gürel yurttaş’ın haziran 1995 basımlı “kartal’ın pençesi” adlı kitabından;
tarih 30 mayıs 1987’ydi.
ali sami yen stadı’nın tribünleri tamamen doluydu. her taraf siyah-beyazlı renklere boyanmıştı sanki. beşiktaş, denizlispor karşısında uzun süre gol atmak için zorlandı. çünkü rakip kapanıyordu ve beraberlik için oynuyordu.
ceza alanına gönderilen bir korner atışına gerilerden gelerek kafayı çakan ali bir anda tribünleri ayaklandırdı. top ağlardaydı ve beşiktaş 1-0 öndeydi. bitime artık 10 dakika kalmıştı. denizlispor bir frikik kazandı. mahmut, topu erol’a pas olarak attı, barajdaki beşiktaşlı futbolculara sanki sihirli bir değnek dokunmuştu, hiçbiri bu sırada kıpırdamadı. erol da çok sert vurdu. top filelere gitmişti. 1-1.
galatasaray’da ise her şeyin bittiğinin sanıldığı, derwall’in gitmeye hazırlandığı anda bayram vardı. antalyaspor’u 3-1 yenmişler ve son haftaya bir puan önde girmişlerdi. istifası istenen derwall bu kez omuzlardaydı. baştacı edilmişti.
beşiktaş son maçında bursaspor’u deplasmanda 2-0 yendi. ama artık iş isten geçmiş, galatasaray, zalad’ın son derece hatalı goller yediği karşılaşmada eskişehirspor’u 2-1’le geçmiş ve şampiyonluk turunu atmıştı bile…
ilk basımı 2003 yılında olan özgür daşlı'nın "80 yıllık öykü: tarsus idman yurdu" kitabından;
nba (amerikan profesyonel basketbol ligi) nin slogan, "bu ovun, seviyorum'dur". basketbol da sevilesi bir spor organizasyonudur bütünlüklü bakıldığında, özellikle futbolun insan hayatında işgal ettiği ver göz önünde bulundurulursa nba için bu slogan pek naif kalıyor. inkar edilemez şekilde futbol, oyunların şahı payesini açık ara üstlenmiş durumda.
nedir futbolu bu kadar gerçekçi kılan, diğer bireysel ve kollektif sporlar karşısında üstünlüğünü ilan etmesinin sebebi? dünya üzerinde milyarlarca insan futbolu izliyor. insanlık tarihi boyunca ne sanatsal bir akım, ne bir siyasi oluşum, ne de herhangi bir marka böylesine nicel bir kitleye ulaşmayı başaramadı. futbol sevgisinin insanlar arasındaki sınırları ve farklılıkları kaldırarak birleştirici yönünü inkar etmek mümkün değil. futbol, içinde insanın bir şey olduğu ve kendisini olmak istediği şey gibi hissettiği bir dünyadır. o dünyaya dahil olduğunuzda, ayağının değeri trilyonlarla ölçülen yıldız sporcular artık sizden biridir. spor yazarları, düşünürleri bu sorulara kendi bakış açılarına göre yaklaşımlar geliştirmişlerdir. ama hemen hemen hepsinin ortak paydaları da bulunmakta.
öncelikle futbol son derece sade bir oyundur. gerçekleştirilmesinde fazla ekipmana gereksinim duyulmaz. basketbolda olduğu gibi bir potaya, voleybolda olduğu gibi bir fileye ihtiyaç duymazsınız. hangi futbolsever çocukluğunda top mahiyetinde kullanabildiği bir cismin arkasından koşmamıştır? mesela bir teneke kutu veya bir gazoz kapağı; çılgınca, kan ter içinde kalarak çocukluğumuzda bulabildiğimiz nadir arsa parçacıklarında, arabalardan kaçarak caddelerde simetrik olarak yerleştirilmiş iki taşın arasından hareket kabiliyeti olan bir nesneyi geçirme telaşı olmuştur.
futbol hayatın ta kendisi olması nedeniyle de kitleler nezdinde kabul görmektedir. futbolda bir taraf olmayı başarmışsanız, yaşama yeni anlamlar yükleyebilir, yeni kıtalar keşfetme şansına ulaşırsınız. gerilimli, çekişmeli bir maç esnasında ne hisseder bir futbolsever: bağırır, ağlar, panikler, rahatlar, tarifsiz bir endişe duyar, sevinçten çıldırır, içinden bir şeyler kopar, bir şeyler eklenir. insan yaşamı boyunca kaç defa bu kadar duygu yoğunluğunu veya boşalmasını bir arada yaşar? bir futbolsever her hafta sonu yaşar. kendinizi hayatınız boyunca kaç kez dünyanın merkezinde hissedersiniz? kaç kere tarifsiz mutluluk duyarsınız, kaç kere adrenalin salgınız kontrolden çıkar? kaç kere tarifsiz üzüntülere düşersiniz? on, yirmi, elli? evlendiğinizde, aşık olduğunuzda, bir yakınınızı kaybettiğinizde, çocuğunuz olduğunda. örneklendirmek gerekirse futbol tarihinden pek çok 'dakika ve skor' alabiliriz:
1983: türkiye 1. ligi'nde şampiyonluk düğümünü çözecek maç sezonun son haftalarına doğru galatasaray ve fenerbahçe arasında oynanmaktadır. maçın ilk yarısı 4-1 galatasaray'ın üstünlüğü ile sonuçlanır. artık herkes düğümün çözüldüğü konusunda hem fikir iken maçın ikinci yarısına 3 gol sığdıran fenerbahçe maçı 4-4'e getirir ve sezonu şampiyon bitrecek avantajı yakalar... rekabet!
1987: beşiktaş ile galatasaray arasında kıyasıya şampiyonluk mücadelesi yaşanıyor. beşiktaş bir adım önde. inönü stadı'ndaki denizli maçını kazanırsa şampiyonluğu kucaklayacak. siyah beyazlı takım 1-0 önde götürdüğü maçın 86. dakikasında bir gol yiyor ve galatasaray yıllar süren şampiyonluk hasretini sona erdiriyor... trajedi!
1994: galatasaray-göteborg şampiyonlar ligi maçı oynuyor. tüm maç galatasaray'ın yoğun baskısı altında geçiyor. o dakikaya kadar yirmi küsur korner kullanan sarı kırmızılılar maçı göteborg ceza sahası içerisinde oynuyorlar. 84. dakikada ilk defa yarı sahasından çıkan konuk takım ilk köşe atışında kornerden gelen topla golünü atıyor ve maç 1-0 göteborg lehine sonuçlanıyor... hüzün
1994: deportivo, ispanya ligi'nin son haftasında kendi evinde valencia'yı yendiği takdirde tarihinde ilk kez şampiyon olacak. ve 0-0 gitmekte olan maçın son dakikalarında deportivo bir penaltı kazanıyor. topun gerisine djukiç geçiyor ve bu tarihi penaltıyı kaçırıyor. şampiyonluğu barcelona'ya kaptıran deportivo ilk şampiyonluğu altı yıl daha beklemek zorunda kalıyordu... acı
1996: trabzonspor ile fenerbahçe trabzon'da karşılaşıyor. trabzonspor'un 11 yıllık şampiyonluk hasretini dindirmesine bir 90 dakika kalmıştır. beraberlik bile şampiyonluğu trabzon'a getirecektir. maçın ilk yarısını trabzonspor 1-0 önde tamamlıyor. maçın ikinci yarısında topu topu iki atak yapan fenerbahçe maçı 2-1 alıyor. trabzon'a kalan ise hüzün oluyor... ironi
1997: alman ligi bundesliga'nın son haftasında kaisersiautern ile bayerer leverkusen kaşı karşıya geliyor. her iki takımında ligde kalıp kalmayacağı bu maça bağlı. kaisersiaslautern'e galibiyet gerekiyor, leverkusen'e ise beraberlik yetiyor. maçın 83. dakikasına kadar kaiserslautern 1-0 önde oynuyor, leverkusen bu dakikada beraberliği sağlıyor ve ligde ka/ıyor. bir sonraki sezon leverkusen'in inanılmaz yükselişi yaşanıyor. lig ikinciliği, alman kupası finali, şampiyonlar ligi finalleriyle dolu yıllar başlıyor... zafer
1999: galatasaray ile milan, şampiyonlar ligi son maçında ali sami yen stadı'nda karşı karşıya geliyorlar. milan kazanırsa şampiyonlar ligi'ne ikinci tura yükselecek, galatasaray ise elenecek. beraberlik halinde milan, uefa kupası'na devam edecek, galatasaray yine elenecek. galatasaray galip gelir ise uefa kupası'na katılacak milan ise elenecek. anlaşılacağı üzere iki takımında kazanmaktan başka çaresi yok. milan, 86. dakikaya 2-1 önde giriyor, aynı dakikada hakan şükür'ün golü ile sarı kırmızılılar beraberliği yakalıyor. 89. dakikada kazanılan penaltıyı ümit davala gole çeviriyor, milan evine galatasaray uefa kupası'na gidiyor. bu sonuç bir devrin başlamasına sebep oluyor. uefa kupası'na devam eden galatasaray; bologna, borussia dortmund, real mallorca, leeds united, arsenal takımlarını namağlup aşarak kupanın sahibi oluyor... mutluluk
2001: bayern münih ile schalke 04, alman ligi şampiyonluğu için kıyasıya son haftaya giriyorlar. bayern, hamburg ile deplasmanda; shalke de kendi unterhacking ile oynuyor. maçın son dakikalarına 5-3 önde giren schalke, şampiyonluğunu ilan etmek için hamburg'dan lehlerine bir gol haberi bekliyor. ve 89. dakikada beklenen gol geliyor ve münih 1-0 yenik duruma düşüyor. schalkeli taraftarlar şampiyonluk kutlamalarına başlarken hamburg'dan bir gol haberi daha geliyor. uzatma dakikalarında beraberliği yakalayan bayern, schalke'nin kucağından şampiyonluğu geri alıyor ve 17. şampiyonluğuna ulaşıyordu... keder
denizlispor'un 1986-1987 sezonunda beşiktaş'la istanbul'da 1-1 berabere kalarak rakibini şampiyonluk yarışının dışına ittiği karşılaşmada 90 dakika forma giyen şimdilerde teknik direktörlük yapan mesut bakkal, bu maçla ilgili anısını şöyle anlattı: "ligin sondan bir önceki maçıydı. beşiktaş ile galatasaray şampiyonluk için çekişiyordu. beşiktaş bizi yenerse şampiyon olacaktı. 1-0 mağlup durumdayken 86. dakikada bir frikik kazandık. topun başında ben, mahmut ve erol vardı. maçtan üç gün önce baba olan erol, 'çocuğumun hatırı için ben vurabilir miyim?' diye sordu, kabul ettik. beşiktaş barajında ulvi ve samet hoca vardı, kaleci de jurkoviç'ti. ben topun üstüne bastım çekildim, erol vurdu ve gol oldu. seyirci bir anda sustu. 1-1 biten maçtan sonra beşiktaş şampiyonluğu kaçırdı ama biz de sahadan zor çıktık."
o yıllarda beşiktaş forması giymiş futbolcuların anıları;
fikret demirer (1978-1987): "82. dakika... hiç unutmuyorum. kenardan iki tane tabela kalktı. 8 ve 10... 2 oyuncu değişikliği rıza ile beraber ben oyundan çıktık. tam kalenin arkasındayız, merdivenlerin başında. eşofmanlar üzerimizde rıza ile ben. o firikik golünü gördük. çok kara bir gündü..."
gökhan kesin (1984-1996): "bir anda bittik. yani insanın kanının çekmek gibi birşey. bembeyaz kalıyorsunuz sahada. çünkü günü kurtaracak zamanda kalmadı. 87. dakika maçı öyle bitirmeyi düşünüyorsunuz. bırakın ikinciyi atmayı maç böyle bitsinde son haftayı düşünelim diye. bir anda 1-1 oldu. maç 1-1 bitti."
ziya doğan (1978-1987): "bütün takımın ağladığı maç olarak hatırlıyorum. çok haketmiştik şampiyonluğu..."
ali gültiken (1985-1996): "biri geliyor emeğinizi sizin elinizden alıyor gidiyor ve siz kötü taraf olarak kalıyorsunuz. yani bir maç önce kazanıp şampiyon olacak taraf iken oyundan sonra her şeyini kaybetmiş bir insan olarak ortada kalıyorsunuz. ve sezon bitiyor. yani bunun yükünü yaşayacağınız önünüzde 2 ay var. çok zor dönemler... "
not: parantez içinde futbolcuların beşiktaşta forma giydiği yıllar belirtilmektedir...
bu maçta beşiktaş üzülürken aynı anda oynanan antalyaspor-galatsaray maçında derwall ve ekibi seviniyorlardı. derwall'in 1993'de yayınladığı "türkiye anılarım" kitabında bu maçla ilgili anı için;
beşiktaş ile galatasaray şampiyonluk yarışında. siyah-beyazlılar, malatyaspor deplasmanından sürpriz bir şekilde puansız dönünce son iki maça averajla lider giriyor. rakip ligde hiçbir iddiası bulunmayan denizlispor. ali sami yen stadı'na şampiyonluk türküleri söyleyerek geliyor beşiktaşlı taraftarlar. bayramın ilk günü olması iyice anlam getiriyor mücadeleye. hele hele ali gültiken'in golü gelince iyice rahatlıyor beşiktaş. ama bir türlü ikinci golü bulamıyorlar.
86. dakika oynanırken denizlispor bir frikik kazanıyor. o sırada antalya'da galatasaray yedek kulübesinde mustafa denizli. jupp derwall'e küçük televizyon ekranını göstererek, "bakın denizlispor'un golü geliyor' diyor. erol tolga geriliyor ve vuruyor. maçı trt'den izleyenler bir saniye bile sürmeyen bir karartıyla karşılaşıyor televizyonlarında. görüntü geri geldiğinde beşiktaş kalecisi jurkoviç, kaleden çıkarmakta topu. bu, beşiktaş için şampiyonluğu kaybettiklerinin habercisi oluyor. galatasaray bırakmıyor şampiyonluğu beşiktaş'a.
aslında 30 mayıs 1987 günü antalya atatürk stadını dolduran kimse takımlarının şampiyonluk yolunda dev bir adım atacağını düşünmüyordu. genel kanıya göre beşiktaş çoktan işi bitirmişti. ne var ki karşılaşmanın son dakikalarında yaşanan bir sakatlık sırasında galatasaraylı arif kocabıyık topu eline aldığında seyirciler ayaklandı, çığlıklar atmaya, tezahürat yapmaya başladı. arif şaşkındı, ne olduğunu anlamamıştı. merakla saha kenarındaki muhabirlere sordu. yanıt: "denizli, beşiktaş'a gol attı. 1-1." artık arif de coşkuyla bağıranlar arasına katılmıştı. o anda, bir hafta sonra 14 yıllık bekleyişi bitirip şampiyon olacaklarını anlamıştı.
bir futbol klişesi, aynı zamanda kulaktan hiçbir zaman çıkartılmayacak bir küpenin öyküsü bu, "şampiyonluk kasımda değil, mayısta belli olur" sözünün... ya da luis aragones'in dediği gibi "mayısta görüşürüz" meydan okumasının. ligin ilk yarısında dağıtılan rollerden "esas çocuk"u kapıp, soluksuzca ligi forse eden takımın son ayda kalesini kaybettiği çok fazla yaşanmaz gerçi ama tarih bunun aksi sezonlarını da yazmaktan geri kalmaz. 1986-87 sezonunda olanlar, 'galatasaray'a şans getiren talih kuşu da böyle bir şeydi. antalya'daki bu maçtan çok değil, sadece iki hafta önce, o zamanlar iki puanlı sistemle oynanan türkiye 1. ligi'nde, son üç maça girilirken galatasaray, beşiktaş'ın 2 puan gerisine düşmüştü. 18 mayıs tarihli hürriyet'ten iki başlık: "beşiktaş şampiyon gibi: 4-0"; "galatasaray rize'de çöktü: 2-0." içeriden bir haber "derwall topun ağzında."
sonrası sarı kırmızılılar için rüya, siyah beyazlılar için kâbus gibiydi. kara kartallar tam fenerbahçe'yi 4-0 yenip, galatasaray'ın yenilgisiyle şampiyonluk havasına girmişlerdi ki bir sonraki maçta malatya'dan eli boş döndüler. yine de rahattılar, averajları onları şampiyon yapmaya yetecekti. ne olduysa sıkıntılı seyreden, 1-0 önde götürdükleri denizlispor maçının 85. dakikasında oldu. kazanılan serbest vuruşta mahmut'un pasını uzaktan bir şutla kaleye gönderen erol, beşiktaş'ın kısa ve tombul kalecisi jurkoviç'i rahatlıkla geçmeyi başardı. galatasaray 1 puanla öne fırlamıştı. eşfak aykaç maçtan sonra "şampiyonluğa 5 dakika vardı" diye yazarken, efsane kaptan sanlı sarıalioğlu "bilirim bu acıyı" diyerek siyah beyazlı futbolcularla empati kuruyordu.
sonraki hafta ali sami yen stadı belki de tarihinin en coşkulu maçını yaşadı. tribünler o günlerin tabiriyle "gelin" gibi süslenmişti, futbolcular eskişehirspor karşısına heyecan ve stresle beraber çıkmışlardı. serbest vuruşta 18. dakikada cevat prekazi tribünlerdekilere ilk gözyaşını döktürttü. sonrası prekazi'nin arkasında gerçek bir karınca gibi çalışan muhammet altıntaş'a nasip oldu. "mami" 51. dakikada attığı şık topuk golüyle maçı ve şampiyonluğu garanti altına almıştı. belki es esler beş dakika sonra durumu 2-1'e getirdi, tribünleri ve futbolcuları sıkıştırdıkça sıkıştırdı ama galatasaraylılar açık vermediler, aman vermediler, şampiyonluğu vermediler. geriye soyunma odasında coşku nedeniyle üstü çıplak kalmış jupp derwvall ile mustafa denizli'nin kupayı öpen mutlu halleriyle, bursa'da gazetecilerin televizyonlarından galatasaray'ın maçının son dakikalarını seyreden ali gültiken'le beşiktaş teknik direktörü milos milutinoviç'in simaları kaldı.
galatasaray'ın kurtarıcı meleği, beşiktaş'ın ayağını kaydıran denizlispor, yıllar sonra hiçbir zaman ölmeyen korku filmi karakteri gibi 14 mayıs 2006 günü bu sefer fenerbahçe'nin karşısına çıkıverdi. yeşil siyahlıların bu kez bir başka istanbullunun canını yakmak için çok daha geçerli bir nedenleri vardı. 2005-06 sezonun son maçında fenerbahçe'nin şampiyon olmak, denizlispor'un da kümede kalmak için 3 puanı alması şarttı. aksi halde istanbul'da, iddiasız kayserispor'u ağırlayacak galatasaray ya da gaziantepspor'u kamil ocak'ta yenmeye niyetli malatyaspor gülecekti.
maç öncesinde hemen her spor yazarı fenerbahçe'nin şampiyon olacağına inanmıştı. can bartu "fener avantajlı"derken altan tanrıkulu "fenerbahçe denizlili yener". turgay şeren "galatasaray, şampiyonluğu kadıköy'de kaçırdı", gürcan bilgiç "fenerbahçe işini şansa bırakmaz" kehanetlerinde bulunmuştu. fenerbahçeliler bağdat caddesi'ni, çıkmayan candan ümidi kesmeyen galatasaraylılar ali sami yen stadı'nı süslemişlerdi.
o güne kadar türkiye 1. ligi'nde son haftaya lider giren hiçbir takım şampiyonluğu kaptırmamıştı; bu unvan artık fenerbahçe'ye ait! anlaşılmaz bir şekilde rakibine direnemedi sarı lacivertliler; tutuktular, çekingendiler, garip ama hırssızdılar. süper yıldız anelka, daum'un yanında tam 75 dakika oturdu. sahadakilerse 83. dakikada eski futbolcuları yusuf şimşek'in asistiyle mustafa keçeli'nin golüne dek çok da bir şey yapamadılar. golden sonra açıldılar; tuncay'la beraberliği, appiah'la direği buldular. maç denizlispor taraftarlarının sahaya artıkları konfetiler nedeniyle 16 dakika uzadı. bu arada malatyaspor'un antep'teki yenilgi haberi, dolayısıyla da yeşil siyahlılara yenilseler bile ligde kalacakları müjdesi geldi ama horoz inada bindirmişti bir kere! son saniyede ganalının yakın mesafeden şutu dışarı çıkınca kadıköylüler oldukları yere yığılıp kaldılar. appiah kapaklandığı yerde katıla katıla ağlarken, bir el kendisine uzandı ve onu teselli etmeye çalıştı: "kalk appiah. allah'ın dediği olur!"
birileri üzülmüştü ama birileri de seviniyordu. bu sevinç belki de futbol tarihimizin en büyük ve en içten sevinciydi. denizli'deki maçın 16 dakika uzamasıyla ali sami yen'de unutulmayacak anlar yaşanmaya başladı. kimse stadı terk etmiyor, başta hasan şaş olmak üzere duşlarını bile yapmamış futbolcular basın tribünündeki televizyonlardan gözlerini alamıyorlardı. dualarla, temennilerle, heyecanla hayatlarının en uzun 16 dakikasını yaşayanlar selçuk dereli'nin denizli'deki son düdüğüyle hayatlarının en mutlu anlarına kavuştular. başkan özhan canaydın'ın şu sözleri bu şampiyonluğu en güzel şekilde anlatan cümlelerdi: "bu 100 yılın şampiyonluğu. galatasaray tarihinde böyle bir şampiyonluk hatırlamıyorum. bu kadar güldüğüm bir gün hatırlamıyorum."
ilk basımı 2009 olan yavuz yıldırım, mustafa uçar'ın derlediği "sıcağıyla, acısıyla adana futbolu" kitabından;
"5 ocak'tan sevgiler...", feridun düzağaç
"bir yazı isteriz senden, adanalı bir futbolsever olarak" suflesi verilmiş kulağıma; sufleyi veren, futbol denince akla, algıya, kalbe düşen, en bir güzel en bir bilge ve de o denli büyük bir usta olunca, hadise ehemmiyetini dörde katlıyor. yazı yerinde yazılmalı. memleketin yollarına düşülür; yol boyunca futbola ve adanalının futbolu yaşama biçimine dair hatıralar tazelenmeye çalışılır.
çocukluğumuzda ve ilk gençlikte kentin topçularından biriyle karşılaştığımızda olayı ne kadar büyütüp nasıl da inanamaz ve mest olurduk ve her karşılaşmamızda hepimize içten sıcacık gülümseyen, başımızı okşayan "geçmiş zaman topçuları"; bir çizgi masal kahramanı sandığım ısa, minicik futbol devi rasin, tekniğine hayran olduğumuz gürcan, sert kaptan timuçin, bir maçtaki kurtarışını, trt radyo nakleninden adını üç a ile söyleyen abidin aydoğdu'nun dakikalarca anlattığı "yere paralel olabilen kaleci" malik, sağ kulvarın yılmaz sprinteri deli hüseyin, boyuna inat büyük panter eser, mavi şimşeklerin devamlılık abideleri orhan'lar, daha çok basketbolcu olabilir dedirten "fiyakalı transfer" erol togay, rüzgarın oğlu reşit, fenerbahçe'ye gittiği dönemde çok dramatik kaybıyla üzüldüğümüz kayhan ve kaynak ailesinin son kahramanı orhan...
halkıma sorulsa en popüler adanalı topçunun cevabı fatih terim'e dair en çarpıcı hatıram pek de hoş değildir benim; kaçan penaltıya sevindiği için demirsporumuzun kaptanı erol togay'a kafa atmak suretiyle saldırdığı maç, sonradan futbolumuzun imparatoru ilan edilecek bu hemşehrimizin, top toplayan çocuğa tokadını da tribünde ense kökümde hissetmişimdir. hepimiz top toplayan çocuk olmak isterdik. ben her beşiktaş maçında konuyla ilgili ilgisiz kimlere dil dökmüşümdür, ah...
ne vakit adanalılıktan söz açılsa algının kebap ile sınırlı kaldığını görür ve hâlâ bir ince rahatsızlık duyarım lakin memlekette maça gitmek duygusunda adım başı kurulan tezgahların tüten dumanları bu gerçeği bir tokat gibi yüzümüze vurur; şehrin futbol mabedi '5 ocak stadyumu' bir maç öncesinde "google earth"den görüntülenmeye çalışılsa sanırım kebapçıların dumanlarından muvaffak olunamaz. tepeden görünemezliği dışında bir başka özelliği de, içeri girmek için geçmek zorunda kalacağınız iki turnike arasında bir çayır çimen yürüyüşü imkânı bulacak olmanızdır. geliniz görünüz ki bu asla bir şikâyet konusu olamaz çünkü adanalı, futbolu ve kebabı ve yavaş yavaş aylaklanmayı sever, çok sever.
uzun zaman olmuş; kapalı tribünün girişini bulmak için tarif almak zorunda kalıyorum. maç mahalline yaklaştıkça mavi-lacivert çubuklu ve reklamsız formalar çoğalıyor. bir delikanlıya nerden alabileceğimi soruyorum; ne mutlu ki kentimin takımları da çağın moda gereksiniminin gerisinde durmayıp kurmuşlar `resmi ürün tezgahlarını". uzun kollusu yokmuş madem kısası da yakışmış hem ve üstelik ben beşiktaşlıymışım zaten. satıcı delikanlının şu "fd" suretimizi bilir de onun çağlarında nasıl bir demirsporlu taraftar olduğumu bilmez haline tebessümle cevap verip gişeye yöneliyorum. belki de yirmi yıl sonra, sevgili tanıl hoca'min ricası üzerine, hazır anacığımı da yazlık istanbul mesaisini tamamlamış ve yuvasını özlemiş haliyle evimize bırakmış hayırlı evlat edam suratımda, tipik bir adanalı olarak aylaklanıyorum stad çevresinde. rahmetli babacığım adanamızın takımlarına eşit mesafede durur, çok ısrar ettiğim için beşiktaş maçlarına götürürdü. kapalı tribünden izler ve yine de gizlerdik beşiktaşlılığımızı. özellikle demirspor ile oynarken garip bir suçluluk hissederdim. bir keresinde çocuk aklı dua ederken yakalanmıştım babama "allahım lütfen şu siyah beyaz formalılara güç ver kazanmaları için" derken. akşamında gülerek sormuş ve futbolda duaya yer olmadığını anlayacağım dilde anlatmıştı ki çocukluğuma dair ve en kıdemli, en sevgili hatıramdır; babam tarafsız ve diğer maç arkadaşım sevgili sami dayım adanasporlu iken neden demirsporlu olduğumu anlatmak çok kolay değil. sanki o zamanlarda adanaspor taraftarları bize göre daha çok ve etkinlerdi. adalet, eşitlik bağımlısı içimden duruma kendimce müdahale etmek istemiş olmalıydım. bir de sanki, ne sankisi canım apaçık, adanaspor fanatiklerinin kale arkası köşesi olan "çılgınlar locası"nda, diğer kale arkasındaki "şimşekler grubu"ndaki kadar keyif ve huzur hissedemiyordum. ve tartışılmaz hissedilir bir farkla biz demirsporlular daha kötü gün dostu olmayı başarabiliyor ve daha yaratıcı ve ateşli bir taraftar profili çiziyorduk. bu bir neşriyata düşer ve şu faniyi ölümsüz kılarsa bu yazıya bu satırlardan dolayı en büyük itiraz inönü kapalıdaki partnerim sevgili tolga erdinç'ten gelecektir; yazmak, yazılan her ne olursa olsun riskli iştir.
şimşekler grubu'na yakın olmak ve belki biraz fotoğraf çekmek üzere onların bulunduğu açık kale arkasına yakın kapalı köşesinde yerimi alacağım. rakip marmaris, hava yaz bahar; güneş altında iki saat, yağmur çamur demeden takım destekleyen bu taraftarı bozar sanırım, bu yüzden her zaman oturdukları köşeyi bırakıp gölgede konuşlanmışlar. bu bilgi üzerine yön değiştirip sonunda içeri girmeye karar veriyorum ve bir yenilik fark ediyorum; meşhur seyyar kebapçılarımızın yanına konuşlanmış tantuniciler de var ki tantuni mersin'i, mersin idman yurdu ise ister adanaspor ister adana demirsporlu olsun tüm adanalı futbolseverlerin ortak ve nedenini asla anlayamadığım nefretini temsil eder. bir adanasporlu ile demirsporlu arasında iki ortak nokta olur; adanalılık ve mersin idman yurdu nefreti. oysa ben severdim mersin idman yurdu'nu da; içimden üzülürdüm hallerine. kentimizin hangi takımıyla oynadığı hiç fark etmez aynı zulmü görür giderlerdi. stad çevresinde kırılmadık cam kalmazdı. ortalık çoğu zaman savaş alanına dönerdi. çocuk aklımla mersin için fevkalade endişe ve üzüntü duyardım; tantuni mersin de pişer, kokusu memlekete de düşer oysa doğru olan vuku bulmuş ve kebaptantun' kardeşliği 5 ocak'ta yanyana durmuş. bu gelişme beni umutlandırıyor, aradan geçen zamanda mersin ile barış ve dostluk sağlanmıştır kim bilir diye düşünüyorum.
çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda sezonlar arası daha uzun, dolayısıyla futbola özlemimiz daha acımasız olur ve imdada spor yazarları derneği kupası yetişirdi. adana demirspor, adanaspor ve mersin idman yurdu, dördüncü davetlisi değişen bu turnuvaların değişmez üçlüsü olurlardı. hatta şahit olduğum en ilginç penaltı vakası bu turnuvaların birine denk düşer. adanaspor'un efsane kaptanlarından timuçin rakibin ayağından usulca auta süzülmekte olan topu, bir an önce oyuna sokmak amacıyla elleriyle tutup kaleci malik'e yollar, fakat top çıkmamıştır ve hakem sanırım büyük bir üzüntü ve çaresizlik hissiyle penaltıyı çalar.
bu mersin nefreti kadar anlaşılmaz hatta daha da anlaşılmaz bir başka gerçek, kentin iki takım taraftarları arasında varolan ebedi ve ezeli tahammülsüzlük ve sevgisizlik halidir. bir adanasporlu ile demirsporlu, sözgelimi iki komşu esnaf, futbol dışında her konuda müthiş bir dayanışma ve paylaşım içinde olabilir ama söz konusu futbol ve taraftarlık olunca akan sular duruverir. bir demirspor taraftarının her yeni sezondan ilk temenni ve beklentisi adanaspor'u bir alt kümede görmektir ki tersi de kesinlikle geçerlidir. stad bile bu keskin ayrımın ve nefretin izlerini taşır. orta çizgi, tribünleri de hizalar ve ortadan ayırır. betonu boyamak için seçilebilecek en uygunsuz renkler olmasına rağmen stadın iki kutbu turuncu ve laciverte boyalıdır. kapalı tribün tavanında adanaspor yazıyor olması bir adaletsizlik olarak konuşulup durur.
stada girer girmez her zaman ve herhangi stadda olduğu gibi ilkin pankartlara bakıyorum. mavi üzerine lacivert ve şimşek ikonu ile süslenmiş geleneksel ve efsanevi "şimşekler" hemen göze çarpıyor. "venceremos", "söz konusu demirsporumuzsa hayat bir teferruattır", "bize hergün sevgililer günü", güncele ve gündeme aldırış etmeden her zaman olduğu gibi oradalar. güncele dair de bir pankart var; adanalıya özgü bir yaratıcılıkla hem de; kocaman bir türk askeri fotoğrafı ve altında dev harflerle "allahına gurban". o pankartın orada asılı olması ne kadar hazin ve derin bir gerçeğe işaret ediyor ama yaratıcı fikir içten içe gülümsememe engel olamıyor. o meşhur film şeridi anıların coşkusuyla hızlanıp 86-87 sezonundaki beşiktaşlıların dramında tatsızca duruveriyor. ne yalan söyleyeyim gözlerimle tribünü süzerken takılıveriyorum; denizlisporlu erol 86. dakikada hayatındaki tek frikik golünü inönü'de ağlarımıza gönderip şampiyonluk hayallerimizi kursağımızda koyduğunda, ben şampiyonluktan emin ve gururlu bir şekilde işte o köşede oturuyordum; oysa maç oynanmadan kazanılmıyor ve hakem düdüğünü çalmadan bitmiyor!
adana da bir maç için tribündeki yerimizi aldığımızda gözlerimiz ilkin meşhur amigo 'bo'yu arar ve bulurdu, hatta o demirspor maçlarında mavi lacivert, adanaspor maçlarında turuncu beyaz formasıyla kendisini fark ettirmeyi başarırdı. iki ellerini yana açar "lan beyler!" diyerek seyirciyi yönetmeye çabalardı. kocaman bir göbeği ve doğal olarak nefes problemi vardı. ellerini öyle şiddetli çırpardı ki bütün bedeni sarsılır ve göbeğinin titreşmesini hisseder gülerdik. gerçekte hangi takımı tuttuğu hep merak konusu olmuştu ve tabi ki onu, aslında diğer takımı tuttuğunu iddia ederek kızdırırdık, kızar ve uzaklaşır sonra yeniden dönerdi, tam bir futbol ikonuydu, stadyumun sembolüydü. yıllar sonra stadda oluşuma anlam verme merakıyla yanıma gelen gençlere tbo'yu, tantana kemal'i, ecevit'i, stad yanındaki amatör futbol maçlarına hizmet eden toprak sahanın bekçisi "huri kızı"nı sormaya cesaret edemiyorum; duyacaklarımı biliyorum sanki ve ne yazık ki sormuş ve cevabımı almışçasma kederleniyorum.
adana demirspor camiasının yepyeni ve çok da sevimli bir kahramanı olmuş; rafet başkan. 7-8 yaşlarında, sahanın tam ortasında, yıllarını takımı ve taraftarına adamış bir amigo edasıyla coşturuyor seyirciyi. herkesin yüzüne bir gülücük kondurmayı başarıyor. maç başlayınca tribündeki yerine yani bir "abi" omzuna konup şova devam ediyor. yanımdaki delikanlıya soruyorum; onsuz olmazmış. olmaz tabii ki, uzun zamandır görmediğim kadar güzel bir atmosfer ve kahramanı bir çocuk. sahalarımızda görmek istediğimiz şeyler bunlar. bir kez daha anlıyorum ki biz adanalıların bildiği ve en sevdiği sevgi sözcüğü "lan!". takım sahaya çıktığında "allahma gurban" olduğumuz "lan"lar bizi selamlıyor. güneşli bir pazar öğle vakti adana demirspor iddialı olduğu bir sezonda bir hakem infazının da yardımıyla marmaris'i üç golle geçiyor. yanımdaki gönüllü gençlerden sezon ve gelecekle ilgili bilgiler alıyorum; onlar "robinyo"lanndan ve takımlarından çok umutlular.
iyi ki bu yazı benden istenmiş ve gelmişim. futbolu sevmekten dolayı iyi hissettiğim bir gün. kendimi birbuçuk acılı adana ve şalgam suyuyla ödüllendirmeye karar veriyorum. bu anı fırtınası acıktırdı sanki, ben de umutluyum demirspor'dan ama keşke bu gençler mersin idman yurdu ve adanaspor'a duyulan geleneksel nefretten arınmış olsalar idi. dilerim rafet büyür "kocaman" bir adam olur. dilerim sadece adana demirspor değil, altay, eskişehir, ordu gibi futbolseven şehirler süperligli olur. umarım bütün topçular şefkat bekleyen küçük hayranlarının saçlarını okşamaya devam ediyorlardır. hoş bir vesileyle de olsa bir zaman yolculuğu yapmış olmanın tatlı yorgunluğu var. zaman ne çabuk geçmiş ne de yaşlanmışız. çoğu zaman ailelerimizden izinsiz maça kaçıp "abi biz de sizinle girebilir miyiz maça" yalvarmalarımız daha dün gibi oysa. ah mahalleye dönsem sokağa girince taştan kalelerimiz ve "takım arkadaşlarım" beni bekliyor olsa. reklamsız formalar, radyodan maç dinlemeler, çocukluk ve çocukçalık zamanlar...
"adana'da hava açık ve güneşli, 5 ocak stadı'ndan sevgiler ve esenlikler diliyorum."
bu maçı dayımla izliyorduk. son dakikalardı ve serbest vuruşu erol kullanıyordu. dayım fenerbahçeliydi ve bizim şampiyon olduğumuzu söylüyordu. ben de döndüm ve dedimki ' ya gol olursa' ekrana çevirdim kafamı ve top jurkoviçin bakışları arasında 90 daydı. ya gerçekten çuval gibi kaleciydin be . ah miloş nereden getirdin o adamı diyeceğim ama, herhalde erol bir daha benzeri golü atamamıştır:)
antayaspor galatasaray macı ve beşiktaş denizlispor maçını trt dönüşümlü olarak veriyordu beşiktaş ali"nin golü ile öne gecmişti ve antalyadaki maçın önemi kalmamştı artık ben ayaga kalkmıştım ve sokaga cıkacaktım mutfaga girdim buz dolabını actım bir bardak su içtim mutfaktan cıktıgımda denzlispor bir frikik atışı kazanmış ve topu yere dikmişler kaleye 35-40 metre mesafeden gol olması nerdeyse imkanzız oldugunu düşünmüştüm yerime bile oturmadım denizlispor bu frikik atışını kullansın öyle cıkarım diye düşündüm.
topun başına gecenlerden biri topa vurdugu anda televizyon yayını bir an gitti ve geri geldi topun kaleye gidişini sanırım trt televizyonu tesbit edememişti ne oldugunu anlamaya calıştım yayın geri geldiginde beşiktaşlı kalecisininin üzüntüsünü gösterdi bu sefer spikerin sesi cıkmıyordu bu seferde yayından ses gitmişti.
neler odugunu anlamaya calışıyurdum"ki trt golün tekrarını agır cekimde tekrar gösterdi derken trt antalyaspor galatasaray macına baglandı antalyada galatasaraylılar seviniyordu.
trt antalya"ya baglanınca antalyadaki trt sipikeri jup derwall"in güneş enerjisi ile calışan televizyondan denizlispor"un attıgı golü izlediginden bahsediyordu.
tüm bu gelişmeleri ayakta takip ettim yerime bile oturamadım heyecandan nefesim kesildi 14 yıl şampiyonluk beklemiştik ve inanılır gibi degildi cok acayip bir sevinç kaplamıştı içimi.
annem elinde bir camaşır sepeti iceri girdi bahceye astıgı camaşırları toplamış iceri girdi ya bu neiş dedi dışarıda bir kıyamet koptu sanki bir anda dedi... ve anneme şampiyon oluyoruz galiba anne diye bagırıp dışarı fırlamıştım.
14 yaşındaydım fanatik bir galatasaray taraftarı olarak 14 yıldır şampiyon olamamanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışıyordum, denizlispor maçın 85. dakikasında frikik kazanmış o dönemde çok usta bir firikikçi olan erol topun başına geçmişti, beşiktaş 1-0 galipti ve maçı kazansa hemen hemen şampiyon olacaktı, aynı anda telefon çaldı annemin bir arkadaşı evladım annen evde mi diye sordu, ben tam annem diyecekken, erol 35 metreden topu fileye taktı aynı anda gol diye bağırarak telefonun ahizesini havaya fırlatmıştım, o anı hiç bir zaman unutamam ....