bazı kulüp yöneticileri, sakallı futbolculara müsade edebilirdi. kendi bilecekleri işti. fakat, milli takımda ve sayın cumhurbaşkanı'nın (o günlerde devlet başkanıydı) kupa vereceği maçlarda anarşist kılıklı herifler oynayamazdı. oynayamadılar. yılmaz tokatlı, bir cumhurbaşkanlığı kupası maçı öncesinde, fenerbahçe'li onur'a cumhurbaşkanımızın sakal konusundaki hassasiyetini hatırlatmak zorunda kaldı. onur sakalları kesti, fenerbahçe o maçta trabzonspor'a 2-0 yenildi. kenan paşa, kupayı verirken, trabzonlu turgay'a gerekli uyarılarda bulunarak, sert futbol konusundaki hassasiyetini de vurguladı: "sen çok sert oynuyorsun, biraz daha yavaş oyna." şeref tribününün önünde üstüste iki sert faul yapanın turgay değil osman olduğu söylendi. acaba ufak bir karıştırma filan?.. yani şimdi diyorlar ki, göya evren paşa osman yerine turgay'a nasihatta bulunmuş. bunları diyenler zaten başka şeyler de diyorlardı. güya paşa çanakkalespor'u hiç sevmezmiş, onun için hiç maçlarına gitmiyormuş. onu diyen yakalanamadı...
halit kıvanç'ın 1983 basımlı "gool diye diye" kitabından;
22 haziran 1983 pazar... ankara 19 mayıs stadı'nda mikrofon başındayım. "karşınızda halit kıvanç... bir staddan bir maç yayınında son kez spikeriniz halit kıvanç" anonsuyla açıyorum yayını...
fenerbahçe-trabzonspor cumhurbaşkanlığı kupası maçı, 1982-1983 mevsimini kapatmakla kalmıyor, benim maç spikerliğimi de noktalıyor. 1956fdan 1983'e kadar süren 27 yıllık heyecan spikerliğim sona eriyor artık...
sunuculuk alanında başka görevlere devam arzusundayım. gücüm yettiğince, fiziğim elverdiğince ve de bana görev verildiğince... hatta bir jübile, bir tören ve benzeri bir nedenle bir stadda mikrofon başına da geçebilirim. radyoda, yahut tv'de böyle bir olayı nakledebilirim. fakat bir maçın, bir spor yarışmasının radyoda veya televizyonda naklen yayınında o heyecanı yansıtan spikerliğim bitiyor. 27 yılda bini aşkın maçta ve futbol dışı bazı dallardaki yarışmalarda yaptığım spikerlik görevi, birbirinden güzel anılar olarak tarihe gömülüyor benim için...
22 haziran 1983 günü ankara 19 mayıs stadı'nda trabzonsporlu tuncay'ın fenarbahçe kalecisi yaşar'a attığı gol, maç spikerliğimde anlattığım son gol olmuştu. 1956 yılının haziran'ında moskova'da fenerbahçeli basri'nin nin ünlü rus kalecisi yaşin'e attığı golle başladığım maratonu bu golde sonuçlandırıyordum.
ilk yarıyı anlattım, mikrofonda veda ettim sonra spiker ilker yasin kardeşimle sahaya indim. seremoni başladı. hatıra plaketleri verildi, çiçekler verildi. ben rüyada gezer gibiydim...
saha kenarındaki tören tamamlandıktan sonra, ilker yasinle biraz öteye gittik. kısa bir röportaj için... ilker'in sorularını cevaplandırdım. sonra sporseverlere, dinleyicilere, seyircilere bir kez daha veda ettim... "27 yıldır beni ilgiyle, hatta sevgiyle, ama en önemlisi, sabırla, hoşgörüyle dinledikleri için..."
sonra ortaya koştum. sahanın ortasına... maçların başlama noktasına... ankara 19 mayıs stadı'ndaki seyircilerin şahsında, beni yücelten milyonlarca sporsevere hem veda hem teşekkür etmek için... sağolsunlar, stadtaki onbinler de bana yaşantımın yeni dönemi için güç verdiler. 27 yıllık bir lig şampiyonluğunu kazanan takımın oyuncusuymuşum gibi "halit buraya" diye seslenerek... "halit kıvanç oley" diye tempo tutarak... hele mahcubiyetten kızardığım "en büyük" iltifatlarına... tevazudan uzaklaşmak değil, halkın yakıştırdığı bir onurun mutluluğunu sizlerle paylaşmak için yazıyorum bunları...
maçtan önce soyunma odalarına giderek veda etmiştim sporculara... trabzonsporlularla, fenerbahçelilerle kucaklaşmıştım. raslantıya, anlattığım ilk golün kahramanı basri dirimlili de fenerbahçe meneceri olarak oradaydı sonra hakemlere gittim. yine güzel rastlantı. babıali'den eski arkadaşım, şimdi de "hürriyet"te o müessese müdürü, ben yazar, birlikte çalışmaktan gurur duyduğum sevgili erkan göksel'di maçın hakemi... yardımcıları necmi temizel ve kazım ünlüsoy'la birlikte sohbet ettik. karşılıklı başarı diledik birbirimize...
maç spikerliğimi noktalamıştım. bir haziran günü bir stad mikrofonunda "gol" diye başlamıştım söze... yine bir haziran günü, yine "gol" diye bitirmiştim. evet 27 yıl, "gol diye diye" geçmişti. tatlısıyla, acısıyla... durun durun... acısı dedim de... acısı var mıydı hiç anılarımın? hepsini unutmuş gibiydim. sadece tatlılıklar, pembelikler, güzellikler içindeydim.
ilk basımı 2004 yılında olan bozkurt k. yılmaz'ın "bu aşk bizi canlı tutacak: fenebahçeli olmak" kitabından;
o yıllarda, fenerbahçe, ankara'ya geldi mi ilk iş stad oteline yerleşir, lobinin kahverengi koltuklarında onları bekleyen taraftarı ile kucaklaşırdı. resepsiyonun önünden yalvaran bir sesle "amanın bir kağıt, bir de kalem. işi bitince kalemi hemen geri vereceğiz" sözleri duyulurdu. bu nedenledir ki, cem pamiroğlu, cemil turan, alpaslan eratlı, osman arpacıoğlu, ender konca'nın şık imzalarını attıkları küçük kağıtların üzerindeki antet bölümünde hep mavi renkte "stad oteli" yazısı olurdu. takım bu hengameden kurtulunca taaa anafartalar kumandanı'yken kulübe gelip, kendisine "ebedi muaffakiyetler" dileyen en büyük fenerbahçeliyi ziyaret etmeye anıtkabir'e giderdi. gazeteler, 'fenerbahçe atasına gitti" diye yazınca, tüm gözlerde yaşlar birikirdi.
çocukluğumdan beri sarı kanaryaların maç günü, sabahın köründen itibaren 19 mayıs stadı'nın çevresinde bir mahşer kalabalığı olur. bilet, kuyruk, sıra, tanıdık, çok yakın tanıdık, torpil falan hak getire... elinizde biletle, davetiye ile ortada kalakalırsınız. sıraya girmek falan değil anlatmaya çalıştığım stada yaklaşmak, kalabalığı yarmak mümkün olmaz.
panzerlerin kışın su sıkarak taraftarı serinletme girişimlerini, atlı polislerin binicilik hünerlerini ve "tek sıra olun lan" seklinde özetledikleri ütopik hedeflerini binlerce taraftar üzerinde denemelerini, kızılay güven park'da miting olmayan atıl haftanın acısını çıkarmak isteyen robokop ahilerimizin coplarını taraftar bacağında bileyerek form tutma gayretlerini ve kan ve gözyaşı ile yaptırılan tek sırayı beğenmeyip dağıtıp tekrar yapma fantazilerini düşününce insansever ankara polisini de hasret ile anıyorum.
övünerek söylemem gerek en ümitsiz kalabalıklarda bile maça girmişimdir. gurur meselesi yapmadım, yalvarmam gerekiyorsa yalvardım, tırmanmam gerekiyorsa tırmandım. gerekirse rakip tribüne girdim, sus pus maç seyrettim. benim fenerbahçeli olduğumu anlayıp kalaylı küfürler etseler de "oralı" olmadım.
posterlerimin kahramanları alpaslan, pesiç, selçuk, kayhan, nezihi, paşa hüseyin, b. şenol sahaya çıkıp beni göz ucuyla görüp "hah bozkurt da gelmiş" diye rahat ettiler, ben biliyorum...
ankara takımları ile oynanan hafta sonu maçlarında, istanbul'dan gelen taraftarı garda karşılamak, onlar gelince rakibin sırasını ve sonrasında kapalıyı kapmak, nihayetinde başkent taraftarına "deplasmana hoş geldin" demek ne kadar keyifliyse hafta arası kupa maçlarında lacivert okul ceketi üzerine ayran ve 90. dakikada gol yemek o kadar bezdiriciydi. ankara'daki her bir maçı bu öğlen gibi hatırlıyorum...
en kralı, en keyiflisi cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık kupası maçlarıydı. aklımdayken, bu kupaları "angarya" diye kaldıranlara, "enternasyonel maç programımız -alın bakın burada- inanın çok dolu, vakit makit yok" diyenlere en içten duygularımı sunuyorum... ezeli rakipler ve trabzonspor ile oynanan bu çekişmeli maçların öncesi bir alemdi. zira o maçlar öncesi ikinci lig şampiyonluk maçı, amatör kümeler birincilik kupası falan gibi formalite kupa maçları olur, bizim taraftar bir takımı tutar ve lehine tezahürat yapar, rakipler haliyle diğer takımı tutarlardı. bazen de maç olmaz, top toplayıcı çocuklar kale arkasında aralarında şut çekişir ve her iki takım taraftan bir çocuğu tutarlardı. akşam eve gidince "anne bugün bir gol attım 15.000 kişi beni alkışladı" deyip yalan söylediği için tokat yiyen bu çocukların önemli bir misyonu daha vardı. ankara'nın, kale arkasında, üzerindeki saç plaka itilerek açılan çıkış tünelinin başında bekleyip, takım gelirken zıplayıp hoplayarak taraftara takımın çıkmak üzere olduğunu haber verirlerdi, konfetiler ona göre hazırlanırdı. bazen numaradan "geliyor geliyor" derler annelerinden önce bir tokatta sahadaki bir ağabeyden yerlerdi.
bunca geyiğin nedeni vardı elbette.
stada en geç sabah 9'da girilir, maç öğleden sonra 5 'de başlardı.
cumhurbaşkanlığı kupası maçı sonunda "en büyük kupa bizim oldu" diye sarı lacivert bayraklar ile başkent caddelerinde tur atılmasının keyfini eski bir ankaralı olarak iyi bilirim.
yaşar'ın kurtardığı penaltılardan sonra tribüne selam verişini, selçuk'un uzatmadaki golünü, aykut'un bel kıran çalımdan sonra dönüp aynı adama (kimdi acaba?) tekrar attığı çalımı, veysel hoca'nın diz çöküp tüttürdüğü keyif sigarasını unutamam. bir de "fener'in ankara maçları" denince rahmetli kayhan'ın golünü unutamam. tam ters kale arkasında olduğumuzdan golü,diğer tribünlerden gelen "goool" sesi ve futbolcuların kayhan'ı kovalamasından anlamıştık. o golün güzelliği, gücü ve heyecanı hâlâ unutulmadı diye düşünürüm.
büyük kaptan alpaslan'ın veda maçında yaptığı hataya mı onun adına daha çok üzülmüştük yoksa kaybedilen kupaya mı? ivançeviç'in "gol yemeyeceğim, söz" yazısını gazetede okuyup rahat gittiğimiz maçta yenilince "kimbilir ne kadar utanmıştır" diye ivançeviç'in yüzüne bakamamıştık. gazetelerde her yazana inanmamız gerektiğini sandığımız yaşlardaydık...
ilk basımı 2008 yılında olan harun çelik'in "bize her yer trabzon" kitabından;
trabzon hikâyeleri aslında biraz da gurbet hikâyeleridir. trabzonlular her ne kadar uzağa gitseler de toprağından ruhuyla ve kültürüyle hiç kopmayan insanlar değil midir? nereye gidersek gidelim, hem horonumuz, bir silahımız, bir de trabzonspor 'umuz değil midir yürek heybemizde taşıdığımız? ali kul 'u dinleyelim.
top ikinci kez fenerin ağlarında ve cumhurbaşkanlığı kupası trabzonspor'un...
trabzonspor, fenerbahçe ile cumhurbaşkanlığı kupası maçı oynuyordu, maçı radyodan dinliyorum. trabzonspor bir gol pozisyonuna girdi; iskender ile tuncay fener defansını hallaç pamuğu gibi dağıtıp kaleci ile karşı karşıya geldiler ve kaleci ile de orta sıçan oynadılar. top bir iskender'de, bir tuncay'da... biraz verkaçlar yaparak kaleciyi arada oynattıktan sonra golü attık ve o maçta fenerbahçe'yi 2-0 yenerek cumhurbaşkanlığı kupası'nı kazandık.
cumhurbaşkanlığı kupasından hemen önce oynanan türkiye amatör futbol şampiyonluğu finalini kazanan kahramanmaraşspor'lu futbolcu menderes turna: "bu final maçında ilkleri ilginç olaylarla beraber yaşadık. fenerbahçeli alparslan bizim maçımızdan sonraki cumhurbaşkanlığı kupası maçında jübile yaptı. trabzonsporlu osman bu maçtan sonra fenerbahçeye transfer oldu. ünlü spiker halit kıvanç trt'de son spikerliğini yaptı. işte bu ilginç ve tasdüflü olaylarla beraber muhteşem bir şampiyonluk tattık."
fenerbahçe : 1982-83 türkiye 1.ligi ve türkiye kupası (federasyon kupası) şampiyonu galatasaray : 1982-83 türkiye 1.ligi ikincisi
- 18.kez düzenlendi, trabzonspor 6.kez kupayı kazandı. - fenerbahçe lig ve kupa şampiyonluğunu kazandığından statüye göre lig ikincisi galatasaray ile oynadı.
aslında özal döneminin atmosferi darbeci paşalar tarafından oluşturuldu. toplum yapısını tamamen değiştiren 12 eylül 1980 darbesi futbol sahalarına da yansıdı. hem de daha önce görülmemiş faullerle.
kenan evren başkanlığında yönetime el koyan beş paşa da sıkı birer futbol fanatiğiydi. dördü fenerli, biri galatasaraylıydı. kuşkusuz, beşiktaşlılar buradan kendilerine sevinebilecekleri bir pay çıkarabilirler. futbolla çok içlidışlı olan darbeci paşalar, hemen futbolun yapısına müdahale ettiler. beden terbiyesi müdürlüğü’nün başına albay yücel şeçkiner getirildi. futbol federasyonu başkanlığı’na da yılmaz tokatlı konuldu. böylece futbol askeri usullerle yönetilmeye başlandı.
paşa emriyle ankaragücü birinci lig’de
futbolun yeni patronları darbeci paşalar olunca, oyuna müdahaleler de gittikçe komik hal almaya başladı. paşalar, futbolcuların saçından sakalına kadar her şeye karışıyorlardı. özellikle kenan evren’in kupa vereceği maçlara hiçbir futbolcu sakallı çıkamazdı.
federasyon başkanı yılmaz tokatlı, bir cumhurbaşkanlığı kupası maçı öncesi fenerbahçeli onur’a evren’in sakal konuşunda çok hassas olduğunu hatırlatıyor. bunun üzerine onur hemen gidip sakallarını kesiyor. ancak, fenerbahçe o maçta trabzonspor’a 2-0 yenildi.
(...)
evren’in talimatlarının yanı sıra askeri federasyonun aldığı kararlar vardı. bunlardan biri yabancı futbolcuların transferleriyle ilgiliydi. federasyon, yabancı transferlerini serbest bıraktı! ama bir şartla: bu futbolcular türk asıllı yabancı olacak.