susamış taraftarının buluşup kapıştığı bir sokaktır.
maç bitti, staddan çıktık; güzergahımız gereği rüzgarlı sokak’tan geçmek zorundayız. arkadaşlara durumu anlatıp sıkı sıkı tembih ettim “arkadaşlar tahriğe kapılıp sakın etraftaki ankaragüçlüler’le takışmayın. yolunda yürüyüp giden adama takılmazlar ama elinde bayrakla, boynunda atkıyla meydan okurcasına giden adamı da bırakmazlar. sayıca çok kalabalık olurlar, acıma duyguları da pek gelişmiş değildir. biz yürüyüp geçelim” dedim ve rüzgarlı sokak’a girdik. nitekim sokağın daha başında beş-on tane fenerli felaket şekilde sopa yemiş olarak yerde yatıyor, iki ankaragüçlü iki fenerli’yi kıstırmış dövüyor, bu arada sokağın üst tarafından en az 30-40 kişilik bir ankaragüçlü grup da bizim tarafa doğru geliyor. bir köşede birkaç ankaragüçlü bir fener bayrağını tutuşturdular sürekli de fener’e küfür ediyorlar. arkadaşlardan biri dayanamadı, “ben fener bayrağını yaktırmam!” diye fırladı ama diğerlerimiz anında arkadaşın üzerine atlayıp tuttuk. yukarıdan gelen grup vaziyeti çakarsa sağlam kalmamız mümkün değil, bu durumda “beş dakikalık korkaklık sonsuza kadar ölü kalmaktan iyidir” felsefesine sığınarak sokaktan çıktık ve minübüse bindik. minübüs beşyüz metre gitti gitmedi altı-yedi kişilik bir ankaragüçlü grup minübüsü durdurdu. hepsi 20-22 yaşlarında, ellerinde sopalar, zincirler falan var; gençlik parkı’nda kavgaya karışmışlar, polisten kaçıyorlarmış. meğer minübüsçünün de tanıdığı çocuklarmış, minübüsçü bunları aldı ve bastı gaza. çocuklar hala dalaşa doymamış, kendi aralarında plan yapıyorlar : “opera köprüsüne yakın bir yerde inelim, tren garına geçelim, istanbul trenine binecek birkaç fenerli bulur doğrarız” falan diyorlar. halbuki arka dörtlü koltukta doğranmaya hazır dört tane fenerli koç gibi duruyor, haberleri yok. ara sıra kuşkucu bakışlarla bizi kontrol etmiyor değiller, grup olduğumuz belli ama maçtan gelip gelmediğimizi kestiremediler. bu arada aklımız da balkes’de; balkes o hafta muğla deplasmanında. minübüsün radyosunda maçların naklen yayını bitmek üzere, zaman zaman ikinci lig sonuçları da geliyor. ama adamların gürültüsünden sonuçları duymak mümkün değil. o gürültü arasında spikerin “elimize ikinci ligden, muğla’dan sonuç geldi” dediğini duyuverince hepimiz birden zıpladık. arkadaşlardan biri çocuklara aniden “susun ulan! sonuç veriyor!” diye bağırıverdi. birden şaşıran çocuklar sustu, şoför dahil herkes dönüp bize bakmaya başladı. herkes bize bakıyor; spiker de sonucu söylüyor: “muğlaspor :1 – balıkesirspor: 0” hepimiz aynı anda “tüh be! yuh! vay anasını!” gibi tepkiler verdik. ama minübüsteki herkes anlamsız ve aptalca bakışlarla hala bize bakıyor. biz kimiz, neyiz anlayamadılar birden. malum ankara’da kırşehirli, çorumlu, çankırılı ve doğu ve güneydoğu’nun muhtelif illerinden insan görmek pek mümkündür ama muğlalı, balıkesirli, manisalı falan görmek pek olası değildir. hele böyle grup olarak dolaşana falan hiç rastlanmaz. böyle olunca adamlar bizi yadırgadı tabii, bize uzaylıymışız gibi bakıyorlar. biz de kendi aramızda yüksek sesle konuşmaya başladık: “ulan şu muğla da bize amma ters geliyor be!”, “ah ulan balkesler yaktınız bizi be!”…
minübüste kendilerinden başka bir futbol takımının taraftar grubu olduğunu görünce ankaragüçlüler afalladı, birbirlerine bakıyorlar. belli ki “şimdi işin içinde holiganlığın raconu var; burası bizim çöplüğümüz, bunlar ise başka takım taraftarı. galiba balıkesirsporlular, balkes neyin diyorlar. biz bunlara sataşsak mı, sataşmasak mı! biz aslında fenerli arıyorduk ama farketmez bunlar da rakip sayılır, bunlara mı girişsek?!” falan diye düşünüyorlar. biri “siz balıkesirsporlu musunuz?” sordu. hepimiz birden “evet!” diye gayet kesin ve sert şekilde cevap verdik. “siz de anadolu takımısınız biz de! bizim için fark etmez! yeter ki istanbullu olmasın, hele fenerli hiç olmasın!” deyince arkadaşlardan biri sordu: “fenerli olsa ne olur?” elemanlar birden parladı; “ulan burası angara, angara’nın kalesi varsa biz de angaragücü’nün kalesiyiz, adamı dolaştırmayız angara’da” falan diye bağırmaya başladılar.
benim hem fenerli hem balkesli olan dört arkadaş bu durum karşısında fenerli olmanın ne kadar zararlı, balkesli olmanın ise ne kadar faydalı olduğunu kendi gözleriyle gördüler ve diyaloğu kestiler. zaten birkaç dakika sonra ankaragüçlüler kaldırımda fener bayrağı taşıyan dört-beş kişilik bir grup görünce minübüsten inip doğru adamlara saldırdılar. inerlerken biri bağırıyordu: “güçlüler-balkes elele, koyacağız fener’e!”
bu olayın üzerinden on yıl geçti, arkadaşları defalarca ankara’ya fener’in maçlarına davet ettim; nedense bir daha gelmediler. herhalde balkes’in süper lige çıkınca ankaragücüyle deplasmanda oynayacağı maçı bekliyorlar. eee, ne de olsa artık kardeş takım sayılırız...