maca giderken daha once baskanlik yapmis olan butun baskanlarda gitmistir monacoya. mac saati yaklastiginda baskanlarin kaldigi otelin onune 9 tane limuzin yanasir ve 9 baskan esleriyle birlikte limuzinlere biner ve stada gider. stadda prens karsilar baskanlarimizi. butun hepsi smokin giymis ve mukemmel bir aksanla fransizca konusmaktadir. prens saskinligini gizleyemez ve sorar 'nasil oluyorda butun baskanlariniz bukadar iyi fransizca konusabiliyor?' baskan galatasaray lisesini anlatir ve o gunden itibaren monaco prensi ikinci takimi olarak galatasarayi ilan eder.
kral tanju'nun 20. dakikada attığı golle galip geldiğimiz maçın bir önemli özelliğide galatasaray adıyla bütünleşmiş kaptan bülent korkmaz'ın galatasaray'daki ilk avrupa kupası maçıdır.
16 aralık’ta galatasaray’ın çeyrek finaldeki rakibi belli olur. trt’nin kuruçeşme stüdyolarında yayına katılan mustafa denizli, real madrid’i isterken tanju, ilyas, erhan ve semih, monaco ile eşleşmek istemektedirler. dilekleri gerçekleşir ve galatasaray, fofana, hateley ve hoddle’lı arsene wenger’in çalıştırdığı monaco ile çeryek final oynayacaktır.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
yer izmir. yıl 1988. galatasaray tarihinde ilk kez avrupa kupalarında yarı finale gidiyordu. monaco ile oynanacak maça henüz bir ay vardı. devre arası kampı antalya'da sonra, izmir'de yapılacaktı. takım izmir oteli'nde kamptaydı. o zamanlar gazeteciler hep aynı otelde kalırdı. bugün ise yanına bile yaklaşamıyorlar. alt kat futbolcu üst kat gazeteci. takımda o zaman birbirinden ilginç tipler vardı.
hele arif kocabıyık... adam tam bir belaydı. her maçtan sonra leyla adalı'nın sıcak yatağında alırdı soluğu. adalı yedirdi, bitirdi o çocuğu. ama o da yemeye bitmeye hazırdı. hayatı değişti. futboldan koptu gitti. pembe günler çabuk bitti. boşlukta sallandı. ondan en son haber aldığımızda, izmir'de bir kahvede çalışıyordu. adalı ise yine istanbul'daydı.
o günlerde takıma pek giremiyordu. teknik direktör mustafa denizli, takmıştı kafayı arif'e. antrenmanlara bile leş gibi içki kokusuyla gelen arif de içten içe uyuz olurdu denizli'ye.
gazeteci o gece lobide oturuyordu. çevresinde birkaç futbolcu vardı. birisi de arif. arif gazeteciye işaret etti.
"baba sen kaybolma. sana bir şey söyleyeceğim."
"tamam ağabey"
o zaman gazeteci tam çömez. futbolcuların hepsi birer ağabey. ortalıktan el ayak çekilir. arif gazetecinin yanına gelir.
"bak oğlum. bu herif beni kesiyor. hep kendi adamlarını, prenslerini oynatıyor. eğer onun adamıysan bu takıma girersin. ben onun adamı değilim. ben delikanlıyım. allahına kadar. bunu yerim ben. burada torpil işliyor. yaz bunları. torpilci denizli"
"bak yazarım."
"tamam kardeşim. yaz. ama ismimi verme"
o zamanlar çok rağbet vardı. gizli futbolcu konuşur, ortalık ayağa kalkardı. ama milliyet'te pek yapılmazdı böyle haberler. gazeteci, şansal büyüka ile konuşur. o zamanlar milliyet'in spor müdürü şansal büyüka. o da dudak büker, "ama... yaz bakalım. bir de biz yapalım.' der. gazeteci döktürür. ertesi gün manşet.
gazeteci otelde henüz uykudadır. sabah atatürk stadı'nın 1 no'lu antrenman sahasında antrenman vardır. telefon çalar. telefonda o zaman hürriyet'te çalışan bahri havadır:
"aman inme. hoca seni arıyor. ağzından köpük çıkıyor."
yapma ya
arkadan bir garson ve bir de resepsiyoncu:
"aman ağabey inme. burada olay var. yorganın altına gir. hoca sizi öldürecek."
"kardeşim bu ne şiddet."
"valla bilmem ağabey."
yorganın altına girmedi gazeteci ama aşağıya da inmedi. takımın antrenmana gitmesini bekledi. bir süre sonra da otelden çıktı. ama gümbür gümbür bir kalp.
sanki denizli kapının arkasına tuzak kurmuş gibi geliyordu.
neyse ki ortalık süt liman.
resepsiyoncu çocuklar gazeteciye, "vah vah" diye bakıyordu. izmir'de herkes tanır denizli'yi. gazeteci de yakından tanır.
altay'da oynardı. babası iflas edince istanbul'a gelmiş, futbolu bırakmıştı.
denizli ile yan yana bile oynamıştı. orada puta tapılır gibi tapılırdı ona. gazeteci bir gün altay'ın yemekhanesinde ballı yoğurt yerken, içeriye denizli girmişti. bir futbolcu da kalkıp "dikkat" çekmişti. adam asker mi, general mi, futbolcu mu, kulübün sahibi mi belli değildi.
birgün denizli nasıl olduysa cezaya çarptırılmıştı. gençlerle antrenmana çıktı. gazeteci kendini gösterecek ya, bir tekme vurup yıkmıştı koca denizli'yi. aman allah o ne surat. eli havaya kalktı, tam inecek "s...tir ulan buradan" ile kurtuldu. gençlerin hocası bile gidip özür dilemişti denizli'den. dışarıda antrenmanı izleyenler o gün gazeteciye hayretle bakıyorlardı. antrenman sonrasında "işte şu çocuk denizli'ye tekme attı" diye parmakla gösteriyorlardı. çünkü ona dokunmak bir tabuydu.
işşte böylesine bir yazı. hem de izmir'de. adam alışmamış böyle şeylere. yazıyı gördü cinler toplu halde geldi. antrenman tesadüfen gazetecinin denizli'ye tekme attığı antrenman sahasındaydı. gazeteci bütün cesaretini toplayıp, antrenmana gitti. kedi gibi saha kenarına süzüldü. futbolcuların hepsinin gözü faltaşı gibi açılmıştı. bahri havadır tedirgin bir şekilde yanma geldi.
"git lan manyak mısın. niye geldin?"dedi.
bu arada sahadan bir ses. arif en önde bağırıyordu.
"kardeşim. kim bu pezevenk? sen nasıl yazarsın böyle bir şey? yakarız seni lan!"
gazeteci şaşkın şaşkın arif'e bakıyor. içinden gelmedi de değil.
"sen söylemedin mi lan. ne bağırıyorsun?" diye söylemek olanı biteni. ama hiç sesini çıkartmaz.
adam resmen oynuyordu. diğer futbolcular yandın, öldün işaretleri yapıyordu. o sırada denizli gazeteciyi gördü ve yanına geldi. yüzü kıpkırmızı.
"beni otelde bekle!"
gazeteci çaresiz. kaçış yok. yüzleşmek zorunda. otelde bekledi. takım yemekte. gazeteci lobide. sonra denizli çıktı. gazetecinin yanına geldi. yakasından tutup merdiven altına çekti.
"bu ne kuvvet!"
gazeteci havada denizli'ye kuzu gibi bakıyor. çocuk gitti gidecek.
"bak oğlum bunu sana kim söyledi, bana anlatacaksın. seni yakarım. seni yukarıda futbolculara linç ettiririm. seni dövdürürüm. gebertirim!"
galiba sıra işkenceye geliyordu. o sırada ergun gürsoy girdi araya. gürsoy o sıralarda yöneticiydi ve futbol şubesi'nin sorumlusuydu. ne de olsa hepsinde bir şansal büyüka korkusu var. bir duysa hepsini yakar.
"yapma hocam. bırak şunu."
gazeteciyi hocanın pençelerinden zor kurtardı.
denizli hışımla yukarıya çıktı. futbolcuları toplayıp başladı bağırmaya.
"kim söyledi bunu. şimdi ortaya çıkacak bu kişi."
kimsede çıt yok.
sonra arif çıktı ortaya.
"arkadaşlar bu hepimizin onuru. kimse çıksın bu kişi. ayıptır ya! bu hocaya yapılır mı?"
herkes şaşkın. çıt yok. denizli küfür ederek odasına çıktı. o gün arif den bir tek rambo yusuf şüpheleniyordu ama hiç sesini çıkarmadı.
olay öylece kapandı.
gazeteci asla söylemedi arif'in ismini. denizli onunla uzun süre konuşmadı.
ilk basımı 2004 yılında olan halil özer'in "galata sarayı efendileri" kitabından;
monaco ile ilk maç geldi çattı. denizli hâlâ küstü. takım monaco'da kentin tepesindeki vista palas'da kalıyor. gazeteci yine otelde. ama denizli'nin yanına bile yaklaşmıyordu. korku eski korku. dışarıda yürürken denizli de dışarıya çıktı. gazeteci kaçmak için tam harekete geçerken, denizli onu durdurdu. gazeteci ile havadan sudan konuştular. o konuyu hiç açmadı. barış çubukları tüttürüldü. ama gazeteci şüphe içindeydi. durup dururken bu barış neden diye soruyordu kendine. denizli sonra otele girdi. ardından yardımcısı ahmet akçan çıktı ve gazeteciyi içeriye çağırdı. "yine ne var ya. tam barışmıştık!" denizli lobide oturuyordu. "makinen yanında mı?"
"evet hocam." 'tamam o zaman ahmet akçan gazeteci kılığına girecek, monaco'nun antrenmanını izleyecek. makineyi ona ver." "ben hayatta vermem makinemi. ben de gideyim. onun foto muhabiri olurum." "tamam ama bunu yazmak yok." "tamam hocam."
monaco tüm kapılarını kapamıştı. kimseyi içeriye almıyordu. denizli "gazeteci girer" diyordu ama onları bile almıyorlardı. neyse akçan kıyafetini değiştirir, gazeteci ile yola koyulur. grace kelly'nin öldüğü yere yakın olan monaco'nun tesislerinin kapısına dayandılar. ama içeriye alınmadıklarından plan da bir anda suya düştü. akçan yılmaz:
"o zaman biz de gizlice izleriz," diyerek sorunu çözdü. tesisin yan tarafı dik bir yamaç, alt tarafı ise araba hurdalığıydı. antrenman sahası ise hemen üstteydi. dik yamacın tırmanma mesafesi 200 metre kadardı.
tırmanmaya başladılar. zemin oynak bir kum, sürekli kaydılar. tam tepeye varmışlardı ki, bir ses duydular. önlerinde ağaçlık bir yol uzanıyordun ayaklar gözükür yolun- üstünde, kramponlu ayaklar... monaco'lu oyuncular önlerinden geçiyordur. müthiş ikili tam siper yatarlar. bu arada ayakları kumda kaymaya başlar. aşağıya düşecekken son anda ağaçlara tutunurlar. yüzlerini neredeyse toprağa yapıştırırlar. aradaki mesafe yarım metre bile değildir. eğer bir görseler rezalete bak! içlerinde akçan'ı tanıyan çıkarsa resmen diplomatik skandal. allahtan kimse görme mistir. derin derin nefesler bırakılır. bu arada gazeteci birkaç kare de fotoğraf çekecektir. ahmet akcan'ın suratı bembeyazdır. adam resmen ipten dönmüşür.
gazeteci şeytana uymadı. içinden bir ses ortaya çıkıp: "arkadaşlar bu galatasaraylı teknik adam. sizi gizlice izleyecek!" diye bağırmak geldi. tantanaya bak. haber de bir tek milliyetle olacak. ondan sonra gümbürtüyü izle. boş verdi gazeteci. denizli ile yeni barıştığını düşünerek "biz casusluğumuza devam edelim," dedi.
ikili yine yılmadı. hemen yan tarafa geçip antrenman sahasının karşısındaki tepeye tırmandı. ahmet akçan kayalıkta kendine bir yer tutup, kalem kağıdını çıkardı, gazetecinin makinesinin tele objektifi ile antrenmanı izledi. sayfalar dolusu notlar tuttu. sonra da oradan hemen ayrıldı. otele geri döndü, hemen denizli'nin yanına koştu. gazeteci de kendi oteline, elinde bomba bir haber vardı.
olayı kesinlikle gazetesine yazacaktı. fotoğraflar elde. foto muhabiri hüseyin kırcalı.... fotoğrafları ona getirir. yıkayıp geçmesini ister. ama adam smokinini giymiş, kumarhane yoluna çıkmak üzere. "yok kardeşim. ben bir şey yapamam. benim işim var. hadi eyvallah!"
gazeteci henüz çaylak. hiç sesi çıkmaz. fotoğraflar da öylece elinde kalır. ertesi gün galatasaray, monaco'yu tanju'nun golüyle yendi. monaco antrenörü arsen wenger açıklama yaptı:
"denizli'yi tebrik ederim. bizim takımı çok iyi çözmüş" ne garip bir tesadüftür ki aradan geçen onca yıl sonra uefa kupası final maçında arsenal'in başında yine aynı hoca vardı.
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
galatasaray takımı ve antrenörleri şimdi yeni bir meydan okumayla karşı karşıyaydılar.
avusturya ve isviçre şampiyonlarından sonra şimdi de fransa şampiyonu ile karşılaşacaklardı. bu, avrupa futbolunda yeri çok üst sıralarda olan bir takımdı.
ilk maç monaco prensliğimde oynanacaktı; bundan daha iyi bir başlangıç pozisyonu olamazdı. fransız ingiliz ve cezayirli futbolculardan oluşan monaco takımı bizim takımımızı yanlış değerlendirmiş olmalıydı; kendilerinden çok emin görünüyorlardı...
buna karşılık galatasaray ise, uefa kararından sonra kendini elinden gelen her şeyi yapmak ve iyi bir oyun sergilemekle yükümlü hissediyordu.
îkinci maçta 5-0 kazanan ve sportif açıdan daha güçlü olan takımın hakkı olanı aldığını herkese göstermek istiyorlardı.
takım, monaco'da da 1-0 galip geldi ve böylece, kendisinden kuşku duyanların yelkenlerinden rüzgârı almış oldu. yurt dışında oynamak zorunda oldukları ikinci maçı da başarıyla geçecekleri umudunu veren bir sonuçtu bu.
galatasaray, monaco'da izlemeye değer bir performans gösterdi. mustafa denizli'nin de son derece becerikli bir taktik uyguladığını söylemek gerekir.
ve kral'ın monaco'da olduğu maç. tanju'nun prekazi'nin ortasına vurduğu kafa ve öztürk pekin'in görüntüden önce gelen müjdeleyici gol haberi. ama bu golden sonra zoran simoviç ortaya çıkıyor. monaco'nun ingiliz santrforu mark hateley'e gol izni vermemekte kararlı. fofana'nın, weah'ın çabaları da nafile. çünkü kalede karadağ'dan gelen aslan simoviç var. simo'nun ünlü, topuğunu aut atışı öncesi kale direğine vurma merasimi de bu maçtan akıllarda kalan en önemli hareket lerden biridir. şampiyon kulüpler kupası'nda bu maçın rövanşını da 1-1 bitiren galatasaray, ağlamak isteyenlere yan final mendilini uzatıyor.
askerden hava degişimine gelmiştim ve istanbulda bulundugum icin cok şanslıydım, herkes işinde gücünde yada okuldaydı ve canım sıkılıyordu akşam olmasını bekliyordum bu arada ortalıgın şenlenmesi için akşam olması gerekiyordu herkesin işden dönmesini bekliyordum ve akşam mac vardı monaco macı vardı gazeteleri okuyordum ve gazetelerde mustafa denizli bülent korkmaz diye genc birini sahaya sürerek monaco takımını tuzak kuracagını okudugumu hatırlıyorum işin tuhaf tarafı bende bu habere cok eleştiri getirmiştim neden bu denli önemli bir macta bu genc adamı kullanmayı düşünmüştü.
akşam oldugunda evimin önünde işden dönen arkadaşları beklerken kız kardeşimin abi elektirikler kesildi diye seslendigi anda başımdan aşagıya sanki bir kova kaynar su dökülmüştü.
herkes toplanmıştı arkadaşlarım işden dönmüşlerdi sagolsunlar akşamları beni yanlız bırakmıyorlardı bu iznli günlerimde.bekliyoruz bekliyoruz elektirik gelmiyor macın başlamasına yarım saat var hala elektrik gelmiş degil hepimiz cıldıracak gibiyiz saga sola elektrik idaresini arayın diye sesleniyoruz sagdan soldan biz aradık arıza varmış ne zaman gelecegi belli degilmiş cevbı geldikce dahada sinirleniyoruz
macın başlamasına 15 dakika var ve karar verdik okmeydanı semtimizi terk edip mecidiyeköy veya şişliye gitmemiz gerektigini düşünüyoruz cünkü okmeydanının semtimizin tümünde elektrik kesik her yer karanlık herkesi akın akın bir yerlere gittigini görüyoruz ve okmeydanı semtini okmeydanı halkı terk etmeye calışıyordu cok hızlı hareket etmemiz gerekiyordu cünkü mac başlamak üzereydi biz gec bile kalmıştık.
hızlı adımlarla caddeye dogru yöneldigimizde birden semtimiz aydınlandı elektirikler gelmişti hemen birol arkadaşımızın evine girdik.birol,ul babası niyazi amca samatya hastahanesinde ambulans şöförü olarak görev yapıyordu ve bize şunu söylemişti yav cocuklar saat 11 de işte olmam lazım fakat heyecandan inanın uyuyamadım şimdi bu mac seyredip işe gidecegim sabaha kadar hasta taşıyacagım birde elektirik kesilince iyice gerildim demişti bizde aramızda hastaların bu gece hapı yuttugunu söyleyip aramızda gülüşmüştük.
mac başladı kalbimiz güm güm atıyor ben askerim diye niyazi amca beni en kallavi yere oturtmuştu arkama birde yastık getirilmesini emretmişti ev halkına
manaco atak yapınca bana dönüp asker valla geliyorlar dedigini hala hatırlar ve şuan bile cok camlı olarak hissderim o sesi ..asker valla geliyorlar...
ve birde attıgımız o gol anı soldan gelişen atakta tanju,nun kafayı vurup topun gol oldugu an aman allahım kıyamet koptu o an.
aslanlarım benim diye bagarıyor niyazi amca hem televizyona bakıyor gururlanıyor hem bize bakıp gururlanıyor sonra bana bakıyor asker burda asker bu asker icin oynayın diye avazı cıktıgı kadar bagarıyor sesini fransadaki macın oynandıgı stada duyurmaya calışıyordu sanki
mac bitti fakat bizde bittik işin ilginc yanı sanki stat.da imiş ve orada bagırmışız gibi herkesin sesinin kısılması inanın hickimsenin sesi cıkmıyordu cok hırpalanmış ve bunu mac bittikten sonra hismeteye başlamıştık.
dışarı attık kendimizi ve herkes tura cıkmıştı arabalar kornalar insanlar heryer kalabalık ana caddeye cıktık orada bir kamyona herkesin doluştugunu gördük bizde o kamyona bindik ve o kamyonla 3 saatte taksime gidebildik.
birde unutamadıgım mahallemiz sakinlerinden biri olan süleyman abimiz (kırdı)lakaplı sevgili abimiz durmadan cok tuhaf bir şekilde, hopcim hopcim helal geliyor amigo celal diye tekrarlıyor elindeki galatasaray bayragını sallamaya calışıyor bayrak sopadan cıkıyor cok dengesiz salladıgı bes belli hopcim hopcim helal geliyor amigo celal demeki böle bir tezahurat ögrenmiş bunu biliyor ve bunu söylüyor diye düşünüyorduk.
mahalleye döndügümüzde saat sabaha karşı 4 suları gibiydi cok yorulmuştuk cogu insanlar işe gidecekti ben nasılolsa gitmeyecegim icin bir sorun yoktu benim icin mahalleye yaklaştıkca süleyman abiye dönüp dönüp ufak tempoda onun tezahuratını tekrarlıyorduk. hopcim hopcim helel geliyor amigo celal diye ufak tempoda sanki gecenin cilasını yapıyorduk. ve 15 gün sonra oynanacak olan rövanş macını düşünüyorduk bu gece kazandık fakat bu turu gecebilecekmiyiz diye 15 gün sonra almanyanın köln kentindeki rövanş macı sonrası aynı bu gece gibi eylenecekmiyiz bunu merak ediyorduk.ben 15 martta bu macın rövanşındada istanbulda olacaktım cok şanslıyım cünkü 24 mart 1989 günü birlgimde olacaktım
monaco: jean-luc ettori, luc sonor, patrick battiston, patrick valery, manuel amoros, mark hateley (dk. 46 glenn hoddle), fabrice poullain, claude puel, jean-marc ferratge, george weah, youssouf fofana
teknik direktör: arsene wenger
galatasaray: zoran simovic, semih yuvakuran, bülent korkmaz, ismail demiriz (dk. 87 metin yıldız), cüneyt tanman, yusuf altıntaş, savaş demiral, muhammet altıntaş, dzevad prekazi, tanju çolak, uğur tütüneker