ilk basımı 1993 yılında olan jupp derwall'ın "türkiye anıları" kitabından;
kulüp başkanı dr. tanrıyar ve yönetim kurulu üyeleriyle de anlaşarak antrenmanları güvenli bir biçimde yardımcılarım mustafa denizli ve ahmet akcan'a devretmiştim.
kulübün, takımın ve başanlı olmak için yapılan her şeyin sorumluluğunu tek başına sürdürecek, tabiî hatalardan da sorumlu olacaktım. işe yeni başlayan genç antrenörler ve meslekdaşlarım hiç de kolay olmayan görevlerini yaparken büyük bir yük altına girmemeli ve gereken desteğe sahip olmalıydılar.
mustafa denizli genç bir antrenör olarak küçük bir dâhiydi. bunu üç yıl boyunca gözlemleyebilmiştim. yetenekli, duyarlı ve sezgi gücüne sahipti. ayrıca doğru olanı doğru zamanda yapma konusunda özel bir yeteneği vardı. oyunculara hitap etmesini, onlarla birlikte çalışmasını ve rakibi doğru biçimde değerlendirmeyi biliyordu.
başlangıçta genç bir antrenörden daha fazlası beklenemez zaten. hatta daha yaşlı, deneyimli bir antrenör, yurt dışından gelecek bir uzman bile, daha iyi koşullar sağlayamazdı.
aksine her yabancı antrenör önce bir uyum süreci geçirmek zorunda kalacaktı. yabancı bir ülkede çalışmanın yöntemini bulması, oyuncuları, rakipleri, çevreyi tanıması, teknik ekiple birlikte çalışmayı öğrenmesi ve daha pek çok şey gerekecekti.
benim için önemli olan, genç bir türk antrenöre takımı devretmek ve böylece, türkiye'de de yeterli antrenör bulunduğunu kanıtlama şansını sağlamaktı. gereken, sadece genç antrenörlere biraz daha fazla güvenmekti.
mustafa'nın şansı, karşısında, oyuncuları birbirine alışmış, motive olmuş bir takım bulmasıydı. sevinç duyabilirdi, çünkü bütün oyuncular şampiyonluğu bir kez daha kazanmak istiyorlardı.
mustafa da üç yıldır antrenör olarak işin içindeydi. takımı şekillendirmek ve yeni bir çehre kazandırmak içın o da yardım etmişti. bu, galatasaray'ın son on dört yıl içinde ortaya çıkardığı en iyi takımdı.
şimdi mustafa'nın güvene lâyık olabilmek için tüm yeteneğini kullanması gerekiyordu.
ben de onun alacağı önlemleri gözlemleyecek, onun adımlarını kontrol edecek, ona desteğimi sunacak, ama takımı zora düşürebilecek eksikliklere izin vermeyecektim. bu benim kulübe, oyunculara ve genç antrenörlere karşı borçlu olduğum bir şeydi.
ahmet son yıllarda olduğu gibi, mustafa'ya tüm desteğini ve yardımını verecekti. îyi bir antrenör ekibi oluşturacaklarından emindim.
mustafa'nın futbol konusunda şansa güvenen maceracı bir yanı olduğu ortaya çıktı. aslında antrenörlük yaşamımda, şu veya bu başarının elde edilmediği bir sezon hiç olmamıştır. ama, hiçbir zaman şikayetçi olmasam da, ben de onun kadar şanslı olmayı çok isterdim.
mustafa ne yaptıysa ya da ne düşündüyse, hangi oyuncuyu değiştirdiyse, şans hep ondan yana olmuştur. trabzonspor karşısında oynadığımız önemli bir maçtan takımımız trabzonsporlu serdar'ın 40'ıncı dakikada attığı golle 1-0 yenik durumdayken haftalardan beri maça çıkmamış olan genç oyuncu küçük savaş'ı maça soktu.
ben de yedek kulübesinden durumu mustafa ile birlikte izliyordum. yaptığı oyuncu değişikliğini görünce korktum ve bunu niye yaptığını kavrayamadım. bu, oyunu kazanmak amacıyla yapılmış bir oyuncu değişikliğiydi, ama hücum ağırlıklı bir oyunla daha fazla gol yeme tehlikesini de beraberinde getiriyordu. mustafa'nın benimle konuşmadan tek başına aldığı bir karardı bu.
fakat, böylece bize şampiyonluğun son hesaplarında büyük ağırlık sağlayacak üç önemli puanı da kazandırmış oldu.
mustafa'nın oyuncular karşısındaki konumunu sarsmamak için müdahale etmemiştim. bu, otoritesini ve saygınlığını zedeleyebilirdi. tek başına davranmasına epey kızmış olsam da böyle bir şey istemiyordum.
orada bulunmama rağmen, daha önce aramızda saptadığımız ilkelerin dışına çıkmıştı. belki de iyi bir antrenör olduğunu kendi kendine kanıtlamak istiyordu. oysa ben ona yıllar boyunca bunun için yeterince fırsat vermiştim. maçtan sonra yüzündeki gülümsemenin ardında yatan böbürlenme ve yapmacık kibir beni rahatsız etmiş ve düşündürmüştü.
düş kırıklığına uğramıştım; fakat, baş başa oturup konuşmanın zamanı değildi. ardından gelen ise buz gibi bir sessizlik ve barışçıl bir ortamda birlikte çalışma imkânı için yeterli olmayacak bir atmosferdi.
dillere destan şansı devam edecekti. ben, takım iyi oynadığı ve başarıyı hak ettiği için seviniyordum.
mustafa böyle bir tepki göstermekle iyi etmemişti. tamamen yersiz ve zamansız bir şekilde, kimsenin kavramadığı bir şeyleri ilan etmeye çalışmıştı. takım gerçekten bir inişe geçerse bunun kötü sonuçlar, olabilirdi. o zaman kim arkasında olacak ve ona destek verecekti?
daha sonraki maçları da kazandık. ama bu art arda gelen zaferlerin bir an sonunun geleceğinden de kimsenin kuşkusu yoktu. hayat böyledir; kimse bunun dışında kalamaz. yapılacak tek şey, kötü zamanlara hazırlıklı olmak ve dost edinmektir.
zaferler ve puanlarla dolu toz pembe gökyüzünde ilk fırtına bulutları çok geçmeden belirmişti. takım anîden zayıflık ve güvensizlik işaretleri vermeye başladı antrenmanda sadece oyun oynanıyordu. kondisyon düzeyi gerilemişti ve bazı as oyuncular kendilerine çok fazla güveniyor, arkadaşları tarafından şımartılıp pohpohlanıyordu.
artık müdahale etmenin ve olayları ele almanın zamanı gelmişti. mustafa'ya, kendisi ve takımla birlikte durumu gözden geçirmek ve saptadığımız noktaları pratiğe geçirmek üzere antrenman sahasına geleceğimi bildirdim.
ne yazık ki mustafa bunu kabullenmedi. dişlerini gıcırdatarak kulüp binasını terk etti. teknik direktör olarak bulunduğu konumda işine karışıldığını, yetkilerinin kısıtlandığını düşünüyordu. ben bu görüşü paylaşmıyordum. hâlâ takımla ilgili sorumluluk duygusu taşıyordum. galatasaray'da antrenör olarak sürem henüz dolmamıştı. yaptığım sadece genç antrenör mustafa'ya bir alışma ve baş antrenörlüğe hazırlanma süresi için şans tanımaktı. hepsi buydu.
mustafa ertesi gün de antrenmanda görünmedi. bu şekilde davranarak benim sabrımı çok çetin bir sınavdan geçiriyordu. bir gün sonra benim öğrencilerle yapılacak bazı film çekimleri için gittiğim yeşilyurt' daki tenis kulübünde ortaya çıktı.
ahmet'in arkadaş ve meslekdaş olarak mustafa'yı aradığını ve ertesi gün de florya'ya antrenmana gelmezse artık bir daha uğramasına gerek kalmayacağını münasip bir lisanla anlattığını bilmiyordum. açık seçik konuşmak yerine birinin hiçbir neden yokken incinmiş ve dik kafalı bir tutum takınmasından nefret ederim.
mustafa ile kısa bir konuşma yaparak ona bu önleme niçin gerek gördüğümü anlattım. amaç, oyunculara, tutumlarıyla hemfikir olmadığımızı ifade etmekti.
bunu tek tek herkese açıkça anlatabilmek için antrenmana gelip durumun ciddiyetinin altını çizmek istemiştim.
mustafa özür diledi ve o andan itibaren aramızda bir daha büyük bir sorun çıkmadı. ne takımla antrenörler ne de ikimiz arasında.
sırf yöneticilik iddiası yüzünden takımı bir bunalıma sürüklemek ve böyle bir durumda tahrikte bulunmak söz konusu olamazdı. takımın başarılarından da, bu tür işlerde kaçınılmaz olan iflasından da biz sorumluyduk.
sezon tekrar devam edebilirdi artık. takım yeniden istek ve kararlılık kazanmıştı.
maçın 32. dakikasında hatalı geri pasını yakalayan tanju, kaleci şevki’yi çalımlamaya çalışmış ama şevki topu kaptı. ama daha sonra da elinden kaçırmıştı. tam bu sırada tanju hiçbir müdahale olmadan iki ayağını yerden keserek şevki’nin üzerinden uçtu. hakem oyunu devam ettirirken açılan top boşta kalan savaş’ın önüne düştü. onun şutunu şevki kurtarınca hakem coşkun kutay, dönerek penaltı noktasını göstermişti.
hakem daha sonraki yaptığı açıklamada savaş’in golü atması halinde penaltıyı vermeyeceğini söylemişti.
galatasaray: zoran simovic, semih yuvakuran, ismail demiriz, erhan önal, yusuf altıntaş, savaş demiral, arif kocabıyık, dzevad prekazi, tanju çolak, uğur tütüneker, didier six
teknik direktör: mustafa denizli
trabzonspor: şevki ekşi, kemal serdar, hamdi aslan (dk. 46 lemi çelik), ibrahim yazıcı, turgay semercioğlu, bahaddin güneş (dk. 72 hamdi zıvalıoğlu), şenol ustaömer, aykut canik, hasan şengün, hami mandıralı, iskender günen