bu mac oynandiginda oglenciydim ve mac yalnis hatirlamiyorsam saat 3teydi. bir onceki aksam anneme yalvarmistim okula gitmemek icin ama musade etmemisti. 2. siniftaydim ve ilk okulu asma deneyimimi yasamistim. maci bakkalda izlemistim. eve okuldan cikmam gereken zamandan erken gitmistim annem anlamisti ve iyi bir ceza yemistim ama herseye degerdi o maci izlemek.
beşinci golden sonra "tanju, tanju, tanju!" diye bağırıyordu ilker yasin.. ilk maçtaki olaylar nedeniyle, istanbul'daki maç milli maç havasıa sokulduğundan, türkiye'de yer yerinden oynamıştı. bu maçın rövanşını yıllar sonra milli takımımızı 2006 dunya kupasından eleyerek almıştır isviçreliler.
çocuk aklımla babamın "hasta gassaraylı" olması ve maçı birlikte izlememiz neticesinde, babamın coşkusundan da epeyce etkilenip, uzunca bir süre galatasaraylı olmama sebep olmuş maçtır...sonra büyüdüm, gençlerbirliğine gönül verdim =)
biletim olduğu halde giremediğim birkaç maçtan birisidir. mecidiyeköy'de bir kahvede herkesin masaların üstüne çıkıp göbek attığı bir ortamda inanılmaz bir maç seyrettim.
neuchatel maçının yeri ayrıdır ama. hayır, bütün maçlarım unutulmaz. şimdi sorarsınız, 18 yaşından itibaren hepsi, bütün maçlar.. tabii ki avrupada oynanan bütün maçlarımız unutulmaz; ilk maçımız rapid wien, sonra neuchatel, monaco..en son yarı final maçımız vardı. onu da unutamam. bana göre en kolay maçımızdı. maalesef hatalarımızla elendik ve finale çıkamadık.
neuchatel maçı öncesi yaşananlar hep merak edilir. mustafa denizli soyunma odasında en az 5-0 yeneceğinizi söylemiş. o an hakikaten buna inandınız mı, yoksa biraz da şans mı yardım etti?
tabii ki hayatta şans olmalı. ama ben kendi adıma konuşuyorum. ben kendime her zaman güvenirim. xamaxda benim bir arkadaş oynuyordu adı smajic. partizan takımında beraber oynadık. o, neuchatel maçından, daha ilk maçtan, sonra neuchatelde bizim otelimizde otururken geldi. baya bir havalıydı. tabii 3-0. normal, olur. otelin içinde otururken bağırdı. ben, simoviç, kovaceviç ve o. ben zaten söyledim. bu 3-0ı nasıl kazandığınız belli, dedim. çünkü 1-0ken son 10 dakikada olaylar çıktı. saha içine girdiler. maç birkaç dakika durdu. işte o 10 dakika içinde o iki golü aptalca yedik. ben biliyordum ki bu takım pek iyi değil. ona, göreceksin, ne demek istanbulda ve galatasaray taraftarının karşısında oynamak. tam bir cehennem gibi., dedim. biliyorum ki onların takımı korkacak ve o oldu zaten. ben ona zaten söylemiştim. biz sizi yeneriz garanti, unutma, dedim. işte ilk adım taraftarlardı. xamax çınar oteline yerleşti. orada tam çınar otelinin yanında büyük toprak saha vardı. şimdi tam bilmiyorum, binlerce taraftar oraya gelmiş. sabaha kadar şarkılar.. onlar da polisi çağırmışlar. polislik bir şey değil ki. taraftar eğleniyor. onlar bana hepsini maçtan sonra söyledi. istanbul maçından sonra söyledi arkadaşım. o korkuyu bana anlattı. ilk saha nasıl diye bakmaya çıktık. takımda herkes bembeyaz oldu, dedi. o kadar korktular. tabii ki biz kendimize çok güveniyorduk. tabii ki her maç zordu. her şey şansa bağlı. bir anda, iki üç dakika içinde maç değiştirebiliyor. 90. dakikaya kadar hiç belli değil. belki ilk yarıda gol atamazsın, ikinci yarıda atarsın. seyrediyorsun, iki üç dakika içinde iki üç gol oluyor. ben kendime tabii ki çok güveniyordum ve çok inanıyordum. maç başladı, gayet süper futbol gösterdik. goller teker teker geliyordu. lekesiz biz kazandık. sonra olaylar çıktı. belli ki onların başındandı. en büyük cezayı bizim taraftarlar yedi. monaco maçından sonra kölnde oynadık. ondan sonra yarı finale çıktığımız zaman rövanş maçımızı izmirde oynadık. kendine her zaman, her işte güvenmek lazım.
ali sami yen’deki rövanştan önce bir gazeteye röportaj verdim. hatta elimi de gösterip 5 atacağız dedim. o gazeteyi hâlâ saklıyorum. arkadaşlarım benimle uzun süre dalga geçtiler. zaten ben o zamanlar bizim futbolcuların güvensizliğine çok şaşırıyordum. gittim mustafa denizli’nin yanına, “ya hocam ben kimlerle oynuyorum. bunlarla maç kazanamayız.” dedim. ali sami yen’e neredeyse 50 bin kişi gelmiş. inanın gollerin nasıl geldiğini hiç hatırlamıyorum. yalnızca 4 tanesinin asistini ben yaptım, onu biliyorum.
ilkokul çağlarından başlamış galatasaray sevdası ve ilk kez bir maç sonrası tura çıkmıştım bu maçta. gezerken arabanın camından çıkarttığım iki galatasaray bayrağınıda yol kenarında gezen başka galatasaraylılara kaptırmıştım:) işin sonunda da arabanın bozulmasıyla tam bir gezi olmuştu bize sabahlara kadar..
galatasaray, kendisine gereken 4 farklı galibiyetin üzerinde bir skor alırken çıkan olaylar sebebiyle uefa’ya başvuruda bulunulacağı haberleri keyifleri kaçırır. neuchatel başkanı sahaya bozuk para ve yabancı madde atıldığını, yan hakemin başına atılan para nedeniyle oyunun 5 dakika durduğunu, yedek oyuncuları kunz’un da ısınırken başına para atıldığını, kunz’un bunu hakeme vermesi üzerine galatasaray yedek kulübesinin üzerine yürüdüğünü ve maçın iptal edilerek tekrar oynanması için uefa’ya başvuracağını açıklar.
çorbalı olayların fazla büyütülmediği takdirde galatasaray’a para cezası geleceğini, fakat olaylar tüm ayrıntılarıyla raporda yer almışsa çeyrek final karşılaşmasının istanbul’dan 400 km. uzakta oynanacağını söylerken hilmi ok, yan hakemin maça devam edememe durumunda kalsa maçın iptal edileceğini ve galatasaray’ın büyük ceza alacağını belirtir.
şenes erzik’e göre maç 5-0 bitmiştir ve galatasaray tur atlamıştır, maçın yeniden oynanması düşünülemez.
18 kasım’da uefa disiplin komitesi, rövanşın seyircisiz ve tarafsız bir sahada oynanamasına karar verir. sebep olarak - ikinci yarı boyunca sahaya bozuk para, kağıt rulo ve ekmek parçalarının atılması - yan hakeme para atılması - yan hakemin bu para ile yaralanması ve en az 1 cm uzunluğunda bir yara oluşması - başka bir isviçreli oyuncunun da aynı şekilde atılan parayla yaralanması - 40 bin kişinin aşırı taşkınlık yapması gösterilmiştir. tarafsız saha ülke sınırlarının 350 km dışında olmak zorundadır.
27 kasım’da uefa itiraz komisyonu 6.5 saat süren toplantı neticesinde 5-0’lık skoru onaylar, maçın tekrar edilmesini gerektirecek bir durum olmadığına karar verir. çeryek final karşılaşması herhangi bir avrupa ülkesi, yükselindiği takdirde yarı final karşılaşması ise istanbul’dan 300 km uzakta yapılacaktır.
tanju' nun muhteşem 4. golü, bu golde kameranın önüne geçen yumruk, spikerin "ağlamak istiyorum, hatta ağlıyorum sayın seyirciler " repliğidir hafızalarda kalan.
uefa, geçen yıl galatasaray aleyhinde haksız bir karar aldı. niçin? neuchatel "işi bitirdiği" için. sonra galatasaray bastırdı ve yanlış hesap isviçre'den döndü. niçin, galatasaray'ın haklı olduğu anlaşıldığı için mi? hayır, devreye alp yalman ve ali şen'in ortak gücü girdiği için. işte böyle, o yüce uefa, alp yalman'ın ve ali şen'in bastırınca hipodrama çevirip kafalarına göre at koşturabildikleri bir yer. çok temiz bir yer...
bir pazar günü, milyonlarca insan ekranların başında. tele-tatil mi, tele-pazar mı her neyse, o programı izliyorlar. ülkenin yarısı 2. kanal'ı alamıyor ve evde oturanların tek eğlence şansı bu program. ama sanki eğlence programı değil ameliyathane kapısı: uefa'nın galatasaray-neuchatel maçıyla ilgili kararı her an belli olabilir. cenk koray'ın aklı orada, neredeyse zor konuşuyor. şarkıcılar, konuklar, yarışmacılar gidip geliyor, fonda sabit bir insan var. ateşli spor spikerlerinden biri. yüzü mezarlık duvarı gibi, telefonun başında isviçre'yi arayıp duruyor; cevap alamıyor, oflayıp bunalıma giriyor. bu bir pazar eğlencesi.
evet, konu önemli, türkiye'nin yarısını ilgilendirecek karar bekleniyor. ama futbolu sevmeyenlerin, en doğal hakkı olarak uefa'nın kararına karşı heyecan duyamayan insanların da tatil günü tatsızlaşıyor. kararla ilgilenenler, büsbütün doluyor. hani galatasaray'ın aleyhine bir sonuç çıksa ortalığı allak bullak edecekler. biraz sonra uefa kararını açıklayacak; türkiye ya batacak ya çıkacak. neyse iyi haber geliyor da...
ahmet talimciler'in toplum ve bilim dergisi 103. sayısında yayınlanan "bir meşrulaştırma aracı olarak futbolun türkiye'de son yirmi beş yılı" adlı makalesinden;
türkiye'de futbol batı'ya/avupa'ya karşı kendi içine döndüğü 1980'lerin ortalarına kadar kendi içimizde oynadığımız, sınırların dışına çıktığımızda ise şerefli yenilgilerle döndüğümüz bir yapıyı, batı'ya hayranlığı temsil eden bir alandı. bu dönemde özal'ın avrupa ile kurduğu bağlantıdan futbol da nasibini almış, futbolda avrupa kulüplerine karşı elde edilecek olan başarılar özal'ın kendi icraatlarının da başarısı olarak öne çıkarılmıştır.
örneğin galatasaray'ın neuchatel xamax'ı 5-0 yenip elemesi ve daha sonra uefa tarafından hükmen yenik ilan edilmesi ile yaşanan süreçte tam bir milli seferberlik ilan edilmiş, dönemin hükümeti bu olayla bizzat ilgilenmiş ve uefa komisyonunda yer alan üyeler ve ülkeleri ile bire bir temasa geçilmiştir. galatasaray'ın dönemin şampiyon kulüpler kupasında elde ettiği başarıların ardından, hemen her yıl avrupa kuplarında elde edilen başarılar, batı'ya karşı duyulan hayranlık ve öykünmenin yerini rövanş almaya bırakması sonucunu doğuracaktır. "avrupa avrupa duy sesimizi" sloganları futbol sahalarında daha fazla söylenecek ve bu yeni dönemde türkiye'de futbol, medyanın da etkisi ile daha da dışa dönük bir etkinin simgesi haline gelecektir.
yanlış hatırlamıyorsam maçı tv vermemişti ve daha sonra banttan verdi müthiş bir maçtı hele spiker ilker yasin'in anlatımı mükemmeldi en sonunda ağlamak istiyorum ağlamak istiyorum sayın seyirciler demesi vardi ki; hatta mustafa denzili cezalı idi tellerin arkasından maçı yönetti.
ilk basımı 1993 olan, futbol ve kültürü kitabında yer alan tanıl bora ve necmi erdoğan'ın "dur tarih, vur türkiye: türk milletinin milli sporu olarak futbol"
her ülke futbolunun 'milli' özelliklerin damgasını taşıdığından sözetmiştik. bunu tersten de ifade edebiliriz: milliyetçiliğin kalıpları, örüntüleri veya millet hakkındaki telâkkiler, 'milli' futbola da uyarlanır. bu uyarlamanın çarpıcı örneklerine, milli maçların veya kulüp takımlarının oynadığı dış maçların spor basınındaki yorumlarında rastlayabiliriz. etrafın düşmanlarla çevrili olduğu tespitleriyle beslenen abartılı bir tehdit algılaması, dünyanın ve batı'nın komplosuna maruz olma sendromu, özellikle hakemlerin 'değerlendirilmesinde' kendini gösterir. kötü sonuçlar hakem kararlarına, hakem kararları cümle âlemin türk düşmanlığına bağlanır. türk futbolcuları dış maçlarda hakemlerle çok konuşarak (daha doğrusu çoğu kez işaretleşerek), uluslararası standartların çok ötesinde itiraz ederek bu 'mağdur millet' motifini zenginleştirirler.
başka ülkelerde olduğu gibi türkiye'de de medyatik futbol söylemi, milli kimliğin yeniden kuruluşunda ihmal edilemez bir paya sahiptir. oyun hakkında basitçe haber veriyormuş, sadece sahada olan biteni aktarıyormuş gibi yapan medya, aslında, bunu yapılaşmış bir ideolojik-söylemsel kompleksin içine yerleştirerek sunar. bunu en güzel örneklerinden biri, uluslararası maçların milliyet bir bağlamda yeniden kurulmasıdır. lig maçlarına ilişkin haber, yorum ve yayınlarda, spikerin tarafgirliğini elevermesi yorumcunun "takımından" sözetmesi, spor basınında büyük takımlara ayrılan sayfalarda doğrudan ya da örtük bir şekilde o takımların taraftarlarına hitap edilmesi gibi söylemsel öğeler bir yana bırakılırsa, takımlar ilke olarak "nesnel" ve "tarafsız" bir dille ve sadece "adlarıyla" anılırlar. oysa aynı takımlar uluslararası maçlarında millet olarak "bizim" temsilcimiz olarak sunulurlar. "bütün türkiye'nin gözü" onlardadır; "milletçe" kalbimiz onlarla beraber atar. yaşadığımız "wembley faciaları"ndan birini televizyonda naklen anlatan spikerin "nihayet özlediğimiz ofsayt bayrağı kalktı" gibi laflar edebilmesi, milli kimliğimizin kuruluşunda (ve yeniden kuruluşunda) ne tür sancılar çektiğimiz, nasıl çeresizliğe düşebildiğimizi eleverir - "bu millet", bir haklı ofsayt bayrağını bile özlemiştir!
medyatik futbol söyleminin milliyetçi momentinin önemli tezahürlerinden biri, "bu takımı da yenemezsek hangi takımı yeneceğiz" yerinmesiyle "üçüncü viyana kuşatması" hevesi arasındaki yüksek gerilim hattında ortaya çıkar. medyada yeniden kurulan bu batı hayranlığı ve batı revanşizmi ikiliğini, izleyen bölümde ele alacağız. türk milliyetçiliğinin futbol bağlamındaki medyatik tezahürünün bir başka karakteristiği, "milli mağlubiyetlerimiz"in tercihen "dış güçler" merkezli bir 'etkililik indeksi' ekseninde açıklanarak "milletimizin üstün vasıflarından şüpheye düşülmemesini sağlama eğilimidir. 'mağdur millet' sendromu, milli takımın "otuz bin nüfuslu" san marino karşısında bile kendine bir yer bulur; "arap hakem iki penaltımızı verme"miştir. yenilginin sorumluluğunu ki şiselleştiren "ruhsuzlar", "kansızlar" gibi 'iç faktörler', son yıllarda kullanımı azalsa da, daima el altında tutulan malzemedir. "haysiyetli yenilgi", "ezilmeden yenilmek", "şerefli beraberlik" gibi icatlar, hin-i hacette, türk milletinin haysiyetine halel gelmediğini vurgulamak içindir. "dış faktör" etkeninin görece masum bir uzantısı, tabiatın cilvelerine yapılan göndermelerdir: "yağmurun yağması", "gece maçlarına uyum sağlanamaması" gibi... zihniyet dünyamızda, elbette onun kadar yer kaplamasa da, batı'yla ilişkimizdeki gibi kahretmekle hayranlık arasında binamaz bir yer tutan "şark kurnazlığı", kimi zaman bu dış faktörlerle başetmeye dönük bir 'milli haslet' olarak devreye girer: sıcak havada oynayamayacakları sanılan finliler ile yapılacak maç antalya'ya alınır (2-1 yeniliriz!); gece maçına alışkın avrupa takımlarıyla "uğurlu" izmir atatürk stadı'nda öğlen 12'de maç 'ayarlanır', vs.. bir takımımızın avrupa kupası maçını yönetmeye gelen yabancı hakemlerin kulüp yöneticilerimizce boğaz'da felekten bir gece geçirmeye götürülmesi veya hakemlere deri takım hediye edilmesi, basında takdirle karşılanır. dürüst ve saf milletimizin ayak oyunlarına mağlup olmamasının gereği ne ise, yapılmalıdır; "dış faktör"ü altetmek için 'her yola' başvurulacaktır. osmanlı'nın çözülüş sürecinden beri batı'ya ve genel olarak diğer milletlere güvenmekle kaybeden yücegönüllü türk milleti, artık "bu işleri öğrenmektedir". galatasaray'ın 1988'de neuchatel xamax'ı (3-0'ın revanşında) 5-0 yendiği maçın uefa tarafından iptal edilmesi "türk'ün başarısına tahammül edemeyen" dış güçlerin komplolarının müstesna bir örneği telâkki edildi ise; akabinde uefa'nın bu kararının iptal edilmesi için seferber olan ve yetkilileri ikna etmek için epey "fedakârlık" yaptığı ima edilen türk lobisinin başarısı da, "türk'ün artık bu işleri öğrendiği"nin müjdesi olarak algılanmıştır!
medyatik futbol söylemi, uluslararası maçları türk milleti açısından "ölüm-kalım meselesi" (beka davası) havasında sunarken, lig maçlarında da kullandığı askeri söyleme özgü lügâtçeye daha sık başvurarak milletler arası "savaş" efektini pekiştirir: "dinamit gibiyiz, frankfurt'u parçalayacağız", "sonuna kadar savaşacağız", "öldüren taktik! sarı-lacivertli futbolcular 'sigma'yı kontrataklarla vuracağız' diyorlar"... galatasaray ile roma'nn karşılaşması "osmanlı'nın çocuklarının roma imparatorluğu ile çarpışması" diye sunulur; kurada galatasaray ile eşleştiklerini öğrenen romalı haessler'e "anneciğim türkler geliyor!", 'dedirttirilir'. avrupa kupası maçları gündeme geldiğinde türk takımlarının yabancı futbolcularına gösterilen muamele, türkiye'de milliyetçi söylemdeki 'kaymalar' hakkında fikir vericidir. galatasaray'ın alman oyuncusu falco götz'ün eintracht frankfurt maçı öncesinde söylediği, "o gün ben alman olduğumu unutacağım, futbolun milliyeti olmaz" sözleri, "helal sana be falco" yollu yorumlarla milliyetçi bir bağlama yerleştirilerek selamlanır. "futbolun milliyeti olmaz" lâfını bazen türk spor basını da sarfeder, "işte sporun millet farkı tanımayan güzelliği" gibi romantik çıkışlar ara sıra yapılır; ama bu sözlere ancak, türklüğü vatandaşlık temelinde tanımladığını, etnik-kültürel kökeni önemsemediğini vaz'eden ama kolaylıkla etnisistkültürel vurgulara açılabilen resmi (kemalist) türk milliyetçiliğinin lâfzına güvenilebileceği kadar güvenilebilir. frankfurt maçından sonra taraftarların eline tutuşturduğu türk bayrağıyla koşan stumpf (galatasaray'ın diğer alman futbolcusu), futbol basını nezdinde, tabii ki "futbolun milliyeti olmaz" diyen falco'dan daha makbuldür. böylesi fotoğrafların altına, "stumpf türk gibi!", yazılır. aynı ay, fenerbahçe'nin bulgaristan'ın botev takımıyla yapacağı maç öncesinde, fenerbahçe'nin bulgar futbolcusu stoilov hakkında "bulgar, satacak" şaibesi ortaya atılmıştır. "bizden biri" olmakla "hıyanet" arasındaki mesafe yok denecek kadar azdır. futbolun milliyeti olmaz - ama yine de takımlarımızdaki yabancı futbolcuların "türk gibi" olması iyidir!
seyirciler ilk maçtaki 3-0'lık yenilginin ardından maça gelmezler diye bu maç televizyondan canlı olarak yayınlanmamıştır. 5-0'lık skorun ardından maç banttan televizyonda yayınlanmıştır. maçı radyodan levent özçelik anlatmış ve televizyon kaydında da o sesler görüntüye oturtulmuştur...
1988-89 sezonunda 103 gol atarak sadece fenerbahçeliler değil, herkesin kalbini kazanan fenerbahçe şampiyon olmuştu. galatasaray da avrupa da ilk dörde kalmış, inanılmaz bir başarı yakalamıştı... neuchatel maçında eski açık tribünün kale arkasında tanju'nun attığı dördüncü golle birlikte elimizdeki bütün defter ve kitapları havaya fırlatmış, boğaziçi'ndeki sınıf arkadaşlarımla yumak olmuştuk... fenerbahçeli olarak galatasaray'ın bir maçında bu kadar çoşkulu bir mutluluk yaşamak büyük bir keyifti aslında... (bugünkü fanatik ortamda bu keyfi insanlara anlatmanın imkânsızlığı da ortada.)
galatasaray'ın avrupa şampiyon kulüpler kupası'nda yarı finale yükseldiği maçta ilker yasin'in ekranlardan "ağlamak istiyorum, galatasaray yarı finalde!" deyişi türk medyasının önemli anlarından biriydi...
ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
isviçre şampiyonu istanbul'daki maçı çantada keklik gibi görüyordu. ama galatasaray'ın güçlü moralini hesaba katmamışlardı. 5-0'lık sansasyonel bir yenilgiye uğradılar. ne yazık ki, bazı kendini kaybetmiş taraftar lar, bu sonuca gölge düşürdü. seyircilerin sahaya attığı madeni paralar gidip fransız yan hakemle, kalenin arkasında maça girmek üzere ısınan bir xamaxlı oyuncuyu buldu...
sonucu bir "skandal" olarak niteleyen xamax neuchatel, maça itiraz etti. işlemler başlatıldı ve uefa'daki ilk merci takıma para vezası verdi, onu kupadan ihraç etti, sahasını da iki maç için kapattı. yani galatasaray, bundan sonra, kendi sahasında oynaması gereken iki maçı yurt dışında oynamak zorunda kalacaktı.
bu haber bern'den istanbul'a ulaştığında galatasaray taraftarları arasında büyük bir öfke yarattı. türk futbolseverler uefa'yı şahsen telefonla aradılar. öldürme tehditleri savruldu, bayraklar yırtıldı, istanbul'daki isviçre konsolosluğu da saldırılardan nasibini aldı. bu koşullar altında, âdil bir karar üzerinde görüş birliği sağlanabilmesi nasıl mümkün olacaktı, bilemiyorum...
kulüp bu karara itiraz etti. bir üst merci, her iki kulübü ve hukukî temsilcilerini, doğrudan mağdur durumunda olan fransız hakemleri ve denetleme ve disiplin komisyonu üyelerini, alman ilk kararı yeniden gözden geçirmek üzere zürih'e davet etti.
alp yalman benden de zürih'e gelmemi rica etti. eskiden benim de bir zamanlar uefa teknik komisyonu'nda bulunduğumu ve bu tür işlemlerde deneyimim olduğunu biliyordu.
ben ise uefa kurullarında hâkim olan mutlak doğruluk ilkesini biliyordum ve sportif anlayışın ağır basacağından hiç kuşkum yoktu.
benden başka alman 1. ligi kulüplerinden borussia dortmund'un eski başkanı avukat rainer rauball de işin içindeydi. rauball, bazı spor mahkemelerini epey zorlamış yönetmeliklere ilişkin konularda uzman biriydi ayrıca her ikisi de almanca, ingilizce ve fransızca konuşan alp yalman ve faruk süren de oradaydılar. tabiî tüm fenerbahçeliliğine rağmen millî bir mesele ortaya çıktı mı, hemen o sorunu çözmek üzere o takım için tüm enerjisi ve ilişkilerini seferber eden futbol havarisi ali şen de ekipteydi.
zürih'de kulübümüzün sevgili dostları ve uefa'nın son kararının nasıl olacağını merakla bekleyen basın mensuplarıyla karşılaştık.
beni özellikle sevindiren, türk futbolunun eski bir dostu ve fifa üyesi olan, yıllardan beri paris ve new york'da yaşayan ve türk futbolunun destek ve yardıma ihtiyaç duyduğu her yerde hazır bulunan bir kişinin de orada olmasıydı. necdet çobanlı, dünyanın neresinde olursa olsun futbol için özveride bulunmaya her zaman hazır olan insanlardandı. o, yüz yılda bir ender görülen futbol centilmenlerinden biriydi.
zürih'deki oturum toplam dokuz saat sürdü. bu, galatasaray ve neuchatel kulüpleriyle, fransız, italyan, alman, maltalı ve iskoç üyelerden oluşan tahkim kurulu arasında geçen bir maratondu.
çeşitli tarafların çapraz ateşi altında kalan bay rauball olağanüstü bir savunma ustalığı sergiledi. getirdiği gerekçelerle, fikirlere sağladığı uyumla, tartışmaya getirdiği yeni bakış açılarıyla çarpıcı bir etki yarattı ve sonuçta giderek daha fazla ağırlığını koydu.
fakat uefa'nın, oyun alanında olup bitenler ve ilk merciin verdiği cezalardan sonra kalkıp hafif bir ceza vermesi ve her şeyden önce, avrupa kupalarına katılma yasağını kaldırması da pek kolay değildi.
herkes kâh kuşku dolu, kâh iyimser, kâh ölesiye bir korku içinde, kâh umut dolu, fakat esas olarak kafasında binlerce soruyla bekliyordu. içeride nelerin düşünüldügünü ve konuşulduğunu kimse tahmin edemiyordu, ama her iki takımın da hakkını gözeten bir karar dışında bir şey de beklemiyorduk. hepimizi kaygılandıran da buydu aslında. çünkü "hem isa'ya hem de musa'ya yarayacak" bir çözümün olamayacağını biliyorduk...
kararın açıklanmasında hazır bulunmak üzere tekrar salona çağrıldık...
gözlerimi yumdum, kulak kesildim ve başkan'ın açıkladığı tahkim kurulu kararını dinledim...
önce, iki maçtaki olaylar yüzünden verilen para cezaları yağdı. sonra, geçerliliğini koruyan saha kapatma yasakları geldi. hepimizin beklediği asıl karar en sonunda açıklandı: istanbul'da 5-0 kazandığı ikinci maçın puanları galatasaray'a veriliyor ve takım gelecek turda, kur'ası çekilmiş olan a.s. monaco karşısında oynama hakkını elde ediyordu.
dışarıda otelin kapısının önünde ve koridorlarda çığlıklar atılıyordu. insanlar birbirlerini kucaklıyor mutluluktan uçuyor, haberi ajanslara, gazetelere, dostlara ve ailelere ulaştırmak için telefonlara koşuyorlardı.
tüm otel rahat bir nefes almıştı. gerilim, yerini sevince terketmiş, spor galip gelmişti. bütün takımlar ve kulüpler bundan sonra da centilmence oynama ve sporun inanılırlığını yitirmeyeceği umudunu taşımaya devam edebileceklerdi.
galatasaray, ilk maçta isviçre temsilcisi neuchatel'e eski kötü günlerimizi hatırlatan şekilde 3-0 yenilmiş, herkesi karalar bağlamıştı. rövanş karşılaşmasından önce ise sadece mustafa denizli ve talebeleri turu geçeceklerine inanırken, maçtan önceki akşam trt, denizli ile canlı bağlantı yapmıştı. ertesi günkü maçla ilgili mustafa hoca yine gerçekleşecek bir kehanetini açıklayıp "5-0 kazanırız" dediğinde, trt spikeri istenmeden de olsa iş disiplinini kaybedip alaycı bir ifadeyle güldü. mustafa denizli gerçekleşen kehanetlerini söylemeye devam ediyor ama peki o spiker nerede acaba?
fourfourtwo dergisi temmuz-ağustos 2009 sayısından;
son 30 yılın 30 bombası
"neuchatel'e istanburda 5 atacağız"
galatasaray, 28 ekim 1988'de avrupa şampiyon kulüpler kupası'nda neuchatel xamax'a isviçre'deki ilk maçta 3-0 yenildiğind futbol kamuoyundaki ortak kanı san kırmızılıların avrupa'da yolun sonuna geldiğiydi. takımın teknik direktörü, mustafa denizli, 9 kasım'daki rövanş maçı öncesi trt'de yayınlanan spor stüdyosu programında ilker yasin'in konuğu oldu ve "biz bu takıma istanbul'da 5 atacağız" dedi. bu açıklama türk spor basını tarafından "hayal taciri denizli" manşetlerine hedef oldu. ancak mustafa denizli dediğini yaptı ve galatasaray, ali sami yen'deki ikinci maçta neuchatel xamax'ı 5-0 yenerek adını çeyrek finale yazdırdı.